Sır bekçileri ve kılavuzun lütfu

Birincil sekmeler

Heidegger’le bir yarıyol karşılaşması denemesi

“Sır, aşikar olandır.” [w:Goethe]

“Gel beri gel beri ben seni yimem, Saklarım sırrını ellere dimem, O yârin göğsünde yedi kat düğme, Çözenece bu dert beni öldürür.” Halk Türküsü

“Kıryolu”ndan sarp gümüşsü yüksekliklere seyr ederken elde hazır, hesaplayan bir hayattan kendimizi sıyırır ve ağaçların izin verdiği açıklığın basit, yalın, şefkatli yakınlığında yol alırız. Açıklığın gizi çeker bizi. Henüz açılmamış patikalardan, basılmamış topraklardan geçeriz. Tekin olmayabilir bu yolculuk. Cesur olmalıdır; tehlike büyüdükçe yardım da yaklaşır. Varlık gizini açıklıkta koruyan sır bekçileri çevremizdedir. Kılavuzun birleştirici özleyen özüne [ereignis-aletheia] ya özgüleyici açıklığına [ereignis-aletheia] vergi çaresiz sarışları da, lütufları da bitimsizdir. İçimizi hiç’liğin kaplamasına izin vermelidir. Hiçliğin şefkatli eli dilimizde şen bir türkü olup çıkabilir. Kıryolu’nun basit ve yalın refakati göğün şimşeklerini göğsünde yumuşatır. Böylelikle bizden alınmış, görüşümüzden uzaklaştırılmış yeryüzünün varlıklı ihtişamını, göğün saklı kutsal güzelliklerini açıklığın yakın parıltısı altında, yuvamızda temaşa eyleyebilir; şavkıyan varlığı teneffüs ederek orada, evimizde ikamet eyleyebiliriz.

Haydi, var’ı olmaya bırakalım, şen hakikat yankılansın şakaklarımızda; varlığın türküsünü tutturalım: Şölen başlasın!

Şimdi ormanın sunduğu açıklıkta evimizin perdelerini, varlığın peçesini açabilir, dilimizin düğümünü çözebiliriz.

Bir açıklıkta bulunuşun, iskan edilen açıklık’ın insanın işitebileceği bir talebi vardır. İnsan bu talebi işitebildiği sürece Varlığın açıklığında meskun olur. Bu meskuniyet onu “dışa” [ek] doğru taşmaya [sistence], görünmeye [şahsiyet olmaya (şahasa Arapçada görünme, taşma, ortaya çıkma anlamlarına gelir)] kabiliyetli kılar. Varlık tarafından talep edilen şahsiyet olma, açığa çıkma zaten hazır [bulunmuş] bir şeydir. Bu dasein’in dilde yurt tutuşuna işarettir.

Kılavuzun lütfuyla varlığın açıklığına fırlatılan insan bir an hayrete düşüp [vecde gelerek] tasalansa da yüzünü oraya [geleceğe, ölüme, Varlık’la kavuşmaya (mesiyanik)] döner, kulağını varlığa kabartırsa vücut bulur. Bu açıklık insanın talep edilen saklı özünün korunmuşluğudur aynı zamanda. İşte bu korunmuşluktur ki insanı olmaya kılavuzlayan dilde yurtlanır. Dil insanı olmaya bırakan talebi açığa çıkaran, bu açık edişle aynı zamanda onu gizleyerek [konuşan sessizlikle] koruyandır. Dasein’in ikametine imkan veren bu açıklığa içinde olmak kadar yakınızdır. Ne ki yakın olan en uzak olandır. “Sır nedir?” diye sorulunca “Sır, aşikar olandır.” der Goethe.

Açıklık olarak varlık kendini sırlayan dile sirayetle onu istila ederek çağrısını yapar, insanı söyleşiye çağırır. Bu çağrı, bu talep insanın açıklıkta varolmasına imkan veren olarak dilde yurtlanır. Dil insan fıtratının iskan ettiği yurttur.

Varlık var kılan değil; var’ı verendir, bahşeden, vergileyen. İnsanın talep edilen özü vergilenen, bahşedilen olarak varlığın açıklığındadır. Bu varolanlardan hareketle akılla bulunabilecek bir şey olmadığı gibi [bilim], fiili hal alacak saf bir imkan [metafizik/felsefe] da değildir. Açıklık vuku bulduğunda varlık kendisini insana ulaştırır. İnsan ancak bu açıklıkta eyleyebilir. İnsanın uzak düştüğü, özlemiyle yandığı, yakın(ların)ın çağırdığı anayurdudur burası.

İşte orada, yakındadır aranılan. Uğra çıkmış en şen haliyle beklemektedir. Ama hemen sunmaz kendini. Özgür bir göçebedir çünkü kapıya gelen; anayurtta olana hazır olmalıdır, o da zaten hazırda beklemektedir. Özgür göçebe açıklığın yakınlığında sebat edendir çünkü; göğün şimşekleri altında başı açık… İşte karşılayışı dostçadır şen açıklığın. Özlemle koruyarak, bu şen ve dostça kendini veriş tasadan kurtarır ve bu şenliği şiirleyerek cevap verir özgür göçebe. Şiirleyerek bekçilik eder belirişin yurduna. Belirişin yurdu sarp yamaçlardır, gümüşsü yükseklikler. Sır bekçileri sarp yamaçlarda konaklanır.

Sır bekçileri hısımlardır, şiirleyen türkücüler. Kendini açıklıkta olagelen varlıksal salınıma niçin’siz teslim olan özgür göçebelerdir sır bekçileri. Her gelişlerinde onu şen bulsunlar diye arayan “yakın”lar, gümüşsü tepelerde sarp açıklıkları beklerler. Her şey için, herkesçe hemen anlaşılır açıklamaları ellerinin altında bulundurup piyasaya süren hesaplayan düşünceden de korurlar özgüleyen şen açıklığı. Anayurda dönen şair, geçilip giden, göze çarpmayan bu şen açıklığın türküsünü söyler. Şen açıklık el sallayıp gülümseyerek karşılar onu. Şair, bize evimizi açan “yeryüzü” meleğine ve evimizde kendiliğinde olabileceğimiz barınma süresini bağışlayan “yıl [zaman]” meleğine seslenir ve ilk yer açan, saf ışıldayan [en] açık şen’e... Onun türküsü açıklığıyla gizleyenin gizemini korur. Aşikar yakınlık sırrının bekçisidir. Şen türkü en açık olanın bağışını süreklileyerek ve yeryüzüne serperek neşeyle korur. Acelecilikle onu yitirmek, açıklığın karşılayan selamını alamamak tasasıyla titreyerek, özenen özenli bir tasayla söylenir türkü. İnsanın özgürlüğünü, varlık ve dünyayla bağlantısını açık eden “tasanın aydınlık gecesin”nde yankılanır ezgi. Bundandır sözü eskitir ezginin. Adlandırılmamıştır daha. En saf, en açık haliyle kutsal olanın yaklaşması bulunmayan tanrı selamını taşır içinde. Yokluk yokuyla bulunur yakınlık. Yokluğun bulunuşu elden kaçırılmamalı, tanrı adlandırılmamalıdır. Kendinden geçercesine bu yokluğun yakınlığında barınmalı ki yücelikleri dileveren başlangıçtaki söz bağışlansın.

Şair yalnız mı söyler türküsünü, ya kime söyler? Şiirlenerek söylenen türküde korunan açıklığın yakın gizemini düşünür düşünceliler de; henüz açıklığa giden yolda. Ağırdan alışlarıyla yeterli değilse de tasaları, onlar işiteceklerdir şairin çağrısını. Şair türküsünü ilkin düşünen düşüncelilere söyler. Düşünceli ulaklar anlatacaktır halka anlayacakları şekilde türküsünü şan çağrısını. Yurt topraklarından uzakta, gözlerini yola dikmiş, yüzleri yurda dönük bu yurdun düşünceli evlatları şairin hısımlarıdır. Sır bekçisi şairin sözünü anlayıp karşılıklı selama duracak ve sözü gözetip kollayacak, açıp yayacak işte bu hısımlardır düşünceliler. Şairin uğruna çıkıp onun selamlanmasıyla gerçekleşir yurda şen varış, yuvaya dönüş.

Varlık’ın açıklığında olagelmesi düşüncedir. Akıl gördüğünü görür, düşünce ise kendini gören bir görmedir. Görünüme gelişiyle birlikte kendini saklayanı görür düşünce. Herakleitos: “Açıklığa çıkış en çok geri çekilişi sever.” der. Varlıktaki bu geri çekiliş düşüncedir. Düşünen düşünceli bu geri çekilişin hamisidir. Şairin şiirleyen türküsünün yanıbaşında onu işitebilecek bir yakınlıkta yerini alır.

Şiir ölümlüler için dönüş yoludur; yeryüzünde bir yaşam sürdürmeyi mümkün kılmak için. Şiir açıklıktan gelen, düşünce açıklığa yolalan [ya açıklıkta gizlenen] bir patikadır. Açıklık ne olduğuyla değil, verdikleriyle duyumsanır. Düşünce şiirden vergilenir. Şiir düşüncenin de bekçisidir, şair sarp yamaçlarda düşüncelileri gözetir. Düşünme şiiri işitir; bu işitme bütünü bir bakışta görmektir. Şiirleyen türküyü işiten düşünceli anayurda buyur edilir.

Mübtedi düşünceliler hanesine yazılmak arzusuyla bunları söylerken, yamacımda volta atan, arada da ayak değiştirip;

“Şiirimiz karadır abiler (…) Şiirimiz erkek emzirir abiler (…) Şiirimiz mor külhanidir abiler (…)”

diye mırıldanıp duran kostak delikanlı, sivil-sıkı şair birdenbire durdu ve tasalı bir biçimde gözlerime bakarak: “Ne yapalım, hem şiir hem düşünce, her zaman, sürgünde olacaktır.” deyiverdi. Sürgün dediği; yerimize, dünyaya atılmış(fırlatılmış)lık, sıla özlemiyle anayurt yolunda olmak, özgür göçebelerle yarıyol karşılaşmalarıdır. Hazır beklemektir her daim yurdun kapısında. Açıklığın yakınlığında kararlı bekleyişini sürdüren özgürşengöçebeliktir elhasıl. Tasası hafifleyen sivil şair kostak bir “vücut” hareketi yaparak son sözü yapıştırıverdi: ”[Bundandır] atından inmeden sevişmeye alışmalısın!”