Bir Kitap: Modern ve Ötesi

Birincil sekmeler

Modern ve Ötesi
(Elli Yılın Sanatına Kenar Notları)

Orhan Koçak

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Sanat-Estetik Dizisi

19X24, 218 s. Renkli
ISBN: 9786053990000

Sanatın geçtiğimiz elli yıllık hareketini kabaca üç döneme ayırarak başlıyor anlatmaya Koçak: Soyutlama eğiliminin önem kazandığı, resimde görsellik-dışı öğeleri reddeden, “hikaye”, “edebilik” gibi özellikleri küçümseyen sanatçıların egemen olduğu bir ilk dönem; soyutlamaya karşı bir tepki olarak da görülebilecek “yeni-figüratif” eğilimin belirdiği, sanatçının kendi kişisel ikonografisini yarattığı ve kasıtlı olarak büyülemeye, kışkırtmaya yöneldiği 60’lı yıllarda başlayan ikinci dönem; ve 80’lerin sonunda yaygınlaşmaya başlayan, “modernizmin kendi üzerine dönmesinin, kendi kendini sorgulamaya girişmesinin bir ürünü” olan “kavramsal sanat” dönemi. Orhan Koçak, buradan da anlaşılacağı üzere kronolojik bir sıra takip etmekte. Ancak farklı eğilimlerin, farklı “dönemlerin” yan yana var olduğu sanatın kronolojisi ne kadar düzenli ve kronolojikse, “Modern ve Ötesi” de o kadar kronolojik ilerliyor, diyebilirim.Modern ve Ötesi

İşte bu nedenledir ki, çalışmanın ilk bölümü “Modern Resmin Yaşlanan ve Gençleşen Ustaları” adını taşıyor. Bu bölüm, 1950’li yılların ressamları ve onların yönelimleri eşliğinde, Türk resmindeki “tarihsel gecikme”yi ve bu gecikmenin tüm dönemlere erişen ve sanatın altyapısını oluşturan özelliğine dair aydınlatıcı ifadelerle, 60’lı yıllara taşıyor bizi. Ortalama her okurun anlayabileceği, keyifle okuyabileceği bir dille yazıyor Koçak; o çok aşina olduğumuz sanat eleştirmenlerinin dili değil bu. Öyle ki elinize aldığınız anda sonlandırmadan bırakamayacağınız bir anlatıyla karşı karşıya olduğunuzu daha bu ilk bölümden itibaren fark ediyorsunuz. Koçak’ın ele aldığı her ressamın, hem sanatsal hem de kişisel yazgısıyla rahatça özdeşim kuruyor, toplumsal benliğin uzak ve anlaşılmaz köşelerinden birer birer yanı başınıza geldiklerini ve zaten hep orada olduklarını hissediyorsunuz. Sanatla yaşamın ayrışmazlığı zihnimizde sanki yeniden bütünleniyor.

“Daha Karanlık, Daha Eleştirel: İkinci Bir Modernlik” e gelindiğinde, sanatçıların daha ayrıntılı, daha derinlikli olarak ele alındıklarını görüyoruz. Zira bu noktada her sanatçı, birer kırılma noktası, başlı başına eleştirel bir tavır halini alıyor... “Beyhude görüntüler koleksiyonunun ironik gözlemcisi” Cihat Burak’la birlikte “hikaye” geri gelir, yüzeyin altındaki gerilimi söylemeksizin hissettiren Orhan Peker’de, işlev ifadeden ayrılmayan bir ilkedir. İdealleştirilmiş değil, kent tarafından yoksunlaştırılmış köyün ressamı olarak gönlümüze yerleşir Neşet Günal. Ve diğerleri, Ömer Uluç, Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Yüksel Arslan... Bu bölümde ele alınan tüm ressamlar, onların yaşamları, sanat eğilimleri, tüm arayışları gönlümüzde birer edebi hikaye halini alır.

60’lı yıllarla birlikte Türkiye dahil sanatta yaşanan kırılma noktası; derken “68 kuşağı” ve ardından gelen “Modernizmden Sonra"... Bu bölümlerde de yine sanatçıların yaşamı ve yapıtları üzerinden ilerleyerek yakın tarihimizin sanat haritasını çıkarmaya devam eder Orhan Koçak. “Modernizmden Sonra”da yer alan en dikkat çekici bölümlerden biri “Sanatta Feminizmin İlk Belirtileri” diğeri ise Kutluğ Ataman’ın Kutlu Ataman’s Semiha B. Unplugged adlı video çalışmasının yorumlandığı “Sanat Nerede: Kutlu Ataman’dan Semiha B.” adlı bölüm.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 15

‘yukarı’ dedin

Biliyorsunuz bu kitap daha önce eylül 2007'de de basılmıştı, 2.baskısı oluyor artık. Bu kitap santralistanbul'da 8 Eylül 2007- 29 Şubat 2008 tarihleri arasında gerçekleşen "Modern Ve Ötesi" sergisi kapsamında hazırlanmış.

Orhan Koçak okuru olarak hemen aldım birkaç gün önce ve okumaya başladım; bizim buralarda son zamanlarda konuşmaya çalıştığımız feminizm meselesiyle ilgili ilginç kenar notları da var kitapta.

Sanatta feminizmin ilk belirtileri adlı yazı başlığı altındaki metin sanat beden ilişkisiyle başlıyor bir anlamda feminizm sanat ilişkisinde bedene de göndermede bulunmasıyla manidar bir şekilde.

Metinde, son otuz yıl içinde feminizm konusunda yapılmış çalışmaların bu konuyla ilgili sorunları kolayca gideremediğini söylemesiyle bir saptamada bulunuyor. Bahsettiği Nur Koçak ve İpek Duben ve hatta Nil Yalter gibi sanatçıların yapıtlarıyla sorunsallaşan feminist bakışın ayrışmış bir kimlik bölgesi ya da kısmi bölünmüş bir özne yaratarak seyirciyi doğrudan kadınların dünyasına çekmesi. Öyle ki Nil Yalter'in Başsız Kadın, Göbek Dansı videosunu izlerken izleyicinin doğrudan bir cinsel kimlik farkındalığı yaşadığından söz ediyor Koçak. Bunlar Türkiyeli sanatçıların ilk feminist çalışmalarıdır. fakat batı'ya göre gecikmiş çalışmalardır bunlar. Zira, 60'larda batı'da ivmelenen bir harekettir bu ve not düşülmesi gereken bir konu da bu sanatçılardan Duben ve Yalter'in kariyerlerinin büyük kısmını yurt dışında sürdürmüş olmaları.

Koçak'ın burada asıl önemli saptaması bence, sağ siyasete olduğu gibi sol siyasete de sinen erkek egemen cinsel hiyerarşinin solun evrensellik ilkesiyle tezat oluşturmasıydı. Hatta, bazı sosyalist feministlerin söylemine göre kapitalizmin hala sürmesinin nedenlerinden biri de buydu!

Koçak'ın saptamasına göre önemli bir fark da, ortodoks solun öznesinin bizzat maddi bir özne olmasıydı, ideoloji ve söylemler alanı bu maddi özneye ikincil konuşlanmıştır. Oysa, Feminist hareketler varlık olarak özneden çok sözler, göstergeler, söylemlere içkin bir özneden yola çıkarlar diyor Koçak. Erkek ya da kadın dediğimiz özneler, maddi yani cinsel değil daha çok söylemsel kurgulardır. Yani cinsel kimlikleri biyolojik esasa göre oluşmamıştır demektir bu. Feminist sanat'taki çıkışın söylemsellik temelli olduğunu söyler Koçak, ve ekler, yasalar ve yasakların kökeninde yazı vardır der yani kodlar, işaretler ve harfler.

İşte burası bana önemli geldi, benim de düşüncem bu doğrultuda şekillenmişti sitenin başka bir konuşmasında yaptığımız tartışmada. Gerçi meseleyi ben başka bir yerden getirmiştim ama tam olarak şöyle demiştim:

Şiirin buradaki rolü ya retoriğini oluşturmuş doğrudan politik olabilir ya da erkek egemen dizgenin kodlarıyla oynayan dolaylı politik olabilir.

Fakat sanırım retoriği oluşturma meselesi biraz da tamamlanmış ya da anlam sınırları belirginleşmiş bir anlayış için sözkonusu olabilir. Dolayısıyla, önce dolaylı politik olması gerekecektir çünkü bir kod parçalanmasından doğacak boşluktan ve alan açımından üretecektir kendi retoriğini de.

Eğer feminist hareket gerçekten kod,söylem ve işaretlerle ilgiliyse ve onları oluşturmak istiyorsa ister istemez kendisinden önce varolan kodları da yıkmak isteyecektir. Şiir oldukça elverişli olabilir bu iş için özellikle ikibinler sonrası ortaya çıkan şiir anlayışları için. Hatta kod kırması (ki aklıma hemen Ayşegül Tözeren'in kod um mu oturturum serisi geliyor) ve işaretler üzerinden gitmesiyle görsel şiir için de önemli bir kaynak olabilir.