Yıl: 1995... Biri görsel şiir mi dedi?

Birincil sekmeler

Hayalgücü:

Necmiye Alpay

Tarık Günersel’in şiirinde zekânın temel bir rolü var. Günersel zekâyı ve kurgulamayı seviyor. Bu özellik kuşkusuz görsel şiirlerinden okunabiliyor.

“Sözlüğün Korkunçluğu” şiirinin son “aşama”sı Sombahar’ın bir önceki sayısında yayımlandı. Ne var ki, dergiyi yetiştirmeye uğraşan basımevi çalışanının bir yargısı sonucunda dergiye son anda, fotokopi makinesinde çoğaltılarak eklenmesi gerekti. Basımevi çalışanı, mesleğinin ihtiyatlı bir mensubu olarak o şiir sayfasına basılmak üzere yanlışlıkla bir çizelge kâğıdının verilmiş olduğuna hükmetmiş, şiir diye bu çizelgeyi basmaktansa sayfayı boş bırakmayı yeğlemişti. Böylece ilginç bir şiir olayı yaşandı. Tarık Günersel, “halkımızın” şiire benzetemediği bir şiir (daha) yazmıştı.

Günersel’in şiirine, okumuşlar katından da itirazlar gelebilir: Batı’yı şu kadar yıl geriden izlemektedir, öykünmecidir, dil ve zekâ egzersizlerinden oluşmaktadır, şifrecidir vb.

Yeni bir sone ya da gazel yazan birine şu kadar yüzyıl gecikmeyle yazıyor demek olanaklıysa, görsel şiir yazan birine de denebilir. Değilse, her şiire kendi özelinde bakılmalıdır. Görsel şiir, sözlü dili mekânla ve zamanla ilgili sınırlarını aşma çabalarının bir sonucu olarak, on dokuzuncu yüzyıl başlarında doğmuş bir tür. Günersel’in, şiirinde mekânı ve zamanı nasıl hem sorunsal olarak hem yerleşik aklı aşan bir biçimde tanımladığına bakınca, görsel şiir yazmaması olacak şey değildi, diyebiliriz.

Sombahar, Ocak-Şubat 1995, sayı:27, Özel Bölüm: Tarık Günersel s.38

s.n: Kişisel olarak bu durumu birçok yönden ilginç ve düşünmeye değer buluyorum aslında... Şimdilik yazıyı eklemiş olayım...

Benzer şekilde Yıldız Cıbıroğlu’nun Haziran 2007’de Varlık’ta yazdığı "Tarık Günersel'in Mozaik Sürecinde Görsel Şiir" yazısı da mevzu edilmiş zaten.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 7

‘yukarı’ dedin

bir sırrı açığa çıkarıyormuş ya da derin ve kasvetli bir hakikati açıklıyormuş gibi baktığımız şey -burada görsel şiir- Cioran'ın "" dediği şeye denk düştüğünde, yaşadığımız hayal kırıklığı, kainatı ve onu ezelden beri kaplayan Zaman'ın ötesine, berisine geçemeyişimizi, bir çıkar, bir nevi alışverişe indirgediğimiz o bakışı boş bırakan lekeleri elbette sağından solundan çekiştirmeye başlarız. derin pragmatizmimiz, bizi, alışverişte, bakkalda, ilişkide bırakmaz evet, enayi yerine konmamak, hadi hiç bir şey elde edemedik, bari haz alalım demek zorunda kalmamazı da sağlar, sanat eserine bakarken. Günersel, tüm öncüler gibi pedagojik olmanın eşiğinde asılı kalmaktadır. çoğu kez aşırı uçlara gitme eğilimini bastırması, belki de yetişkin olmasından kaynaklanır.

oysa görsel şiir, en azından bizim denediğimiz anlamı ile, bir deneyin o ketum hallerini taşır. tatsız, sonuçsuz, yorucu ve neredeyse faydasız. henüz tam olarak gerçekten faydasız olup olmadığını bilmediğimizden düştüğümüz tuzaklar da var.

negatif olumsuzluk, işe yaramaz mucize ya da sıkıntının endüstrileşmesi ya da sinai-olamayan-üretim. görsel şiirin çıktığı yere yaklaştıran birkaç tanım bizi. şiirle kurduğumuz ilişki, kendimizle kuramadığımız ilişkilere kısa devre yaptırmadığı sürece, zaten o şiirden hayır mayır gelmez, tarihin elinde bir oyuncak, bir enerji eşiğinden öte nedir? günersel ile -ya da somutçularla ya da deneycilerle- aramızdaki en büyük açıklık buradan doğuyor sanıyorum. samimi olarak faydasızlığa, işe yaramazlığa götüren bir şiir. metafiziğin, fiziğin ötesinde, dilin öncesinde, faydanın çok uzağında, henüz motive edilmiş -bu yüzden de bakir ve korkunç- bir dalga boyunu sürekli araştırmak. radyo istasyonları arasında yer alan o uzun, gürültülü alanları dinlemek gibi.

"yaptığınız şeyde en azından elle tutulur bir şey olacak". derin faydacılığımızın, içimize işlemiş o tarihe kalma dürtümüzün söylettiği şeyler bunlar. yazdığımız şiirde, ölüme meydan okuyan tuhaf şey buradan geliyor belki de: geleceğe kalma endişesi. birileri için değerli olabilmemiz, ahlaki açıdan tutarlı görülebilecek bir tökezlemenin, aşırılığın bile hoş görüleceği bir anı kollamak.

görsel şiirlere bakın bu sitede, içinizi en sıkan, en görmek istemediğiniz şeyler, size dilinizin ya da eleştirinin ya da iki kelam edebilmenin rahatlığını vermeyecek. bir reddetme cümlesi ya da bir nevi küfürle, sanki büyük şiir tarihinin kutsal kayyumu olmanızın verdiği bir hakmış gibi, karşılayacaksınız onları.

şiirsel ahlak (poetik ahlak bu anlamda) durmadan ve durmadan "peki ne işe yarar?" sorusunu sordurduğu sürece, herhangi bir şiirin değerini, tek başına ölçemiyoruz zaten. dikkat edin, unique gördüğümüz tüm şiirler, yürürlükten kaldırdıkları irili ufaklı ama birçok şiirin tonlarca gereksiz sayfada yapamadığını yapmış, bir yakınlığı, bir yaklaşımı ve nihayetinde, bir vaadi mübadele değerine çevirmişlerdir. zevksizliğin ve aşırı zevk almanın ortasını bulmuş, dili buna alet etmişlerdir, o kadar. herhangi bir reklam sloganından daha fazla değerli olduklarını bize söyleyebilecek ne var, kestirmek zor.

en acı bilgi, faydasızlığın, gerçekten faydasız olmasındaki samimiyetin başka bir değere dönüşememesidir. yani örneğin bakın, şairler, televizyonlarda, dergilerde, kitaplarda, kendilerine ayrılan sürenin sonuna kadar bir çok laflar ediyorlar. ve bu onlara tuhaf gelmiyor. 15 dakika ünlü olacaksın dendiğinde Warhol'a hak verip de, içinden "ben daha çok televizyona çıktım ama.." demek gibi..yani eğer merkezin ötesine doğru yelken açmışsanız, sistemin kendi kendisini imha edecek kadar içine çekip, helezonlarla kendisine doğru sürüklemesi gerek sizi. yani numara yapamazsınız.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: -3

‘yukarı’ dedin

Serkan’ın yorumunun özellikle ilk cümlesini başka türlü okursak, bugünlerde Sombahar’ın eski sayılarını karıştırırken, Tarık Günersel özel sayısını daha kapaktan gördüğümde acaba bu tarihte Tarık Günersel’in şiirleri arasında yer alan görsel şiirle ilgili bir şey söylenmiş midir, bir yorum gelmiş midir, dahası “görsel şiir” kabul edilmiş midir böyleyse, diye merak etmiştim. Bunun dillendirilmiş olması bugünkü bakışlar açısından önemli olabilirdi. Ki N. Alpay’ın yazısı bunun göstergesi oldu. Ama bu alıntıyı Poetikhars’a taşıma isteğim hiç de Tarık Günersel ile ilgili değildi. Ya da yani, “bakın 1995’te Tarık Bey görsel şiir yazmış zaten değil.” Bence bu bütünün küçük bir parçası…

Çünkü Günersel’in şiirlerini izleyen hemen herkes onun şiirinin daha çok her şeyi denemeye ya da her şeye açık olmaya yakın durduğunu bilir. Onun için görsel şiir, uzun bir deneyin ya da yazma macerasının bir aşaması gibi geliyor bana ya da bir uğrak… Sadece görsel şiir üzerinde ısrarcı olsaydı görsel şiir üzerinden sanırım bugünkü gelişmeler de daha farklı olurdu. Gerekli miydi? Hayır, sadece kendisi istiyorsa… Mesela ona “Görsel şiirleriniz bazılarının tepkisine yol açıyor. “Bunlar şiir değil,” diyenler var denildiğinde Tarık Günersel: Olabilir, diyor… Bu biraz şunu da hatırlatıyor bana, hatırlanacaktır “nanoist şiir manifestosu”nun çıktığı dönemde (sitede de vardır) Tarık Günersel “nano-öyküler” diye bir başlık attı ve nano öykülerini yayımladı e-mail, PEN sitesi vs. aracılığıyla Ki Günersel’in “herkes nano öykü yazsın, yazabilir” demesi üzerine birçok şair ve yazar da “nano-öykü” yazdı mesela bakılabilir. Ve bir rüzgâr şeklinde geçip gitti.

Benim için diğer mesele ise “görsel şiir”in algılanışı ya da o dönemde bugün ya da geçen yıllarda kopan kıyametlerin kopup kopmaması konusuydu ki kopmadığını görüyoruz. İşte burada iki şey düşünüyorum. Birincisi o zaman Tarık Günersel’in görsel şiir’i mevcut şiiri tehdit eden bir şey olarak algılanmamış zaten. Daha çok kendine has kişiliğiyle Tarık Günersel’in “serbest teşebbüsü” olarak algılanmış. Necmiye Alpay ise bu noktada en tutarlı ve duyarlı davranan taraf olmuş. Çünkü o meseleye direk “görsel şiir” üzerinden bakmış. Daha ortada gelen tepkiler yokken bugünün eleştirilerine de maziden bir cevap olarak peşin peşin diyeceğini demiş. Ki görsel şiir, deneysel şiir konularındaki tutumu da bazı çevrelerden bu tutumu nedeniyle zaman zaman aldığı olumsuz eleştiriler de ortada.

Bir başka açıdan Sombahar 1990- (1996-1997) yılları arasında Orhan Kahyaoğlu’nun genel yayın yönetmenliğinde 36 sayı çıkmış bir dergi olarak bir tür “80 kuşağının kalesi”dir. Döneminde etkindir, izlenirdir, kendinden önceki kuşağı eleştirir ama bu arada eleştiriye son derece açık yaklaşımlarda da bulunur. Bu dönemin dergilerindeki iç dayanışmaya diğer dönemlerde rastlamak zordur, yani bu derecesine… Lale Müldür, Gülseli İnal, Ahmet Güntan, Akif Kurtuluş, Tarık Günersel, Tuğrul Tanyol, Metin Celal, Enis Batur, Hulki Aktunç, Mehmet Müfit, Orhan Alkaya vb. gibi özel sayılarda arkadaşlar birbirleri için yazarlar, bu aleni bir dayanışmadır aynı zamanda. Sonuçta hem Günersel’in arkadaşlardan birisi olması, hem bu teşebbüsün zararsız görünmesi olayın doğallıkla geçip gitmesine neden olmuştur. Bu noktada şiir kamusunun herhangi bir şeyi ele alanın kimliğine bağlı olarak geliştirdiği çifte standart da devrededir zaten.

Son olarak, zinhar, poetikhars sürecinde ise görsel şiir başat bir tür olarak ortaya konulduğunda, ısrarcı ve ısrarlı olduğunda ve sitedeki tabirle aynı zamanda “dizeli şiir”e karşıt algılandığındaysa aynı kabulü ve sessizliği görmek mümkün olmamıştır. Çünkü çıkılan ve gelinen noktada bunun tarihin (1995) tekerrürü ya da kişisel olarak algılanması mümkün değildir. Bu alıntıyı siteye taşıma nedenim de buydu, yoksa ne sır ne hazine ne taze haber… Ayrıca bir tür arşiv niteliği de düşünülünce olması gereken bir yerdir de…