Akım mı, akın mı yoksa yolun sonu mu?

Birincil sekmeler

Görsel şiir konusu ortaya atıldığından beri, en çok şaştığım şeylerden bir tanesinin teorik ya da sözde olsa da, modern türk şiir kamusunun bir güzel kulağının üzerine yatabilmesi ve bazı konularda tam karşıt düşüncelere sahip cephelerle gönülden uzlaşabilmeyi kendine yedirebilmesi konusudur.

İkinci konu ise, böyle yeni bir alanda üretim yapan genç şairlerin, önlerinde hiç bir engel olmamasına rağmen, kendi yaptıkları şey ile ilgili olarak bir bilinç geliştirememesi, geri dönüp bakmaması, ortaya konulan teorik açmazları hiç sallamamaları ve buna rağmen üretmeye devam ederek, aslında kendi yaptıkları şeyin esiri olmaları durumudur. Üçüncüsü ise, görsel şiirin o kadar dilde, damakta dolanmasına rağmen, hep dışarlıklı, bu anlamda hep yabancı olarak kalması ve özünde çok daha fazla ithal olan bir sürü fikirden daha da ithal sayılmasıdır. Ayrıca belirtmek isterim ki, zinhar/poetikhars'ta işlerini yayınladığım bir sürü kişiye "yazın" çağrısı korkutucu gelmiştir. Bu, sadece bu sitenin değil, genç şairin sorunudur. Genç şair yaptığı şeyin sorumluluğunu almak konusunda gayet pısırık gibi görünüyor burada. Tabi bir de olan biteni kavrayacak kadar eleştirmen olanların da kafasını kuma gömerek, olayları gayet uzaktan izlemeyi seçmesi de sayılabilir. Genç şairin bilinçsizliği, genç eleştirmensizlikle at başı gidiyor zaten.

Eleştirinin Sûreti

Tamam, eleştiri zor(dur) ama imkansız değildir. Her bir haltın eleştirisi mevcuttur. Çünkü oraya çıkan her bir şey, kendi eleştirisini, bir değerlik ya da özellik olarak içinde taşıyabilir. Benim düşüncem, klasik eleştirmenin işin içinden çıkamayacağı yönünde idi. Çünkü bizde eleştiri kuramla falan ilerlemez. Akademik olanı bir kenara atarsak -sonuçta akademik olan, görsel şiir konusunda çok daha atik davranmıştır, o başka- disiplinler-arası dallar konusunda devlet tarafından müfreddattan geçirilmiş eleştirimiz, çok katı bir edebiyat-içre-şiir eleştirisi geliştirmiştir. Nereden geldiği, kodları, arketipleri ile falan birlikte şiir, Şiir Tarihi'nin bir değerliği olarak önümüzde endam eder. Ve her ne hikmetse, şiir tarihi de mutlaklarla bezenmiştir. Batılı şiir tarihini ve onun anlatısını yanına alanların, 21. yüzyılda bu kafayla nereye ilerleyebileceklerini merak etmekle birlikte, buna maruz kalmadan, adı şiir olan bir şey üreterek, bunun yayılmasını sağlama imkanına kavuşmuş bizler için bile durum, o katı kurallarla belirleniyor. Söz / Kelam / Yazı sarmalından kurtarılmak istemediği gibi, yazının belirleyiciliğini de kabul etmek istemiyor -buradan şunu anlıyorum ben, o şeyi yazan biri, mutlaka olmalı!

Elbette 29 harfli alfabe ve anlam kumkuması sözlük ile birlikte düşündüldüğünde, şiir dizeli olmaya devam ettiği sürece, hazza yatırım yaptığı, böylelikle anlamla aynı yatağı paylaştığı sürece, şiir bir tür olarak en azından geçmişini garanti altına alabiliyor. Geçmişi, yani baskıcı özelliklerini, hiyeraşik "metinselliğini" ve "kurucu özellik"lerini. Aynı zamanda DNA'sını. Böylelikle yapı her ne kadar "[w:crossing-over]" özelliği gösterse de, değişim, dönüşüm yapan şeyler hep aynı birimde olduğu için, yine de safkan diyebileceğimiz bir metin üretilmiş oluyor. Çok zaman önce sormuştum, şiir neredir diye? Şiir, şiir metni içinde midir, yoksa okunduğu, algılandığı yer civarında mıdır? Oraya dağılmış halde midir? Bu soru, kurucu bir sorudur. Şiir metni ile şiirin okunması arasında bir yerde Şiir zuhur ediyorsa, işte o zaman Şiir'in dermotolojisinden bahsedebiliriz. Şiir eğer şiir metni içinde değil de, şiiri okuyan kafanın, gözün, kulağın, onunla iletişim kurmaya çalışanın algı matrisinde ise, o zaman Şiir (ya da [w:poetika]) tam anlamı ile kurucu bir tür olur. Ama ne yazık ki, bizim olmayan Şiir tarihine öyle kara sevda ile bağlanmışız ki, buradaki-şiir bizi ilgilendirmiyor artık. Oradaki Şiir'e tutulmuşuz. Yani apollonesk olana, sıkı kurulan, çetin çatılan metne. Şaka hakkımız olmayan, böyle ayet gibi metne! Hem de ekonominin en katı kurallarını korumaya da özen göstererek.

Sıpsıkı kapalı gözler

Fakat, bütün bunlar, yine de dizeli şiirin kendi açmazları olarak kalmaya devam etsin. [w:Ong]'un adını anarken, çoğu kez geçen "sözlü kültür, verbomotor" gibi ifadeleri de düşünelim. Ve bunları düşünürken, şiirlerini kağıda yazan şair ile, bunları dakiloda, daha sonra da bilgisayar klavyesinde yazan şair arasında en azından niteliksel bir fark olduğunu kabul edelim. O zaman, neden halk ozanlarının, bir şiiri tekrar çalarken/söylerken %60'a yakın hata payı ile çaldıklarını da bir kenara koyabiliriz. Eğer, şiirin bellek hataları ve kazalarına karşı Ölçü'yü icad etmek zorunda kaldığını da düşünürsek, eh o zaman önümüzde yazı ile ilişkiyi açıklayabilmek için oldukça fazla araç kalacaktır. Ayrıca bilinçdışı da şiire müdahale eden ve o monolitik ahengi ve kutsalı bozan bir iklim olarak dursun önümüzde.

Sürekli "ağaç" görmüş biri, ağaç-olanı adlandırmak konusunda sıkıntı çekmez. "Ağaç" dışında birşey sorduğunuz zaman da muhtemelen size "ağaç" üzerinden cevap verecektir. Mesela "bu ağaç-olmayan" diyecektir. Şeyleri ve dünyayı böyle tanırız. Ama her şey adlandırılabilir mi ve aynı şekilde her şey, kendi içinde bir ötekine göre değerlendirilebilir mi? Hayır, Modern Türk Şiiri'nin en zor tarafı, kurucu her öğesinin sallantıda olması halidir. Kendisine siyasal, dilbilimsel, psikolojik bazı öncüller tanımlasa bile, her zaman bunları siyasal iktidarın görüş uzaklığına ya da miyopluğuna göre değiştirebilir şiir tarihimiz. "Do" sesinin değişik frekanslarına ses muamelesi yapmak, size tüm notaları vermez. Aynı yere geliyoruz, paralel anlatılar mı yoksa, birbiri üzerinde yükselen ve hep bir piramidi anıştıran o tepegöz söylem mi? Yani, çilek = ağaç-değil mi?

Ağaç eşit değildir çilek

Tekrar ve tekrar dönüp bakacağımız nokta, çıktığımız nokta olmalı. Görsel şiirin bu site üzerinden devam ediyor olması, birkaç dergi tarafından meşru olarak sayılması değildir mesele, daha fazlası gerekmektedir. Kimilerinin şikayet ettiği gibi bu "tanınma" arzusu değildir. Çünkü hiyeraşik düzenlerde tanınma iki tarafa da özgürlük sağlar. Ama ne modern türk şiirinin üreten herkesin ortak görüşü ile görsel şiir ve bunu yapanlar şair sayılabilir, ne de topyekün yok sayılabilir. Bu noktada, konvansiyon artık sadece alışılagelmiş şekilde yazmak değildir (*), biraz daha geniş çerçevede, alışılagelmiş olan ile hesaplaşmaktır. Görsel şiir kendi eleştiri levazımı ile birlikte gelir.

(Birkaç kez belirttim. Böyle uzaklaşmalarda, uzaklaşan ile aramıza çeşitli görünmez katmalar koyarız. O, alıp başını giderken, bu şeffaf katmanlar, iz düşümlerden yola çıkarak, yapılan deneyi ehlileştirir. Dizeli şiirde çeşitli ayrımlar mevcut. Örneğin artık "Uzun Şiir" ile "Kısa Şiir" arasında bir seçim yapılabiliyor, bu soru şiirin tarihsel olarak taşıyabileceği sözsel yüklerin yazıya aktarılması ile ortaya çıkmaktadır. Destanlar, kısa şiirler değillerdir ama hatırlanmaları da kolay değildir (İstiklal Marşı örneğin 10 kıta olmasına rağmen, bütün kıtalarını ezberden okumak, şiirsel çabanın ötesinde bir hatırlama faaliyeti gerektirir). Hece taşıyabileceğindan çok daha fazlasını, 90'larda sırtına yüklenmiş buldu. Gittiği yer, parodi olmuştur. Parodi/pastiş, ses uyumu ve ötesini daha fazla taşıyamadı hece ölçüsü. Sadece şiirsel türlerin sirki olarak, devasa bir gösteriye kalkıştı ama başaramadı. Peki biz heceyi nerede bulduk, serbest veznin hemen yanında. Tam da serbest vezin şahlanırken, hece ölçüsünü fark ettik. Son bir apollonesk deneme, en diyonizyak halimizle. Şiirsel yönelimlerle, yetişdirdiğimiz insanların kendilerine hakim olma egzersizleri birbirine çok denk düşüyor. Ahlakı sıkılık, yeteneği çok çalışma ve sürekli eksiltme, mükemmelliği de bitmiş yapı, zenginliği de cimrilik ve elde tutma olarak algılıyoruz.)

80 yıllık hayalet

Özetlersek, Türkiye'de her yeni şey için biçilmiş bir yol zaten mevcut.Bu ya diğer bir yeni tarafından istila edilmek ya da bir kenara atılarak beklemek. Ben fikri ve teorik yapı açısından görsel şiir ve ona bağlı birimlerin tüm levazımları ile birlikte (yazı, resim, resim-yazı, söz, bilgisayar, binary karşı kod, süreksizlik ve parçalanma, yüzey ve mecra kullanımı gibi) bizim yeni olarak bildiğimiz şeyin ruhuna bile saldırdığını, bu yüzden de yapanlar tarafından bile, bilinçdışı bir yerde mistikleştirildiğini düşünmeye başladım. Çünkü son 3-4 yılda bizim ürettiğimiz metinden çok daha fazla metin kontra olarak üretilmiş. Dizeli şiirin biçim değiştirmeye soyunduğu bir noktada ortaya çıktığımız için, gerçekten üzülüyorum, çünkü sahnenin gerisine doğru itilmiş olanların o tiz vokallerini bastıracak denli gür çıktık ortaya. Bin beşyüz kere denenmiş, "tek/hep" buluşmasının içinde, alfabeyi ve onun kurulumunu, şiirsel sözlüğünü reddederek ortaya çıkmak, risk almaktı zaten. Oyun bozanlık mıydı, onu bilmiyorum. Oysa bütün bunlar bizden önce yapılmış düşünülmüştü -80 yıl kadar önce. 80 yıllık hayaleti karşısında görmenin, şaire, şiir üretirken "şunları kullanacaksın sadece" çileciliğinin ötesini geçmeyi az çok başarmış sayıyoruz kendimizi.

(*) [w:Konvansiyonel] ifadesi (conventional) bütün bu tartışmalarda çok geçti. Yücel Kayıran'ın Varlık'ın son sayısında Külebi ile ilgili yazdığı yazının bir dipnotunda geçen şu satıları da olaya yeni bir seyir kazandırsın diye cımbızlayabiliriz;

"Tarancı'ya göre halk şiirindeki tahassüsler, motifler, hayaller, teşbihler ve bu şiirin dile getirdiği söylenen memleket manzarası baştan başa conventionnel'dir. (Varlık, sayı 1225, sayfa 4) Tarancı'nın bu lafları ettiği tarih 1944.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 44

‘yukarı’ dedin

Serkan kendine göre bir düşünme sistemi üzerinden söyleyeceklerini söylemiş. Aslında az şey de söylememiş. Benim tüm bunlardan anladığım iki ana başlık: birincisi görsel şiir, ikincisi görsel şiirin karşısında, gerisinde, yanında ya da ötesinde dizeli şiire karşı duruşu…

Ben ilk defa bir görsel şiire baktığımda (evet baktığımda), bu neden şiir ki, böyle bir şeye şiir diyebilir miyiz? Ayrıca şiir demek zorunda mıyız, başka bir şey denilemez mi diye düşünmüştüm. Belki çoğu insan ilk kez bir görsel şiirle karşılaştığında “ne güzel/ne iyi bir şiir” demiş olabilir… Ben demedim. Böyle bir şey olmaz da demedim. İlkin şaşırdım. Daha sonra görsel şiiri kabul edebilme yoluna da bunların görsel şiir olduğuna ikna olduğum için değil, onların şiir olmadığını ispat edemeyeceğim için bazı algılarım kırılmasıyla girdim. Çünkü yine ilk sorduğum sorulardan birisi, bir görsel şiiri bir resimden ya da iyi bir grafik çalışmadan ayıran şey/ler nelerdir? Nasıl ayırabiliriz? İyi görsel şiir, kötü görsel şiir diye bir şey var mı? Hatayı ya da kazayı içeren her şey için “sanat” diyebilir miyiz? Kısacası “görsel şiirin eleştirisi” ya da “eleştiri kriterleri” var mı, neler, olmamalı mı? diye de sordum. Çok fazla soru vardı benim için… kimilerinin yanıtını buldum, kimilerinin cevabı da kimse için yoktu galiba. Ama eğer bu soruların olası cevaplarını her birimiz kendimize göre vereceksek burada da başka bir sorun olacaktı.

Burada bazen görsel şiirle uğraşan şair arkadaşların çoğunun meseleyi şiirin dışında tuttuklarını, “görsel şiir”i apayrı bir katman ya da dünya olarak gördüklerini hissediyorum. Oysa bir şiir şemsiyesi altında, dizeli şiir, deneysel şiir, video şiir, ses şiir, holoşiir, bioşiir, organik şiir vs. gibi hele de son 20-30 yılda türetilmiş birçok şiir tipi var. Bunlardan herhangi birinin diğerlerini yok etmeyi hedef alarak oluştuğunu/oluşturulduğunu ya da tanımlandığını düşünmüyorum.

Hemen hemen bir yıldır burada pek çok şeyi takip eden zaman zaman müdahil olan birisi olarak bir görsel şiir sitesinde belki de kendim ve görsel şiir arasındaki hesaplaşmayı yapmış olayım biraz da..

Buradaki şiirlere baktığım gibi zaman zaman gidip yabancı sitelerde dolaşıyorum ve görsel şiirlere bakıyorum. Bazılarına tekrar tekrar bakıyorum, bazılarından hiçbir şey anlamıyorum (evet ben anlam bekliyorum ve anlamın da kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum… anlam, benim için kendi zihnimle o şey arasındaki en küçük elektrikten başlayıp beni bambaşka şeyleri düşünmeye, yapmaya itecek kadar geniş bir perde benim için. En basit anlamıyla bir geçiş/alış - veriş olsun istiyorsun seninle onun arasında, bu yani) ama anlamadığım için ya da anlamadığım zaman da herhangi bir tarafı (okur olarak kendimi ya da eseri ya da üreteni) suçlamıyorum.

Bilgisayarın ya da internetin flaşların, fotoşopların v.b. çizim, grafik programların olmadığı bir ortamda üretilecek görsel şiirleri merak ediyorum. Yapılış yollarına, niyetlerine, mesajlarına bakıyorum (ki büyük bir çoğunluğunda varlar, yani görsel şiir de söylüyor).. Ne kadar çok örneğe bakarsam gittikçe o kadar benzeştiklerini (benzer tekniklerle üretildiklerini) görüyorum. Aynı tekniğin kullanılması suretiyle oluşturulan görsel şiirleri dahi birbirinden ayıran/ayıracak şeyin taşıdığı içerik/mesaj vs. olduğunu düşünüyorum.

Bulabildiğim eski dosyaların hepsini okudum (siyahi, yasakmeyve, monokl) Çünkü bütün bunların şiirle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Dadacılardan, sürralistlerden kalkıp somut şiire oradan pek çoğunu sayamadığım diğer şiir türlerine gelene dek alınan yolda ortak olan tek şey hepsinin başında, sonunda, ortasında “şiir” olması. buradan da benim anladığım şiir bu kadar da var olan ve önemli bir şeydir. Dizeli şiirin çıkmazları bütün bu gelişmelere paralel olarak ve onlardan kat kat daha fazla.. (tekrarı fazla, şairi fazla, duygusu fazla, dergisi fazla.. vs. vs.) Bir sürü şeyden şikayetçi birisiyim içinde bulunduğumuz ortamda ama yine de bir gün şiir bitecek diye düşünmüyorum. Sadece nereye doğru evrileceğini bu evrilişe ayak uydurmanın koşullarını, nasıl bir zihni, zemini tasavvur etmemiz gerektiğini ise hâlâ düşünüyorum…

Son olarak görsel şiire geri dönersek, süreç kendi duraklarından birisinde “Dada Korkut” gibi bir kitabı ortaya çıkardı. Birçok kişiye sordum, ne düşündüklerine dair, görsel şiir yapan insanlara da.. Yanıt aldığımı söyleyemem.. Oysa eğer görsel şiir başka bir algıyı, bakışı ihtiyaç sayıyorsa, ben bu farklı algıların neler olduğunun, bunları bilmenin önemli olduğuna inanıyordum. Ama henüz olmadı. Eleştiri konusu bu yazıyla (Serkan’ın yazısıyla) tekrar gündeme geldiği için yazmak istedim. Görsel şiir, sadece görsel şiir olduğu için bu vb. kanalların önünü kapatırsa (bence) kendi gelişmesine de ket vuracaktır diye düşünüyorum. Yine yazı üzerinden kendimi siteyi sessizce izleyen bir röntgenci gibi duyumsamaktansa, baktıklarından ve okuduklarından sorumlu sayan birisi olarak belki de gereksizce yazdım, kusura bakmayın..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 19

‘yukarı’ dedin

Merhaba. Yazı yazmayıp görsel şiir yapanlardan biri de sanırım benim. Bakın eleştiri dediğimiz yazıların birinde "görsel şiirde semantik ve fonetik öğeler yoktur. sadece sentaks vardır" gibisinden bir şeyler yazıyordu. Ne demek yav semantik öğeler yok. strauss'un soyut resim eleştirisinin remixi mi bu nedir yani. Haa demek ki bu kavramlarla bu iş olmayacak. Anlaşılan bu. Mesela kendini homo semioticus olarak tanımlayan mehmet rifat görsel şiir hakkında ne düşünüyor merak etmişimdir hep. Peki tahsin Yücel hangi dergide yazıyor? Konumuz bu isimler değil tabi ama ne tür bir eleştiri bekliyoruz ya da yapabiliriz diye düşününce bunlar geliyor akla. Öznesinin kırılgan tutumu bağlamında x adlı görsel şiir gibi bir eleştiri olabilir mi? Ya da biri çıksa falanca görsel şiirde kendimi buldum dese, öteki içten, yalın, sıcak, samimi bir şiir olmuş yazsa. Bir başkası psikanalize takıp çocukluğumuza inse. Bu arada 'Normal' şiiri eleştiren var mı ki. Nesnel bir eleştiri zemini için gerekli kavramlar üretilmedikçe ve mevcut kavramlar doğru dürüst kullanılmadıkça kişisel saplantılar bu (daha sonra devam edeceğim)

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 35

‘yukarı’ dedin

demek ki "söz" her anlamda görsel şiire fazla geliyor...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 32

‘yukarı’ dedin

"söz" eğer görsel şiir üzerine yazmaksa fazla geldiğini söylemek doğru değil. hatta eksiği var ve bu eksik nedeniyle yazılmış bir yazının altına yorum yazıyoruz.

temelde bir adlandırma ve bağlantı kurma sorununun içinden ilerleyen bir görsel şiir temellendirme-eleştirme süreci başlamadı aslında. yani görsel şiirin disipliner matrisleri inşaa edilmedi. bu yüzden de başka bir şeyin karşıtı olarak algılandı. bu aslında temelde karşı çıkılan "ağaç olmayan" mantığındaki ilk-tanımaya da zorunlu kıldı okuru.

aslında düşünülmesi ve başlanması gereken bu disipliner matrisin inşaa edilip edilemeyeceğidir. bir bakıma göstergebilimin matrisleri şu an dahi kesinkes çizilemediğinden görsel şiirin normalde daha atak olması beklenemez. çünkü (Liman'ın da andığı) homo semioticus Mehmet Rifat'ın yaptığına yakın bir görsel şiir toparlamasına ihtiyaç var. ama normal şartlar altında değiliz ve o matrisleri çizip sonra da dışında çıkabiliriz.

disipliner matrisin sınırlayıcı ve zorlayıcı bir modernist çaba olmadığı anlaşılıyordur umarım. yoksa ceplerimizden modernizm taşıyordu zaten.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 48

‘yukarı’ dedin

son yazdığım tek cümle biraz da ironikti.. yani belki de sessizliği kırmak için... ya da bazen olur ya, bu konu kapanacaksa - şimdilik de olsa- ben de böyle kapatayım dedim... yoksa kendi adıma söylemem gerekirse burada bir teoriler zinciri dökümü beklentisi değildi ilk yazıdaki sorular da söylediklerimde. Ama görsel şiir üreten şairlerin aktif oldukları bir sitedeyiz ve eğer burada da konuşulamayacaksa nerede konuşulması ya da düşünülmesi beklenebilir ki... üstelik de bu bir meseleyse, meselenin tümüyle derlenip toplanıp bir anda çözülmesini ummuyoruz zaten ve bu da iyi bir bakış olmazdı sanırım... Ama düşünülemez mi, bağlantılar kurulamaz mı, kırılacak şeyler varsa kırılamaz mı... Bunun hepimiz için bir yararı olmaz mı.. bence bunlar önemli.. Barış da şimdi başka bir şey söylüyor mesela... Disipliner matristen söz ediyor. Buna dair bakarken başka bir alanda olmasına rağmen bir yazıya denk geldim.. Mimarlıkla ilgili... konuyla bağlantılı olduğunu düşünerek ondan biraz alıntı yapayım… Aslında “eleştiri” sanatın tüm alanlarında benzer duvarlara çarpıyor gibi de görünüyor..

Yirminci yüzyılda bilimsel çalışmalar “görecelik” kuramı ve kuantum mekaniği üzerinden değerlendirildiğinde, dikkat çeken nokta, nedensellik düşüncesinin yerini olasılık nosyonunun almasıdır. Klasik fiziğin yasalarıyla bugün atom altı parçacıklarının hareketlerini saptamak olanaksızdır. Farklı bir mekân ve zaman ilişkisinin, parçacıkların hareketlerini (referans koordinatlarını gözlemleyen kişinin konumuna göre) değiştirdiği izlenir. Günümüzde bilimsel ilerlemenin, tıpkı doğanın evrimi gibi, iyi-kötü, doğru-yanlış yargılarına yer vermeyen, açık uçlu, döngüsel yapısından söz ediliyor. Bilinenden bilinmeye doğru ilerlerken doğruların ve değeryargılarının mutlak olmadığı ve dönüştürülebilir olduğu, bilimsel ilerlemenin devrimsel, evrimsel olduğu, dolayısıyla diyalektik olduğu vurgulanıyor. (1962) bilimin kırılma noktası olabilecek yukarıdaki saptamaları yaptıktan sonra, “eleştiri ve bilginin genişlemesi” teması üzerinden düşünce üretimine dikkat çeker. “Gerçek” nosyonunun disiplinler arası sınırların ortadan kalkması ile “nitelik” nosyonu ile yer değiştirdiğini vurgular. Aslında her ikisinin de bir arada bulunmasını gerektiren bu yer değiştirme durumu, fiziksel, anlamsal, dilsel ve kavramsal anlatım araçlarının yarattığı paylaşımsal ve iletişimsel değerleri kapsayan bir ağ ilişkisi çerçevesinde gerçekleşir. Kuhn’un öngördüğü “bütünsel bir kavrayış hali” olan değişimi, bilim ve toplum arasında köprü olması açısından önemlidir. Kuhn’un gerçekliği açıklamak için önerdiği yeni bir kavramsal çerçeve, kuramları rafineleştiren dogmatik olan düşünceye karşın değişime ve gelişmeye açık bulmaca verilerini kesin olmayan değerler çerçevesinde tartışır. Bilimsel evrimin ancak yeni görme biçimlerinin kontrollü gelişmesinde gerçekleşebileceğini vurgular. Yeni nde varsayım, olgunun kendisinin oluşturduğu örüntüdür. Amaca bağlı olarak değişen bu örüntü, “sözcükler”in “dış dünya” ile olan bağını/algılanan çevreyle ilişkisini tanımlayan ağ metaforuna dayanır (Bird, 2000). Diğer bir deyişle gözlenen ve gözleyen arasındaki dinamik ilişkinin hiyerarşik yapılardan ağ ilişkisine doğru bir değişim ve dönüşümünü yansıtır. Olası tüm etkin faktörlerin ilişkisi doğrusal değil; alansaldır. Söz konusu ilişki biçiminde tüm argümanlar, terimler ve kavramlar açık uçludur; hiçbir tanımlama, algoritma şablon haline getirilemez; hiçbir terim kendi değişmez doğruları olan kullanım esaslarına sahip değildir. Bilginin kesin olmadığı, değerlerin tartışmalı, çıkarların büyük, kararların acil olduğu bir dönemde Kuhn’un paradigma değişimi, mimarlıkta eleştiri için önemli ipuçları sağlar. Küresel değerlerin yerel ile olan ilişkisinin tartışıldığı günümüz mimarlığında, eleştirinin paradigma değişimleri üzerinden yapılması bütünlüğün kavranması açısından önemlidir. Örneğin küresel ve yerel ilişkisinde bütünlük hiçbir zaman kararlı bir yapı sergilemez. Bir önceki bakış açısının değişmesiyle esnek, sürekli yeniden biçimlenen bir yapı içerir. Kuhn, tikel (yerel) ve genel (küresel) ilişkisini açıklayan paradigmanın yapısal anlamda bir “disipliner matris” olma özelliğine dikkat çeker. Disipliner matris, paradigmanın kapsadığı her ilişkiyi ve açıklamayı kimliklendirecek tüm disiplinleri farklı olgular ve deneyimler içinden matris yapı içinde değerlendirir (Bird, 2000). İlişkilerin yoğunluğuna bağlı olarak bir örüntü ilişkisine dönüştürülen in varlık karakteri, sembolik genellemeler, neden-sonuç ilişkisini kuran modeller, düşüncenin metafizik temelleri, bilimsel değerler ve bilmece çözümlemeler tarafından tanımlanır. Düşünceler, algılar, değerler değiştikçe disipliner matris üzerinde gerçeklik farklı anlamlar kazanır. Bilimsel devrim, aydınlanma, endüstri devriminin ortaya koyduğu düşünce ve değerlerden farklı olan bir paradigmanın geçerliliğinin olduğu bir çağda yaşıyoruz. Salt bilimsel metotları geçerli kılan, evreni maddi yapı taşlarından oluşan mekanik sistemler olarak gören, varolmak için yarışmacı bir toplum yaşamını tanımlayan, ekonomik ve teknolojik büyüme yoluyla sınırsız maddi ilerleme kaydeden durumlara inanan bir dünya görüşü, bilgi çağını temsil eden paradigma değişimlerine uyum sağlayamaz (Bird, 2000).

Günümüz Mimarlık Ortamında Eleştiri, Semra Aydınlı, mimar.ist sayı 11 mart 2004

• Bird, Alexander (2000) Thomas Kuhn, Princeton University Press, New Jersey.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 22

‘yukarı’ dedin

Ben "konvansiyonel ne veriyorsa iki katı" diye bağırdığımda, etrafta ne vardı? ufak ufak cepheler vardı, birileri imge konusunda kafa yorarken, bu işte bir tuhaflık olduğunu düşünüyordu. Ama hiç kimse neden "öyle olmaması gerektiğini" anlatamıyor. Bakın hala İmge'yi tarihsel bağlamından çözüp, onun üzerine giden yok -ki aradan bir de Cöntürk geçti. Böyle bir ton meselemiz var şiirde.

Tekrar özetlemek gerekirse,

a) teknoloji ile görsel şiirin ilgisi, alakası üretim anında yoktur. b) bugüne kadar modern türk şiirinde "folklor, savsöz, propaganda vb." şekillere bürünmüş her bir haltın özünde yatan Sözlü Kültür etkisi, bir tane araştırmanın konusudur ve bunu yazan kişi Gonca Gökalp Alpaslan'dır. Bu kitabı bulup okumadıysanız, işiniz var. (Çünkü oradan çıkacağınız yer hem Cemal Süreya hem de Cöntürk üzerinden hiper-metin olacaktır, bu size en az 30 yıl kazandırır.) c) dizeli şiirde üretilmiş ne varsa, ben bunları üreterek geldim kişisel olarak (hem de baya çok ve iyi üreterek, bir dakka hacı!). o yüzden ben birilerine -hepimize- görsel şiir şudur, budur diyorsam, artık kulaklarla dinlemenin vakti gibi. modern türk şiiri'ne çalım atma gibi bir niyetim olsa idi, herhalde bunu yapardım bugüne kadar. samimiyet, içtenlik şu bu gibi gereksiz ve işe yaramaz ahlaki ölçütlerle baksanız bile bu böyledir. özetle, dizeli şiir dediğimiz şey, her tarihin ve her kuşağın kıyafetini giymekten kendinisi kaybetmiş, onu "şiir adına şiir" ile ameliyat etmemiz gerekiyor.

d) her kahramanın bir kriptoniti var. kriptoniti olmayan kahraman bizden değildir.

e) cöntürk gibi eleştirmenler (sanki birden fazla?) şiirin üzerine enformasyon teorisi ile çıktılar. bu açık. bugün için bile fazla gözü kara. şiir bunu kaldıramadı, sapır sapır döküldü. ne yani imge ve dizenin karşısına ürettiğim şeyleri koyamam ben. tarihsel olarak lirik olanın da epik olanın da, garip'in de kriptonitleri mevcuttur. öyle fazla detaylandırmaya gerek yok. örneğin düşünün herif az satıyor ama cevap olarak "whitman" da az satıyordu diyor. Pöh!

Bana bugüne kadar kadar eleştirilerin -kişisel olarak diyelim- tümünü özetlemiş sepp. evet eleştirel bir dil kuramadığımızdan şikayet ediyoruz, bu işi üretenlerin neyi, nasıl inşa ettikleri konusunda bilgimiz az. hala az. zaten bu bibliografya ile nereye kadar olabilirdi? o da başka konu. sorun bir şeyleri inşa etmek değil, o şeyleri inşa ederken birinci dereceden refakatçi olarak, kendinize o serüvende nasıl yardım ettiğiniz. çoğu kez görsel şiir hızır'ın elinden çıkıyor, musa ise çocuk gibi bakıyor, olsa bile..

ama eğer, bütün bu yaptıklarımızın yüksek teknoloji ve araç, gereç hakimiyeti ile ilgili olduğunu düşündürüyorsak insanlara, bu iyi değil. bir silgiyi kesip biçip, ondan harf çıkarmak ve bu harfin alfabede yer almayan bir harf olması şaşırtıcı değil, değil mi? ama harfler böyle oluşmuş tarih boyunca. şairlerimiz imge üretimini beceriyorlar da, simge, sembol ve buna benzer "katı hal" şeylerini neden beceremiyorlar?

hadi oraları da geçelim, şiirin -hem görsel hem konvansiyonel hem de sözlü- grafiğini izlemek istiyorsanız, türevler almayın, kendinizi engellemeyin. bir kademe aşağısı zaten yok. hani insan deneysel şiir adı altında, dizeleri, kelimeleri ercüment uçarı kadar bile savuramıyorsa, Irgat kadar tuhaf dizimler elde edemiyorsa, görsel şiir onun neyine? ne arıyorduk da, önümüze ne çıktı? daha önce de belirttim. böyle eşik durumlarda, kriz anlarında ehlileştirme -reddetme ve yoksayma gibi- son aşamalardan biridir. araya katmanlar koyarsınız. görünmez katmanlarla uzakta duranı adım adım kendinize yaklaştırır, yaldızlarını döke döke, anlayabildiğiniz kadarını konuşursunuz. öyle de olmaktadır. insanların üzerine konuştukları görsel şiirlerimin ortak özelliği nedir?

deney kolay bir halt değildir. ben bunu bugün yapıyorsam, bu gelecekte yapacağım anlamına gelmiyor ya da teorik açıdan bakılırsa, gerçekten bir şeyi üst üste aynı başarı ile üretebilmek -her şiir için- nasıl geçerlidir? ben deneyin içindeyim diyelim ve bu bittiğinde size sonuçları söyleyeceğim. ama hiç bir sistem bir diğerinden tamamen soyutlanamayacağı için, siz de deneyin parçasısınız...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 23

‘yukarı’ dedin

"Görsel şiirin iyisi yok mudur?" Kötüsü var mıdır? Bunlar "neye göre, kime göre" gibi soruların ucunda sallanıyor, bir de şiir tarihi ahlakının. Ben hiç çevirmeden neredeyse bu siteye gelebilen her şiiri yayınlıyorum. Bunu yaparken, o iyi bu kötü demeyi hiç aklımdan geçirmedim. Neye göre, kime göre iyi? Mesela çoğu kişi -buna Karagöz'dekiler de dahil denebilir- görsel şiirin bir tepe noktası, gösterisinin en doymuş halinin olacağına inanıyorlar. Oysa "indirgeyerek" bakmaktır bu. Tamam ben "Dünyanın En Güzel Dört Dizesi"ni yaptım, fakat bundan önce ve sonra da baya bir şey yaptım ve muhtemelen de yapmaya devam edeceğim. Ve benim peşimde olduğum şeye göre çok çok geride duruyor o. Barkod Şiirleri diye birşey yapsa idik, muhtemelen birinin aklina gelirdi o, diye bile düşünüyorum (ama gelmemiş, neden?). Her görsel şiir parçası, kesinlikle bir daha tekrarlanamayacak bir deneyimin titrek izinden başka birşey değildir. Bu "şiir nerededir?" sorusuna gider. Şiir nerededir? Ona bir mekan biçebilen var ise, bu akışkan fazda gerçekten neler yapılabilir, bir kez daha gözlerinin önünden geçirsin.

Mecra, mecra falan diye tutturuyoruz. Bu mecra = mekan ise, bir ucunda suyun üzerine resim çizen bir kültürün çocuklarıyız? Akış halinde bulunan bir piksel okyanusundan korkumuzun sebeplerine, e-bru yapabilen biri gülmekten kendini alamıyordur herhalde. Ama bir dakika, bizde ebru yapanlar bile aşırı tutuculuğun yüzeyine kazık çakmaya uğraşıyorlar. Oysa Enformasyon Akışı'na dökülen boya, kök boya, baya kıyamet kopartabilirdi. Yapan çıkmamıştır. Ses dalgalarına atılacak fırça darbeleri de performans diye ölüp ölüp bitirdikleri o sanatla birleştirebilirdi bizi..Oldu mu, olmadı?

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 22

‘yukarı’ dedin

Aslında dünden beri gidip gelip son yazılan yorumları okuyorum… Elim klavyeye gidiyor, geri çekiyorum.. Bir süre sonra yine aynı şey… Diyaloğa dönüşme pahasına en azından yine kendi düşüncelerimi yazma isteğindeyim. Herhalde en korkunç şeylerden birisi bir şairin ne tip bir şiir üretiyorsa üretsin bırakın seksen yüz yılı beş on yıl önce yazdığı şiiri hâlâ yazıyor oluşu daha da kötüsü önündeki zaman diliminde de benzer bir şeyi yapacak olmasıdır. Doğaldır ki girdiler değişmiyorsa çıktılar da değişmeyecektir. Hadi daha da basitleştirelim çöp girersek çöp çıkar.. Görsel şiirin kişisel olarak beni en çok ilgilendiren yanı –bence en önemlisi- Serkan ışın üzerinden gidersek, dizeli şiirin (ki ben de iyi bir şair olduğu düşüncesindeyim) sonunda varılan bir yer olması… Şart mı görsel şiire buradan varmak, elbette değil.. Benim kişisel ilgim bir şairin şiirinden buraya varması…Yani yazmaya devam edebileceği bir şiir varken… Bu noktada ben ister içselleştirme deyin ister zihin akışını değiştirmek deyin isterseniz kendini ikna etmek vs... Bu kısmı kişisel bir ilişki kurma şekli.. Bu hepimizde değişebilir..

Ama işte bunun hadi bir deney yapalım’la olmadığı da kesin.. Sonuçta her yenilik kendi türevlerini ve kötü kopyalarını da oluşturmuyor mu aynı zamanda.. Bunun canlı bir örneğini kendi şiirimizde özellikle manifestolar üzerinden görmedik mi? 1+2+3+4+3+2+1 formülüyle önerilen soylu şiir manifestosu ortaya çıktığında dergilerde kimi insanların da bu formülle şiir yazdıklarını okumadık mı.. sonuçta bugün manifestonun özyazarı da bu formülü kullanmıyor.. İkinci yeni türevlerinden görmedik mi? Dize kırmalarda görmedik mi? Ve daha bir sürü konuda da…. Neyse konu bu değil… Ama görsel şiir için de geçerli olabilir bu başka her şey için de.. Sonuçta herkes kendi deneyini yapabilir... Ama deneyin de bu kadar başı boş bir şey olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet bir deneyde sonuçlar her zaman sürprizdir ama nasıl bir deneyin ne şekilde yapılacağı muhtemel ne tür sonuçlara ulaşabileceği (olumlu ya da olumsuz) o kadar sürpriz içermez. Yerçekimi kanunu elmanın değil Newton’un marifetiydi yani... Yoksa yüzlerce elma bir daldan düşüp durdu yüzyıllarca… Dolayısıyla dönersek ben her şeyin denenebileceğini ama denenen her şeyin –görsel şiir de dahil- şiir olacağını düşünmüyorum.

Haa, Serkan “Her görsel şiir parçası, kesinlikle bir daha tekrarlanamayacak bir deneyimin titrek izinden başka bir şey değildir.” diyor. Evet de bu her şey için geçerli… Hele tekrarlanamazlık söz konusu olduğunda ben de şu anda bir önceki sözcüğü yazan ben değilim, an da o an değil… Dolayısıyla bugün burada görsel şiirin eleştirisi yok mu deniyor, olamaz mı deniyor… Nesnellik aramayabiliyor muyuz ölçütlerde... Ölçütlerde mi koymayalım diyoruz.. Konulmasın ve olmasın. O zaman yine hepimiz kendi zihin hanelerimizde bunu yapmaya devam ederiz zaten.. Evet ben “Dada Korkut!u okudum, baktım... Beğendiklerim de oldu beğenmediklerim de... “Bana göre” orda çok güzel görsel şiirler de var olmayanlar da.. Şiir nerededir? Madem öyle benim zihnimde, benim algımda, benim okuyuşumda… “Dünyanın en güzel dört dizesi” de gidip “yazılmamış tüm dizelerin yerini işgal ettiği” için, bu anlamda yeni olmasa da çok güzel bir buluştur, çok güzel bir dönüştürmedir “bana göre”… Serkan’a da söylemiştim bir şairi “kıskandıracak kadar”… Ama belki hâlâ kabul aşamasındayız. Yani bunun bir şiir olup olmadığı noktasında çoğumuz da kim bilir.. Dizeli şiirle ilgili ise (bizde mevcut hali için) fazladan bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü orası daha vahim. Büyük bir çoğunluk yazdığı şiirden memnun, kendisine hayran.. Fazladan bir derdi sıkıntısı yok. Bu minvalde şiirlerini yayımlatabileceği alayla dergide var zaten. Şikayeti yok ki.. Çıkmazda filan hissetmiyor ki kendini çıkmaya çalışsın.. O şiirin büyük yatağında ileride akıntı filan olmadığını bilerek yüzüyor zaten.. Okur vs. buraları hepten geçelim.. Orda da eleştirinin tüm kapılarını kapatan şey, burada yine Serkan’ın yazısında tehlikeli bulduğum söyleyiş: Kime göre iyi, kime göre kötü… Yıllıklar “bana göre” hazırlandığı için böyle... Dergiler “bize göre” çıktığı için böyle.. Kendi kıstaslarımızı bütünüyle kendimiz koyduğumuz anda ortada birbirimize söyleyecek ne kalacak ki zaten..

Bunun dışında söylenen sözlere bir itirazım yok. Ama bunların yalnız çıkılması gereken yolculuklar olduğunu biliyorum. Yani her şair önünde sonunda yazdığı şiirle hesaplaşmak zorunda kalacaktır, zorundadır. Mesele benim için görsel ya da dizeli şiir meselesi değil. Daha önce de söylediğim gibi beni şiirle ilgili olan, olabilecek her şey ilgilendiriyor. Yine tekrar etmiş olacağım ama zihinde bir şey değişmeden ne bakışta ne şiirde bir şey de değişmeyecektir… Ve tabii ki, herkesin kahraman olması da gerekmiyor.

Madem akış devam ediyor.. Ya içinde ya da dışında ya kıyısında.. Neresinde duruyorsak duralım.. İzleyip göreceğiz..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 6

‘yukarı’ dedin

tabi aslında alan yaratmak bu işin şeysi. yani, harf denen şey sorunlu elbet. çoğu zaman (çoğu zaman diyorum, zaten bu yüzden şair değiim) elverişli değil harf.

iyi de bu alan yeterli mi ki?

(yorumu da yaptım ama tam anlayamıyorum bu aralar pek fazla şeyi.)

hayat bir yanıyla güzeldir, poetikhars da gözöl.