Haydan gelen huya gidiyor mu?

Birincil sekmeler

2008'le ilgili , bir yandan ben de neyi eksik bıraktığımızı keşfetmeye çalışıyorum. Çalışıyorum çünkü aslında teorik alandaki tüm bu tartışmalar, iki pratik alanda -biri genel, biri özel- hükümsüzleşmeye başlıyor. Bu durumu, bir nevi ya da olarak adlandırabilirim sanıyorum.

Çünkü bir yandan benimle aynı kuşakta olan insanların -ki birlikte çalıştığım, konuştuğum, günümü geçirdiğim kişiler bunlar, okudukları en güncel kitap ve (tuhaf bir ikili oldu farkındayım, ama bendeki durum bu) ve adlarını bildikleri en güncel şairler ise, lise müfredatından kopya. Bu genel durum. Özel durum ise, Söz/Kelam-Yazı-Grafik arasındaki ilişkileri yeniden ele almayı öneren bir türden (görsel şiir ve türevlerinden) bahsederken, yine sadece Söz/Kelam tekniklerinden bahsetmek zorunda kalmak.

Bunu söylüyorum çünkü bu gerilim beni gebertiyor. Örneğin hala Dizeyi/mısrayı şiirin bir birimi olarak almak gibi, çaktırmadan yaptığımız birşey var. , vs. gibi şeylerin 100 yıldan fazla hüküm sürmesi şaşırtıcı. Hem de Divan Şiiri'nin sonunu bile bile şaşırtıcı (bomboş dizeler yığını, bedîî yığma ve sonra yağma). Dize/Mısra artık şiirin, taşıyıcı mecrası olamayacak kadar yıpramış halde. Bu, artık gösterge sistemine geçmiş olmamız ile açıklanabilir belki. Bizde kurallı cümle, tüm öğeleri ile kurallı cümle travması var. Öznesi, yüklemi filan olmayan bir argüman, bizim için ölümden beter. Çünkü şiirden, sanattan alabildiğimiz yegane bal, Anlam. En büyük haz bu.

Okuru öyle veya böyle, bununla ödüllendiriyoruz. Aslında kendimiz de bunu bulmayı seviyoruz. Şiir, temel olarak kafamızda şekillenirken, önce kurallı bir cümlenin taşıyıcılığında geliyor. Çünkü neden-sonuç ilişkisine bağlı tüm Metafizik, Psişik modus, bundan besleniyor. Çünkü hala (verili) Dil'den medet umuyoruz. (Kafamızdaki kurallı cümleyi daha sonra bozuyoruz. Bu deformasyon gayet bilinçli yapıldığı için, her aşamasını ele veriyor. Şiiri okunur kılabiliyor olduğu için bu işlemlere gönülden bağlıyız.)

Düzyazı, Roman, Deneme, Makale, Fıkra, Öykü vb. olarak 100 yıldır aldığı yolu küçümseyecek değilim elbet. Fakat yine de Sözlü Kültür ile Yazılı Kültür arasındaki geçişte, Şiir'in asla vazgeçmediği alışkanlıkları var. Bu alışkanlıkların, kafamızdakini, gönlümüzdekini, yazıya geçirirken şekil değiştirmesine tanıklık ediyoruz sadece. Aslında şiir olarak gördüğümüz şey, temel olarak fenomolojik ve hermeneutik birkaç fonksiyonun birlikte çalışması. Aslında şiir olarak gördüğümüz şey Düşünme'nin fraktallanmaya çalışması.

Yaklaşık 400 yıldır düşünmeyen bir Dilin torunlarıyız. Düşünmeyen, düşünceyi geciktiren bir Kültür'ün. Şiirimizin bu dil üzerinden gelişmesi, Düşünce dünyalarımızın gelişmemesi ile bağlantılı biraz. Bize, bu dil, baştan eksik, gedik veriliyor. Sadece bir otomata indirgenmiş algı aygıtlarımız, kısa süreler için belleği dolduruyor ve boşaltıyor. Kafalarımızda çalışan Vect Motoru için yazılmış bir şema var. Bu şemaya göre işliyor tüm algımız. Buna izninizle post-pragmatizm ya da McDonaldlaştırılmış Pragmatizm demekte bir sakınca göremiyorum.

İkinci Yeni

Hal böyle iken, İkinci Yeni'nin (hareket, akım, tür?) aramızda endam edişi ve tartışmalarımıza konu edilişi de, yukarıda saydığım durumlardan nasibini alıyor.

Örneğin geçen yıllarda İkinci Yeni ile (yeniden) hesaplaşmamız, hatta, deney ile ilgili olarak neredeyse, artık temsilcileri aramızda olmayan (Sezai Karakoç'u ne kadar deney okuluna dahil görebiliriz, tema dışında, bilemiyorum) İkinci Yeni'den feyz almamız gerektiği yönünde fikirler aldık. Bunlara ek olarak örneğin Necatigil'in çalışmalarının () da bu minvalde incelenebileceği görüldü. Örneğin Amil Çelebioğlu üzerinden biliyoruz ki, Türkçenin devasa envanteri içinde deneye, şakaya oldukça fazla yer verilmiş, Garip'in şu kısacık ömründe, "resim vs şiir" konusu da işin içine katılmış. Kendi adıma Ahmet Haşim'de, Yahya Kemal'de deneye olan değil ama "görselliğe", modern ve klasik resmin kültürümüzdeki eksikliğine dayalı olarak daha da gelişen hallerine ilgi de göstermişliğim var. Tüm bunlar bir araya geldiğinde, kimi bu işler için "yeni-biçimci" gibi bana "eskisi neredeydi ki?" sorusunu sorduran, kestirme ve kısa-devre yanıtlar bulurken, kimi de "figüratif şiir" diyerek, yazı ile grafik'in ilk çağlarına götürerek, anakronizm yaşattı.

En güzelini bana kalırsa, Süreyya Evren söyledi. Bizde izlenebilecek bir avangard okul ya da yönelim olmadığı için, Modern Batı'nın (özellikle Batı) portföyünde yer alan akımlardan, bir demet hazırlanarak -ya tutar ya tutmaz, ama şık durur- edası ile gitmiş bu işler.

İkinci Yeni konusuna gelinirse, İkinci Yeni'nin zihinsel altyapısı, henüz, örneğin Somut Şiir'e gelebilecek kadar gelişmiş değildi. Şunu unutmayalım, Modern Türk Edebiyatı, hiç bir şekilde ülkenin somut koşullarından soyutlanarak, "modern" sayılamaz. Kendi içinde kat ettiği yol ne kadar uzun olursa olsun, mimari, müzik, roket teknolojisi ve işçi maaşlarından filan soyutlanarak "ileriye" doğru sallanamaz!

O minvalden bakarsak, İkinci Yeni'nin biz türk modernleşmesi içre eleştirel enzim olarak (Tarihselliğinden tutun da, cinselliğe, lirizme, epiğe, resmi ideolojiye bakışı kadar) bir faz farkının icabına bakmaya çalıştığı açıktır. Ama dikkat! Bu istenilen modernizmin yan etkileri üzerinde çalışmaktadır (o yüzden de samimidir), fakat yine dikkat, Modern'in Enternasyonalliğine (giderek küreselliğine) cevap verememiştir. Örneğin İkinci Yeni, yabancı edebiyat kitaplarında hala "anlamsız şiir" olarak geçer. Batı'da anlamsız şiir diye bir şey yok. Bu geçişsizliğin sebebi, aşırı yerelliktir.

Hiper-yerellikten beslenen bir şiir, elbette ilk elde, resmi ideolojinin ilericilik (pozitivizm, pragmatizm, merkez/çevre ilişkileri, sınıfsallık, erkek-kadın ayrımı vs.) adı altında çevirdiği dolaplara karşı çıkar. Zaten olan da bu olmuştur. İkinci Yeni'ye bakıldığında, postmodernizmden çok önce post-modern olan ve modernden çok sonra modern olandan sesler gelir. Ama, bunun çok da "yerinde" ve "zamanında" olduğunu pek iddia edemeyiz.

Fazla uzatmadan söylersek, İkinci Yeni şairlerinin resmi olarak kabul edilenleri sistem tarafından ödüllendirilmişlerdir. Hiç bir ayrı bırakılmamıştır. Zamanın eleştirmeni tarafından İkinci Yeni olarak adlandırılan şiirle pek alakası olmayan şiirler de meşrudur şu anda. Yani, bir nevi kabul edilmek için bir şeylerden ödün vermek zorunda bırakılmıştır.

Biz, ödün vermiyoruz. O yüzden görsel şiir ve sonrası modern türk şiirinden bahsederken, lütfen, bunları bir kenara da not ediniz..

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 18

‘yukarı’ dedin

okunur olmak ya da olmamak bir dizenin veya kelimenin tekeline veya şablonuna sıkıştırılamayacak kadar geniş spektrumlu şeyler.yapbozyap diyebileceğimiz bugünkü şiir sanatı aslında merhametini de muhafaza ediyor.

bu merhamet dizeye deformatif bağlılık değildir.bozulan şeyin ardının bilinmezlikle dolu oluşudur.gayb denilen bilinmezlik bölgesi başka bir imge ve dize düzenini bekletiyor bize bilmediğimiz bir şekilde.

bazı çalışmaların fenomenolojik çağrışımları açıktır ama bu şeyler daha önce ısrarla düşünülmüş şeyler değildir.hiçbiri bir ısrara tabi olmamıştır.ısrara tabi olan yapılar da fenomenolojik şekilde kullanılıyor olabilirler.kullanılacaklar.ısrar neden önemliydi yapbozyap deneyimi için kelimenin ve dizenin ardındaki bilinmez nedir -bir görüntü bir şekil de olabilir,aynı zamanda imgenin farklı bir sözsel çağrışımı olabilir ya da çağrışımsal bir sözdizim yeniden kurulabilir bunların eklektiği de olabilir.hepsine açık olmalıyız.

fakat şu çok yerinde ikinci yeninin altyapısı bugün anladığımız biçimde gelişmiş değildi.somut şiir anlamında da biçimci şiir anlamında da.bunun modern yapının tam bir modern yapı olamayışı kadar içrek bir türk modernleşmesinden de bahsedemeyiz.yani türkiye için model olabilecek bir modernlik ikamesi yoktur.bunun sebebi ilk cumhuriyet yıllarına kadar gider ardından birçok politik seyirden söz etmek gerekecek.şu hiper yerellik denilen şey de akla ister istemez arabesk geyiklerini getiriyor.türkiyenin kozmopolit yapısı içinde sözün çeşitliliği hala şiirimize geçememiştir.bir eksiklik bu anlamıyla aşılamamamıştır.

bu anlamıyla ikinci yeni şairleri içinde sadece şairlikleriyle resmi sayılan şairler olsa da bana göre çok güdük bir kabul ediliştir bu.şiir olarak bakıldığında ise hala anlaşılırlığı olamayan şiir yapıları mevcuttur yani toplumca kabul edilirliği tartışmalı ikinci yeni şairlerimiz mevcuttur.

bu anlamları da katarak bir ödün olamayacağına ben de kaniyim...eyvallah

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 24

‘yukarı’ dedin

Dille deformasyona uğramış yapı arasındaki mesafe sıfırlandığında sanırım bilinç tam da orada olacak, bu şu sıralar pek mümkün değil.. O yüzden zaten estetize etmekle deforme etmek arasında fark kalmıyor. Estetize edilenin yapaylığı ya da kurgusu doğal olanın kurgusuna karşı gibi bir durum sözkonusu.. Yalnız doğal bir şekilde ortaya çıkan eserin kurgusu da artık kurgu olmaktan uzak, yani kurguyu içkinleştiren bir öz ya da nüve haline gelmiş oluyor..

Şimdi, siz de sibernetikleştiremediklerimizdenmiymişsiniz diye sorarlar adama ya da sen matrix'in neresindensin abi diyen bir dış ses hem malzemeyi piç eder hem de malzemeyi kullananı pişti!

Evet yabancılaştırmanın artık yaratıcılığın olmazsa olmazı olarak ortaya çıkışı onaylanmadığı sürece, pişti oynamaya devam denilecektir. Benzerliklerin dünyasına yanaşan benzemez'in kararsızlığı için hüküm çoktan verilmiştir: benzemez benzerini bulmaya mahkum edilmiştir! Aksi takdirde, anlamsızlığın cehennemine ait kılınacaksın emri 11. emir olmasın sakın!

Ücra kendi benzerine yanaşmayı ve onu aramayı reddettiği için yalnızdır bugün, o yüzden anlamsızdır! İkinci Yeni kendi benzerini ürettiği için anlamlı hale gelmiştir. Batı anlamsızlığı kendi adına keşfetmeye pek bir meraklı; oysa evrensel ölçütler dar anlamlarıyla kullanılmamalı. Evrensellik deyince hep bir batı modernliği-romantizmi hatta klasisizmi içinde hükümler verilir. Evrensel ölçütler hep önceden bu direnç noktalarından sınanarak geçer. Peki ya alternatif akım üreten jeneratörler olmasaydı sistemdeki kısa devre nasıl önlenecekti? Doğunun terazi ayarı hep anlamsızlığın kaçtığı kara delik değildir, sadece bir gizem noktası değildir; aynı zamanda anlamsızlığın çevrildiği de bir yerdir, çevrilirken korunduğu da bir yerdir, gelecek adına çevrimin muhafaza edildiği bir yerdir. Batı-doğu diyalektiği sadece bir sembol- altında çok daha derin diyalektikler ve hatta polilektikler var. Aşırılığın kolaycılığa dönüşü zihni indirger: ama işte imgenin tam bittiği yerde yeniden ortaya çıkışı da bu indirgenmeye karşı koyar ta ki kendisi metalaşana kadar..

Ses-söz- yazı'dan ses-söz-arpacık'a geçilmiştir; görmenin pathesi tarafından alıkonan arpacığın etkisi görmeyi zihinsel bir bölünmenin spontanlığından algılamaya başlar. Görme içe dönümüş bir pathetik öz'dür, dışarıyı içerde tartışan bir zihin-göz olarak sibernetiği deforme etmeye soyunur; ama her çaba kendi görme algısal sibernetiğini yaratır. Bu estetize edilmenin tarihinde yeni bir çabadır; her çaba sibernetikleşmeyi yabancılaşma üzerinden yeniden üretir. Her yabancılaştırma kendi sanallığı üzerinden kendi sibernetiğini üretirken ele geçirilmiş gerçeği bir simulakrlar cehennemine dönüştürür. siber-gerçekler bütünü hem yapaydır hem de gerçeğin yabancılaşmış tüm hallerinin uzantısını verdiğinden dolayı doğaldır.

İşte tüm bu yeni hal ve halvetler içinde İkinci Yeni ayak bağı değil de nedir? Ya da tüm diğer akımlar v.s. Ücra da bir ayak bağıdır akıma benzer bir şey olmasa da! yalnız Batı'nın avangard akımları yol gösterici değildir benim için de hiç bir zaman olmadı. yalnız Batı düşüncesi neyse bizde de şiir o! aynı görkem aynı derinlik! biraz Cemil Meriç vari oldu ama olsun! Felsefe yok bizde diye yıllarca dövündükten sonra gördük ki batıda felsefenin geldiği edebi estetik düzeyden başkası değil biz ise düşünmeyi şiirle başarmışız; ama düşünelim hadi bir tartışalım desen ortada hiç bir şey yok! yalnız bu düşünmeyi hiç bir zaman batılı anlamda yapmamışız; o yüzden toplumsalcı veya epik şiirin günümüz versiyonları yetersiz kalıyor: ideolojik ve düşünsel formalizm üzerinden bakılınca (ki bunu reddeden bile eleştirel düşünceyi bu fazda algılıyor) her içrek yapı anlamsız ve muğlak algılanacaktır elbette, kodlarla şiir üzerinden mücadele bu nedenle önemliydi zaten, Ücra bana bile zaman zaman anlamsız geliyorsa nedeni bu kolaycı formalizme her seferinde teslim oluşumuzdandır. Ama bu teslimiyetten önce Ücra'nın denediği ile görsel şiirin denediğini dil ve göz direnişinde, yıkıcı-yapıcı gidiş gelişinde yaratıcı bir yabancılaştırma olarak görmek mümkün..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 31

‘yukarı’ dedin

İşin evrenselci ya da evrensel tarafını bir nevi legoya benzetirsek, sanıyorum Batı ile Doğu ve Doğa arasında (Kuzey, Güney gibi yerlemlemelere herhalde ihtiyacımız yok?) cuk diye oturacak kimi eserler sayabilir miyiz, bir nefeste? (Belki Rusya?)

O zaman şu denebilir, hem Batı'dan hem de Doğu'dan hem de Doğa'dan geçip de Dil'e, Kültür'e (yani tamamen insanîn icad ettiklerine) takılmadan zihin yataklarımıza buyur edebildiğimiz bir eser yok. Çünkü anlayış -bizi şerrefli kılan taraflarımız- her ne kadar bizden olmasa da, bunları yoğurmayı ancak biz sağlayabiliyoruz, biz yani İnsancalaşanlar?

Yazıda da belirtmeye calıştım, birçok değişkenden soyutlanarak incelenemez edebiyat sanat (her ne kadar kendi içinde bunun için çok gelişmiş araçları olsa da). Bize örneğin Garip anlatılırken Cumhuriyetin koşulları verilmiyorsa, o zaman elbette diye bir akımın neden peydahlandığını anlamamız pek kolay olmayabilir (ha evet akımları sadece garip'le başlatanlar da yok değil!)

Hatırlayalım, bundan birkaç ay önce TSK Postmodernizm konusunda aslında herkesi , komuta seviyesinde ve akademik olarak. Buradaki görüşler (ordunun Türkiye'deki ağırlığı düşünüldüğünde) hiç de öyle yabana atılacak şeyler değiller. Fakat dergilerde gördünüz mü bir tek şey bununla ilgili?

Göremezsiniz. Modernizm ve gelenek çatışması hala eski argümanlarla sürecek demek ki, istenen bu. Bunun peşinde koşanların ismi çok duyulursa (ulusalcılık, ergenokonculuk, etnik miliyetçilik vs. gibi konularda cephe tutanların) hiç mi hiç şaşırmaya gerek yok herhalde.

Hiç bir sistem diğerlerinden soyutlanarak incelenemez açıkcası. Ve bu işlerde kültürel alışverişler biraz da görgü, algı, merakla da ilgilidir. Kendi kültürünün sana yetmemesi değil, mümessil olmak değil, tam tersi "iletişim" kurabilmek için bu tür işleri yapmak da bir dile ve onun sanatçısına en fazla yakışan şeydir. Bizim böyle şairlerimiz var mıdır? Bilmiyoruz.

Şarkdemir örneğin Garip'in bugün olsa Görsel Şiir ile ilgileneceğini söylediydi. Buna kanaat getirebileceğimiz şey, Orhan Veli'nin zamanı ile kurduğu (öyle veya böyle) ilişki idi. Ama sanıyorum Orhan Veli şimdi olsa idi, öyle kolay kolay modern sonrası ile ilişki kuramazdı. Muhtemelen Cumhuriyet gazetesinde falan yazardı.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 11

‘yukarı’ dedin

Evrenselcilik artık doğu-batı veya medeni-barbar gibi ikili argümanların birbirini değillediği ya da meşrulaştırdığı bir diyalektik eleştirellik üzerinden yürümüyor, tam tersine, çoktan seçmesiz (kaderci mi dersiniz bilemem-ama bence hala kaderci de değil) doğru yanlışın anlamsızlaştığı postmodern diye modern'in rasyonalist ve formalist yanı tarafından modern düşmanı ilan edilen bir yerden yürüyor. Bu tehlikeli laftan kurtulmanın yolunu ben ultra-modern ya da hipermodern kavramlarında buldum. baudrillard demişti galiba: postmodernizm bir kavram falan değil, sadece gelişigüzel kullanılan bir deyim diye.. Çünkü hakikaten sınırları falan belli değil.. Şarkdemir İkinci Yeni'ye postmodern derken bu kavramı dar anlamıyla kullandığını söylemişti ya da daha düz bir okumayla falan.. Buna elbette diyecek lafım yok; ama daha genel bir bakış nedir postmodern konusunda bilemiyorum..Ben postmodern-modern ayrımını yapan cetvelleri yararlı buluyorum ama orada da sorunlar yok değil çünkü pür bir postmodern ya da modern yok İhab Hassan'ın cetvelini ciddiye aldığımızda.

Ordunun postmodern gösterisi bile bir dezenformasyon olabilir mi? Oysa, şöyle okumak da lazım, tüm bu demokrasi oyununa rağmen, sözde bir iktidar -ordu çekişmesine rağmen, devlet-ordu birlikteliğinden hedeflenen bir medeniyetler ittifakı yanlısı küresel-bölgesel ve postmoden bir güç olarak Türkiye imgesi! Kapitalist sermayenin ülkesi olamaz, sermaye nasıl avrupa'dan USA'ya hareket ettiyse oradan da başka bir yere hareket edebilir. Türkiye bu anlamda küresel sermaye için bir cazibe merkezi olmak isteyecektir. Tüm bunlardan bize ne? Kapitalizm en vahşi hali ve araçlarıyla bu halkın üzerinde yeni bir otorite kurmak isteyecektir; ama milliyet kavramının ezilmesi şartıyla. Bu anlamda, ulusalcı-küreselci ayrımları aslında el değiştiren burjuvanın oynadığı bir mizansen. Ulusalcı sermayenin tasfiyesi o sermayeyi yönetenlerin kendisi üzerinden değil onların araçları üzerinden olmaktadır. Ergenekon eski burjuva anlayışın tasfiyesi hareketinin bir parçasıdır ve simulatiftir.

Yalnız şuna dikkat! milliyet kavramının da diğer kavramlar gibi bu sahneden tamamen çekilmesine asla izin verilmeyecektir, kiçleşmesi metalaşması demektir, bu da kapitalizmin yemi olacak sonuçta. İşte,yeni mücadele koşullarına yeni bir şiir gerekiyor, ya da yeni tuzağa yeni bir insan ya da şiir direnişi... Bu direniş illa ki bir birey bilinci ile yönetilmek zorunda değil, toplumsal bilinçaltının cilvesi olarak ortaya çıkacak bir spontane insan eylemi de buna neden olabilir. Şair kim tarafından güdülendiğini gerçekte bilmeyebilir. (Toplum böyle sinsidir işte!)

Şimdi baktığımızda, Servet-i Fünun, dönemin yenilikçi modernist ruhunu yansıtır ve belki de varlığını biraz da buna borçlu olan Garip akımı cumhuriyetin ilk yıllarının devrimci vatandaşı için iyi bir kentsoylu çıkış olabilir. Orhan Veli yaşasaydı görsel şiire ilgi duyar mıydı? Günceli sorunsallaştıran bir şiire gönderme yapılıyorsa niye olmasın! Görsel şiir çağın ruhunu yakalamıştır. Bu işin sonunun nereye varacağını kimse bilemez! Yalnız postmodern denilen ultra modern süreç doğru ve yanlışın aynı anda aynı yerde bulunduğu bir saklama kabı gibi her şeyi saklıyor bence.. Tıpkı dizeyi, mısrayı sakladığı gibi.. Dize parçalandığı kadar yeniden bütünlenebilir de, bir akordeon gibi açılıp kapanabilir de.. Bunu harfin azizliğine bırakırken harfin ilişkilenme isteğini görmezden gelecek değiliz. Zihin tüm bu hareketleri bir benzemezlik içinden devşirecektir belki de..