KEMAL ÇUBUK'A CEVAPLAR

Birincil sekmeler

Öncelikle poetikhars.com'un kapanma süreci hakkında 'çevrimiçi' dışında pek fazla bilgi dışarı sızmadı. İnsanlar kendi aralarında birşeyler konuşuyorlardır, orası başka. Fakat kapandıktan sonra geçen zaman içinde benim gördüğüm, izlediğim, okuduğum mecralardaki tuhaf hareketlenmeler üzerinden düşünürsem, 'dört gözle kapansın' diyen birçok kişi olduğu gibi, sessiz sessiz destek veren bir sürü kişi de vardı.

Ama biz, bir takım ya da bir taraf olmadığımız için sanıyorum bu tür şeylere ancak "tevazu" gösterebiliriz ya da göstermeliyiz, bilemiyorum. Herşey bir kenara, birşeyin sanat tarihi içinde yer alışı ya da almayışı, kaynağının canlı kalması ile ilgili değil miydi? Yine de kapanma ile akla gelen şeylerin 'görsel şiir bitti' diye yorumlanması beni rahatsız etti, etmişti. Ben de bu konuda .

Siteyi tekrar açmam gerektiğini, çünkü bunu samimi bir şekilde içten istediğimi fark ettiğimde de zaten 'devam etmesi gereken birşeyler var' diyordum. Devam etmemesi gereken şeyler de vardı ve onları da bir şekilde ayırmıştım.

Bu işleri yaparken 'ölümüne' diyerek girişilmez. O tür fanatiklikler, belki iddianın büyüklüğüne göre dozu her zaman daha da düşürülmesi gereken şeyler. Ama örneğin benim gözlemlediğim, Türk Şiiri'nin merkezi sayılabilecek şiir algısı, bu tür şeylere çok fazla direnç gösteriyor. Bu noktada, belki 'kışkırtıcı' sayılabilecek, skandal eylemler bile planlanabilir(di). Fakat bizde eşik o kadar düşük, herşey o kadar yerli yerinde ve sığdır ki, skandal ya da saldırının gerçekten 'vız gelir, tırıs gider' türü bir etkisi de olabilir. (örneğin Madde Şiir, bu tür skandallarını neredeyse meşrulaşmak için kullanmıştır, Efe Murad'ı bu konuda suçladığımdan değil, bu işlerin genelde böyle olmasını yadırgadığımdan.)

Şimdi geriye bakıp düşündüğümde, geçen zaman içinde ortaya çıkan şeylerin hepsinin aslında planlanmasa da, gayet iyi işletildiğini görebiliyorum. Bu bir yönetim tercihi idi.

Ama yine de bazı şeylerin unutulduğunu ve bunların altlarının çizilmesi gerektiğini belirtmem gerek:

* Poetikhars.com tek başına birşey değildir. Ondan çok önce yayınlanmış 5 sayılık bir dergi var, bu derginin yanında bir de adında (şimdi devam ettirmediğim) bir site de mevcuttur.

* 5 sayı matbu olarak çıkan dergide birçok yazı, iş mevcuttur. Bu dergi en azından İstanbul'da, Ankara'da birçok yerde dağıtıldı. Hem de iyi sattı, bunu da belirtmem gerek.

* Bu dergiyi kendim bastım ve yayınladım ve dağıttım(finansına ise birçok isim yardım etti). Bu bilgiyi veriyorum çünkü en azından bir açılım olarak düşünülebilir.

* Small Press (Küçük Baş Yayıncılık) konusu edebiyatımızın bugünü düşünüldüğünde hiç de yabana atılacak bir eylem değildir. Fanzin türü şeylerden bahsetmiyorum burada, aslında fanzin estetiğinin bugüne kadar hiç düşünülmemiş ve ileri sürenleri, destekleyenleri tarafından 'kadük' bırakılmış tarafından bahsediyorum. Evinizde derginizi basınız ve onu sokağa, nete ve mecraya dağıtınız! demek başka birşey, bir de insanlara bunu yapabilmeleri için yöntem önermek başka birşey, sırf insanlara değil, şairlere de. Yöntem: Görsel şiirdir, nefs pörtlemesi değil. * Zinhar'a katılım gösterenlerden çoğu 'profesyonel şair' falan değildir. Bu büyük bir kazançtı, en azından başlangıç için. Çünkü önyargıları yoktu. Önyargıların, diğerleri için ne kadar büyük bir engel olduğunu 3-4 yıl içinde görecektik, böyle gelişmiştir.

* Zinhar çıkarken ben derginin matbuu sayısını adresini bulabildiğim herkese gönderdim. İlgilenebileceğini düşündüğüm herkese. Burada Tarık Günersel ile olan ilişki üzerinde durulabilir, çünkü Tarık Günersel, Türkiye'de 'somut nevî' birşeyleri deneyen birkaç isimden biridir, fakat 'olay'dan uzak durmayı tercih etmiştir. Bu iki taraftan bakılabilecek birşeydir, birincisi iyi olmuştur, insanların 'Tarık Günersel ve genç arkadaşları' demesi hiç de hoş değildi, ikincisi belli etmese de, bununla bir ivme kazanmıştır daha önce yaptığı şeyler (bkz. 'ın eleştiri pratiği). gibi bir "efsane"nin, teorik açıdan sıfırı tüketmiş halde 'yunus emre' civarlarında demir atması ise başka şeydir. Buradan şunu belirtmek istiyorum: Kimse, ben görmedim, duymadım, örnek yok filan gibi bahanelere sığınmasın.

* Türk Şiir gündemi güdüktür. Bunu açık şekilde gördüm. Temaları, türleri, isimleri, yön verenleri vb. ile birlikte güdüktür. Türkiye'nin siyasi hayatının fakirliği ile şiirinin zenginsizliksizliği arasında kesinlikle bir bağ vardır. O güdük gündem içinde birileri bizden bahsetti diye sevinmiş değilim, çoğu kez acıyarak izledim. Fakat, o gündemin güdüklüğüne rağmen, gösterebileceği tepki fazı gerçekten ilginçtir, örneğin 'rezillik' diyen de olmuştur. (O verdiğiniz demeçler beyler, şiir tarihine geçmenizi sağlayacak.)

* "Görsel şiir" bir hareket filan değildir. Gözden kaçan şey şu, bu yerelliğimizin yellenmesi bir şiir şeysi değildir. Buna bilerek görsel şiir dedik, çünkü öyle idi, kökleri İtalyan Vispo'suna ya da Brezilyan birşeysine dayandırılamaz, çok daha eski ve arkaiktir. Geof Huth'undan tutun da, Bennett'larına, Bulatov'larından Jessica Smith'lerine kadar ortada, 'enternasyonel' bir hadise vardı. Buna "Beşinci Yeni" deme gerizekalılığını gösterseydim durum herhalde bundan daha da beter olurdu.

* Herkes kendisinin yeni/likçi olduğunu düşünür, biz, bunu biliyorduk ve gösterdik. Karşınızdaki şey -en azından bendeki envanter ile- şiirin aktığı yatağın katmanlarını sorgulamaktan tutun da, nasıl basılıp, nasıl dağıtılabileceğini düşünebilen, buna göre kendisine mecralar yaratabilen birşeydir. Garip'in çıkardığı tek yapraklık dergi ya da ikinci yeni'nin gazete köşelerindeki tepişmesi değildir bu. Mecra değiştirmektir.

Bunları belirttikten sonra, Kemal Çubuk'un Korsan Sözlük'te yazdıklarına odaklanabiliriz. Poetikhars'ın kapandığını, en azından bir mecra olarak devam edemeyeceğini :

"Kuşkusuz, poetikhars tüm bunlarla uğraşan bir örgütlenme değildi. Yine de alternatif bir gözün saklandığı yerden çıkmasını arzulaması, hassas bir noktadır ve incelenmesi gereken yer de tam olarak bu gözün fizyolojisidir. Serkan’ın gelinen noktayı bir başarısızlık olarak algıladığını sanmamakla birlikte “darlığımıza” aymış olabileceğini kestirmek de güç değil."

Yukarıda saydıklarıma ek olarak, örneğin ben Nesnevi gibi bir kitabı da yazmış olarak, Mizan diye bir dergiyi çıkaranlar arasında yer alarak, 1999'dan beri o darlığın farkındayım. Farkında olduğum diğer birşey, gelinen noktanın, aslında o darlığı simüle edecek hale gelmiş olmasıdır gözümde. Yapılan dosyalar, yazılan yazılar, eleştiriler ile birlikte "görsel şiir hadisesi" gündeme bu kadar oturdukça, kendimde 'Dergah'ta da görsel şiir yayınlarım' halleri görmeye başladım. Birkaç kez dillendirdim bunu hatta. Skandal ihtimalini gözetmeye başladığıma göre, ters giden birşeyler vardı, demek ki. Bu halin, iki açıklaması olabilir, birincisi 'skandal' ihtimali bir yanda meşrulaşma zemini yaratıldığından içe dönük olabilirdi, yani 'dergah'a görsel şiir göndermek ters tepebilirdi, ikincisi dergah'ın seçtiğim görsel şiirleri yayınlaması benim ve yaptığım şeyin 'aşırı meşrulaşmasını' getirebilirdi ki, bu da hiç istediğim birşey değildi, en azından şimdi. (Dergah'ı burada örnek olarak veriyorum, böyle birşeye kalkışmış değilim.) O zaman ortada bir sorun vardı. Sorunun kökünde yatan şeyi, en azından 1 yıl öncesine bakarak şöyle açıklayabiliyorum. 'b0nus'un çıkması ile birlikte düşünüldüğünde, 'dada korkut'un yayınlanmadan dolaşıma girmesi, en azından bir kitap bütünlüğüne erişememesi -hep yarım kalması gereken bir girişim belki- duruyordu önümde. "Konvansiyonel" dediğim şey içinde yer alıyor b0nus, ama oradaki şiirlere hakim olan şey, görsel şiire uç veren şeydir. İnsanın kendi yankısını çok gerilerden duyması bu, faz farkı. O faz farkı ile mücadele edebilmek, filminde gerçekleşen şeye benziyor. Örneğin bu neo-epik üzerinden Hakan Arslanbenzer'in başına gelen şeydir. Kişinin kendisinin parodisi haline gelmesi karşısında, ciddiye alınabilecek hamleleri kıyasıya gülünç olarak görmesi durumu. Neyse...

Kemal Çubuk'un siteyi açıktan sonra yaptığı :

"Düşünülmesi gereken Poetikhars’ın Görsel Şiir’i geliştiremeyecek bir konumda kalması. Belki doğru sözcük geliştirmek olmamalı. Ama onu taşıyamadığı da aşikar. Kaldı ki bir çekirdek kadrodan bahsediliyor."

Hayır, tam olarak böyle değil. Şimdi ben "tarayıcının üzerine bir sürü şey, tara ve bana gönder" dediğim zaman bunun altındaki teorik/zihinsel her ne haltsa şeyi, daha fazla anlatmaya çalışmak yerine, denenmesi gerektiğini, "yapıtın" kendisini açık edeceğini düşünürüm. Önce "tasa" var, sonra "tasarı" sonra "tasarım" (bkz. ). İşin geliştirilmesi kısmı bize ait değil, olamaz da. Yorum, aşırı yorumu tetiklediği andan itibaren orada kök hücre avına çıkmak, boktan birşey gerçekten. Çubuk'la anlaşabileceğimiz şey, belki "çekirdek kadro" konusudur. Yukarıda da anlattığım gibi, görsel şiir ile uğraşanlar, Ece Ayhan'ların veya ikinci yeni'nin siyasi aurasını oluşturan "çevre"den gelmiyor. Şiirin merkezinde, şairliğin çevresinden geliyorlar. Benim "kariyeri yakmam" (Şeref Bilsel'in ifadesidir, özetle) bir tarafa, Suzan Sarı'nın, Derya Vural'ın, Ayşegül Tözeren'in Barış Özgür'ün, Zeynep Cansu'nun, Çetinkol'un 'şairlikleri' o merkezlere göre geçer akçe gözükmediğinden, aslında meşrulaşma zeminini zaten yitirmiştik. Örneğin muteber bir şair olan Hakan Şarkdemir'in de görsel şiir ile bir süre iştigal etmesi benim gözümde, o zeminin gereksizliğini de sağlamıştır. Şarkdemir ile Karagöz öncesinde yaklaşık 1 yıl boyunca konuştuk bunları. Her ne kadar zorlansam da (çünkü sözlü kültürün imkanları, yüzyüze sohbet vs.) 'ikna edici' olabildiğimi düşünüyorum. Buradan 'Karagöz'ün içindeki görsel şiir yuvalanmasını da konuşabiliriz, çünkü bir dergi açık olarak 'temaşa' da olsa, görsel şiire kapılarını kapamadan ortaya çıkıyor ki, aslında ana-akım bir dergi olarak tasarlandı, tasarlanmakta Karagöz. Bu, beni yine bir sürü ikilemle bir arada bırakıyor. Karagöz'de görsel şiir yayınlıyorum çünkü

a) görsel şiir meşru birşeydir artık. b) görsel şiir gözden kaçamayacak birşeydir artık. c) kuşağımın akıllı şairleri tarafından anlaşılabiliyorum. d) bu, böyle bir heves ve bir süre sonra geçer. e) en azından ben yayınlarsam, diğer insanlar da cesaretlenir. f) dergiyi çıkaranlar arasındayım, ne yani itiraz mı edecekler?

Bunların hepsini bir arada düşünmek zorunda kalıyorum. Oysa, 'geliştirmek' konusunda çekirdek kadronun bir zorunluluğu olduğunu da sanmıyorum (her ne kadar bu yönde tonla telkinim olsa da). Bu gelişmekte olan birşey zaten. Eldeki envantere göre, insanlar Zinhar'dan sonra şiirde görsellik konusunda -çoğu çağın gerisinde, ahmakça, çocukça vb. olsa da fikir yürüttüler. Bu ilk çember içindekileri hem iş üretmeye, hem de teorik fikir ortaya atmaya zorlamak bir noktadan sonra gerçekten kolay değil. O nokta, yaptığı şey ile barışık olma halidir. Bütün samimiyeti ile görsel şiiri işinde yorumlayan şairden bahsediyoruz burada, bir 'genre' mümessilinden değil. Dali'nin 'kritik paranoyası' ya da Duchamp'ın "ready-made" hakkındaki metni Breton'un ya da Klee'nin yazdıklarının yanında su götürmez derecede "etkili"dir. Suzan Sarı'nın ya da Derya Vural'ın "iş" olarak tanımladıkları şeylerin farklı olması -Kemal Çubuk bunu teorik bir açmaz olarak görüyor çok da önemli değil. Görsel şiiri alüvyonlayan teorik dalga, aslında bunları çok da önemsemiyor, bana göre.

"Çekirdek kadro olarak dolaşıma çıkan pek çok isim, göz ve çizgi/harf arasındaki somut ilişkinin ötesine geçemedi."

Ben en azından Zeynep Cansu Başeren'in, Derya Vural'ın bu konuda çok değişik örnekler verdiğini söyleyebilirim. O ilişkinin ötesine kafa olarak Türk Şiir'i ne kadar geçebilmiştir, orası başka bir konu. Bu yüzden bu konuda mazur görülmek gerektiğini düşünüyorum. (Umarım bu yıl içinde yayınlabileceğim büyük görsel şiir kitabı gönül ferahlatıcı olacaktır.)

"Bundan dolayı da görsel şiir kendi poetikasını oturtamadı. Pek çok içerik, sitede, yüzyıl önceki manifostaların yeniden sunumu olarak kaldı. Hatta, fütürüst metinlerin aynı kalıplara aktarıldığı içerikler kaleme alındı. 20 yy’ın başındaki sanat-teknoloji ilişkisini bugün aynı pencereden aynı sözcüklerle görmek biraz, hatta, fazlasıyla riskli. O zaman, teknoloji; insanın öznesini, iktirarın nesnesinden koparabilir umudunu taşırken bugün için ilişki tersi bağlamda sürmektedir. Simulasyon diyelim şimdilik ve yeterli göndermeyi hatırlatalım. Elbette ki burada toptan bir yıkım haklı olamaz. O belgeler içinde yer alan internet okumaları, internet ve teknoloji ilişkisi hala önemli. Ulus Baker’den ilerlersek, şiir her yerde yazılabilir. Bir de teknolojinin mülkiyet ve gerçek denilen sanrıya karşı en çok direnebildiği yer olarak da görebiliriz interneti."

Az önce belirttiğim Faz Farkı yüzünden, 21. yüzyıl, 20. yüzyılın hayaletlerini, okumadığımız, sadece atlattığımız metinlerini önümüze seriyor. O Faz Farkı, bugün türk şiirinde çeviri, eleştiri, düzyazı gibi konularda "evirip çevirmediklerinin" günahları ile o ödül töreni senin, bu kitap fuarı benim dolaşanların eseri. İçselleştiremediğimiz 'Makina' olgusu bile, bugün bizi iki tane dandik çip karşısında aciz bırakıyor. Bazıları örneğin bunun karşısında 'otantik' kalma eğilimi bile gösteriyor: Lirikler! Kemal Çubuk da çok iyi biliyor ki, örneğin 'imge' kelimesi şiirimize musallat olmuş bir rezilliktir, hastalıktır, neredeyse, bir virüs: SPAM hatta. İmge'nin sakladığı o kadar fazla şey var ki, neredeyse 'şehvani' bir hale bürünmüş. Biz, bu teorik ortalamanın ortasına düştük. O yüzden, o metinleri çevirmeden ve evirmeden bir halt olmaz. Onlar, orada duracaklardır. Ek olarak, sadece edilgen kalmadık, biz de metin yazdık ve dolaşıma soktuk. (bkz. 391.org)

"Çekirdek kadro, yeterli olgunlukta değil. Bunu, saklamak biraz zor. Bu nedenle, görsel şiir ve poetikhars arasında bir uyumsuzluk başladı."

Buna katılır gibi oluyorum bazen, fakat sonra diyorum ki o olgunluk nasıl birşey? O olgunluğun, şiir kamusunun tahakküm aracı olması, en azından bir noktadan sonra kişiye dönülemez bir şöhret, kabullenmişlik kalkanı ve prangası sağlamış olması da muhtemel. Ben bunu sevmem, kendi şiirinin orospusu olmak kimse istemez. Ve en önemlisi şu belki de, bu işler öyle o kadar kolay da olmaz.

"Ayılacak kadar sarhoş olunduğunu düşünmüyorum." demiş Kemal Çubuk. Ayık kalmak aslında eleştiri konusunda çakır keyif olarak araba sürenlere karşı ayık olmaktı. Karşımızda sarhoş bir sürü/cü (d/river) var.

Özetlemek gerekirse;

Kemal Çubuk'un Korsan Sözlük'te belirttiği şeylere ben de katılırdım, işin içinde olmasaydım. Ama benim gördüğüm, alttaki teorik boşluğun, çivili bir boşluk olmadığı. Gündelikten beslenen ve neredeyse kendi kendisini üreten bir alandan bahsediyoruz. Bu alan, şiiri, bir poetika çerçevesine indirgeyerek çalışmıyor. Tam tersine onu aşkınlığının en somut ve çıplak hali ile yeniden yaratıyor. En somut çünkü malzeme sorunu yok, en çıplak çünkü konu, tema, içerik gibi tarihsel tahakkümlerden arınmış.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 36

‘yukarı’ dedin

Serkan Işın'ın hakkımda yazdıklarını bir kaç defa okudum. Aceleye getirilmemiş bir cevap metni olduğu ortada. Ben de, bu süreci aceleye getirmeyen bir okuma ile sürdürmek istedim. Aslında metin boyunca altı çizilenlerin çoğu, cevap vermenin ötesinde şeyler. Buna tanık olmak güzeldi. Ne de olsa "güdük" kalmaya alışkınız.

Metinle paralellik kurmak mümkün olsa da; Işın'ın, şiirin merkezini baz alması düşündürdü beni. Birden kendi halime aydım. Nasıl ki Poetikhars üreticileri, bilinen merkezin dışında varoldularsa, bu benim açımdan da geçerli. Oldukça da önemli buluyorum bu durumu. Bir iki kişi dışında sözkonusu kamuya ait olmadım. Bunu istemedim ve isteyeceğimi de pek sanmıyorum. Gidip herhangi bir barda içmek çok daha keyif verici. Kaldı ki, bu süreç şiir yazmak zorunluluğunu Rilkevari bir hazza da çevirebiliyor. Bu cümlelerin konuyla çok ilgisi yok gibi görülebilir ama dikkat etmek istediğim husus, düşüncenin merkeze dahil ya da bağımlı olması şiire içkin değil zaten. Mevzu, pratiğin neye nasıl direndiği ile ilgili.

Bir de kendim açımdan şu riski farkettim: Bilmek, zorunluluk olmamalı ama sanki bunu bir zorunluluk üzerinden okuma eğilimi göstermişim. Buna kafa yormam gerekecek. Aksi takdirde yukarıda bahsettiim hazzın ve o hazzı yaratan kaçma noktalarımın çok da samimi olmadığını anlamış olurum. Pek de hoş olmasa gerek bu sonuç. Poeitkhars konusundaki itirazım genel olarak bu noktadan başladı. İş'in içinde olanlar, zaman zaman, katı defans yaparken kalelerine ilerleyen herkesi rakipten saydı. Belki de acemi bir taraftardır sahaya inen. Bu katı defans, bazen, benim başımı da ağrıttı. Defansın, kalenin önünü açıp kısa süre sonra yeniden kapaması da biçimini değiştirmiş bir savunma örneği gibi belirdi önümde. Tepkim kabaca buna idi. Çekirdek kadro konusunda kişisel bilgim yok. Düşüncelerim kaleme alınan metinlerden yola çıkmaktan ibarettir. Bir de Işın'ın, site içindeki kamuya açık dert yanmalarından.

Hala, kendime sorduğum soru aynı: "Site yeniden açılmalı mıydı?" Gerçi site, tam olarak kapanmamıştı. Sadece edilgen kılmıştı kendisini. Işın'ın, şiir dışı da sayılabilecek itirafı: "içinde bunu yeniden devam ettirmeyi istemesi" oldukça geçerli bir nokta. Krndi adıma, çalışma nesnemi kendilik ve kuram üzerine şekillediğim için bu "içten" çıkan sesi en mümkün şiirden güzel sayabilirim. Poetikhars'ın başlı başına bir arzu nesnesi olarak kabul edilmesi olarak bile okuyabilirim durumu. Ama yine kadro sorunu başlamaz mı bu noktada? Karşımızdaki yapı bir örgütlenme mi yoksa Serkan Işın'ın "tek başına" ilerlediği bir çaba mı? Bu soruya yanıt verebilecek gücü kendimde görmüyorum ama resmin tamamı yüklendiğinde bu sonucu görür gibi oluyorum. Bu doğruysa, can sıkıcı bir süreç olur çoğu şey. Kadro tartışmalarının alt metinde bu sonucu beslediği de az çok belli oluyor.

İş üretenlerin pratiğin ötesine geçmesi, doğal olarak gerekmez(di). Eğer, niyet böyle sunulmuş olsaydı, sadece, iş'in hazzını sökmek yeterli keyfi doğururdu. Ama yukarıdaki katı savunma böyle bir amaçla kurulmadığı için ve Serkan Işın'ın da itiraz etmeyeceğini düşündüğüm eleştiri meydana geldi.

Yeniden şu şiirin merkezi konusuna değinmek istiyorum. Avantgarde olanın önemi de burada başlıyor zaten. Merkez, bir süre sonra sadece bir ölümlülük halinin tekrarını üretebilir. Hatta bu tekrar Cansever'in ölü yıkayıcısından daha az gerçektir. Oysa Adem, asla gerçek olduğunu iddia etmemiştir. Avantgarde'ın yeni şeyleri özlemesi yine de bir merkezden kopuştur. Burada az evvel merkeze dahil olan şeyin artık oraya direnmesinden bahsediyoruz. İşte imgenin can sıkıcı yanında olduğu gibi. Elbette ki bunu kimin nasıl denedeği nereye kadar sürdürdüğü ya da kuramını yapma ihtiyacı güdüp gütmediği sonradan belli olur. Melih Cevdet'e kimse bu nedenle ses çıkarmadı. Ama Melih Cevdet çıkıp imge-kavram vs hakkında şiirin dışından yüksek tondan bir şeyler yazsaydı bugün yer aldığı merkez değişirdi. Böyle olsaydı eğer, Görsel Şiir'in önü de bu kadar tıkanmaya çalışılmazdı. Bunun doğal sonucu, Görsel Şiir, merkezden kopmak için kendi enerjisini üretiyor ama merkezin içinde ve onun alışkanlıklarını da sürdürmek durumunda kalıyor bazen. Çekirdek Kadro sorunun bir yanı da burada yuvalanıyor. Serkan Işın haklı olarak, 20 yy avantgarde metinleri okuyup dert etmedik ki onları olmuş bitmiş gibi kabul edelim diyor. Zaten merkezden kopmanın pratik çıkmazlarının da nedeni bu. Modern olanı bir taraftan tesis etmek gerekiyor öncelikle. İşte Poetikhars, tam olarak bu çıkmazda ilerliyor. Çıkmaz dememeliydim sanırım. Zorunlu bir çizgi bu. Abilerimiz, ablalarımız söz konusu metinleri "yaşasalardı" bugünkü pek çok şair "uzaylı" gibi görülmeyecekti. Bu durum, ülkenin tarihi ile ilgili elbette. Bize düşen bir şey varsa bu tarih ile uğraşmak zorundayız. Onun içinden çıkarak hem de.

Sık sık söylüyorum, şiirin sağlığı ve güveni için bir çabam olamaz. Ben sadece, şuracıkta başlayan ve biten bir "şeyler" buluyorum zaman zaman ve izini sürüyorum. Mutlak çizgiler ya da sınırlar ve hatta tanımların içinde kalmaktan da "öldüresiye" korkarım.

k.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 29

‘yukarı’ dedin

Daha ayrıntılı bir cevap vereceğim ama az önce 'nın sitesine ve yazdıklarına denk geldim. Böyle bir çaba, böyle bir inat karşısında insanın ne yapacağını şaşırası gelmiyor değil.

Sabah akşam bunları düşünerek yazmak, yazmaya çalışmak, öte yandan okunmadığını bilmek, kurulmuş şey üzerinden yaptığı eleştirimsi birşeylerle, kendini geliştirmek, herhalde görsel şiirin yurdum insanına sağladığı bir imkan da olsa gerek.

Ben burada insanlara yaz, yaz diye yalvarırken, Z. Betül "Görsel Şiir Karşısında Tezler" kitabının ilk cildini vallahi de, billahi de bitirdi, gözümüzün önünde.

Gerçi üslüp sürekli değişiyor, önce "simyacı/mistik" :;

"Alışıldık-bildik ya da konvansiyonel şiiri eleştirmek, kalıplarını ve iktidarını yıkmak için iş başına gelmiş olan; “Görsel şiir” dir, arkasında duran yine yapıbozumcu felsefedir."

gibi genellemeler gırla gidiyor. Yakında Z. Betül kaleminden "aslında böyle görsel şiir, çok iyi birşey, ben Can Bahadırlara, Liriklere çatsam daha iyi olacak" diyecek ama sanıyorum o günleri göremeyeceğiz.

------------- ~ --------------------

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 30

‘yukarı’ dedin

ben burada büyük imkanlara dair izler bulunduğunden pek şüphelenmiyorum. yalnızca bütünsel bir duruş yakalayamadık, gerekli miydi (bence gerekliydi az çok) bu ayrı bir tartışma konusu.

uzundur süren bir sessizlik/uzaklık içerisinde kalmam ise daha çok kendi yaşamımdaki süreçlerle ilgili oldu. bazen bazı şeyler için beklemek gerekir, açıkçası bir iki kişisel anlaşmazlık dışında kişisel olarak buradaki insanlarla bir sorunum olmadığını sanıyorum.

monokl'un görsel şiir'i hep önemsediğini ve önemsemeye devam edeceğini bir kez daha vurgulamak istiyorum. edebiyat ve sanat adına iş gören insanlar arasındaki tatsızlıkların durumu beni pek ilgilendirmiyor, doğru bildiğim yolda ilişkilerim içerisinde kalmaya devam edeceğim. bu saçmalıkların bana bulaşmasına müsade etmemek için mücadele etmeyi sürdüreceğim.

nisan ayıyla birlikte kendi adıma rahatlayacağım, ilk elden kılavuz'un ele alınması gerektiğini düşünüyorum. ben bu yönde bazı önerilerde bulunacağım.

bu yeni bir başlangıç değil, ben kendi adıma zaten hiç bitirmemiştim, sadece aralamıştım. olan sadece hegel'in deyişiyle daha yüksek bir bilinç biçime doğru gidişteki tatminsizlik ve şaşkınlıktır. nesnelerimiz artık öz-bilinçlerimizi tatmin edemez hale geldi, doğal olarak fırtınalar kopacaktır.

bu-zamanda delik açmak için görsel şiir en temel araçlardan birisidir, ama araç olarak bilinenin aksine kendi-dışındakine değil kendisine uygulanacaktır...ayrım budur.

v.ç.