Dijitalin Poetikası

Birincil sekmeler

Franck Cormerais Fransızcadan çeviren: Zeynep Cansu Başeren

“Duyarlığın makinasal dönüm noktasının – ve esas olarak, duyarlı olanın soykütüğünün bugünkü hiper-endüstriyel evresine, denetime ve estetik koşullanmaya adanmış aygıtların çağında [...] -, yapılış ve davranış bilgisinin yeni biçimlerinin ortaya çıkışı, makinasal dışsallaştırmanın dijital evresinde gizil olarak içerilen yeni varoluş kiplerinin ortaya çıkışı uğruna bir savaşa girişilmelidir.”

B. Stiegler

[toc hidden:1]

Franck Cormerais Fransızcadan çeviren: Zeynep Cansu Başeren

“Duyarlığın makinasal dönüm noktasının – ve esas olarak, duyarlı olanın soykütüğünün bugünkü hiper-endüstriyel evresine, denetime ve estetik koşullanmaya adanmış aygıtların çağında [...] -, yapılış ve davranış bilgisinin yeni biçimlerinin ortaya çıkışı, makinasal dışsallaştırmanın dijital evresinde gizil olarak içerilen yeni varoluş kiplerinin ortaya çıkışı uğruna bir savaşa girişilmelidir.”

B. Stiegler De la misère symbolique, cilt II. La catastrophe du sensible

“Dijitalin poetikası” tuhaf bir nominal dizim olarak endam eder. Bu dizim, iletişen makinelerle ilintili çeşitli ifade pratiklerinin sonucudur. Bu poetikanın “yakın çevresi”ne, onun dijitalin estetiğiyle ya da “yeni imajlar” alanıyla karıştırılmayacağını önceden varsayarak yaklaşmayı rahat ve uygun bulabiliriz. Dijital olanı güzel sanatlar sahasının dışında bırakmaya dayanan bu çifte indirgeme karşısında, dijitalin poetikası, çağdaş bir ifadenin koşullarının, bu ifadenin teknolojik alt katmanlarından, başka bir deyişle, dayanaklarından ve biçimlerinden yola çıkılarak yeniden incelenmesine fırsat tanır.

Böylelikle, dijitalin poetikası kendisiyle bağlantılı olan söyleme ve bakma düzenlerini [régimes], yapma biçimlerine eklemler. Bu düzenler, teknolojilerle karşılaşmasında düşüncenin etkililiğine işaret eden birtakım sunulabilirlik kiplerini harekete geçirir.

Bu bakımdan dijitalin poetikası, “mekanize yeniden üretim” teknolojilerinden “bilgisayarlaştırılmış yaratım” teknolojilerine doğru gitmek amacıyla kitle iletişim araçları çağını dönüştüren bir tarihsel oluşuma eşlik eder. Bu geçiş, poetikayla ilişkili alanın soğukkanlı hesabın nüfuzu tarafından ele geçirildiğini görme pahasına, dijitalin poetikasında belirli bir kararlılık bulunduğunu varsayar. Sanatın çağdaş kültünün yeniden sorgulanışının düğüm noktasını oluşturacak olanlar da belki de yaratım alanının genişlemesi ve bu genişlemenin ortaya attığı sorulardır.

Dilsel bir dönemeçten sonra, ifadesel pratiklerin tam kalbine tekniğin harekete geçirilmesini yerleştiren bir “teknolojik dönemeç”ten bahsedilebilir. Başka bir deyişle, teknolojiye başvurmadan sanat yapılamaz. Bununla birlikte sanat, ayrı bir alan olarak değil, tekniğin dolayımıyla bir yapıt (nesne) üreten bir pratiğe dönüş olarak görülmelidir. Teknolojik dönemeç, önceliği yapmaya değil, söylemeye veren ilişkinin tersyüz edilişi olarak kendini gösterir. Yani dijitalin poetikasının adresi, yapmanın ve söylemenin iç içeliğidir, diyebiliriz.

Poetika, tüm semiotik malzemenin (ses, insan sesi, müzik, metin, imaj) kodlanması olarak anlaşılan dijitalleşmenin paradigmasıyla karşılaşmaktadır. Dijital olan, manipülasyonla kullanıma sunulabilen bir çeşit genel eşdeğere dönüşür. Bu durum, yani yazılımlar aracılığıyla semiosis’in düzenini denetim altına alma, dijital olanı, biçim kavramının üstüne binmekte olan format kavramı üzerinden düşünmeye sevkeder bizi. Başka şekilde söylersek, ifade pratiklerinin alt katmanları olan teknik formatların harekete geçirilmesi olmadan ifade biçimi olamazmış gibi görünmektedir. İfade pratikleri ille de eylem ve ifade arasındaki ilişkilerin dönüşümüne mi açılmaktadırlar?

Bu sorgulamalar bizi, semiosis’in manipülasyonunun “yapma sanatları” sorununa eklenişini anlamak üzere “katılım” kavramını yeniden incelemeye götürür. Ama dijitalin poetikası kendi özgüllüğünü, bir parçası olma (metexis) durumunda bulur. O halde dijitalin poetikasının, sanatı toplumsal pratiklere yaklaştıran paylaşıma açık bir yapışa doğru götürerek başlattığı bir dönüşümden söz edebiliriz. Dijitalin poetikası böylece bağlanımlı sanatın ve avangardların sorularını yerlerinden eden bir po(e)litika olarak ifadenin “teknolojik dönemeç”ini anlamaya olanak sağlayabilir. Düzenlemelerin ve interaktif enstalasyonların ilişkisel sanatının karşısına yerleştirmek üzere dijitalin poetikasını ve genelleştirilmiş bir “parçası olma” durumunu çağırıyoruz.

“Dijitalin poetikası” ve yapmanın statüsü

Dijitalin poetikası anlamını belirli bir sapma mantığından ve de poetikayı edebi yaratım kuramlarına sokan geleneksel kabullerin yerlerinden edilişinden alır, bu sonuncusu Aristocu kökendendir. Biz kendi hesabımıza, bir türün biçimsel özelliklerini tanımlamaya uğraşmıyoruz. Bir yapıtın meydana gelişini komuta eden ilkeleri, yani onun bir nevi “poetik sanatını” da aramıyoruz.

Bizim “dijitalin poetikası”nı sunuşumuz daha ziyade, yapma ile teknik arasında bir yakınlaşma tertip etmekten oluşmakta. Bunun için de, poiesis’e geri dönüyoruz. Bu kavramı kullanmadaki amacımız, söyleme ile olan ilişkisinde yapma’nın statüsünün maruz kaldığı dönüşümün sonuçlarını anlamak için bir güzergâh önermektir. Dijital olana dair deneyimi koşullandıran şeye doğru yeni bir bakışa izin veren sorgulamamızı poiesis’le birlikte yürüteceğiz. Söyleme’nin yapma’yla olan ilişkisinin yeni bir nesnelleştirilmesi gibi görünen şeyin, sözün ve yazılı şeyin karşıtlıklarının, gerçek olanın ve sanal olanın, kurgusal olanın ve tanıklığın bir yeniden dağıtımı olarak sunulmasıdır dijitalin poetikasıyla söz konusu olan.

Poetika ve techne’nin geri dönüşünün anlamı

Tekniğe geri dönüşün, onun çağımızda yeniden ortaya çıkışıyla ilintili olduğunu belirtelim. Bu olayın hakkında konuşmak niyetinde olduğumuz çifte anlamı, klasik poetikayla “yapma” arasındaki ilişkinin incelenmesinde kendini ele verir. Poetik girişimin içinde bulunan pratik eğer dile özgüyse, dilin, “edebiyatı doğuran ‘sözlü olan’ın tekil kullanımı” olarak anlaşılan bir söyleyiş'idir. Techne’nin geri dönüşünün ilk anlamı böylece, yapma'yı söyleme'nin bir kipi haline getirerek onu örten Batı geleneği tarafından düzenlenen bir unutuşun göz önüne alınmasıdır. Aristo’da mevcut olan bu “yapma”, poiesis’in doğasına içkindir. Kayda alma yoluyla istikrar kazandırılmış bir dışsallık içinde, bir pratiğin yazıtları olarak yeniden keşfettiğimiz bu yapma'dır.

Techne’ye dönüşün ikinci anlamı, bu kez daha doğrudan bir şekilde, Batı’da, bugün teknobilimsel hale gelen bir rasyonalitenin gelişimi içinde inşa edilmiş şekliyle teknolojik boyutu işin içine katar. Bunun yanında “yapma”, “söyleme”yle enine boyuna karşılaşmaktadır, bu kez dijital olan ile. Düşünsel teknolojiler bugün yeni bir evreyle tanışıktırlar.

Söyleme'nin “teknolojik kılınmış” bir yapma tarafından çoğaltılması, poetik “yapma”yı görünür olanın patlayıp saçılması içinde bir “üretme” olarak buluşumuza işaret eder. Haklı ve aynı zamanda paradoksal olarak, dilin nüfuzunu başından savmak içindir bu. “Yapma” ve “söyleme”nin ilişkisine ve bu iki kavramın tertibine yeni bir hareket alanı sunmayı amaçlıyoruz. Yakın zamana ait bir geleneğin poetikasını açığa çıkararak bu konuyu ele alacağız şimdi.

Edebiyat kuramına hapsedilen poetika

En bilinen ilk kabul, poetikayı edebi nesne üzerine bir söyleme indirger. Bu tutuma karşı tepki olarak da, yapma'nın “ele geçiriliş”inden kendimizi kurtarmaya doğru yöneliriz. Bunun için, poetikanın kökeninin “yazınsallığın” ötesine geçen bir yapma'da bulunduğunu yeniden teyit etmemiz gerekmektedir. Platon, Şölen’de imalatın çeşitli veçheleri üzerinde durarak poetikayı varlık-olmayan’dan varlığa geçişin anahtarı olarak görüyor ve ona böyle bir tanım kazandırıyordu. Benveniste’in, Hermes’in Homeros ilahisi hakkında bize hatırlattığı üzere “şair var eder; şeyler onun şarkısından zuhur ederler.” Bu alıntı, bize göre “yapma'nın söyleme'nin içine hapsedilmesi” olan şeyi açıklayan kaymanın zorunlu olduğu fikrini pekiştirir. Bu hapsolunma şiir (poiema) ile şair (poietes) arasına yerleşecek olan farka dayanmaktadır. Poiein’den (yapmak, üretmek, iş dolayımıyla gerçekleştirmek) türeyen bu kavramlar bizi bağımsız bir yapıt üretme eyleminin ilk anlamından uzaklaştıracaktır. Poetikayı ilksel olduğu varsayılan bir sözlülüğün özgül yöntemlerine indirgeyen dil alanı tarafından imal edici eylemin ele geçirilişine hizmet eder bu kavramlar.

Anlamsal düzeyde alışıldık olarak poetika sözcüğünün en az iki kullanımı belirtilir: 1) İyi yazmayı mümkün kılan kurallar, uzlaşımlar ve dizeleştirmeye değgin düsturların bütününü bir araya getiren didaktik bir eser söz konusudur. 2) Şiirsel olan bu kez, bir şairin, bir şiir ekolünün ya da bir dönemin, şiir yaratımı üzerine teorisi olarak anlaşılır. Bu çifte anlamsal biçim Aristo’nun Poetika’sıyla başlar ve Horatius’tan (Ars Poetica) beri şairlerin poetika sanatı üzerine kalem oynatmasıyla süregider. Bundan böyle bizim Batı geleneğimizi boydan boya katedecektir. Dijitalin poetikasıyla ne kastettiğimizi açıklığa kavuşturmak için bu mirasın markajından kendimizi kurtarmamız gerekmektedir.

“Poetika sanatı” ifadesi bize totolojik görünmektedir: Sanat bir “yapma biçimi”ni anlatırken, “poetika” zaten imalat kavramına göndermektedir. “Yapma'nın yapılması” bir bakıma, dilin yukarıda değindiğimiz ele geçirilişini ilan eder. “İmalat yapmanın bu biçimi” böylece dilin kullanımına dair usullerin incelenmesinin eşanlamlısı haline gelir.

Her şeyin dilin içine sokulmasından mürekkep bir tutum karşısında, dijitalin poetikasını daha farklı şekilde, yani yapma ve söyleme pratiklerinin genişlemesinden yola çıkarak, kendini ifade edebilen bir yapma'nın eylemi olarak görmek bizim için önemlidir. Bunun için de, sözün poetikanın özü olarak öncelik sahibi olduğu önermesine dönmek gerekir. Bu konumlanış fenomenolojik akım içinde kendini gösterir. Mike Dufrenne şöyle yazmıştır: “Tipografik düzenleme yapıtın hem okunma biçimine hem de anlaşılmasına yön verir, ama şiir bir sestir.” Şiirin sese in fine indirgenmesinde söyleme'nin önceliğini buluruz, bunu Derrida’nın yerdiği bir “sesmerkezcilik”e bağlamak gerekir. Dijitalin poetikası sözsel olana indirgenemeyen bir ifadeselliğin içkin kapasitelerini araştırır.

Dilbilimlerinin içinde çözünmüş poetika

Dijitalin poetikası başka bir perspektifle daha uzlaşmazlık içindedir, dilbilimlerinin perspektifiyle. Jakobson, 1960’ta Indiana Üniversitesi’nde verdiği “Dilbilim ve Poetika” adlı konferansta poetikayı sözsel ileti ile sanat eseri arasında bir ilişki kurarak karakterize eder. Dilin beş işlevini gösteren bu kanonik metinde poetika dilbilim tarafından yeniden ele alınmaktadır. Poetikanın bir kez daha, ama daha öncekilerden farklı bir şekilde kendini nasıl ilhak edilmiş halde bulduğunu gösterelim. Jakobson poetika ve dilbilim arasındaki ilişkilere bütünsel bir bakışın tarifini yapar: “Poetikanın nesnesi her şeyden önce, şu soruya cevap vermektir: Sözsel bir ileti, bir sanat eseri haline nasıl gelmektedir? Dil sanatını diğer sanatlardan ve sözsel tutumların diğer çeşitlerinden ayıran özgül ayrım ile bu nesne arasında nasıl bir ilişki vardır? Poetika edebiyat çalışmaları arasında ilk sırada gelmektedir.” Poetik yaklaşımda sözlü olanın önceliği burada tekrarlanmış ve sanat yapıtıyla üretici eylem arasındaki ayrışma savuşturulmuş bulunur. Poetikayı ele almanın bu biçiminde, ileti kavramına poetikaya özgü imal etme karşısında ayrıcalık tanıyarak sanatsal pratiklerin karşısına enformasyon bilimlerini koyan dil bilimlerinin karakteristik bir özelliğini buluruz. Bunun sonrasında Jakobson poetikayı ilhak eder: “Resim sanatının analizi nasıl resimle ilgili yapılarla uğraşıyorsa, poetika da aynı şekilde dilsel yapılara dair sorunlarla ilgilenir. Dilbilime ve dilbilimsel yapıları inceleyen bütün bilimlere benzer şekilde poetika da dilbilimin tümleyen bir parçası olarak görülmelidir.” Sanat yapıtına birleşimsel özellik atfeden bu yapısal yaklaşım ile, aralarında “poetik işlev, ayıklama ekseninin birleşim ekseniyle eşdeğerliliği ilkesini yansıtır” önermesinin de bulunduğu altmışlı yılların yeni kuramsal paradigmaları arasında bir ilişki kurulmalıdır.

Jakobson’da poetikanın söylem analiziyle bütünleştirilmesi o halde şöyle anlaşılabilir: “Sözcüğün geniş anlamıyla poetika poetik işlevle yalnızca şiirde değil, ki burada bu işlev dilin diğer işlevlerine üstün gelir, şiirin dışında da ilgilenir.” Poetikanın bu şekilde genişlemesi Jakobson’un karşısına şiirin bilgisine sahip olmanın zorluklarını çıkarır, şiir daha büyük bir bütünün, yani dilbilimin bir parçası olduğu zaman bile. Bunun için Jakobson şöyle yazmak durumunda kalmıştır: “Şiir, söylemin ve onun tüm bileşenlerinin –bunlar ne olurlarsa olsunlar- topyekün bir yeniden değerlendirilmesini içerir.” Soruna yol açan tam da bu yeniden değerlenmedir, bunu daha sonra göreceğiz. Bu noktada ise Henri Meschonnic’in ifadesiyle şiirsel olana Jakobsoncu yaklaşımın “salt sentagmatik, retorik ve durağan olup Jakobson’un biçimin içinde boğduğu şiire ait dilbilgisel ve sözsel bir kavrama götürdüğünün” altını çizelim. Karşı karşıya olduğumuz, yapıtın bağımsız üretici eylemini bir ayıklama-birleştirme oyununa indirgemesiyle, poetikanın bütün içeriğini çekip alarak onun içini boşaltan bir biçimciliğin varlığıdır.

Jakobson’da poetikanın dilbilim tarafından aleni bir şekilde yeniden değerlendirilişinden çok, poetikanın özgüllüklerinin bu bilim içinde nasıl yokolduğuna verelim dikkatimizi. Poetika üzerine yapıtlarından birinde Tzvetan Todorov, poetika ile edebi yapıtı nesne olarak alan diğer disiplinler arasında bir uyuşmazlık bulunduğunu gösterir. Bu da Todorov’u poetikanın Batı tarihindeki içindeki eğreti konumunu kabul etmeye yöneltir: “Böylelikle poetika son derece eğreti bir rol üstlenmeye çağrılır: Söylemlerin “açığa vurucusu” olarak iş görecektir çünkü söylemlerin en az şeffaf olan türlerine rastlanan yerdir şiir. Ama bu keşfin yapılmasıyla birlikte, söylemlere dair inceleme alanının açılmasıyla birlikte, kendi asıl rolü pek aza indirgenmiş olur [...]. Poetika, henüz yeni ortaya çıkmışken, kendi getirilerinin gücü tarafından genel kültürün mihrabında kendini kurban vermeye çağrılmıştır. Onun bu kaderi karşısında üzüntü duyulması gerektiğiyse kesin değildir.”

Böylesi bir tutumun bilimselciliği artık, edebiyat kuramı çalışmaları sahasında poetik olanın yalnızca aza indirgenmesine değil, onun ortadan kalkışına dahi götürür. Poetikanın dil bilimleri tarafından ilan edilmiş yokoluşu, episteme’nin tam karşısında duran yapma’nın varlığının dilbilimsel yapısalcılık tarafından reddedilmesine tanıklık eder. Edebiyat kuramlarının kapatılması ve poetikanın dil bilimleri içinde yokolması karşısında bizim tutumumuz yapma ile söyleme arasındaki ilişkiyi başka türlü sorunsallaştırma yönündedir. "İfade pratiği olarak poiesis" sorusu techne tarafından açıklığa kavuşturulabilir, bu da plastik sanatların halefi olabilecek dijital sanatların alanına hapsolmayı dışlar. Bir yapma sanatına doğru gidebilmek için yeniden yargılanacak olan, sanat ile yapma arasındaki ayrışmadır. Burda söz konusu olan, daha geniş bir kavrayışa, yapmanın ve onun çeşitli içerimlerinin yeniden keşfine doğru yönelebilmek için dijitalin poetikasını dilin ardiyesinden çıkarmaktır. Böyle olmazsa eğer, poetik söylemin ifadesel pratiğine ilk önce edebiyatın sonra da bilimin dayattığı şeyi dijitalin poetikasına da çektirmiş oluruz.

Dijitalin poetikası ve semiosis’le karşılaşma

Edebiyat kuramının çıkmazından ve dilbilimsel biçimcilikten kurtulmuş olan dijitalin poetikası- yapma’nın söyleme’yle olan ilişkisinin yeni bir nesnelleştirilmesinin statüsü sorununa girişmemiz gerekmektedir. Dijital olanın araçlarının ifade pratiği tarafından kullanılmasının söyleme üzerindeki etkilerini göstermemiz icap edecektir. Yapma sanatları ile söyleme sanatlarının karşılaşması durumu bir dönemeç olarak ele alınabilir, bunu söyleme’nin yapma’yla olan ilişkisinin bir tersyüz oluşu olarak düşünmekteyiz: Bizi ilgilendiren süreçte yapma, söyleme’den önce gelmektedir. Bu dönemeç, gramatikleşmenin yönünün enformatik teknolojileri tarafından değiştirilmesini ifade eder ve anlamın dijital olan tarafından izin verilen nesnelleştirilmesinin göstergenin işlenmesinde yeni bir çağ başlattığını gösterir.

Anlamın yeni nesnelleştirilmesi, yazılımlar dolayımıyla binary digit içine önceden kodlanmış semiosis’in işlenebilme olanağına yaslanır. Bu işlem ifade pratikleri için yeni koşulların önünü açar ve dijitalin poetikasının, yapma’nın yaratımdaki statüsünü sorgulamasına izin verir. Bu sebepten ötürü, dijitalin poetikasını bir başka elverişsiz yoldan daha açımlamamız gerekmektedir. Bu, dijitalin retoriğinin yoludur (teche-rhetorike). Traverse dergisi bu çizgi dahilinde, “teknolojinin retorikleri” adlı bir sayı hazırlamıştı. Bu yönelimde teknolojinin retoriği, teknoloji söylemleriyle ilintili bir ikna edici söylemler sunumu ile mevzubahis teknolojilerin mümkün kıldığı dilsel ifadenin sunumunun kesişim noktasında bulunur. Yaratıma götüren ifade sürecinin teknik boyutunu göz önüne alma teşebbüsü olarak yorumlanabilecek bu yaklaşım ile ileri doğru bir adım atılmış oldu.

Dijital nesnenin statüsü, nesneye atfedilen klasik özelliklerin düzenini bozar. Rasyonalizme göre nesne, öznenin bilincinin şeffaflığı önünde engel teşkil eder. Benzer bir fikri, taşlaşma, katılaşma hatta hareketsizlik ve ölüm yananlamlarına sahip olan “şeyleşme” kavramında buluruz. “Nesneler” ve “şeyler sistemi”nin yabancılaşması karşısında nesneye daha farklı bir statü atfetmek gerekir. Özne, nesneyi ve kendisini tanımak için nesnenin etrafında dönenip durur, nesne özneye nesnel bilgi bahşetmektedir. Michel Serres bu olguyu “teknik nesnelerin egzodarwinizmi” [exodarwinisme] ifadesiyle vurgular. Dijital nesnelerin işlenmesi, techne’nin dijitalin poetikasını zorunlu kılan dönüşünü getirir. Yazılımların araç olarak kullanımıyla nesnelerin işlenmesinin yol açtığı yön sapması, dijitalin poetikasını, figür kavramının kullanılmasıyla kanaat alanından ifade alanına doğru kayacak bir retorik üzerine doğru alçaltmamalıdır. Biz bilakis, dijitalin poetikasının hakkını şu hipotezle vermeyi amaçlıyoruz: Şiirin kendisi kültür endüstrilerinden silinirken, “poetika”yı ön plana çeken bir dönemece tanıklık etmekteyiz. Bizim yönelimimiz, dijital teknolojilerin mümkün kıldığı ifade pratikleri üzerinde düşünmeye sıkı sıkıya bağlıdır. İmal etmenin, algının, alımlamanın ve bilişin, ifade malzemesinin (gösterge, ses, metin vb) dijital olarak kodlanışıyla ilintili olan yeni düzenlerini kastetmekteyiz bununla. Dijital olanın ifade edilişini şiirselleştirirken model olarak aldığımız dil bilgisi değil, yapma’nın statüsünün, ifade pratiklerinin yenilenmesi olarak aldığımız dönüşümüdür; bu yenilenmeyi çoklu ortamın [multimedia] semiosis’inden yola çıkarak ve bütün çeşitliliği içinde incelemeyi hedefliyoruz.

Yapma sanatlarının, teknik nesneleri harekete geçirme yoluyla yenilenişlerini anlamak için “pratik”e geri dönelim biraz. Michel Serres, pratiklerin düzeninde mevcut olan bir karşılıklılık bağıntısı üzerinde durur: “Yapıt, nesneyi nasıl işliyorsa, iş de özneyi o şekilde açımlar.” Nesnenin mutasyonu, işin de bir mutasyonunu içerir ve bir zamanlar hareketsiz olan nesne, karmaşık bir yapıntı haline gelir. Semiosis’in teknik nesnelerinin olanaklı kıldığı dijitalleşme, Francis Ponge’un önermesini somutlaştırır: “Nesne poetikadır.” Böylelikle, yeni bir “şeylerin tarafı”nı tahayyül edebiliriz; bu “şeylerin tarafı”nda dijital nesne, yapma’nın statüsünü yenileyen bir poetikaya açılır. Dijital nesnenin nesnelliği, semiosis’in dijitalleşmesi ve manipülasyonu yoluyla, poetika ile teknik, sanat ile bilim arasındaki eski paylaşımlarda gedik açar.

Dijitalin poetikası, poetika/teknik, sanatçı/sanatsever, yazar/okur gibi klasik karşıtlıkları sorgulamak suretiyle, etkinlik yoluyla yaratılan nesnenin kademesini yükseltir. Ne yapmalı? Ne demeli? Yapma sanatıyla söyleme sanatını birbirlerine eklemleyen dijitalin poetikasının programı aşağı yukarı budur. Bu ille de nihai sebeplere dönüşü mü ifade etmektedir? Aristo’nun, nihai sebepleri teknik nesneye değgin olarak tasarladığını hatırlatır bize Michel Serres: bir nesnenin, “nasıl” (bilim) ile ilişkili olarak yapılmış olmasının “ne için”idir bu. Bizim hipotezimizde dijitalin poetikası, 18. Yüzyıl’da özgürlüğün icadına koşut şekilde, özgürlüğün “yeniden icadı”na katkıda bulunmalıdır. Aydınlanma’yla yüzleşme, yapıtın (opus) statüsünü sorgulamaya götürebilir. Modernlik klasik poetikayı terk ettiğinden, dijitalin poetikasının değişik uygulanışlarını tartışmak ve 18. Yüzyıl’ın kurallara yönelik çekincesini ve yeni türler oluşturmuş olmasını vurgulamak amacıyla, üretilmiş yapıtın statüsünü tartışmaya dönmek gerekmez mi? Diderot’nun estetiği 17. Yüzyıl poetikasına karşı gelir. Lessing’in “Laocoon”u dramı trajedinin karşısında konumlandırır. Türlerin “doygunluk noktasına ulaşması”na değin kuralı yerinden etmekten bahsediyoruz.

[...]

Bir karşıtlıklar dizisinin, yeni bir eleştirinin tıkanıp kalmasında parmağı olduğunu ekleyelim: yapının ve ilişkinin, praxis’in ve metexis’in, yapma’nın ve söyleme’nin, sayının ve metnin karşıtlıkları. Yerinden edilmesi, yapıbozuma uğratılması gereken işte bu ikilikler toplamıdır. Dijitalin poetikası, duyarlığı biçimlendirmeyi ve imgeleme yön verici şemalar önermeyi amaçlayan estetik savaşın bağlamında konuşlanır ve harekete geçer. Bu estetik savaşa, duyarlığın savaşbilimi [polemoloji] (tinlerin savaşının psikolojik ve toplumsal olarak incelenmesi) eşlik eder. Bu yüzden po(e)litika, politik olanın ve sanatın alanının genişlemesi üzerinden tasarlanır.

Kaynak: Poétique(s) du numérique, Kolektif, L’entretemps éditions, 2008, Montpellier içinde Franck Cormerais, Pour une poétique du numérique s. 21-34

Dosya eklemeleri: 
EkBoyut
PDF simgesi pdn.PDF1.22 MB