1950 yılında, Nuri İyem, Ferruh Başağa ve Fethi Karakaş, Beyoğlu; Asmalımescit Sokağı, S. Önay apartmanının çamaşırhane olarak kullanılan çatı katını atölye olarak kiralarlar. Çoğu öğrenci gençlere, resim kursları verdikleri bu mekânda, Tavanarası Ressamları adlı bir kümenin oluşumu da gerçekleşmiş oluyordu. Nuri İyem'in çalıştırmasıyla bir araya gelen Tavanarası Ressamları; Erdoğan Behnasavi (Behnasov), Baha Çalt, Atıfet Hançerlioğlu, Seta Hidiş, Ömer Uluç, Haluk Muradoğlu, Ümit Mildon, Vildan Tatlıgil, Yılmaz Batıbeki (Atıf Yılmaz); çoğu değişik alanlarda öğrenimlerini sürdüren ve resmi bu atölyede öğrenen bir kümeydi. İlk sergilerini bir yılı aşmayan çalışmaları sonucu Mayıs 1951 ayında Fransız Konsolosluğu'nda açan gençleri, Fikret Adil'in “Altı ayda İngilizce gibi, altı ayda resim” eleştirileri ile yeni sanatı ancak kitap ve reprodüksiyonlardan öğrendiklerine ilişkin Akademi görüşü, kızdırıyordu.
Kısa sürede sergi açmayı başaran küme, Akademi ve Akademi yönetimini elinde bulunduran d Grubu'nu eski/gelenekçi/kopyacı olarak suçlarken Mehmet Fuat da bir dönem toplumsal resim yapmak isterken, şimdi soyut sanatın başını çeken sanatçıları eleştiriyordu. Resim çalışmalarını Akademi dışında yapan Tavanarası Ressamları, yeni sanatın “teyemmüm”le elde edilemeyeceğini yazan bir akademi hocasının “biz henüz klasik devreyi bile geçirmedik, binaenaleyh yeni resme girmekte acele etmemeliyiz” görüşüne, Tunç Yalman'ın 27 Mayıs 1951 tarihli Vatan gazetesinde çıkan bir yazısıyla yanıt veriyorlardı. Onlara göre geçmişimizde batılı anlamda bir resim olmadığı için klasik resim yapmak da bir tür taklit olacaktı. Çağı yakalamak geçmişi yeni baştan yaşamakla başarılamayacağına göre bu tür eleştirileri anlamsız bulmaktadırlar. Tavanarası Ressamları, kendinden önceki bütün sanat oluşumlarına özellikle de d Grubu'na karşı çıkmaktaydı. B. Tomris iki kuşak arasındaki karşıtlığı şu biçimde dile getiriyordu:
“Çağımızın plastik sanatı karşısında kim geçmişin eserlerine fazla hayranlık gösterirse onun mahdut zekalı bir insan olması gayet tabidir. Geçmişteki bütün şeylerin bir daha dirilmemek üzere ölmüş olduğu ve şimdi her şeyin değiştiği bir çağda kendi zamanına uyarak eser yaratmak gerektiği bilinmelidir. O halde neden hala bugünün sanat anlayış şekline göre resim yapanlara akademikler hücum ediyorlar? Bunda biraz da kıskançlık ve aciz sezilmektedir. Zira artık eskiler, yani akademikler eser veremez bir hale gelmişlerdir. D Grubu tarihe karışmıştır. Bugün memleketimizde yeniler grubuyla tavanarası ressamlarından başka ayakta duran bir grup kalmadığını söyleyebiliriz. Modern sanatı bütün canlılığı ile temsil eden bu iki grubun durumu eskileri gerçekten endişeye düşürmüş bulunuyor. Tavanarası ressamları ile eskiler arasındaki münakaşanın esası bundan ibarettir.”
Tunç Yalman'ın yazısından;
“Klasik resim ne için bize daha yakın oluyor, bu sahada mazimiz olmadığına göre işe bu zaviyeden bakılacak olunursa o da bir nevi taklittir. Gelelim bugünün cereyanlarına ayak uydurma işine. Elbise inkılâbını yaptığımız zaman, kadınlarımız eski Yunan kıyafetinden başlayarak garp aleminin bütün geçmiş kıyafetlerini hazmetmeli ve ondan sonra mı yirminci asrın elbiselerine bürünmeliydiler?” 27 Mayıs 1951 Vatan Gazetesi