Jacques Derrida'nın Şiir Nedir adlı kitabında geçer1). Belleğin Tutumluluğu ve “Yürek”ten söz ederken aynı eksen üzerinde, Derrida, şiiri kirpiye benzetir.
Derrida, kitapta bu konudan şöyle söz ediyor:
“Şiirin bir yetisi olarak anlatabileceğin bir fabl, simgesel bir öyküdür. Birisi
sana
,senin için
, senden, senin hakkında yazıyor. Hayır, sana yöneltilmiş, sana bırakılmış, sana emanet edilmiş bir belirti düzenlemeye eşlik eder; gerçekte seni oluşturur ve sana senin kaynağını verir, seni yaratan ve sana bir yer, kalacağın bir yer veren bu düzeni/e kurar/uyar. Beni yok et, ya da öyle davran ki benim desteğim, sana sunduğum temelim, dayanağım, dışardaki dünyada görünmez olsunlar (Bu tüm çözümlerin, tüm ayrımların aşkınlık tarihinin ayırıcı silsilesidir). Her durumda, öyle yap ki işaretin geliş yönü bundan böyle bulunamaz veya tanınamaz olsun! Şu sözü ver: değişsin, bulanıklaşıp belirsizliğe dönüş(tür)sün, belirsizleşsin, kendilimanında
(en son port
): Bundan hem yola çıkılan kıyıyı, hem de aktarımın gerçekleştiği göndergeyi anlayacaksın. Harflerimi (mektubumu) yiyip, tüket, onları senin bedenin haline gelmiş bir yazının yasası gibi içinde taşı ve aktar: Kendiliğinden yazı… Bir düzene koymanın hilesi, öncelikle salt ölüm ihtimalinden yani bir aracın sonlu varlığa sürüklediği tehlikeden esinlenir. Felaketin yaklaştığını seziyorsun. Sonrasında kendiliğinden bu cazibeye kapılmış, yürekten etkilenmiş, ölümlülerin arzusu, sende bu nesneyi (chose) unutmaktan koruyan hareketi uyandırır. (Çelişkili bir hareket, beni muhtemelen takip ediyorsundur: Çifte zorunluluk, aporetik bağlılık); bu hareketin unutmaktan korumak istediği nesne, ölüme maruz kalır ve aynı zamanda da -(nesne tek kelimeyle bir kirpinin adresi, hitabı, otobanda yusyuvarlak kapanmışçasına kendini geri çekip uzaklaşması ve kendinden mahrum bırakılmış hayvan gibi kendini korur. İnsan onu eline almak, onu öğrenip anlamak ister (l'apprendre et le comprendre
), onu kendisi için ve yanında alıkoymak ister. Onu kendi özel yapısı ya da şekli içinde alıkoymayı ve korumayı seversin; eğer genel bir şiirsellikten değil de şiirden söz edilseydi-:Yerine hiçbirşey konulamayan sözcük aynılığında
alıkoymak ve korumak.Ama şiirimiz ne isimlerde ne de kelimelerde yer alır, onların içinde değildir, öncelikle sokağa, yola ve kırlara atılmıştır; aklına gelip, o anda kendinde, kendi içinde yusyuvarlak kapandığını, geri çekilirken daha da çok tehlike altında olduğunu anımsaması gerçekleşse bile, dillerin ötesinde bir şey (
chose
); işte o zaman kendini savunduğunu ve açıkladığını sanır. Kısaca söylemek gerekirse: sen, benzersiz bir biçimi, dokunulmaz niteliğin, idealiteyi, ideal anlamdan, nasıl derler, harf bedeninden ayırmayan bir olayı (yürekten) ezberleyebilmeyi istiyorsun. Bu mutlak ayrılmama isteği, mutlak olmayan mutlak: İşte buraya şiirselliğin kaynağını esinlersin. Hayvanın kendi adına her şeye rağmen istediği harfin aktarımına olan sonsuz karşı koyması işte buradan kaynaklanmaktadır. Bu da kirpinin yıkımıdır. Peki yıkım (detresse
) hattasıkıntı
ne ister? Kelimenin tam anlamıyla -stricto sensu
- kendini korumak ister. Öngörü şuradan gelir: Beni çevir, nöbetimi tut, bir süre daha beni koru, kendini kurtar, kaç, otobanı terk edelim. Böylece sendeezberleme/yürekten ezbere öğrenme (apprendre par coeur)
gönlünün dikte yoluyla kendinden geçme düşü belirir. Tek kelimeyle: Bu hem imkânsız olandır, hem de şiirsellik deneyimdir. Sen yüreği henüz tanımıyordun, şimdi tanımaya başladın. Bu deneyimden ve bu anlatımdan hareketle ben, yüreği öğrenen hatta yüreği icat eden, son olarak da yürek sözcüğünün ifade etmek istediği ve kendi dilimde kötüyücoeur
(yürek
) sözcüğünden çok zor ayırabildiğimşeye
şiir diyorum.”