Görsel ve Somut Şiir Kılavuzu

Birincil sekmeler

Âlim Gür ve Sena Yaman (detaylı bilgi yazı sonunda) "Yeni Türk Edebiyatında Kaynak Olarak Manifestolar" başlıklı 93 sayfalık bir çalışma yapmışlar ve bahar 2010'da belirtilen yerde yayımlanmış. (Yanılmıyorsam yeni bir çalışma) Çalışmada görsel ve somut şiir kılavuzu'ndan söz edilen bölümler şöyle (pdf'in tamamına da yazı sonundaki linkten ulaşılabilir).:

...
...

[...]
Son olarak söz edeceğimiz manifesto metni, “Görsel ve Somut Şiir Kılavuzu‛dur. Barış Özgür, Deniz Tuncel, Serkan Işın, Şakir Özüdoğru, Volkan Çelebi imzalarını taşıyan bu metin önce Zinhar nu. 3’te yayınlanmış, Kasım 2005’te derlenip düzenlenerek ‚Görsel ve Somut Şiir Kılavuzu‛ ortaya çıkarılmıştır. (Selamet 2007, 56)
...

Metne dair edinilen ilk izlenim, anlaşılırlık sorunudur. ‚Görsel ve Somut Şiir Kılavuzu‛nun, bir manifesto metninden beklenen açıklık niteliğine sahip olduğunu söylemek zordur. Bu, diğer aksaklıkların da kaynağıdır. ‚ Görsel ve Somut Şiir Kılavuzu‛nda karşı çıkılan olgunun net olarak belirtilmemesi de metni manifesto tanımından uzaklaştıran bir husustur.
Görsel ve Somut Şiir yeni bir deneyim olarak sunulur. Bu yeniliğin, kaybolmuş‛ tekniklerin yeniden gündeme getirilmesiyle sağlanacağı bildirilir. Teknolojik bir olgu olarak değerlendirilen ‚yazı‛ya, görselliği sağlamada özel bir anlam yüklenir. Bunun için gerilere gidilerek yazı, şekil düzeyinde ele alınır. Onlara göre yazı(n)ın resimden gelen unsurlarla katıştırıldığı güzel yazı dersleri, yazı-resim ilişkisinin ilk ortaya çıktığı alan olmuştur. Harflerin şekilleri ile anlamları arasındaki bağ, ilk kez güzel yazı defteri, hokka, divit gibi ‚eski teknoloji‛ ile yürütülen derslerde kurulmuş, fakat bu bağ, belli bir noktaya ulaşamadan kopmuş, devlet yazı(n) üzerinde denetleyici tavır takınmıştır. Güzel yazı dersleriyle birlikte ‚kırtasiye‛ de bu faaliyetin bir ayağını oluşturmuştur. Böylece yazma, şeklî bir düzeye oturtulmuş; devletin ve özel sektörün müdahalesiyle ‚çizmek‛ olarak ‚düzeltilmiş‛tir. Matbaa, şiirdeki görselliği yok etmiş, bu türü bir kalıba sokmuştur. Şiiri hokka, divit gibi eski yazı teknolojisi araçları ve formuyla yeniden denemek mümkündür. Bu çerçevede, ‚Dilin gizli enerjileri ile tekniğin bu birleşmesi görsel şiirin en hakiki gösterisidir.‛ (Selamet 2007, 57) sözleriyle öngördükleri şiir tarzını tanımlamışlardır.
...

Uygulama önerileri, bir kelimeyi alıp hecelere bölerek bu malzemeyi sayfa üzerine yeniden yerleştirme çalışmaları yapmaktır. Bu işlem için kullanılabilecek malzemeler; kalem, kâğıt, makas, uhu, gazeteler, dergiler, kataloglar, internet siteleri, kelime işlemciler, print screen tuşudur. Şairin, bunlar arasından kendine uygun tekniği çıkarmak için denemelerini daraltarak sürdürmesi, son aşamada tek bir yöntem üzerinde yoğunlaşarak, onu çeşitlendirme çalışmaları yürütmesi önerilir. Bu yöntem, herhangi bir yazıdaki kelimeleri kesip torbaya doldurarak rastgele seçilen kelimelerle şiir yazmayı öneren Dadacıları çağrıştırmaktadır. Özgünlüğün bu denemeler sırasında tesadüfen ortaya çıkacağı ve duyumun, kendiliğinden bu tekniğe kayacağı ifade edilir. Bu noktada duyum, ‚şiirini yazmaya‛, anlamın yapısını kurmaya başlar. Duyumun belli bir tekniği geçersiz kıldığı durumların da görsel/somut şiir için bir başlangıç olduğu, bu ‚imkânsızlık anları‛nın şiire imkân verdiği belirtilir.
...

Değişen yaşamda ‚kuşatılmış‛ hâlde bulunan insanın bağlarını çözmede, yazı araçları düzleminde yürütülecek araştırmaların amaca ulaşmada hızlandırıcı bir etki yapmakla birlikte yetersiz kalacağı, düğüm noktasının anlamda yattığı ifade edilir.
...

Şiirin içerik olarak tüketim amaçlı, ferdîlikten uzak ve denetimli bir görünüm sergilediği, yüce ideallere, varlığın sorgusuna yönelen bireyin de ‚meta‛ın cazibesine kapılarak yönünü değiştirdiği söylenir. Bu noktada yeni şiirin misyonu şöyle belirlenir: ‚Görsel şiir, görüntü üstündeki tahribatı, kes-yapıştır yöntemleri, sayfa üzerine lekelemeleri Öngörülen şiirin mahiyeti şöyle açıklanır: ‚(görsel ve somut şiirde içerilen) ortaksızlık istemi, ki heterotopik olanın hayalidir bu: salt kurmacadır, bengiliği kendi içerisinden çıkaran tek yol olan-olmayan bir imkânı imkânsızlığın sınırına getirir ve orada Tin kendi yücelişini, görselliğin boyutu ve düzlemi aşmaya çalışan (sayfanın) boşluklarında, doluluklarında ve temsili yalnızca bir ayna olmaktan çıkarıp onu sayfada dolaysız olarak içerilmeyen (ama üzerine düşünmeye iliştirilen) şeylerin/nesnelerin sonsuz seyrinde bulur. Bu seyir insanı, dilini, bilinçaltını, dilöncesini şeylere yapıştırır ve hayal ile hakikat –harflerin, kırılan çizgilerin– gerilimin doruklarında birbirine karışır. Kafamızda yer eden şiiri sevmeliyiz ve korumalıyız çünkü o her daim aşılması gereken bir şeydir, insan gibi (gönderme: Zerdüşt) ve bu süreçte perspektifler zamanın ve mekânın bir üstgörüntüsüne doğru/eğri kırılır, oradaki –varlık olarak insan bundan böyle kendi görüntüsüne karışmıştır: bu, görsel ve somut şiirdir, işin tinsel boyutudur, us ile usdışı arasına yerleşir.‛ (Selamet 2007, 58)
...

Şiirin yapı taşı olan kelimelerin parçalanıp, somut şiirin, en küçük birim olan harften başlaması öngörülür. Bunun anlamı, yeni şiirin biriminin ‚harf‛ olduğudur. Bu tutum, Letrizmi hatırlatmaktadır. Harflerin ses ve görüntü olmak üzere algıda iki boyutu olduğuna değinilerek, görsel şiirin, harflerin şekillerinden hareketle yapılacak çözümlemelerle başlayacağı belirtilir. Tüm işaretlerin şekil düzeyinde bir karşılığı olduğu ifade edilir. Örnek olarak; ‚Ç‛ harfi, uçamayan bir balona benzetilir. Görselliği sağlamada kullanılacak teknikler; sunum, ahenk, tasvir, belagat, retorik, yineleme, benzeşim olarak verilir.
....

İfade aracı olarak harfi esas alan metinde, neyin dile getirileceği konusu da zçıklığa kavuşturulmaya çalışılır. Bundan dolayı manşetler, döviz kurları, logolar, bilbordlar, tabelalar gibi hayatın odak noktalarında yer alan sembolik nitelikli araçlara sıkça gönderme yapılır. Bunların ifade ettiği, kişide bıraktığı algının şiire yansıması, bu noktada görselliğin devreye sokulması gerektiği bildirilir. Yazının bir teknoloji olduğunun altı bir kere daha çizilerek, yazı tekniğiyle ilgili uygulamaların işlevsel kılınması, özellikle göz için kılavuzluk yapması öngörülür. Şiirde öne çıkan duyguların koyu ya da italik yazılarak veya altı çizilerek belirginleştirilebileceği söylenir.
...

Şiirin birimi olan harflerin veya kelimelerin dizilişinde anlamın yerine görselliğin esas alınması savunulur. Görsel şiir, ‚harflerin hiyerarşisine yapılacak bir saldırı‛ olarak tanımlanır. Görsel şiirin, alışılmışın dışında bir şey ortaya koyduğu, doğrudan varlığa yönelerek, soyut olguların somutlaştırılmasını amaçladığı açıklanır.
...

Görsel şiir için kılavuz niteliği taşıyan metinde bu tarzda şiir yazmanın yolları da gösterilir. Şöyle ki: Kâğıt 100 kareye bölünmüş bir bulmaca şablonu gibi düşünülüp karelere rastgele harfler yazılacaktır. Bu tabloda harflerin belli bir yeri olmadığı gibi, sabit bir anlamı da yoktur. Harflere geçici anlamlar yüklenen bu metin, soldan sağa düz olarak okunacak şekilde tek düzlemli bir yapıda kurulmuş da değildir.
Bahsi geçen logoların, manşetlerin, her türlü simgenin, belirli bir çağrışım sağladığı, sabit bir imgeye işaret ettiği, bunun dışında farklı bir bağlamda düşünülmesinin, anlamın parçalanması yoluyla gerçekleşebileceği vurgulanır.
...

Görsel şiirin, ışığın nesneleri her yönden kavraması gibi varlığa nüfuz edecek nitelikte olması gerektiği belirtilir. Görsel şiirin doğrudan görüntüye yöneldiği, anlama biçim veren, somutluk kazandıran harf, kelime, noktalama işaretleri gibi görselliğe ait elemanların, içerdiği anlamla nedensellik bağı kursun ya da kurmasın, ‚okuma‛ sürecinin bir parçası olduğu kaydedilir. Bu yaklaşım, şiirin sabit anlamının ötesinde, öznelleştirilerek okunması demektir. Kendi bağlamında var olan şiir, böylece, kendi dışında yeni bir bütünlük oluşturur, ifade alanını genişletir.
...

Önerilen doğrultuda şiir yazmanın yollarından bir diğeri de, harf ve kelimelerin büyüklükleri ve sayfa üzerindeki yerleşimleriyle oynayarak yeni bir bakış açısı geliştirilmesi, böylece, anlatılmak istenen duygunun, olgunun kâğıda aksettirilmesidir. Bu şekilde yazı, teknik işlevi dışında, görsellik işlevi de üstlenecek, anlamın bir parçası hâline gelecek, şiir, üzerine yazıldığı kâğıtla bütünleşecektir.
...

Bu anlayışı savunanlara göre görsel şiir, harfler yoluyla bellekte yer eden bütün kodların, mesajların, simgelerin çözülmesi ile ortaya çıkar. Bu çözümlemede okur kilit noktadadır. Şiiri soldan sağa okuma tutumu değiştirilerek bütün olarak algılamak gerekir. Her bakışta şiir yeni bir şey söyler. Şiirin salt okunması yeterli değildir, aynı zamanda görülmesi de gerekir. Bu görünürlüğü sağlamak için, şiirin imkânları ile dışarıda olan logolar, levhalar, görünüşler buluşturulmalıdır. Bunun için de fotoğraf makinesi ve grafik işlemciye ihtiyaç vardır.
...

Şiirde uzak ve yakın mesafeler yüzeylere nakledilmeli, görünür kılınmalıdır. Bunun nasıl yapılacağı sorusuna da şu cevabı verirler: ‚Harfleri veya sözcükleri birbirlerine göre veya birbirleriyle, her hiçlikteki görünmeyeni iptal ederek diziniz/düzünüz.‛ (Selamet 2007, 63)
Bu bağlamda kâğıtta bırakılan boşlukların da bir anlamı olduğu, bir harfin diğerini çekebileceği, bir kelimenin diğerine geçebileceği söylenir. Hiçliğe saygı duyulması istenir.
...

Görsel ve Somut Şiir Kılavuzu ile amaçlanan şiirin ana hatları şöyle çizilmektedir: ‚Genel olarak somut şiir harflerin birer birim ve şiirin bütününün görüntüsünü verecek birleşimlerin durak ve sürdürüm noktaları olarak alınır. Ayrıca Somut şiirde, tipografide, görselleştirmede amaç kısmen harfleri, kelimeleri bir anlamda kağıt üzerinde boşluğa yerleştirmektir. Eğer Campos’un işlerine ya da Günersel’in işlerine göz atarsanız, ne demek istedi-ğimi anlayacaksınız. Sonuçta görsellik iki aşamada iş görür, birincisi bakan gözde, ikincisi okuyan anlak ile okutulmak istenen şeylerin kendilerine göre konumlanışında. Bu bir enerji alanıdır ve göz o enerji alanına şiir okuma niyeti ile girer. Şiire uzaktan bakınız.‛ (Selamet 2007, 59) anlayışındadırlar.
...

Bunların dışında, manifesto adı altında, fakat tek imza ile yayınlanan başka metinler de bulunmaktadır. Bunların yeni bir yönelime öncülük edip edemeyecekleri hususu henüz netlik kazanmadığı için, onların ‚şahsi‛ nitelikli oldukları varsayımından hareketle, aşağıda adlarını anmakla yetineceğiz:

[…]



Kaynak: YENİ TÜRK EDEBİYATINDA KAYNAK OLARAK MANİFESTOLAR, Haz. Doç. Dr. Âlim Gür (Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü),  Arş. Gör. Sena Yaman, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Syf. 41-45 ()

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: -7

‘yukarı’ dedin

Kılavuzun nerede olduğunu merak edenler tıklayabilir. Tevekkeli değil, birkaç haftada "sıfır" çeken ziyaretçi sayısı, o sayfada biraz artış gösterdi. Demek ki akademisyen merakı var olaya, yazanların alakaları yokmuş gibi davranmalarına rağmen.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 19

‘yukarı’ dedin

Dün bu pdf'e ile ilgili bir şey araştırırken denk gelmiştim. (1964'te değil 2010'da yazılmış gibi de duruyor bu arada). Bu pdf'e baştan sona nerden başlayıp nereye kadar gelmiş diye göz atarken de görsel şiirle ilgili kısma rastladım. Yani tamamını okumadım henüz... Fakat yukarıda kullanılan dil -akademinin dili biraz böyledir denilebilse de- iğreti duruyor. Bir de tabii tek kaynağın Necmi Selamet'in hazırladığı kitap olması, mesela buraya hiç bakılmamış olması da tuhaf. Ve sanırım yine ve ısrarla sadece harflere, harflerin bozulmasına filan ısrarlı vurgu da düşündürücü. Belki de örnekleri, ekleri olması gerekirdi çalışmanın tümüyle. Yine de en derli toplu çalışma gibi duruyor ilk bakışta bile...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 9

‘yukarı’ dedin

Hatırlarsak, , her ne kadar daha sonradan tatlıya bağlansa da. Akademisyenlerin bir kısmı, konuya, tamamen akademik yaklaşmayı seviyor (yani resmi ideolojinin edebiyatı gördüğü şekli ile, yani, işte divan şiiri var, tekke şiiri var, sonra garip var, hece var). İçeriden sorgulayan olmadığı için bu sınıflandırmaları, böyle gelmiş böyle gidiyor bir izlenimci eleştiri (Vakanüvis) güdüyor. Çünkü marjinler belli, türk şiiri hakkında kesin tanımlar belli, uzaklaşmalar ve bunların sınırları belli. Çok az akademisyen, Hasan Akay, Gonca Gökalp Alpaslan isimleri dışında konuya hayretle ve merakla yaklaşan da azdı. Fakat yine de manifesto yazıldıktan sonra, manifestoyu, kılavuzu yazanların bile ciddiye almaması, almıyor oluşu da ayrıca cins bir durum (hacı haklı yani şimdi).