Adorno: Minima Moralia'dan: Janus’un sarayı

Birincil sekmeler

baris_cetinkol_kadin

Janus’un sarayı ([w:Adorno], [w:Minima Moralia]) – Kültür endüstrisini geniş bir dünya-tarihsel perspektif içine yerleştirme arzusuna kapılan kişi, insanlarla kültürleri arasındaki kadim çatlağın sistemli biçimde sömürülmesi olarak tanımlamak zorundadır onu.

Özgürlüğün gizilgücüyle baskı ve zulmün gerçekliğini her zaman aynı anda geliştiren ilerlemenin iki yönlü doğası, halkların bir yandan doğa ve toplumsal örgütlenme üzerinde gittikçe daha büyük denetim kurmaya yöneltildikleri, ama aynı zamanda, kültürün koyduğu sınırlama ve zorlamalar yüzünden, tam da kültürün bu türden bütünleşmelerin ötesine nasıl geçtiğini anlayamayacak hale geldikleri bir duruma yol açmıştır. İnsanlar için yabancı bir şeye dönüşen de kültürün aslında onlara en yakın olan ve onları dünyaya karşı savunan insani öğesidir. Kendilerine karşı dünyayla işbirliği yapmakta ve yabancılaşmaların en büyüğü de –her şeyin metalaşması ve kendilerinin de makinenin eklentilerine dönüşmesi- onlara bir yakınlık serabı gibi görünmektedir. Büyük sanat yapıtlarının ve felsefi kurguların anlaşılmaz kalmasının nedeni, insan deneyiminin merkezinden uzak olmaları değildir- tam tersi geçerlidir bunun. Bu kavrayışsızlık da fazla büyük bir kavrayışla açıklanabilir: Kişi evrensel haksızlıkla kendi suç ortaklığını anlamaya yanaştığında kavurucu bir utanç duyacaktır. İnsanlar da, buna katlanmaktansa, görünüşünün düzgünlüğüyle kendi özlerini sakatlayan ve bunu da alay eder gibi yapan şeye bağlamaktadır. İşte, kentsel uygarlığın bütün evrelerinde varolan düzenin çanak yalayıcılarının asalakça yerleştiği nokta da bu türden kaçınılmaz yanılsamalardır: Ellerinin altında mekanik çoğaltım teknikleri ve Pompeii yıkıntılarında ilkörneklerini kolayca görebileceğimiz o sanayi aygıtı olmadığı halde geç dönem Atina komedisi ile Helenistik süsleme sanatlarında çoktan kendini göstermiştir kitsch. Yüzyıl öncesinin popüler romanlarını, örneğin Cooper’ınkileri okuyan kişi, Hollywood’un bütün kalıplarının yeterince gelişmemiş ilkörnekleriyle karşılaşacaktır. Kültür endüstrisinin bayatlığını tekelleşmeye bağlamak yanlıştır belki de; bu bayatlık, en başından beri, eğlence denen şeyin ayrılmaz bir özelliği olmalıdır. Bazı değişmezlerden oluşmuş bir yapıdır kitsch; ve bu klişeler felsefi yalanın kendi ağırbaşlı tasarımlarınca da benimsenmiştir. İlke olarak hiçbir şey değişmemelidir bu kalıplarda, çünkü zaten bütün habisliğin amacı da hiçbir şeyin değişemeyeceğini insanların zihnine çakmaktır. Uygarlık kendi seyrini rastgele ve anonim olarak izlediği sürece, nesnel tin bu barbarca öğenin kendi zorunlu parçalarından biri olduğunun farkında değildi. Aslında tahakkümü dolaylamladığı halde dolaysızca özgürlüğe yardım ettiğini sanıyordu; ama sırf bu yanılsama bile tahakküme dolaysız bir yardım sunmaktan alıkoyuyordu onu. Kendisini bir gölge gibi izleyen kitsch’i şiddetle yasaklamıştı. Şüphesiz, bu şiddetin kendisi de yüksek kültürün rahatsız vicdanının belirtisiydi: Tahakküm koşullarında kendisinin de artık kültür olamayacağını bulanık biçimde sezmekteydi ve kitsch de ona kendi alçalışını hatırlatıyordu. Bugün, egemenlerin bilincinin toplumun genel eğilimiyle örtüşmeye başladığı koşullarda, kültürle kitsch arasındaki gerilim de kaybolmaya başlamıştır. Kültür, tiksindiği karşıtını çaresizce peşinden sürüklemiyor artık; tersine, onu kendi denetimine alıyor. İnsanlığın tümünü yönetirken, insanla kültür arasındaki kopukluğu da yönetiyor. Ezilenlere nesne olarak dayatılmış kabalık, duygusuzluk ve darlık bile mizah alanında öznel bir virtüözlükle kullanılıyor. Aynı anda hem bütünleşmiş hem de uzlaşmazlıklarla dolu varoluşun en tipik göstergesi barbarlığın bu içerilişidir. Gelgelelim, denetimcilerin istenci bu noktada dünyanın istencine tanık gösterilebilir: Onların kitle toplumu, müşterilere sunacağı bayağılığı üretmeden önce müşterilerin kendisini üretmiştir. Sinemaya, radyoya ve magazinlere oburca saldıranlar onlardı: Karşılığında vaat ettiğini vermeksizin onlardan alan düzen yüzünden içlerinde doyumsuz kalan her şey, gardiyanlarının sonunda onları hatırlaması ve açlıklarını da sağ elinde sakladığı ekmek yerine sol elinde tuttuğu taşlarla gidermesi için yanıp tutuşuyordu. Şimdi artık yaşlanmış beyler ve hanımlar, farklı bir şeyler de yapabilecekken, çeyrek yüzyıl boyunca, kalplerinin açlığını o kadar iyi hesap eden kültür endüstrisinin kucağına düştüler teker teker. Faşizmin iliklerine kadar çürüttüğü bir gençliğe serzenişte bulunmaya hiç hakları yok şimdi. Her türlü kültürel mirastan yoksun bırakılmış bu öznesiz kuşak, kültürün asıl mirasçısı.