Öğütülmemiş Makina Dili

Birincil sekmeler

Serkan Işın

* Tüğün'de yayınlanmıştır.

Ö(N)CÜLER

Aklımdan bir türlü çıkmayan bir anı ile başlamak istiyorum. İlkokul sıralarında, belki daha da önce, TRT Çocuk radyosunun bir yarışmasını hatırlıyorum1. Yarışma bir öykü yarışmasıydı ama yöntem olarak işitsellik üst seviyede gerekiyordu. Yarışma için yazılacak öykümsü şey, TRT'nin radyodan rastlantısal olarak verdiği bazı seslerden ilham alınarak yazılacaktı. Bu sesler arasında "guguklu saat" ve "kapı gıcırtısı"nın da olduğunu hatırlatmam gerekiyor. Bu "heard code"dur, yani işitilmiş kod. Google Heard isimli bir işimde, google earth isimli harita programının sesleri gizlediğini anlatmaya çalışmış ve farenin dokunacağı her yerden, çığlık sesleri fırlatan bir google earth arabirimi yapmıştım2.

Bilgisayarın diskinde kaybolup giden işlerimden birinde, GoldWave3 isimli ses analiz programının grafik çıktılarını kullanmıştım. "Seni özledim" ifadesi, "mikrofona üflenmiş sigara dumanı sesi", "telefonu kapatma sesi", "bakkaldan iki ekmek alsana" gibi şeylerin GoldWave için neredeyse aynı çıktıyı verdiğini hayretle izlemiştim. Ekrandaki cızırtı bir sismografın hararetli bir deprem kaydı gibi görünse de, insan sesinin ifade ettiği şeylerin çoğunun bilgisayar için aynı grafiği doğurduğu açıktı. İlginçtir, program telefon tuşlarının basılma seslerine çok daha şirin, anlamlandırılabilir tepkiler veriyordu.

İlk şiirlerimi yazdığım yıllarda, ufak bir kaset-çalar ile sesimi kaydediyordum, şiir okurken. Daha sonra bu kaydın üzerine ikinci bir kaset-çalar ile kendi sesimi tekrar kaydediyor, yani iki kaydı aşırı ilkel bir şekilde miksliyordum.

Çocukluğum AM ya da FM radyoda, kısa dalga ve orta dalgadaki frekansları dinlemekle geçti (yayın yapılan frekanslar değil, aralar). Uzay boşluğunu dolduran bu saçma elektromanyetik dalgaların alıcı ve kulağım arasındaki halleri, daha sonra bana elektronik müziğin kökündeki mistik arayışı hatırlatmıştır. Sürekli tekrar eden bir gürültü, televizyon ekranının "karıncalanması" gibi bir etki bırakan işitsel huşû.

UNCOPYRIGHTABLE

Xerox fotokopi makinası ile 1990'dan önce tanıştım. Kırtasiye'lerin o eski püskü makinalarından birinde harika "gürültülü kağıtlar" görmüştüm. Bunlar aşırı yanmış ekmek gibiydiler. Makina eskidiği için artık "mükemmel kopyalar" üretemiyordu. Kendisine verdiğiniz -örneğin daktilo edilmiş şiirlerim- orjinalleri, kendi hataları ile işaretliyordu. İlk dönem ödevi kapağımın, bu yıpranmışlık etkisi ile mükemmelleştiğini gördüğümde, benim için "estetik" alan çoktan yarılmıştı.

Commodore 64 ses çipi kabaca üç çeşit ses aygıtından oluşuyordu: testere, kare ve üçgen4. Hiç bir zaman gerçek anlamı ile programcı olabileceğimi sanmıyorum, ama yine de elektronik olan ile olmayan arasındaki en temel fark, birincisinin ikincisine oranla daha "doğa" manyağı birşey olmasından kaynaklanır. Testere, kare ve üçgen, 64KB gibi minicik bir hafızaya sahip bir makine ile birleştirildiğinde, bugün duyduğunuz her türlü müziğin temelini oluşturur. Aynı şekilde bilgisayar, hata mesajları ile sizinle konuştuğu için kimi kez ingilizce hata mesajları ile kafayı bozuyordum. "out data error?" genelde programa okuması için bir veri verip de, kendisi bu verileri bitirdiğinde "bitir" komutunu okumadığında size verdiği cevaptır. "syntax error?" ise adı üzerindedir. En eğlenceli işlerimi c64'e türkçe şiirlerden dizelerden vererek yaptım. Bunlar arasında kullandığım isimler Nazım Hikmet ve Lale Müldür oldu.

2002 yılında RLV5 (Random Verse Lab) isimli yazılımı kullanarak, 2002 yılı içinde çıkan Şiir yıllıklarından, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Huzur"unun elektronik ortama geçirilmiş metninden ve Enis Batur'un Opera şiirinden yeni bir kitap oluşturdum. Buna Zindik dedim. RLV'nin mantığı tamamen rastlantısal ve topografisini sizin belirlediğiniz dizeleri, veritabanındaki metinlerden seçerek oluşturmaktı. (Bu denemeler hakkında daha fazla bilgi için bkz. Hüseyin Cöntürk kitabı, editör: Ege Berensel, YKY, 2006)

SEMİYOTİK GERİLLA SAVAŞI

Türk şairinin herhangi bir teknolojik aygıt ile yazı adına deneye giriştiğini sanmıyorum (daktilo dahil). Başından beri kent, şair için dönüştürülebilir bir simgesel alan olmuştur. O yüzden de maruz kaldığım bütün bu "saldırının" faili ve kurbanı olarak kendimi "görsel şiirin" mecralararasılığında (intermedia) bulmam hiç de garip gelmiyor bana. Görsel işlerimin hepsindeki "zenginlik" aslında bütün bu "saldırıya" katmanlarla cevap verme isteğinden kaynaklanıyor. Ve elbette açılan bu "semiotik gerilla savaşı"nda hangi cephede, kime karşı kurşun sıktığınızın farkında olabilmek için arada bir arkaya bakmak gerekiyor.

Arada bir geriye bakmak, hem teorik düzeyi, hem de işlere yansıtmayı planladığım "okunmamış hatalı sektör"lerin eyleme dökülmesi anlamına geliyor. Burada çeşitli okuma alanları geliştirmek, örneğin Şifre alfabelerinden, Hurufiliğe, patates baskılarından grafik tasarım programları ile cebelleşmeye, Heykel kültürümüzün Cumhuriyet dönemindeki gelişmesi ve kente yayılmış halinden işkillenmekle, latin alfabesinin mistik imkanlarını araştırmaya ve iletişim, gösterge, nesne, şey, kurgu, metin, yerleştirme, hata, gürültü, doppler gibi kavramlara yüksek anlamlar katmaya kadar gidiyor. Bu edebiyatı öncelikle malzeme olarak sorgulamaya, bugüne kadarki "konvansiyonel" alanın açıklarını yoklamaya ve "kod" dediğim şeyi, hem görsel, hem işitsel, hem de metinsel olarak bölmeye gidiyor.

GÖRSEL OLAN SAF VE KÖTÜDÜR

İlginçtir, çoğu şair bize emperyalizmden, görsel kültürün kötülüklerinden, aptallaştığımızdan, "yaşamın gerçekliğinden", ölümden, reklamların saçmalığından falan bahseder, Hürriyet’ten nefret eder ama özenmeden de edemezler. Ama bunlara karşı hiç bir yöntem önermez. Kanımca zinhar'da yaptığımız en ciddi çalışmalardan biri sanat elitine ya da şair kastına değil, herkese çok açık bir öneride bulunarak, "görsel şiir kılavuzu" önermek oldu6. Barış Özgür'ün deyimi ile "onların bize yaptığını geri ödetmek" için kontra-atağa geçmek yolunda en elverişli dökümü koymaya çalıştık. Kentli insan için "sanat" aşırılaştırılmış ve seçkinleştirilmiş reklam estetiği, bir ürüne sarıp sarmalanmış arkaik beğeni kodları olurken, kılavuzdaki bilgiler -hem işleniş hem de yazılış tarzı ile- ne bir ürüne, ne bir kendini anlatışa, ne de bir şekilde kendini avutuşa gidiyorlardı. İşin özünde "çirkin" ve "kötü" bize kalmıştı. Ve çirkinliğin (yani hesaplanamayan ölçekteki hata) estetiği, sanıyorum bizim için avangard'ın da yordamı böyle oldu.

Zinhar'da 2002'den başlayarak Sözlü Kültür Yazılı Kültür ve Basılı Kültür ayrımı yaptık. Çoğu insan, profesyonel reklamlara baktıklarında, akıllarına orada kullanılan renklerin bir Pantone renk kataloğundan alınmış ve çok sıkı şekilde kategorize edilmiş paletlerden oluştuğunu düşünmez. Sözlü Kültür'de bellek şairi dil ile sınırlıyordu ve şiir burada, hayatın tam ortasında şairin en içten olabileceği yerden geliyordu: ortaklanmış olandan (communis), yazılı kültürde şiir estetiği tersine gelişti ve ortaklanmaları, ortaklanmayanlar üzerinden gösterdi (communication), bugün geldiğimiz noktada şiiri geçersiz kılan şeylerden biri de "ortaklanmalar"ın parsellenmiş ve hesaplanmış olduğunu, Sözlü ve Yazılı Kültür'de ortaya çıkarılmış tüm poetik mirasın (lirik, epik, ethos, pathos, belagat, retorik, ahenk, ritm, imge, kafiye vb.) hepsinin "ürün" uğruna kullanılmasıdır. Burada "ürün" kapitalist üretim sonucu ortaya çıkan ihtiyaç maddesinden çok daha başka birşey: hiper-communication.

Konvansiyonel şiir –sözlü/yazılı kültür şiiri, burada sözü yazı içinde içkinleştirmeye çabalayan şiir anlaşılmalıdır- teorik açıdan iflas ederken, çoğu gizli departmanını da halka açmıştır. Bunlardan biri de “biçim” sorunudur. Kabaca biçimcilik olarak tarif edilen ve kökleri çok eskilere dayanan bu şiirsel-oyunun sadece katı disiplin altına alınmış ve çok özel izinle dışarı çıkmasına izin verilen bir aygıt olduğunu, aslında biçimin, içeriğin bir yordamı olması fikrinin modern şiir tarafından pek de sallanmadığını ve her zaman ihlal edildiğini (bkz, zaum, dadacılar, apollinaire, somut şiir vb.) artık biliyoruz. Gomringer ve Avrupalı kardeşler kafayı bozup da “ortaklanma”yı şiir üzerinden gösterirken, bir gün “havalimanına gider” işaretleri gibi logolar üretmeye başlamasaydı, belki şimdi hala modern somut şiir’den birşeyler bekliyor olurduk. Şükür ki o günler geride kaldı.

MASİF MİNİMALİZM

Postmodern darbe ifadesini (tankların bir yerden geçmesi ve bunun sadece gazetelerde basılı, televizyonlarda görsel ve işitsel olarak temsil edilmesi, askerler tarafından yapılan sözde-bildiri) ciddiye almayı teklif ediyorum. Darbelerin doğasına aykırı olan tarafları yüzünden ona “postmodern” dendiğini düşünürsek, bunun karşılığında bizim hayatlarımızda ne olmaktaydı ki? 28 Şubat nasıl “darbe olmayan darbe” gibiyse de, bunu Simülasyonun süper-masif doğası ile karşılayabiliriz. Görüntüler ve sesler, kurgulanmış olan niyetler ve dökümü yapılan suçların hepsi artık “orada olmayan”, orada olması vehmedilen bir “başkasına” karşı işletilmiştir. Biz aradakiler olarak, mesaj tarafından yalanıp geçilmişizdir. 90’lardan hemen sonra hayatımıza gören onca şey arasında “kurgu”nun yerinin gerçek ile yer değiştirdiğini görebilenlerimiz için “postmodern darbe” ifadesi, “hiper-gerçekliğin” nasıl da gerçeğin kendisinin yerini alabileceğini gösterir. Ihab Hassan, her bir bokun metin olduğunu söyleyen gerizekali postmodernlere e=mc2 ile Hiroşima arasındaki bağlantıyı hatırlatır7. Ben bu hatırlatmayı hiç akıldan çıkarmadığım için işlerimin çoğunun kirli, pasaklı ve “sarkık” olmasını tercih etmekteyim. Acemilik, hep acemi kalmak, görsel şiirdeki “hata”nın payıdır, kazanın payıdır.

KAZALI BİR HATA

Hasan Bülent Kahraman gibi8 çoğu eleştirmen için, soğuk kanlı “eleştirimiz” açıkca başlangıcı modern sonrasında işaretleyerek, olayı gerçeğin cephesinden çok öteye taşımakta yatar, çünkü gerçeğin dili iptal edilmiştir. Şeker Ahmet Paşa’nın ahmakça yaptığı hata, burada bir zaman/mekan kazasının mistik salınımlarında aranır olur (Orhan Pamuk’a neden Nobel verdiler abiler?). Grafik öyle bir yerinden yarılmış olmalıdır ki, adam o kadar eğitim almasına rağmen saçma sapan bir hatayı yapmışlığın beceriksizliğine değil, Bizans perspektifinin bile işe karıştığı saçma sapan bir kendini bilmezlik gösterisine çekilir eleştirmen tarafından (Doğu’da rasyo mu, hadi oradan?). Kocaman camileri, devasa kümbetleri vs. dikebilen mimari zekanın yerini alan şey, eleştirmeye ve manipüle edilmeye o kadar açıktır ki. 90 sonrası edebiyatın bunu bir “gönül yarası” ya da “yürek yasası” olarak taşıdığını gördüğümde, artık sanat ile gerçeklik arasında herhangi bir bağın kurulabileceğinden o kadar kuşkuluydum ki, ya neo-epik’te karar kılacaktım ya da lirik şiirin en ağdalı kanonlarını “şaheser” diye okurlara satacaktım, poz vermekten de çekinmeyerek. Eleştirmenimiz o kadar acizdir ki, entropik bir yayılışın izlerini gösteren Tin’i bir türlü soluyamaz, her şey parça parçadır çünkü ya da kimlikler fazla katıdır. Eskiye olan rağbet, bit pazarlarına nurlar yağdırmış, dünyevileştirilmeye çalışılan her “olağanüstü” zillet krom kaplamaya batırılıp, bireysellik testine tabi tutulmuştur. Sırf eleştirmenimiz değil, sosyologumuz, köşe yazarımız, ahmakımız veya dahimiz de, diyonizyak ile apollonesk arasında konumlar sanat eserini ve geçmişi. Dünya, sadece sanat eserinden görünebildiği kadarı ile gerçektir diyordu Merleau-Ponty. Hegel’se elektriğinin pozitif ya da negatif olmasının elektriğin kendilik bilgisine zerre kadar yararı olmadığını belirtir (Hegel’den bunu anlayabildiniz mi Felsefi Şiirciler?).

En düzgün görsel şiir işi, tarayıcıya konan kaynak metnin üzerinden tarayıcının ışıklı gözü geçerken, tarayıcıyı sarsmak, deli gibi sarsmak ve bu anı kaydetmeyi zevkle izlemekten geçer. Bu anlamın, işlenmişliğin, gerçeğin makina tarafında nasıl görüldüğünde, algılanabildiğine ve nasıl da “okunamaz” hale getirilebildiğine bir delildir. Görsel şiir, makinanın hata yapmasının belgelenmesidir. Çünkü makinalar ancak hata ve kaza yaptıklarında insan hayatına feci şekilde dahil olurlar, göstergenin gizi burada nesneden bir özneye zıplar, gerisinde bıraktığı pisliğin lirik ve epik aromasının tüm ihtişamı ile..

Görsel Şiir, bugüne kadar Türk Şiirine getirilmiş en hakiki ve arkaik eleştiridir. İşin teorik kısmını bir kenara atalım, harfin, parçanın, yapının ve tipografinin hiç bir yerinden bölünmediği, ideolojik herhangi bir kafa karışıklığına yer bırakmayacak kadar karıştırıldığı, edebiyat ansiklopedisinin her sayfasının, her maddesinin nasıl yazıldığını ve orada durduğunun sorgulandığı, eleştirinin gündeliğe –bütün aygıtları ile- bunca çekilmeye çalışıldığı başka türlü bir sanat hareketinin olabileceğini sanmıyorum.

Dil, görsel şiirin dilidir ve son hüküm olarak, kendisine bir takım rastlantısal sesler verilmiş o yarışmada ödül alan çocuğun yazdığı hikaye kuşağımın yazdığı en güzel hikayedir.
1 Bunun dışında “İşitme Engelliler İçin Haber Bülteni” ve “Stereo Yayın” konularını da hatırlatmam gerek.

2

3

4

5
5Ddigibuy
Yazılımın yaratıcısı ile kısa bir sohbetimizde, sözlüğü Türkçe için uyarladığımı belirtmiştim. Program artık geliştirilmiyor.

6 Görsel Şiir Kılavuzu, 2005 yılında kaleme alındı. 391.org –Dadacı 391 dergisinin post-dadacı web sitesi, kanadalı- Zinhar isimli sayısı için ingilizce ve türkçe olarak yazıldıktan sonra daha geniş bir katılımla şu anda okurunu ve uygulayıcısını bekliyor. ()

7 Ihab Hassan İle Söyleşi (ingilizce metin için ) türkçe metin için , çeviren: Serkan Işın
8 Kahraman, Kant Estetiği’nden önce Attila İlhan’a ve oradan da K.İskender’e gelebildiği için anlayamadığım biridir. Böyle ötelemeci eleştirmecimiz çoktur, saymakla Ali Akay..