Büyük ve Küçükbaş Yayınevleri

Birincil sekmeler

How to Self Publish Comics, Not Just Create Them, by Josh Blaylock

Dünya'da popüler kitapların dışındaki yayınlar için küçükbaş yayıncılığın olanaklarından yararlanılırken, edebiyatın neden diğer sanat alanlarında olduğu gibi finanse edilemediği de sorgulanıyor. Kitap satışlarından değil de, çeşitli kuruluşların fon kaynaklarını kullanarak yayın hayatına devam eden Dalkey Archive Press'ten (Londra/Champaign) John O'Brien edebiyatın mali anlamda nasıl yıllar boyunca desteklendiğini şöyle anlatmış:

Shakespeare'e kadar uzanan süreçte yazına finansal desteği "patronlar" sağlıyordu. Diğer sanat dalları için de aynı durum geçerliyken, 19. yüzyılın ortalarında yazın ve ticaret birbirine karıştı. Okur yazar orta sınıfın ortaya çıkışı ve çok sayıda kitap üretimi için teknolojinin yaygınlaşmasıyla yayıncılar kitap satışından para kazanabilmeye başladılar. Bu evrede Charles Dickens ve Mark Twain gibi yazarlar ve yayınevleri oldukça para kazandı. Kitaplar ticari bir teşebbüse dönüşmüştü. Bunun yanı sıra küçük baş yayıncılıktan kitaplarını çıkaran William Carlos Williams gibi istisnalar da vardı. 1970'lerin sonlarına doğru "iyi" kitapların ulaşılabilir ve piyasanın bunları destekleyebileceğine dair inanç devam ediyordu. En azından Alfred Knopf ve Horace Liveright gibi öncüler neyin yayınlanacağına ticaretin tamamen belirlemesine izin vermiyorlardı. 1970'ler ve 80'lerden başlayarak durum değişmeye başladı. Büyük yayıncılar daha küçük olanları yuttu, "kârlılık" ön plana çıktı. Ticari yayıncılık her daim kârla ilişkili olsa da, bir kitabın basılabilmesi için belirli standartlar vardı. Bu standartlar artık bulunmuyor. Eğer "5 günde nasıl 50 pound kaybedilir" başlıklı bir kitap yazarsan, birileri bunu basar. Alfred Knopf çok satan kitapların yayıncılığı öldüreceğini iddia etmişti. Şimdiyse onunla aynı görüşü paylaşan yayıncı bulmak zor. (tam çeviri değildir.)

Bu noktada Derek Beaulieu gibi, şairlerin de küçükbaş yayıncılıkla ilgilenmeye başladığı görülüyor. Yukarıdaki kısa tarihsel bilgiden anlaşılabileceği gibi gereksinimden de duyan bu ilgi Beaulieu'nun "No Press" gibi küçükbaş yayıncılık girişimleriyle sonuçlanabiliyor. "No" büyük yayıncılıkta var olan promosyonların, indirimlerin, isbnlerin ve endişelerin yokluğuna işaret edereken, isbnlerin yokluğu dışındaki kural yıkıcılığına devam ediyor gibi görünüyor. Beaulieu sorulan küçük baş yayıncılıkla ilgili sorulardan birine cevap verirken Bob Cobbing'in "gereğinden fazla kötü şiirin yayınlandığını, eğer niteliğe bir katkı yapmayacaksan, niceliğe bir katkı yapma" deyişini hatırlatıyor ve küçük baş yayıncılığın idealinde bu nitelik vurgusundan yola çıkması gerektiğini söylüyor. Beaulieu küçük baş yayıncılığı tartışmalar için de bir alan olarak görürken, yayınladığı kitapların özelliğini şöyle anlatmaya çalışmış:

"Teoride teori ile pratik arasında hiç bir fark yoktur. Fakat, pratikte var. Kurallar aptal insanlar için kılavuzlardır. Şiirde sıradanlığı alkışlıyor ve radikalliği görmezden geliyoruz. Şairlere bildiklerini yazmaları söylenmemeli. Hiç bir şey bilmiyorlar, bu şair olmalarının nedeni."

Kaynaklar:

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 16

‘yukarı’ dedin

Doğrusu bizde bile büyükbaş yayıncılık gibi görünenlerin (birkaç büyükbaş ve birkaç tür hariç) çoğu esasında küçükbaş yayıncılıktan farklı bir şey yapmıyor. Basım adetleri ve dağıtım miktarları düşünüldüğünde büyükbaşlardan çıkan işler de küçük işler (Şayet böyle anlıyorlarsa). Aslında burda karar vermesi gereken de şairler sanırım. Markist yaklaşımlardan vazgeçilir ve olaya gerçekçi açıdan yaklaşırlarsa kitapların zaten takılıp geçemediği bir sürü engeli zihinlerinde geride bırakırlarsa, bu yöne doğru dönmek kaçınılmaz olacaktır zaten.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 9

‘yukarı’ dedin

ben çok merak ediyorum gerçekten sepp, marksist yaklaşım, bizim şiir yayını piyasasında gerçekten ekonomik ya da iktisadi anlamda bir devrim planlamış da, şiir kitaplarının yayını konusunda kooperatifçilikten öteye gidebilmiş (bkz. Yazko). Dağıtımcı sistemini ele geçiren zihniyet ile bu işler yürümeyecektir. büyük baş yayıncılık, şiirin para etmediğine inanan, o yüzden dergilerde şiire telif ödemeyen -bunu ayıp sayarak, ahlaki açıdan bilimselliğin ve akılın ötesine düşen- telif ödeme işlemini piyasanın ahlakı zannederek, şairini kısa bir süre için bağlayan, onun dışında onun hakkını savunmayan -sendikalar değil bahsettiğimiz, onlar toplu olarak yayın örgütleridir- daha çok gücü olanın bastığı kitapların yanında, şairin kitabının ezilmesine göz yuman (sorduğunuzda, "dağıtılmıyo ki abi" derler, sanki birileri zorla dağıtmıyormuş gibi), yayıncılık teknolojisinin tamamen gerisinde, arz/talep denen şeyi Allah'ın bir lütfü zanneden, Smith'in piyasanın eli dediği şeyden sürekli tokat yiyen tiplerden oluştuğu sürece, son 30 yılı solcuların solculukla ilgili iktisadi uygulamalarda nasıl sınıfta kaldığını gösteren bir zaman olarak işaretleyebiliriz. Yayın endüstrisi ifadesi korkunç evet, ama bir şaire telif ödememekten daha korkunç değil. İnsanlar aslında şiir kitabı çıkarmak istiyorlar, şiir kitaplarını okumak değil. Böyle bir sistem kimin işine geliyorsa, o yöne doğru ilerliyor zaten yapı.

şiir için para ödemeyen lafı birilerine dokunabilir, şunu ekleyelim. bir dergiye şiir verdiğinizde, o eğer iyi şiiri okurlara ulaştırmak isteyen bir dergi ise, size bu iyi şiirin bedelini ödemek zorundadır. şiiri için telif isteyen biri ne kötü ne de ahlaksızdır, fakat şiir için asla telif ödenmez diye düşünmek en büyük ahlaksızdır. çünkü bir şiirin, bir dergide yer alması, onun sayfalarına girmesi, derginin okur ile kurduğu ilişkiyi sürdürmesi için hayatidir. dergi okura, iyi bir şiir okuyacağını vaad edip, iyi şiir okutmaya devam ettiği sürece, o derginin bedelini her ay ödeyip, bu ödediğinin karşılığını almak isteyen okur-izler çevre de oluşur. dergilerin bu anlamda neden çıktığı konusunda kafa yorararsak şunu görebiliriz; dergilerin okunmuyor olması, onların okura bir borçları ve vaatleri olmamasını sağlar, o yüzden şiir seçimlerinde çok başıboşturlar. o yüzden şiir seçimleri, bir bedel üzerinden işlemez. bu ne kapitalist, ne de anti-kapitalisttir. bu DEV-LET-Çİ-LİK'tir. Şiirimiz belki ama şiir yayıncılığımız devletçidir.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 21

‘yukarı’ dedin

Marksist bir yaklaşım yok açıkçası.. Belki eskiden de teşebbüsü varmış. Yazko vs. de dediğin gibi bir yayın politikasından çok imece usulü (ve bizden olmayana asla bir gram hayrımız olmaz düsturuyla)kitap basma yoluna gidilmiş. İşin mutfak tarafıyla -işin salon tarafı mı diyelim- hep farklı görüldüğü için ve çoğu zaman da "şiir adına" diyerek sineye çekilmiş, yürümüş bu işler.

Yorumda benim bahsettiğim şey aslında Marksist değil Markist sözcüğüydü. Bir tür ironiyle marka/etiket yanlısı anlamında filan yani uydurduğum bir şey... Bu işlerin bir ucu da hiyerarşiye dayandığı için... İşte kitabım iyi bir yayınevinden çıksın, etiketi olsun, vitrinde dursun vs. vs. gibi şeyler. (Bunlar da yürümüyor çünkü. Bkz. şiirde bir marka olarak Metis). Açıkçası ortada bir şiir okuru olduğunu (gıyabında sürekli atıp tutsak da)düşünmediğim için, şiir kitaplarının binlerce basılmasını da artık anlamlı bulmuyorum.

İş Bankası -YKY ortaklığında çıkan yeni, sesli Nâzım Hikmet şiirleri kitabıyla ilgili iş bankasının editörü NTV'de çok mutlu bir şekilde "5000 adet bastık, ilk siparişler bitti, yeniden basılıyor" derken söylediği rakam 100.000 filanmış gibiydi. İşte şiir denince ilk akla gelen şairin (ya da birkaçından birinin)durduğu pozisyon buysa... ne diyelim... ortalıkta "anlaşılmayan dahi/şair" de dolu değilken.. bence alan hangi koşulda olursa olsun (kendisi) yayın yapabilenindir... Şiir o çarkın içinde ezilmek yerine o çarkın dışında kalmayı da seçmelidir (aksi mümkün değilse ve ağlayıp sızlanmak yerine)... İster kendisi için ister komşusu için ister varsa ilgilisi ya da okuru için, şiir için (ne niyetle ise)... Ayrıca internet üzerinden satış yapan kitap sitelerinin ulaştığı düzey de bana göre dağıtım denilen şeyin en önemli aşılma yollarından biridir.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 31

‘yukarı’ dedin

markist'i marksist olarak algılamam da zaten kafamın ne kadar tuhaf işlediğini gösteriyor herhalde. gerçi markist yöntemle, marksist yöntemin aslında bizde neredeyse aynı şekilde işlenmesinin de bunda payı olsa gerek. her ne kadar markacı, etiketçi bakış bizde asla işi kategorileştirmeye kadar götürmez. şiir antolojileri, hiç bir zaman örneğin çeşitli kategorilere ayrılmaz, lirik, modern-lirik, modern-epik bilmemne gibi türler ya da alt-türler yoktur, hepsi şiirdir. tektipleştirmenin bu kadar yoğun olduğu, takdimin, okurla tanıştırmanın bu kadar kaba saba ya da üstü kapalı ya da üstün-körü şekilde yapıldığı başka bir yayıncılık alanı bulamazsınız. sanki her ünlü şair, anasından ünlü doğmuş ve etrafında hiç bir şekilde zamanı ile ilişki kurmamış gibi anlatılır. bu tür bir yüceltme nesnesi olmak kime ne fayda sağlar, anlamak zor. şiir kitaplarının 200-300 basıldığı yerde, 10.000 basılan bir şiir kitabının anlamını kavrayamıyorum ben.