Tara Cady Sartorius
ingilizceden çeviren: zeynep cansu başeren
Sinestetler, belirli bir tür duyusal izlenimi başka bir duyunun uyarılışıyla birleştiren insanlardır. “9” sayısını okuduklarında yeşil rengi görebilirler, ya da flüt sesi mor rengi ortaya çıkarabilir. Böylesi çağrışımlar kendilerini üreten insanlardan başka kimseye anlamlı gelmedikleri gibi, bu tür insanlar da sinestet olmayanlara “tuhaf” görünebilirler.
Görsel sanatçılar muhtemelen en deneyimli sinestetlerdir. Onların iletişim biçimleri, düşünceleri ve görsel mecra arasında neredeyse bir hesaptır. Sanatçının “ne demek istediğini” anlamak amacıyla görsel imajları yeniden düşünceye çevirmek izleyicinin karşı karşıya kaldığı bir zorluktur.
Sanatı anlamak, o sanat bir şeyin resmi olduğu zaman kolaydır: At, ağaç ya da alımlı bir elbise giymiş bir kadın. “At hoşuma gitti” ya da “çok güzel bir elbise” demek kolaydır. Bu tür resimler sanatçının dünyasına ve geldiği kültürel bağlama açılan berrak pencelerdir. Bazıları için sanat, anlamının daha belirsiz olduğu yerde zorlaşır. Temsilî olmayan soyut sanat, “bilinebilir olanın” dışında kaldıklarına inananlar için kafa karıştırıcı olabilir. İzleyiciler kendilerini, yalnızca çevirisi yapılamazmış gibi görünen bir dili konuşanları ya da anlaşılmaz ve söylenmeyen şifreleri tanıyanları kabul eden tanımlanamaz bir kulüpten dışlanmış gibi hissederler.
Belki de, bazı insanların soyut sanatı takdir etmemesinin asıl sebebi yalnızca onu “anlamamaları”dır, ki sanatın kendisinin içinde, özümlenmesini kolaylaştıracak yol tabelaları mevcuttur. Ama bir ressam açıkça tanınabilen nesneler kullanmadan bir duyguyu ya da fikri nasıl ifade edebilir? Sanatçı çıkıp bunu doğrudan söyleseydi daha kolay olmaz mıydı? İzleyici neden bu kadar uğraşmak zorundadır? Kim bu gizemi çözmede yardımcı olabilir?
Burada yazar ve şair devreye girer. Şairler, okuyucuların zihninde resimler oluşturmak için sözcük öbekleri kullanırlar. Hatta bazı şairler çizgesel yeteneklerini kendi şiirlerini resimlemede kullanırlar: A.A. Milne, Shel Silverstein ve Robert Blake bunlardan birkaçıdır.
Birçok grafik sanatçı, Dorothy E. Reid’in "Tea" [Çay] isimli şiirinin ilk dizesine eşlik edecek bir illüstrasyon çizebilir kolayca: "Yüksek kiremit evin, Yaşlı ufak hanımı; Gölgeli çimine tüner, Bir fare gibi." Reid’in sözcükleri imgelemi görsel imajların yönüne doğrultur. Şiirde geçen kişi kolayca gözde canlandırılabilir, ve bu tasvirden yola çıkılarak bir resmi çizilebilir (yalnızca zihinde olsa bile).
Reid’in şiiri, resimlemeyi adeta davet eder, ama bütün şiirler böyle değildir. İsmi bilinmeyen bir şairin "Bir Uyarı" adlı şiirini ele alalım: "Eğer sen dudakların, Sürçmelerden kaçınacaksa, Dikkat et bu beş şeye: Kimin hakkında konuştuğun, Kime konuştuğun, Ve nasıl, ve ne zaman, ve nerede." Bu şiir bir fikir hakkındadır, içinde geçen isimler yalnızca “dudaklar”, “şeyler” ve “beş”tir. Anlamını salt görsel sanat dolayımıyla vermek zordur.
Son olarak, iyi bilinen ve fazlasıyla sadeleştirilmiş Zen Budizminden bir "koan"ı ele alalım: "Çırpılan tek bir elin sesi nasıldır?" Sözcükler dilbilgisel olarak anlamlıdır, ama aynı zamanda da saçmadırlar. Koanlar –bir çeşit şiirsel öykü ya da bilmece biçimi- Zen keşişlerine tinsel ve açıklanamaz olana dair düşüncelere dalmak maksadıyla mantığı askıya almanın bir yolunu sunmak üzere icad edilmişlerdir. Koan’ın amacı tek bir nihaî yanıta ulaşmak değildir.
“Zor” (temsilî olmayan soyut) sanat, görsel sanat dünyasının Zen koan’ı olarak görülebilir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan soyut dışavurumcuları (New York Ekolü) sanatın doğasının ta kendisini sorguladılar ve sanatın yapılış süreci, sanatsal malzemeler ve görsel algı üzerine yapıtlar ortaya koydular. “Görülen” şey ille de “mevcut olan”a özdeş değildi. Bu tür sanat ve sanatçılar (Jackson Pollock, Willem de Kooning, Franz Kline gibi) izleyicileri sanatın erekleri hakkındaki eski varsayımları arkalarında bırakmaya ve yeni seçenekleri göz önüne almaya teşvik etti. Bununla birlikte, sanatın kendisi bir yol haritası içermediğinden, gördükleri şeyden ilk bakışta hoşlanmayanları dışlama eğilimi gösterdi. Bu, bugün de böyle olabilmektedir.
Burada görülen serigrafik baskıyı üretmiş olan Grace Hartigan (d. 1922) “ikinci nesil” bir New York ekolü sanatçısı olarak görülmektedir. Soyut dışavurumcu sanata doğru çekilen ve ondan esinlenen Hartigan daha sonra, tanınabilen nesneleri işlerine sık sık dahil ederek safi soyut sanattan kopmuştur."On A Tar Roof" [Katran Çatı Üstünde], James Schuyler’in "Flashes" [Çakışlar] adlı şiiri için bir “resimleme” olarak yapılmıştır. Hartigan ve Schuyler 50lerin ortalarından sonlarına kadar zaten arkadaştılar. Floriano Vecchi, Tiber Yayınları için hazırladığı "Salute" adlı bir yayında birlikte çalışmaları için Hartigan ve Schuyler’i bir araya getirmiştir."On A Tar Roof", Hartigan’ın Schuyler’le birlikte çalıştığı serisinin üç işinden bir tanesidir. Hartigan, şiirlere bağlıyken aslında isimsiz olan baskılarını 30 yıl sonra adlandırmış ve çalışmalarının şiirlerden ayrı olarak yayımlandıkları baskıları imzalarken Schuyler’in dizelerini kullanmıştır.Hartigan, "On A Tar Roof"ta New York’un ufuk çizgisinin bazı tanıdık unsurlarını betimler: Üst sol köşede Chrysler binasının şekli ve sağ üstte belki de dikdörtgen şeklinde bir pencere ya da başka bir yüksek yapı.
Hartigan’ın yarattığı imge, krema renkli kağıt üzerine dört mürekkep katmanından oluşur: Öncelikle beyaz mürekkep katı bir dikdörtgen şeklinde uygulanır, sonra gri, siyah ve morumsu kırmızı [magenta] gelir. Hartigan’ın renkleri, Schuyler’in şiirinde önceden bahsedilen renklere gönderir: gümüşî, pembe ve (katrandan bahsetmesi yoluyla) siyah. Sözcüğün düz anlamıyla bir kuşu, çatıyı, dumanı ya da yağmuru betimlemektense, Hartigan bunları, gözü kompozisyonunun her tarafında dolaştıran gözüpek siyah hareketlerle ima eder. Hem gri hem de siyah izler çizgesel ve dışavurumsaldırlar, gevşek bir kendiliğindenlikle çizilmiş ve sonra (muhtemelen fotografik yöntemlerle) serigrafi işlemine aktarılmışlardır.Sonuncu morumsu kırmızı katman şablondan [stencil] kesip çıkarılmış gibidir. Bu çarpıcı renk, gözü baskının çeşitli noktalarında odaklar, yönlendirir ve muhafaza eder. Baskıya girmeden önce renkli mürekkep, altındaki gri ve siyah katmanları görünür kılmak için şeffaf bir malzemeyle karıştırılmıştır.
Hartigan bir “resimleyici” olarak işlerini şiirle mükemmel bir biçimde harmanlamıştır. Şiirin kendi biçimi (eğer şiirin ilk sekiz sözcüğünün etrafına eğri bir çizgi çizilecek olursa, siyah, kavisli, gitara benzer bir şekil oluşur), öğelerin yerleşimi (solda /“batı”da “Chrysler binası”, altta/”güneyde” “delik olmayan” bir balık gözü şekli), ve her iki çalışmada da anlamın ve renklerin katmanlandırılması ustacadır.
İki sanatsal biçim de izleyicinin ve okuyucunun kendi deneyimlerinin mekânlarını “yanılmadan” ziyaret edebilmelerine olanak tanır. Yorumlama tek bir doğru yanıt tarafından sınırlandırılmamıştır, böylece her türlü bağlantının keşfini ve incelenmesini teşvik eder.
İki iş üzerine de düşündükten sonra ikisi de diğeri olmadan varolamazmış gibi görünmektedir. Bu tam da sinestetlerin başına gelen şeydir: Estetik biçimleri öyle bir şekilde sentezlerler ki, bunlar artık birbirlerinden ayrılamaz hâle gelirler. “Tuhaf” olanların, bir zamanlar, bizden çok farklı olduklarını düşündüklerimizin saflarına hoşgeldiniz.