ya da konvansiyonel ya da uzlaşma ya da uzlaşmacı
Konvansiyon (İngilizce convention kelimesinin karşılığı olarak Türkçe'de “gelenek, sözleşme, ahit, kaide, herkesce kabul edilmiş uygulama” kelimeleri kullanılmaktadır) görsel şiir jargonu içinde, genel olarak, görsel şairin karşısına dikilmekte olan şiir tarihi kütlesini temsil etmek için kullanılır. Çoğu kez bunun “gelenek/görenek” olduğu savunulsa da, konvansiyon daha geniş çerçevede şiir tarihinin genel durumunu temsil eder. Yani konvansiyon, dize olarak olduğu kadar, söz olarak, izlenimci eleştiri olduğu kadar, yayıncılık politikaları anlamına da gelir. Bu anlamda Şiir'in edebiyat tarihi içindeki Tin'i, Öz'ü ve Varlığı, Şimdi'deki hali ile konvansiyondur.
Konvansiyon, bize “şiir nerede olabilir?” sorusunu sormamamız gerektiğini söyler. O bir nevi peçe olarak şiirin yeri (konum, yönelim vb.) konusundaki bilişsel bilgiyi, algılama yollarımıza müdahale ederek kapatır. Şöyle ki, tarihsel olarak Dizeli Şiir'in şiir metninde mi, okurun zihninde mi, yoksa bunların ötesinde, şiir metninden okurun zihninde yeniden inşa edilen, yeniden okunan hali mi olduğunu sormamıza izin verilmez. Konvansiyon, yeni olan şeylere karşı Kutsal Şiir Deltasını koruyan büyük bir koalisyon sayılır.
Konvansiyon bu anlamı ile uzlaşma çağrısını da üstü kapalı olarak yapandır. Örneğin 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra endüstriyelleşen yayıncılığın, 1980'lerde aldığı şekil, ülkemizde şiir kitabı tasarımını belli bir kalıptan öteye taşımaya izin vermez. Zaten dağıtımcı kanalı ile okura ulaşması, diğer kitaplara göre daha da zorlaştırılan şiir kitabı, ancak belli “duyarlıkları” yansıttığı ölçüde dağıtım ağına girebilir. İçerik ve biçimin konvansiyonel ifadesi olarak şiir kitabı üzerinde hepimizin uzlaşmak durumunda olduğumuz izlenimini verir.
Konvansiyon, bize, istatistiksel olarak “çok” olan ile “az” olan arasındaki farkı gösteren ve bu yolla, şiirin ancak böyle olabileceğine ikna eden şeydir. Bu ikna durumu, şairi, uzlaşmaya çağırır. Uzlaşması gereken şey ile onu içeri kabul edecek şey neredeyse aynıdır, dışarısı ile içerisi arasındaki sınırı belirlemeye gücü yeten “konvansiyon”. Çok/az oranı, başarılı/başarısız oranı ile birlikte düşünüldüğünde çok'un içindeki az'ın başarılı, çok'un içindeki çok'un ise genelde başarısız olduğu ortaya çıkacaktır. Bu anlamda konvansiyon bir daire ya da küre gibi homojen değil, tam tersine saçaklı bir yapıdır. Buna örnek olarak şunu düşünebiliriz, tarihin başlangıcından bu yana yayınlanmış şiir kitaplarının toplamı karşısına bugün hakkında konuşmaya değer bulduğumuz şiir kitaplarının hatta bu kitapların içindeki şiirlerin sayısı. Bu oran, modern zamanlarda şiirin nasıl bir kıyımdan geçerek, nasıl bir indirgemeye tabi tutulduğunu bize gösterebilir. Aslında konvansiyonel her şiir kitabı, baştan, uzlaşarak, Dün ile Şimdi arasında bir yere sıkışmaya ve orada ölmeye karar vermiş gibidir.
Günümüzde -1980'li yıllardan bu yana- genişleyen ve gelişen yayın endüstrisi, konvansiyonu, şiir kitabını yeniden biçimlendirmeye ve bu biçimi de dayatmaya itmiştir. Bu biçim, ekonomik akıldan yana gibi gözükmektedir. Dize/Mısra üzerinden şekillenen şiir kitabı biçimi (formatı) sayfa sayısı ve yapısı açısından Roman ile süreli yayın arasında durmaktadır. Örneğin kitaplığımızda yer alan şiir kitaplarının ortalama sayfa sayılarına göz attığımızda, bu “biçimin” içeriği nasıl etkileyebileceğini görebiliriz. Şöyle ki, şiir gibi bir tür, kitap yayıncılığının gerektirdiği ortalama doluluk oranına asla erişememekte ve okuru, askıda bırakmaktadır. Şiir kitabı, boşluklarla doludur ve bu boşluklar şiire içkin değildirler. Bu ve bunun gibi kısıtlamaların (örneğin yazı karakteri, standart tipografi, satır uzunluğu, sayfanın fiziksel alanı gibi) şiiri bir tür olarak açmazlara sürüklediğini de söyleyebiliriz.
Söz'den Yazı'ya geçişte, kitap, biçim olarak, şiiri darda bırakmıştır. Bir topluluk önünde okunan şiir, Dil'in taşıyıcılığını yaparken kullandığı sözde-teknolojinin imkanlarını, yazıya geçerken, aynen korumuş, fakat yazıya uygun yeni teknolojiler geliştirmekte geri kalmıştır. Konvansiyon bize Kitap biçiminin tek biçim olduğunu dayatmaktan geri durmazken, neden böyle olması gerektiğini sorduğumuzda, vereceği cevapların hepsi Taylorcu bir üretim mantığına dayanır.
Söz'ün bellek imkanlarını cisimleştiren Yazılı Kültür'deki şiir, beyit/dize/mısranın çocuğudur. Vezin anlayışı, dizeyi taylorist/fordist/kapitalist anlamda yeniden yorumlamaya, ondan maksimum fayda sağlamaya yaramıştır. Şair bir ürün olarak ortaya attığı dize ile hem bir üslubu, hem bir hissiyatı, hem dil'in en rafine halini, hem de geride kalan dizeler için beklentiyi oluşturur. Böylelikle dize, yazıldığı andan itibaren meta değerine erişmeye çok yaklaşmıştır. Bugün okur, şiirleri bir bütün olarak değil, parça parça hatırlamaktadır. Hatırlamasının sebebi, eksik bırakılan deneyimin yaşattığı travmadır. Şu söylenebilir, hatırlanan her dize, yeniden inşa edilmek zorunda kalan ve bu inşa sırasında da kimyası bozulan, yazarından, okuruna geçen ve onun malı olan bir deneyimin ürünüdür.
O zaman “okuma” nedir? Görsel şiir bu anlamda, okumayı, tarayıcı (scanner) ve barkod ile eş tutan bu anlayışa reddiyelerle doludur. Okurun ne okuduğunu kontrol eden, okuma eyleminin kendisine ve okura bir üniforma giydiren bu anlayışa konvansiyonel şiir diyebiliriz. Konvansiyonel şiir, zamanımızda, zamanımıza kadar yapılan bütün bir şiir tarihi anlatısını tektipleştiren ve onu tek bir biçimde özetleyebilen şiir anlayışıdır. Örneğin şiirin dil ile ilişkisi bu kadar konu edilmişken, dilin anlam ve şiir ile ilişkisi konvansiyon tarafından gizlenir. Okuma eyleminin haz/anlama/epifani arasında duran yapısı vurgulanırken, faydacı kısmı es geçilir. 29 harften oluşan 1) alfabe ve bütün olasılıklarına rağmen 150.000 kelime arasında duran sözlüğe rağmen, şiirin ve dolayısı ile şairin kullanmakta olduğu kelime/ses sayısının azlığı konu edilmez.
Okurun algı eşiği sadece bildikleri ile sınırlı değildir. Ayrıca sezdikleri, korktukları, ısrarla bilmek istemedikleri, gözleri ile görüp, bir ad vermeden bir kenara ittikleri, dokunma, tatma ve işitme ile anlamlandırmaya çalıştığı bir dünya da onu çevreler. Günümüzde sıradan bir günde, sıradan bir kişinin kentte karşılaşacağı görsel/işitsel kod sayısının fazlalığı, bellek hakkında bildiklerimizin de genişlemesi ile birlikte şiirin algılanmasında yepyeni bir döneme de giriliyor. Görsel okur-yazarlık, medya okur yazarlığı gibi yeni kavramlara sahibiz.
Belleğin çalışma prensibi -kabaca şu şekilde açıklanmıştır 2):
- Kayıt ya da çözme - Depolama - Hatırlama
Bunlar kimyasal ya da fizyolojik özelliklerle birlikte iki çeşit belleğin varlığına işaret etmektedir. Kısa-dönemli bellek ve uzun-dönemli bellek.
Kısa dönemli bellek için gösterilebilecek en güzel örneklerden biri telefon numaralarını hatırlayışımız olabilir. Eğer Hece ölçüsü ile telefon numaralarının yapısı birlikte düşünülseydi, Hece'nin neden bu kadar popüler bir şiirsel yapı olduğunu tekrar gözden geçirebilirdik. İnsan beyni, şeyleri örneğin 10 haneli bir telefon numarasında olduğu gibi üçlü gruplar halinde anlamlandırıp, belleğine alır. Hatırlayabildiğimiz 10 haneli telefon numaralarının tamamını bir kerede ezberlemek yerine, üçlü kodlar halinde ezberliyoruz. Önce alan ya da operatör kodu, daha sonra ilk üç rakam ve sonra dört rakam 3).
Üç hece + üç hece + dört hece Giderim-/yolum yaya Cemâlin-/benzer aya Eridim-/hayal oldum Günleri-/saya saya
Bu tür bir ölçü, telefon numaralarını hatırlayabilmemizi sağlayan yapıyı kullanacaktır. 7 yerine 14lü bir ölçü kullanırsak, modern zamanlara kadar bile gelebiliriz, örneğin;
Başka sanat bilmeyiz / karşımızda dururken 7+7=14'lü hece ölçüsü. Söylenmemiş bir masal / gibi Anadolu'muz Arkadaş, biz bu yolda/ türküler tuttururken Sana uğurlar olsun / ayrılıyor yolumuz (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Konvansiyon bize, Hece'nin şiir için önemini anlatırken işlev ile amaç arasındaki bulanıklığı öne sürer. Aslında şiire içkinmiş gibi görünen bir maharetin aslında insana ait bir maharet, tam da okurda harekete geçen bir maharet olduğunu söylemez. Bu yönden bakıldığında, ezberlediğimiz telefon numaraları genelde işimize yarayacak telefon numaralarıdır. Öncelikle kendi numaramızı ezbere biliriz, daha sonra da çok yakın dostlarımızın. Telefon numaraları evreni, bizi ancak bu kadar ilgilendirir. Peki ya karşımıza çıkacak kişinin kim olduğunu bilmeden bir numara çevirebilir miyiz? Elbette! Fakat alacağımız sonuç pek de iç açıcı olmayabilir. Bu örneği vermemizin nedeni şu soruyu sormaktır, hece ile yazılan şiirde kullanılan kelimelerin yerlerini ya da kelimeleri değiştirdiğimizde bozulan şey nedir?
Şiir'in bir edebiyat türü olarak Dil kavramı ile doğrudan ilişki kurduğunu iddia etmesi, çoğu kez Şiir'in tıpkı dil gibi ne tür bir bilgi taşıdığı konusunda sorular sordurur. Günümüz kavramı olarak “information” bilginin bir içeriği olduğu kadar, bir de biçimi olduğunu söylemekte bize. Bizim için bilgi biçimi olan bir kavramdır. Bunun 20. yüzyılın gelişmeleri ile yakından ilgisi bir yana, “taşıma, mecra, uzak, burası, alıcı, verici” gibi modern çözümlemelerin ışığında, tarihsel olan bilgi kavramını da sorgulayabiliriz.
Özellikle Enformasyon Teorisi, bu konuda çeşitli ilerlemeler kaydetmiştir. Bilginin erişilmez doğası, bir muamma olmaktan onu örneğin tıpkı harfler ya da kelimeler gibi 1 ve 0'lar (ikili, sayısal) cinsinden bir dönüştürmeye tabi tuttuğunda, taşınabilen ile taşınması gereken arasındaki fark mükemmel ya da tam iletişim denilebilecek şeyin aslında bizim düşündüğümüzün aksine bir özelliği olduğunu da göstermiştir. Tam olarak taşınabilen şey “klişe”dir, yani tekrarlanan söz-dizimi.