Biz burada kendimizi yırtalım, şu aşağıdaki durumdaki gibidir durum. Bizden önceki kuşakların ellerini bile sıkmadan kenara itip, haklarında atıp tuttukları bu sınıfların ortaya çıkardığı şiir işte böyle bir şey olsa gerek. Halk Şiiri ile Porno arasında bir yerde şiir, en mahremin, en samimi ama insanın içini en kaldıracak içtenlikle ortaya konması mıdır, nedir? Ey Türkiye insanı! Şiiri eğer böyle birşey zannediyorsan, daha çok ütülmeye devam edeceksin bu alemde! Titre ve kendine gel! Popüler kültüre ve televizyona her bir değerini esir etmen yetmedi evet, ama gördüğün her şeyi de taklit etmeyiver artık. Bu veletler, paralel evrenden gelmiyor, bunu da anlayın artık. Birbirlerini dürte dürte kitap satışlarında 300 sınırına gerileyen üçkağıtçılar, sesli ve sözlü kültürde tanınmanız mümkün değil sizin. Nazım Hikmet'i okumadığınız ne belli, ne kadar belli 835 Satır'dan bi'haber kaldığınız. Ey Solcular ya da kendine solcu süsü vermeyi sevenler, Ey sağcılar ve muhafazakarlar ve gericiler ve bürokrasiciler, ey lümpen daşşağından damlayan herşeye aşık halkçılar! Buyrun eseriniz, doya doya izleyiniz;
Bana bak! Hey! Avanak! Elinden o zırıltıyı bıraksana! Sana, üç telinde üç sıska bülbül öten üç telli saz yaramaz! Bana bak! Hey! Avanak! Üç telinde üç sıska bülbül öten üç telli saz dağlarla dalgalarla kütleleri ileri atlatamaz! Üç telli saz yatağını değiştirmek isteyen nehirlerden:- köylerden, şehirlerden aldığı hızla, 1921, Orkestra
Yorumlar
şu küçük veletler, yahu
Puanlar: 9
‘yukarı’ dedin
şu küçük veletler, yahu gerçekten kim bunlar, anonim değerlerimizi mi sembolize ediyorlar? Adsız veletler, şanssız veletler, ah veletler, “hiç kimse” veletler. Das man mı bunlar? Ne bunlar? Kaydetmişler kendilerini, kendi kendilerine iş arıyorlar…
Öyleyse hak ediyorlar her şeyi, teşhir edilmeyi, işaretlenmeyi… Bir çerçevenin içine alıp oynatalım bu korku filmini, haydi buyurun hep beraber izleyelim. Mutasyon mu, çamur mu, çok mu bayağı, çok mu kiç, çok mu bilmem ne, vır vır vır, görelim!
Yahu çocuklar orada, kendi kendilerine dertleşiyorlar, bunun nesi şiir? Nasıl yapmaları gerekiyor ki bunu, söyleyelim o zaman. “Aydınlatmamız mı gerekiyor onları”. Tutuştur ellerine birer Mallermé, yerin yedi kat dibinde arzularını jiletleyen tipler, -atılmış, itilmiş ve belki de bir hata sonucu yeryüzüne doğmuş “bilinçsiz” şeylere “böyle üzülmeyin, şöyle üzülün, böyle diyonizyak olunmaz şöyle olunur” de, lütfen?
Yahu adam acı çekiyor, görmüyor musun, gizli bir ayin gibi, mitik yuvalarında (ki bu bir araba içi) ibadet ediyorlar arzu denilen şeyin yokluğuna…
Kim verdi bize bu hakkı, nerden düştü tepemize, yani içinde yaşamadığımız bir halkın türküsünü beğenmeme lüksünü hangi bakkaldan aldık acaba. Of çok sıkıldım bu “biz” lafından! Yan komşuyu bile tanımıyorken kalkıp zigananın bilmem ne köyündeki üç genç hakkında nasıl bir yapmacık lümpen şiir şeyi analizi yapabiliyoruz, nasıl böyle bir etnografi çıkarıp, aşırı genelleme hatasına düşebiliyoruz.
Titre ve kendine gel ey Türkiyeli insan mı?
Ne bu şaka mı? Yani klostrofobik, nevrealistturkisçh sinema tadında bir alanda olan bitenle “ey lümpen daşşağından damlayan herşeye aşık halkçılar!” arasında nasıl bir nedensellik bağı var, pek anlayamadım.
İnsan önce, kendi kendisinin dalkavuğu olmaktan kurtulmalı bence. Kartezyen dualite’den, bir başkası olan “ben” den anlayamadığımız kadarını anlarsak, birilerini parmakla gösterip de tüme varmaktan başka ne yapabiliriz ki? Kaçmaya çalıştığımız, olmak istemediğimiz despottan ne farkımız kalır? Ne anladık ampirizmden? Kurumculuktan, babacılıktan, arzu makinelerinden, ıvırdan zıvırdan.
Diyorum ki, nacizane, anlayalım artık şunu, “aydınlanma bir lükstür, ve bir burjuva uydurusudur. Bu kafayla yola çıkılmaz. Bu kokuşmuş, çürümüş mantık üzerinden karşı eleştiri yürütülmez. Yürütülemez.
Buyurun buradan yakın, ne sağcı ne de solcu, babanın oğlu. Üç numara traşlı, gereğinde atasına saygısızlık yapanı doğrayan, hazır ve nazır, dirsek temasında zil sesini duyduğu an atılan şeyler olarak besleniyor çoğu… Hrant’ın falan peşindeler, oldular da. Şiirden kime ne? Aydınlanmacı tiratlardan kime ne? Kendimizi savunmak için “başkalarını” meze yapmak mı rimbodan anladığımız? Hele hele kalkıp da onları lümpeleşen şiirin falan dayanağı yapmak, bu da nerden çıktı?
“olmak istiyorum, en hayvanı, en aşağılığı, ırkların en zencisi…”
Hiç, bir mahalle kahvesinin nasıl bir sistemle çalıştığını merak ettiğiniz mi, ey sosyolog gözlüğü taşıyanlar, pedofiliyi gördünüz mü, peki ya oğlancılığı? Dokundunuz mu etine, kemiğine, evine girdiniz mi sürünün. Lütfen oturup kalktınız mı “O” insanlarla? Arkadaş olmayı bırak, tanışık bile olmadığımız bir “avam tayfası” için bu kadar aşağılama bence fazla! Onları birer ilkel, birer müzelik fosil, birer terminatör, birer uzaymaymunu gözüyle değerlendirmek de nerden çıktı?
Evet kötüler, çok berbat, çok! Ama bunun koskocaman bir halkın tümüyle ne bağı var, estağfirullah! Bir bu kalmıştı zaten olmadıkları, solculuğun günah keçileri… Şiirimizin şimdiki vasat durumu… Onu da oldular… Bakın işte yarattığınız insan profili.
Sergileeniyor, sergileniyor, duyduk duymadık demeyin...Arkadaşınıza gönderin, oy verin...
Kim yarattı bunu solcular mı? Hayır, bunu hak etmediğimiz küçük burjuva tiriplerimiz, özgürlüklerimiz, ayrıcalıklarımız ve ayrıcalıklarımız yarattı. (kesin öyle) Ayrıca bu çocuklar lümpen değil, avam. Lümpen kavramı çok girift, lümpenburjuva var, lümpenproleter var, terminolojiye dikkat! Farkında olmayabiliriz ancak, bu bizlerin de birer lümpen olmadığı anlamına gelmez.
mesela enis batur bir bohemdir! (mesela)
kopmayalım, devam...
Aydınlan be hey halk! Biz burada boşuna mı yırtıyoruz kendimizi' Yani burada hale “DEVLET” sözcüğü geçmiyorsa, devlet sözcüğü ve devletin aptallaştırma, tebaa yetiştirme politikalarının sözü geçmiyorsa, şiirin, solculuğun, vb. topunun işi Ankara’ya düşsün inşallah!
Daracık bir arabanın içindeki testosteron kokusu, ensest yapının mimarı olan baba’nın kutsal ruhuna kaldırılan bir bira şişesinden başka hiçbir şey değil, bırak şiiri. (bir daha izleyin) Ki eğer böyle bir arzu patlaması bile yaşayamıyor olsalardı eğer, sorunlarının çözümü için başka şeyler düşünebilirlerdi.
Something was possible! Ancak işte direniş silahlarıyla birlikte kaçtı buradan (bkz: 68) bana göre toplanışlar, bu bir arabanın içi dahi olsa, hem erke, hem de arzuya ilişkindir. (dipnot, meraklısına)
İşte o zaman korkunç olurdu bu. Düşünsene sevgili Serkan, bu çocuklar görsel şiir yapmaya başlıyorlar aniden, yargılanacak, aşağılanacak, işaretlenecek bayağı bulunacak bir halk kalmamış. Aydınlanmışlar, düşünsene “arsenik mutlu değil, çünkü beslenemiyor artık benimle!”
O ha! Ne kadar mutlu olurduk bir bilsen!
Öyleyse ey züppeler, highbrowlar, snoplar, lümpenler! Ey kendine aydınlanmacı süsü verip de nefret kültü besleyenler! Ey şiirseviciler, ey Kemalistler, ey Fethullahçılar, ey Nurcular, ey Kürtçüler, ey Devletçiler, ey liboşlar, ey kerkenezler, hey. Buyurun, doya doya izleyelim suçumuzu! Bizden önceki kuşakların ellerini bile sıkmadan kenara itip, haklarında atıp tuttukları bu sınıfları bir kez daha lanetleyelim.
Ne bu, şaka mı?
Buradan bir “yargı” çıkmaz. Komik, çok komik. Çünkü o çocukların yaptığı şeyi normal karşılıyorum. İçinde yaşadıklar şey bu. Bizse bilinmeyen bir coğrafyayı keşfeder gibi yaklaşıyoruz buna. Asıl anormal olan… Of çok uzadı. Sıkıldım bu biz lafından.
Bu videoyu,
Puanlar: 10
‘yukarı’ dedin
Bu videoyu, alkislarlayasiyorum.com adresine koyan arkadaşın, diğer elemanlara verdiği cevabi burada alıntılayayım da, eksik kalmasın;
Bir de şu var. erden'e birkaç açıdan bir cevap yazayım dedim ama, işin içinden çıkmak zor. Bu veletler, tehlikeli veletler. Bunlarda "feliçita osman" hali yok(*). Bu videoyu birisi gizlice çekmiş değil, elde cep telefonu, "hadi gülüm başla" denilerek çekilmiş ve internete sallanmış birşey bu. O yüzden de zaten rezil bir hal alıyor.
Rezilliğin bir başka boyutu ve o boyut içindeki katmanları var. Bu çocukların gösterdiği şey, çocuklardan içre birşey değil, koskoca bir toplumun aldığı haldir. yani bu çocukların yaptığı şeyin öğeleri -gösteri, kamera, yerinden edilmiş şiir, saz, yeniyetme, itilme, genç, kendini ifade etme, toplanma, dertleşme vb.- her biri kendi başına birşey ifade eden değerler olabilirken, burada, işte tam da her türlü ağırlıklarından kurtulmuş durumdalar. Birileri şiiri böyle bir halt olarak pazarladığı için bu klipte bir sorun var benim için. Yoksa o elemanların yeniyetmeliklerinin cazgırlığı beni ilgilendirmiyor.
Sen çağırdın da ben gelmedim
Puanlar: 2
‘yukarı’ dedin
Sen çağırdın da ben gelmedim mi'yi duyunca anladım; Ahmet Selçuk İlkan şiiri bu: "sen vurdun da ben ölmedim mi" başlığını taşır. Ahmet selçuk, ümit yaşar'la birlikte, tv'deki eğlence programlarını izleyen kesimin en çok bildiği şair, beni zorla şair yaptılar diyen kült insan. Eskiden sadece tgrt, flash ve benzeri tv'lerde kısık gözleriyle şiir okurdu (videodaki çocuk gibi aynen) en son haber türk ve cnn'e kadar "yükseldiği"ne şahit oldum. Ne zaman denk gelsem, şiire dair bi projesini anlatır. Müzikle şiiri birleştirmeyi kendisinin bulduğunu falan söylüyordu birkaç yıl önce. Neyse işte kısacası televizyon. Şebnem Kısaparmak, İkbal Gürpınar gibi şairler vs. Sadece tv'de gözlerini kısıp okumakla kalmıyorlar haaa, kitapları basılıyor renk renk.
süper, video paylaşımı çok
Puanlar: 12
‘yukarı’ dedin
süper, video paylaşımı çok iyiydi. teşekkürler serkan ışın.
Post-modernitenin ne olmasını
Puanlar: 12
‘yukarı’ dedin
Post-modernitenin ne olmasını bekliyoruz ki, kökeninden kopamayan "hayali" bir uygulamanın örneği. Trabadurlardan, halk şairlerinden ne farkı var ki bu okunanın, okunan şiirse. Adam da ki cesarete bak, müzikle, şiiri birleştirmiş, işte onların torunları. Yönü doğrultusu olmayan, lirizmin yanından geçmeyen hiçbir orjinde yer edinemeyen zamane gençliği diyeceğim ama değil, öncelerini, öncüllerini yok sayan kırpıntı. Boşuna Nazım'ın, Birinci Yeni'nin, İkinci Yeni'nin, Modernite içinde bulunması, yok sayarsan (modernite, kültür birikimidir, akıllı uslu kişilerin işidir), sonrası kalır, kot altına, kundura...
Ben bunun post-modern ya da
Puanlar: 1
‘yukarı’ dedin
Ben bunun post-modern ya da postmodernite ile ilgili olduğunu sanmıyorum. Geç kalmış modernlik, postmodernite değildir. Bunda post-modern (yani modern sonrasına denk gelen) hiç birşey yok oluş anı dışında. Post/Modern olan, bir kere üretim tüketim ilişkileri içinde, mecra, meta ve araç kullanırken, eskiye rağbet etmez. Burada kameralı cep telefonu, sazdaki elektronik aksam, araba vb. şeyler, yeni değiller. Şarkının üzerinde, söylenen şeyin üzerinde zerre etkisi yok bunların. Dekor sadece.
Bizde, neden olduğunu bilmediğim, postmodern olanı böyle "köksüz, sapsız, ipsiz vb." terimlerle açıklayıp, damgalama eğilimi var. Okunan şey tam anlamı ile kitabi olarak belli bir türün özelliklerini taşıyor zaten. O tür -ister halk şiiri, ister bir şey- saçma sapan bir içeriğe mahkum kalsa da, zaten bunun bu kadar saçma sapan kalmasını sağlayan da o biçimle bu içeriğin bir türlü uyuşmaması. Sonuçta etraftaki hiç bir şey, içeriğe giremiyor. Okunan şey, kendi kodlarını ve hiyareşik sesini, imgelemini dayatıyor.
Ben bunda postmodern ile ifade edilebilecek bir şey görmüyorum. Fakat şu açıdan bakabiliriz. Bu tür üretimler türün temel özelliklerine böyle birden dönüşler travmatik şeylerdir. Burada bir postmodern var ise, bize zaman kaymasının ve çerçevesini gösteren "görüntü" olabilir. Yani buradaki herşey modern zamanın ürünü, içerik ve sunuş, modern öncesinin ve hepsinin birleştiği bağlam, o videonun kendisi, modern sonrası bir üretime çok denk düşüyor. Zaten elemanın söylediği şeye karşı gösterdiğimiz ilk tepki "hadi lan oradan, kolpa" oluyor.
Ne yazık ki ediyor,
Puanlar: 3
‘yukarı’ dedin
Ne yazık ki ediyor, postmodernite, kökenlerini, bizim doğru anladığımız gibi, Romantizm'de kökenini bulur. Keşke tanımladığın kadar yalın olsa. Düş ve gerçek arasında, kendinden geçercesine bir anlam arama. Bize has bir özellik değil, bir ucu dokunuyor, Serkan. Coleridge'inin, absentle arasının sıkı fıkı olması ve, ne yazık ki, Cengiz Han'ın Sarayı'nı görmeden tanımlamaya çalışması, neyse. Karşı olduğumdan değil, ortaya çıkan saçma, tanımladığın gibi, moderniteyi anlamadan, zaman kayması...
Bu adamlar farkında olmadan, cep telefonu ile, bağlamayı bir araya getirirler. Trabadurlara gitmelerinin nedeni, (Romantizm'de bundan kaynaklanır), Biraz büyücü ile gerçeği bulma ifadesi.
yok yok, cep telefonu ile
Puanlar: 0
‘yukarı’ dedin
yok yok, cep telefonu ile bağlama bir araya gelirken sürekliliklerini koruyorlar. yani cep telefonu işini yapiyor, bağlama işini yapıyor. ne işlev kayması, ne de işlev ötelemesi var. hepsi araçlıkları doğrultusunda kullanılıyor. zaten cep telefonunun konumu mutlak. o çekiyor, eleman acı çekiyor, bağlama da, bunların arasında kalıyor. burada anırarak anlatılan şey, tüm kelimeleri ile birlikte "klişe"nin sokaklarını arşınlıyor. klişeden bir acı yaratıyor. bayağı bir acı.
bu klibin sonunda eğer eleman bileklerini keseydi ya da oradakiler bira ziftlenmek yerine birbirlerini öldürselerdi, işte bak o zaman bu postmodernin sınırlarında dolanırdı. fakat burada modern sonrasını ilgilendiren hiç bir süreç işlemiyor. bayağılık ya da parodi da değil bu.
ama bunun bir önemi yok. anlattığım şekli ile de basit değil zaten. fakat görünen ile görünmeyen arasında, düşle gerçek arasında birşey yok. romantizm ile postmodern arasında nal gibi bir 20. yüzyıl bilimsel ilerlemesi var. "türkü bar" sadece trajiktir, postmodern değil.
Serkan Bey, burada trajik
Puanlar: -2
‘yukarı’ dedin
Serkan Bey, burada trajik olan bir şey varsa, o sizin öfkeniz. Hiçbir şeye yaramayacak, daha ilginci hiçbir çözümleme değeri taşımayan bir öfke bu. Fazla söze gerek yok, elit kendi unutulmuşluğundan, etkisizilğinden doğan hıncı boşaltıyor. Ne anlamak kalıyor burada, ne incelik, ne çözümleme.
Freire, insanın özgürleşmesine bağlanan radikalin yalın haldeki dünyayla karşılaşmaktan, onu işitmekten, o dünyayı görmekten korkmayacağını yazıyordu. Tamam burada kimsenin radikallik falan iddia ettiği yok belki ama bu öfkenin dışavurduğu şey özgürleşmeyi dert etmemeyle ve yıpranmış benliğin acıklı "beni tamir et" talebine yenilmeyle dolu bir hal. Hakikatin tekelimizde olduğunu fısıldayan bu hain hal'e pabuç bırakmamak lazım derim.
Ve son söz, ben bu vidyodaki arkadaşlara gayet muhabbet duydum. Kendilerince çalıp söyleyip hüzünlenmişler işte. Kendi ruhlarından başka kimseye hoyrat değiller. Güzelilkleri de burada, hoyrat olmayana müşfik olmak atla deve değil.
Mehmet Hayri Zan
o kadar lafı boşa ettin
Puanlar: 12
‘yukarı’ dedin
o kadar lafı boşa ettin diyorsun yani, eh peki. içinde en azından argüman, en azından birkaç çözümleme çabası geçen şuncacık yorumdan bir bakışta öfke ayıklamak benim sorunum değil! işin ne hoyratlıkla, ne de başka bir halt ile ilgisi var. bu video ve bunun gibi daha nicesi (bedirhan gökçe, ibrahim sadri şu bu) bu ülkede şiir denilince akla ilk gelen adamlar oldukça, kimimizin bunlara sempati duyması kaçınılamaz.
ben bu elemanlara sempati duymaktan öte, çocukluğumda ve gençliğimde halı sahada maç yapıp, aynı bardaktan su içme cesaretini de gösterdim. hatta annemin yaptığı domatesli peynirli ekmekleri de paylaştım. onların bir boy büyükleri şu anda kimi kamu şirketlerinde mesai arkadaşım ve müdüründen tut da, uzman yardımcısına kadar en sevdiği şairleri, şiir anlayışlarını az çok bilirim. bunlardan tek farkları, bunlar reno 12'ye değil, reno megan vs. gibi arabalara biniyorlar.
öfkemin konuyla ilgisi yok.
Hakan Arslanbenzer, şurada
Puanlar: 4
‘yukarı’ dedin
Hakan Arslanbenzer, şurada şarlamış ve beni Halk Düşmanı ilan etmiş -ki kısmen doğrudur ama bağlamı bambaşka. Yukarıdaki şeylerin Arslanbenzer'in "Halkçılık / Popülizm" şeysi ile alakası yok, çünkü yazarken, "lümpen" derken, aklımda hiç de Fayrap yoktu (Fayrap'ta tonla popüler kültür şakası olmasına rağmen).Olamaz da. O yüzden bunu not olarak ekliyorum. Arslanbenzer, bu kitleden ne çıkartır bilmiyorum, muhtemelen aradığı da buna yakın birşey. Bedirhan Gökçe'nin, İbrahim Sadri'nin, İclal Aydın'ın, Yusuf Hayaloğlu'nun falan motive ettiği kitleyi -eğer Küçük İskender'den fırsat bulabilirse- bir üst aşamaya taşımak olabilir. Eh bu da bir hedeftir. Sonuçta başlangıç şartlarını sağlıyorlar. Ayrıca sanıyorum şu aşağıdaki video da, bir cevap olarak düşünülebilir, ben halk düşmanı isem, bu aşağıdaki ne lan?
Serkan, kusura bakma, siteden
Puanlar: 3
‘yukarı’ dedin
Serkan, kusura bakma, siteden kaynaklanan bir nedenden benim yorumum anonim görünmüş galiba, (hani coleridge karşılaştırması.) Neyse. Şimdi, modern dönemlerin nereden kaynaklandığına değgin çeşitli fikirler var, ancak bizim bildiğimizden en ilgi çekici olanı, çağdaş dönemleri, Musa Peygamber'in kabilesi ile birlikte kopuşuna bağlayan görüş. Mısır'ı yok sayan bir görüş. Ancak şehirleşme ise bir anlayış kopuşunu beraber getirir, uzun konu bir gün kısmetse, yüz yüze konuşuruz...Diyeceğim şu, Postmodernite, biz değil, yalnızca, Romantizm'le başlatan, Lyotard'dır, bu bağlamda değerlendirdirdim. Sevgiyle, dostlukla. Kemal Tekin
Yenimahalle'den Cafer'in yeni
Puanlar: 6
‘yukarı’ dedin
Yenimahalle'den Cafer'in yeni videosunu da burada tüm Fayrap ekibine hediye etmekten başka çarem de kalmıyor ayrıca. Dün görmemişim Arslanbenzer'in yazdıklarına bakarken, Ahmet Güntan da sağolsun, fizikten girmiş, kimyadan çıkmış bana bir güzel ders vermiş. Ben dersimi aldım bu konularda, yalnız şunu da eklemeden edemeyeceğim, umarim şu yukarıdaki çemkirmelerimin gerçek muhattapları da taşı sopayı kapıp kapıya dayanmaz. Çünkü edebiyatçı, şair böyle yaparsa, sanıyorum 3. ya da 4. sınıf sayacağımız diğerleri de neler etmez, maazallah.
(Not: ahmet güntan'ın yazdıkları külliyen yalandır.)
keşke bir "yalan defteri"
Puanlar: 0
‘yukarı’ dedin
keşke bir "yalan defteri" tutsaydın, binlerce yalanın içinden hangini söyledin - hangisini söylemedin daha net hatırlardın.
benim dediklerim külliyen doğru.
söylemediğin yalan, atmadığın palavra kalmadı 4 senedir.
bir de "biz temiziz, güzeliz" filan yazmışsın da, hatırlatayım dedim.
bir "modern tosuncuk"un nickini ödünç alarak yazan : ahmet güntan.
bir şey ya doğrudur ya da
Puanlar: 4
‘yukarı’ dedin
bir şey ya doğrudur ya da değildir. senin söylediklerin külliyen yalan. doğrusunu da ayıklayıp bulmak için senin o öfkeni bir kenara alıp onunla bir konuşman gerekiyor bana kalırsa.
artı, sana -size?- mi düşmüş bunun hesabını sormak? meseleyi getirdiğin yere bir bak önce. Benden hesabını sorduğun şey için verdiğin dilekçeye bir bak? şimdi kuşak muşak geyiğine de girmeyeceğim ama, bu yaptığının -orada yazdıklarının- ne anlama geldiğini bir sor kendine. sanki sahte diploma ile beyin ameliyatı yapmışım? nedir hocam sizin toptan derdiniz? bu yukarıdaki videolarla falan ilgili olamaz bu? sen/siz birini nasıl halk düşmanı ilan edebiliyorsun/uz ele güne karşı.
halk kim ayrıca, kime dublaj yapıyorsunuz mesela? Eğer bu yukarıdaki çocuklara dublaj yapıyorsanız, vantrologluğunuz size karın ağrısı veriyordur.
hadi diğerlerini anladık, birkaç 5. sınıf adamı, görsel şiir üzerinden bir kavga çıkardılar. sen bir de üstüne, bunları da bir kenara bırakıp, bana yalan dolan hesabı soruyorsun? Nasıl olabiliyor yahu bu cüret?
"4 yıldır söylemediğin yalan, atmadığın palavra kalmamış". Ne konuda? Şiir konusunda mı? Alayınız yalanı ekmek etmişiniz birbirinize katık ederken, evet doğrudur, yalan benim söylediklerim.
bu arada konu fayrap ile
Puanlar: 6
‘yukarı’ dedin
bu arada konu fayrap ile serkan ışın'ı ilgilendirdiği için kavganın burada devam etmesine izin verecek değilim. çok merak eden varsa, fayrap'ın sitesinden izleyebilir.