Eğer bizler, eski ile yeni arasında bir geçiş döneminde duruyorsak, bu geçiş döneminin eskiden yeniye devşireceği tüm olumsuzlukları, gelip geçicinin tuzağına düşmeden –ki gelip geçicilerin en büyüğü burada yaşamdır- kalıcı olanları ayırt edebilmemiz gerekmektedir. İnsanlara umut vermek için, onları bu yaşamın gerçekten yaşanmaya değer, emek vermeye değer, kavgasını vermeye değer, uğrunda feda edilecek bir değer olduğunu düşünen çoğu şairimiz için 2000’li yıllara girmek oldukça sersemletici etkilere sahip oldu. Bir kere, evet yaşam gerçekten de “keyif” alınacak bir hale geldi, fakat bu yaşamın estetik sınırlarını, biçemlerini belirlemek ya da daha da geliştirmek için kullanılan yöntemler içinde şaire yer yoktu. Çünkü harcamanın karşısına koyduğu şey, arzu değil,
daha çok derinden gelen ve bu yüzden tüketilmeye elverişsiz olan hayatın hayatı diye özetleyebileceğimiz o muğlak alandır. Bu muğlak alan, çoğu yerde hayata üretim biçimleri ya da emeğe katılımı açısından içkin kalmak zorunda olan ve işlerini bu çerçevede yapmak zorunda olan çalışan bir sınıf yaratmıştır. Bu çalışan sınıf içinde, editörler, dizgiciler, matbaacılar, tanıtım yazarları, kitap eleştirileri için büyük yapının kenarında ve içinde duran kanaat bildiriciler, kuratörler, galeri sahipleri, reklamcılar, yazarlar ve en uç halkada okurlar yer almakta. Yönetici sınıf ile dağıtım işini elen alan yapı arasında kalan bu halkalar, deyim yerindeyse, merkez ile çevre arasındaki geçici tampon bölgede yer alıyorlar. Burada şairler için özel bir alan yok, ama üretim ve emek açısından bakıldığında şairler ya da öykücüler ya da dergilere yazılarını gönderenler, çoğu kez ücretsiz emek dolayımında değerlendirilebilir. Çok daha hayati olan bir iş olan kitap tanıtmacılığı ya da parça başı editörlük ya da parça başı kitap tanıtımı, söyleşi, tanıtım, reklam gibi aslında kitabın ikincil derecede ihtiyacı olan şeyler, onun bir ürün/meta değerine düşürülmesi/yükseltgenmesi ile daha önemli ve ücretli çalışan gerektiren işler haline getirilmiştir. Bu yüzden çoğu kez şaire, dergiye gönderdiği şiir karşısında para/telif ödenmesi ayıp olarak nitelendirilirken, bunu isteyen şairin de pek konuşulmasına izin verilmez, çünkü dergiye şiir gönderdiği ve o şiir yayınlandığı sürece o muğlak alan içinde görünme ve devam etme gibi olasılıklar hâlâ vardır. Bu arada dergilerle ilgili ufak parantezler açmak gerekir. Kuşkusuz bugün önümüzde duran sanat/edebiyat dergilerinin “ücretsiz emekçi çalıştıran küçük atölyeler” olduğu muhakkaktır. Her ne kadar elimde kesin bir veri olmamasına rağmen, bugün büyük birkaç edebiyat dergisi dışında, yazarlarına telif ödeyebilen dergi yok gibidir. Bunun sebebi, hem derginin bu işi yaparken, yani dergi çıkartırken, kapitalist ilişkilerden uzak duracağını verili olarak düşünmesi –çünkü en romantiği bu yoldur- dergiyi matbaaya göndermek, basmak, dağıtmak gibi maddi güç gerektiren işleri ise cebinden karşılayacağını düşünmesi ve tüm bu fedakarlıklardan sonra da şaire, yazara telifi zaten ödeyemeyeceğini keşfetmesidir. Aslında bu tam da, büyük yayınevlerinin yapmadığı şey olarak, küçük dergilere reklam verirken de güçlendirdiği küçük çaplı ideolojik/kapitalist bir kural gibidir. Sonuçta küçük dergiler, tıpkı küçük atölyeler gibi “bu ideolojik parametreler içinde küçük üreticiler ayakta kalabilir ama büyüyemezler. İdeolojik ve kurumsal sınırlar, bu tip üretimin küçük çaplı kalmasını, emeğin ucuz olmasını ve esas kârın aracılar, tüccarlar ve ihracatçılara gitmesini sağlar.” (**)
Burada kâr, zarar, ciro vs gibi kavramları da işin içine katmamın sebebi, edebiyat/sanat dergilerinin devletin ya da resmi ideolojinin karşısında ya da yanında olmaktan çok, aslında tam da 90 sonrası “yaşam” içinde konumlandığını ve aslında o yaşamın kalitesinin değil ama niteliğinin üretilmesinde birincil sorumluluk taşıması gerektiğini düşünmemdir. Bir dergi herhangi bir ideolojik kaygı olmadan, sadece karamsarlık ya da tam tersine umut üretmek için orada olmaya başlayabilir, ama bu derginin yayın hayatı dizgiye girdiği ilk andan itibaren kapitalist ilişkiler içinde gelişir. Ve derginin okura ulaşmasına kadar da bir dizi sancılı süreç izler ve bir dergi eninde sonunda paradan ürüne dönüşmüş bir metadır. Bu metanın pazarda alıcı bulması ise tamamen ve tamamen onun içine değil yüzeyine bağlıdır, bağlı kalmaktadır ne yazık ki. Bu yazının sınırlarını aşacaktır ama bir kez daha belirtmek gerek, bugün küçük dergilerde ya da fanzinlerde yazan yazarlar arasında göze çarpan düşmanlık, tuhaf bir rekabet duygusunun eseridir. Polemiğin yazınımız içindeki önemi artık köşe yazarları tarafından devralınırken, hayatından başka kaybedecek bir şeyi olmaması gereken şairlerin durmadan ve durmadan kavga etmesi tuhaftır. Başta da belirtmiştik, telif yerine kanaat, geleceğe yönelik muğlak bir destek vardır dergi yönetimi ile şair arasında. Bu da elbette, derginin kendi gücünden değil, dahil olması muhtemel büyük merkezi güçlerin (büyük yayınevleri, reklam verenler, dergiyi tanıtacak gazetelerden ve okurlardan oluşan karmaşık bir merkez) söylemidir açıkçası. Bugün pek gözden düşen ve zorla ayakta tutulmaya çalışılan ödüllendirme sisteminin çökmesi de bu yüzden olmuş gibidir kanımca. Ödüllendirmede ya da unvan vermedeki manevi haz, tamamen dönüştürülmüş ve reklam için hazırlanmış bir sahte ritüele dönüşmüştür. Bu hem ödülün hem de ödül alan yapıtın gözden düşmesine sadece ve sadece “hazırkonuş” yöntemiyle çalışan medyaya malzeme olması muhtemel ödül törenlerinin en önemli an olarak yansıtılmasına gidecektir sonunda. (Eliot ödülleri ile ilgili kural belki bizde de uygulanmalıdır, en azından elenen ve son tura kalan şiirlerin hepsi okura juri üyeleri tarafından okunmalı, en azından şiirler gerçek mecralarında bir kez okur için seslendirilmelidir. Böylelikle gerçekten ölçütlerinin ne olduğu hiç belli olmayan jürilerin sadece şiirleri yüksek sesle okuyarak onlara neden evet dediklerini göstermeleri gerekmektedir. Ve böylelikle örneğin hayatı boyunca şiirde ses ve ahenge özen göstermiş ve dikkat çekmiş bir yazarın anısına verilen ödüle layık eserlerin finale kaldığı konusunda ikna edilmiş ve bu işkencenin çekilebilir bir yanı olduğunu düşünebiliriz.)