[kitapara:Susan Sontag] (1998/1965) "Biçem Üzerine", Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş, ss. 24-28, İstanbul: Metis.
Biçeme karşı duyulan antipati, her zaman verili bir biçeme karşı duyulan antipati olmuştur. Biçemsiz sanat yapıtı diye bir şey yoktur; yalnızca birbirinden farklı, az çok karmaşık biçem geleneklerine ve uzlaşımlarına ait sanat yapıtları vardır.
Bu demektir ki köken açısından düşünüldüğünde biçem kavramı özgül, tarihsel bir anlam taşır. Biçemlerin belli bir zamanı ve yeri olmadığı doğrudur; belli bir sanat yapıtının biçemini algılayışımız, her zaman yapıtın tarihselliğinin, zamandizini içindeki yerinin farkında olmayı da birlikte getirir. Dahası: Biçemlerin görülebilirliği de tarihsel bilincin ürünüdür. Bildiğimiz önceki sanatsal normlardan ayrılmasa, ya da onlarla deneyimlere girişmese, yeni bir biçemin ana çizgilerini hiçbir zaman tanıyamazdık. Daha da ötesi: Biçem kavramının kendisine de tarihsel açıdan yaklaşmak gerekir. Bir sanat yapıtında biçemin, problematik ve soyutlanabilir bir öge- son çözümlemede, arkasında aktörsel ve siyasal başka sorunların tartışıldığı bir cephe- olarak farkına varmak, sanat izleyicilerinde ancak belli tarihsel anlarda ortaya çıkmış bir şeydir. “Biçeme sahip olma” görüşü, doğruluk, ahlaksal dürüstlük, aynı zamanda doğalcılık konusundaki eski fikirleri tehdit eden bunalımlara karşı, Rönesans’tan bu yana durup dinlenmeden ortaya sürülen çözümlerden biridir. ....
Biçem kavramının tüm çağdaş kullanımlarının peşini bırakmayan düşünce, biçimle içerik arasında varsayılan karşıtlıktır. Biçim işlevi yüklenen biçemin, içeriği bozduğu duygusundan nasıl kurtulmalı? Kesin görünen bir şey var. İçerik kavramı yerine oturtulmadıkça, biçemle içerik arasındaki organik ilişkinin, herhangi bir yolla olumlanması gerçekten inandırıcı olamayacaktır - ya da bu olumlamayı yapan eleştirmenleri, kendi özgül söylemlerini değiştirmeye götürmeyecektir.
Pek çok eleştirmen, bir sanat yapıtının, biçemle süslenmiş belli miktarda içerik (ya da – mimarlıkta olduğu gibi- işlev) “içermediği” fikrini kabul edecektir. Ne var ki bu eleştirmenlerin çok azı, kendilerinin kabul etmiş göründükleri şeyin olumlu sonuçlarına imza atacaktır. “İçerik” nedir? Ya da daha kesin söylersek, biçem (ya da biçim) ve içerik karşıtlığının ötesine geçtiğimizde, içerik kavramından geriye ne kalır? Bu sorunun yanıtı kısmen, sanat yapıtında “içerik” bulunmasının kendi başına oldukça özel bir biçemsel uzlaşım oluşturduğudur. Eleştiri kuramına düşen büyük görev, konu malzemesinin biçimsel işlevini ayrıntılarıyla incelemektir. ....
Sanat yapıtlarına bildiri gözüyle bakan eleştirmenler, “imgelem”i över göründükleri zaman bile “biçem” üzerine bir şey söylemekten sakınırlar. Onlar için imgelemin tüm anlamı aslında zaten “gerçeklik”in aşırı duyarlıkla verilmesi demektir. Dikkatlerini yoğunlaştırmayı sürdürdükleri şey, sanat yapıtının zihni ne ölçüde belli dönüşümler yapmaya götürdüğü değil, sanat yapıtının yakaladığı bu “gerçeklik”tir.
Ne var ki bildiri olarak sanat yapıtı eğretilemesi bir kez yetkesini yitirince “biçem”e karşı edinilen ikiyanlılığın da yok olması gerekir; çünkü bu ikiyanlılık, bildiriyle o bildirinin dile getiriliş tarzı arasında var sanılan gerginliği yansıtır.