Mustafa Armağan, [kitapara:Gelenek ve Modernlik Arasında], İnsan Yayınları
Raymond Williams, Keywords adlı ilginç bir kelime tarihi araştırmasında "modern" kelimesinin alt anlamlarını sıralarken, modern'in geleneğin ıslah edilmiş şekli olduğuna değinir. Bu oldukça çarpıcı yakalayış, ülkemizde arketipsel karşıtlar imiş gibi ele alınan gelenek ile modernlik'in, yolların çatallandığı noktaya uzanıldığında gerçekte, çatışma ve sürtüşmeler yaşanmış olsa da (zaten çatışma ve sürtüşmelerin yaşanmış olması aralarındaki genetik ya da geneaolojik akrabalığı açıkça göstermektedir.) birbirlerine eklemlenen ortak formlara sahip oldukları görülecektir.
Zaten geleneğin modern bir zeminde savunulmaya çalışılması da açıkça gösteriyor ki, aslında gelenek kendini savunmaya başladığında kaybetmiştir savaşı. Geleneğin kendisini savunması geleneğin benlik-bilincine (self-consciousness) varması, Hegelci anlamda, kendisine bir "öteki" yaratması anlamına gelir. İşte gelenek, yarattığı bu öteki ile karşıtlık içerisinde kendisini tanımlamaya başladığında, gerçekte, kendisini kendisi olarak, kendinde şey olarak varolmaktan çıkarmakta ve kendisi için şey durumuna getirmektedir. Kendisi için şey, kendiliğindenliğin (o geleneğin ayrılmaz niteliğinin) kaybedilmesi, tezadın tanınması ve kendisinin bilincine varmış olarak kendini savunması, dolayısıyla "öteki"nin karşısına kendisini oturtmasını gerektirir. Bu ise, geleneğin muhtevasının öteki olana aktarılması demektir ki, bu "öteki" dediğimiz şey, modernlikten başka bir şey değildir. Gelenek benlik-bilincini modernlikte idrak etmiştir; ya da başka bir deyişle, benlik-bilincine varmış olan gelenek, artık modernlikten başka birşey değildir. Muhteva açısından gelenek olmaktan çıkmıştır. Peki ya form açısından?
Form açısından, modernliğin, sayesinde kendi bilincine vardığı geleneği takip etmesi, ona eklemlenmiş olması tabiîdir. Çünkü muhteva, gelenekten modernliğe geçerken dönüşmüş ama form aynı kalmıştır. Modernlik kendinde şey olarak kalmak zorunluğundadır, mevcudiyetini ve meşruiyetini sürdürebilmek için.
Ama modernlik de, kendisi için şey olmayı, yani benlik-bilinçliliğini gerçekleştirmek için karşıtını, ötekisini belirlemek zorundadır. Yoksa Spinoza'nın kör ve geometrik dünya resmi gibi zaman-dışı ve insan-dışı koskoca bir kadavra, bir saman yığını kütlesinden ibaret olacaktı. Modernliğin (tahlilimiz açısından) ötekisi, içermiş olduğu geleneğin ayrıksı öğeleri, bastırdığı ve massedemediği, alttan alta kendisini zayıf düşüren, altını oyan unsurlardır. Bunlar, modernliğin kendi bilincine varma sürecinde muhalefet dozlarını yükseltmişler ve sonunda kendilerini ortak bir ad altında dışa vurmuşlardır; postmodernlik. Postmodernlik kendi bilincine tam olarak vardığında modernliğin yenilenmiş formu, geleneğin ise yenilmiş ve kırılmaya uğramış muhtevasıdır.