Görsel-Konvansiyonel Şiir : Tarık Günersel mi?

Birincil sekmeler

Yıldız Cıbıroğlu, Varlık dergisinin Haziran 2007 sayısında [w:Tarık Günersel]'in görsel şiiri hakkında bir yazı yazdı. Yazının temelde, Tarık Günersel'in şiirleri ve/ya görsel şiirleri ile ilgili olduğunu, genel anlamı ile görsel şiirden bahsetmediğini, daha çok söz/yazı arasındaki gerilime bakmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Cıbıroğlu örneğin "Görsel şiir dünyamızda artık benimsenmiş bir tarzdır." diye belirtiyor yazının sonunda. Ama görsel şiir bir "tarz" mıdır ya da gerçekten dünyada ne şekilde ve ne gibi karın ağrıları sonucunda ortaya çıkmıştır, pek değinmiyor. Hadi Dünya ölçeğini bırakalım, bizim şiirimizde Görsellik ile Şiir'in nasıl birleştirilebileceği konusunda hiç bir bilgi vermiyor.

En azından yazıya bana göre düzgün bir argüman ile başlamış. [w:Roland Barthes]'ten ve [w:Huang Miaozhi]'nin Çin sanatı (resim ve yazı olarak) hakkındaki düşüncelerinden faydalanmış, hem de uzunca alıntılarla. Çin resim/yazı sanatının ([w:ideogram]lar) işleyişi hakkında ipuçları bulmuş. Herhangi bir günlük gazeteyi okumak için bile 3000-4000 arası, herhangi bir felsefi makaleyi okumak için ise 7000-8000 arası ideogram bilmemiz gerektiğini düşününce, elbette işler biraz karışıyor. Çin ya da Japon yazısı, bizim anladığımız anlamda bir "okuma"ya elvermezler. Çünkü bunlar "ses" için değildirler, anlam dizgesi seslendirmeye bağlı değildir vs.

Latin alfabesi ile Çin ya da Japon yazısı arasındaki bu ölümcül uçurum, . Cıbıroğlu da bundan bahsediyor ve "Latin harfleri ve işaretleri dizgesiyle, göze de hitap eden bir şiiri yazmak için sanatçının gerçekten de ya 'çılgın' ya da 'dahi' olması gerekmektedir. Tarık Günersel hangisi?"

Şimdi, Brezilya'ya gittiğimizde birileri bize örneğin kahveyi "Brezilya Kahvesi" diyerek satmaya çalışıyorsa durumdan biraz şüpheleniriz. Öyle ya, zaten Brezilya'dayız ve Brezilya'da kahveye ne deniyorsa oranın dilinde, kahve deniyordur. Biz dışarlıklar için Brezilya Kahvesi diye bir kavram vardır değil mi? Ama Brezilya'ya gidip de "kahve" dediğinizde, size eğer okkalı bir türk kahvesi getiriyorlarsa, turizm acentanızla bir görüşün, bakalım Kastelli'nin şirketi miymiş? (Gerçi kendi ülkemizde örneğin Türk Kahvesi diye birşey var değil mi, kahve dendiğinde aklımıza neskafe geliyor olsa da)

Şaka bir yana, Japon/Çin şiiri "kendinde" görsel bir şiirdir zaten. Zira onlar için yazı ile söz arasındaki fark, bizdeki gibi değildir. Yani Japon bir şair için işleyiş tamamen farklı bir şekilde cereyan eder. Cıbıroğlu, Japon'un yerel kültürü ile arada bir kenara yatıyor. Örneğin Tarık Günersel'in "çiçe k" şiiri hakkında şunları söylüyor: "Bu şiir yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve öyle okunuyor. Bunun ipucu şiirin adının çiçe k biçiminde bölünüp 'toprak hizasından' yukarıya doğru yükseltilmesi. Son kelime: el"

Bu düzenleme, nasıl diyelim, dil ile ilgili bir iş değil aslında. "Çiçek" kelimesinin içinde şunlar var: "ç","i","e","k", "çe", "çi","ek" vs. Birleşik kelime olmasa da, bu şekilde öğelerine ayrıldığında, harflerin yaptığı birleşimlerin aslında "çiçek" kelimesi ile biz hiç bir bilgi vermediğini, görsel olarak bu dört harften oluşan herhangi bir kelimenin "çiçek" ile ilgisi olmadığını söyleyebiliriz. Oysa Japon için harflerin ya da ideogramların böyle bir işlevi vardır. Bizde herhangi bir kelime "üzerine anlaşılmış hayali bir gösterge" olarak nesnesini temsil edecek değil, ifade edecek şekilde dile girmiştir. Yani aslında yazılı kelimenin tek işlevi neredeyse "gösteren" olmaktır. Örneğin "ama, ve, falan" dediğimizde "gösterilen" şey neredeyse yoktur, "ve" ancak iki şey arasındaki ilişkiden doğar ve orada kaybolur. Kafamızda hiç bir şey canlanmaz, bağlaçları kullandığımızda. Düşünün sadece "bağlaçlarla" bir şiir yazılsa nasıl olurdu? Görsel Şiir işte, bizim kullandığımız anlamda budur.

Cıbıroğlu, aslında bir şeyi başka bir şeyle temsil etme diyebileceğimiz şeye, yani Mimesis'e Görsel Şiir demekle yetiniyor. Oysa, kelimeler hayali şeyleri kafamızda canlandırmamıza yetiyorsa, sıfat tamlamaları, belirtili nesneler ve bunlara bağlı tamlamalar, ipin ucunu biraz kaçırdıklarında, karşımızda "şiirsel imge" canlanıyorsa, yani düşünce için çalışan yerlerimize biraz karmaşık denklemler veriyorsak, oradan imgelem artık gözün açık olup olmadığını pek bakmıyorsa, görsel şiirden bahsetmek yerine, konvansiyonel şiirden bahsetmemiz gerekiyor.

Günersel Şiir'inin görselliği "çiçek" ile "el" arasındaki uzaklığı göze alabiliyor çoğu kez. Yani Günersel'in kullandığı göstergeler, kendi başlarına değil, ancak şiirin içindeki başka bir öğenin varlığı ve bu diğer öğe(ler) ile girdiği ilişki ile ortaya "anlam" çıkartıyorlar. Eh, bu da konvansiyonel bir yöntem. Bir şeyi başka bir şeye benzetip, benzetirken de benzeten ile benzetilen arasındaki boşluğu olanca dolaylı yoldan verdiğimizde, "modern şiire" ulaşmış olmuyor muyuz?

Yazı, özünde Görsel Şiir'i tartışmıyor, başta da belirtmiştik. Ama Görsel Şiir'den bahsederken de çoğu kez "izlenimci eleştiri"nin sınırlarında kalıyor. Bir dilin verimleri ile o kültürün "ileri" "geri" gidiş gelişleri arasında pek öyle Cıbıroğlu'nun sandığı gibi ilişkiler yoktur. Bunu diyorum çünkü "şairin ortak göstergelerle, insanın serüveni açısından" ilişkisine değinirken, bizi uyarıyor. Geçmiş ya da geride kalanlara (kısaca gericilere demek istiyor, regresyon vs demiş) sadece şair "yeni" anlamlar yükleyebilir, ama birileri çıkıp da örneğin Hat sanatından örnek verirse, bu pek tatsız bir şey olabilir. Çünkü Çin'in Hat'tı güzel, bizimkisi saçmadır.

Varlık'ta içinde görsel şiirden bahseden bir yazı yayınlanması güzeldir, ama yukarıdakilerle birlikte daha birçok konuda eksiği gediği olması ve görsel şiirden bahsederken sadece 20 yıl öncesinin kaynaklarına bakması kötüdür.

"Tarık Günersel'in Mozaik Sürecinde Görsel Şiir" Yıldız Cıbıroğlu Haziran 2007, Varlık Sayı:1197

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 7

‘yukarı’ dedin

aklıma, küçükken deli gibi dikkatle izlediğim, aynı kanalda çok sık dönen bir tanıtıcı reklam geldi. hafıza teknikleriyle ingilizce öğrenme hakkında. dungeon'ı akılda tutmak için okunuşu, 'dancın'dan yola çıkarak zindanı hatırlamak ya da bilmek. zorlama da olsa bi bağ kurmaya çalışılmış sözcükle anlamı arasında. keyfi ama açıklaması yapılabilir birşey. yabancı bir sözcüğü kendi dilinde/ce onomotopeikleştirme.

dungeon'ı gördüğümde hiç işime yaramadı bu reklam. tamam, metal parayla bir boruya vurarak "çın çın" diye ses çıkaran bir mahkum görüntüsü aklımda ama bir metinde d-u-n-g-e-o-n diye dizilmiş harfleri gördüğümde zindandaki mahkumu nasıl "göreceğim", kelimeleri de sadece duymadığımıza göre. ben de hemen uydurabilirim bi tane mesela, zindanındaki yatağının üstünde, başı ellerinin arasında düşünen bir adam ve "alacağın olsun lan" tonunda, "ahh dancın" diyen bir kader kurbanı.

ya da "d-u-n-g-e-o-n"ı komple o reklamla eşleştirmeye ne demeli? dahası bu yorumdan sonra zaten anlamını bildiği dungeon'ı okuyan birinin bu yorumu hatırlaması (eski reklamdaki teknik üstüne başkasının deneyimi; yine keyfi). şimdi dungeon bu olası ruh hastası kişi için ( mesela ben bile bunu yazdıktan sonra ingilizce metinlerde büyük bir aşkla dungeon arayacağım) daha anlamlı değil mi? ama nereye kadar? ve neden o reklamdaki adam benim dungeon bilgimi böyle karmaşıklaştırdı? gösteren-gösterilen arasında benim kurduğum ya da kurmadığım ilişkimde neden bu reklamın da yeri var?

ve görsel şiirde sözcük ve (verili) anlam eşleştirme. ilk görsel şiirlerim nerdeyse hep bu şekilde oldu, tek başlarına da pek bir anlamları olmuyor sanırım. hamile'nin harfleriyle" hamile bir kadın yazmak" birinci aşama, sonrasında atıyorum, aynı harflerle evlilik kararı almak üzere olan bir erkeğin kaygıları, sonra da.. sonrası karışık. mesela G, V gibi harflerin aslında hamilelik için daha uygun olabileceğini düşünebilirsiniz, "adını sanını" bilmediğiniz 'şeyleri' yazabilirsiniz.... neden üç aşama olduğu hakkında bir fikrim yok aslında.