karayazı - heves Polemiği.
Mehmet Öztek dergi sayfalarından e-posta gruplarına oradan da dedikodulara, oradan da yine dergi sayfalarına taşınan –bana göre aşırı gereksiz- bir tartışmalar zincirini esas alarak, Karayazı’ya bir cevap yazmış. Heves’in Nisan 2009 sayısında yayınlanan bu yazıdan benim kabaca anladığım birkaç şey var. Bunları paylaşmak isterim.
Karayazı yalnız değil, yani heves’e çatarken belli bir kamunun desteğini alıyor. Ersun Çıplak’ın yazdıkları, düşündüklerinin değil, belli bir çevrenin –ki bu çevre hepimize malûm bir koalisyon- dalgalarının üzerinde Karayazı’yı bir sörf tahtası gibi kullanmaya çalışmakla ilgili. Zaten bu tavrı yüzünden de, her ne hikmetse kabul görüyor. Her ne hikmetse diyorum çünkü bu dergi mergi işlerinde bu kadar çabuk intibak etmek mümkün değil. Şiirin gündemini belirlemek başka, ortasından dalıp olaylardan kopya çekerek, ne revaçta ise onun üzerinden eleştiri gevelemek bambaşka bir şey. Ama mesele Karayazı’nın kısmî ve mum alevi kadar solgun cinlikleri değil. Mesele heves’in ve Öztek’in bu ortalama karşısında ne düşündüğünü bir türlü söyleyememesi ve aslında burada da tuzağa düşmesi. Her ne kadar benim canımı aşırı sıksa da, bu tartışmalardaki saçmalık düzeyinin daha bir can sıkıcı olduğunu düşündüğümden bunları yazıyorum.
- Öztek, heves’in yayın politikasının esnekliğinden bahsederken bir yandan da kamuoyunda oluşan hevesçiler, somutçular, biçimciler falan gibi etiketlere karşı neden sessiz kaldığını bir türlü açıklayamıyor. Tamam heves’in ilk sayıları kesinlikle deney ile ilgili değildi –çünkü ortada bir argüman yoktu- fakat her nedense, işler deney tarafına doğru eğrildikçe (poetikhars ve görsel şiir üzerinden yapılan dosyalar, bizim etkimizin artması, tartışmalar vs) heves’in de yayın çizgisi bu yöne doğru eğilmedi mi? Bu sadece “çağın şiiri” falan diye açıklanamaz. Çağın şiiri son 5 yıldır içinde “deneysel, somut, görsel” gibi laflar taşıyor. Bir düşünelim bakalım, neden? (Sayfa 83, ilk paragraf bunun cevaplanamadığını gösteriyor).
- Karayazı’nın ve diğerlerinin (isimlerini yazmıyorum, zira bundan haz alıyorlar) getirdiği eleştiri neye allah aşkına? Ortadaki tartışma, dizeli şiiri “şöyle mi yazalım”, “böyle mi yazalım” tartışmasından öte ne? Modernizmin verimlerini bu güne kadar düşünmemiş, şiir envanteri içinde bulundurmamış fakat bol keseden atma dediğinde mangalda kül bırakmayan birkaç dergicinin, ortada popüler/revaçta olan ne varsa, onunla ilgili fikir ve küfür yürütmesinden başka hiç bir şey yok! Can sıkan bir nokta da, “deneysel” lafının kapsamının nedense “deneysel şiir” yazanlar tarafından değil, eleştirenler tarafından belirlenmesi.
- Öztek, 84 ve 85. sayfalarda bir izlekten bahsediyor. Az önce sorduğum üzere “neden ki?” sorusuna cevaplar arıyor. Ama ben soruyorum buradan Sina Akyol’un şiirleri ne idi peki? Sina Akyol, bugüne kadar neyin, ne tür bir deneyin peşinde koşturuyordu? Kaç sayı boyunca ben Sina Akyol gördüm o dergide, ilk okul çocukları gibi sağa sola serpiştirilmiş dizeler, kelime parçaları ile. Minimalizm miydi? Neydi? Ve içeriği neydi o şiirlerin? Hesap mı şaştı yoksa o zamanlar niyetler bambaşka mıydı? (Bana sorarsanız bambaşkaydı, hem de ne başka!)
- 86. Sayfada Öztek, bir ton isim sayıyor. Akif’ler, Galib’ler, Orhan Veli vs. Benim görüşüme göre bu adamların hiç biri deney ile ilgili tek bir düzgün laf etmiş değildirler. Şiiri tanımlama işi, kendince tanımlama işi bambaşka bir şey, birisi köye yeni bir adet getirdiğinde “du bakalım!” diyebilmek için bir kenarda ölçütler bulundurmak bambaşka bir şey. Modern Türk Şiiri’nin tutan verimleri var. Bu tutan verimlerin ve bunlara ait sözlüğün, söz diziminin “deney” denen şeyin projesi ve müfredatı ile ilişkisi aşırı havaî bir şey. O şiirde sağ-sol, ilerici-gerici, lirik-epik vs. bir ton şey var. Bu bir ton şeyin bizi götürdüğü bazı siyasalar var. Ama bunların hiç birinde, şiire, şiirin neliğine dair, sorular yok. Yani sayılan adamların, isimlerin –ünlü olmaları ve şiire başka yerlerden bakmaları dışında- ortak hiçbir yanları yok. Öyle olsa izleri sürülebilirdi. Bunların şiirin anlayışı ile ancak dalga geçebilirsiniz şimdilerde, eğer ciddiye almak içinizden gelmiyorsa.
- Öztek’in yürüttüğü tartışma kabaca bir biçimcilik tartışması aslında. Çünkü biçim ile içerik arasındaki bağın belirleyiciliğini bir türlü anlatamıyor. Bir türlü ortaya bir “söylem aralığı” çıkmıyor. Eski yeni nasıl olur belirlemesi, yeni ne olabilir sorusu falan gibi birşeyler. Oysa Türk Şiiri’nin yeniye ihtiyacı yok. Türk şiiri kendisine gelenek olarak gördüğü şeyin ağzının payını vermek için can sıkıldıkça evire çevire yeniledi şiiri. Ama geriye ne kaldı? Yine gelenek denen şeyin çevrimi, artık gelenek haline gelmiş bazı hassasiyetlerin hayaletleri ve bastırılanın geri dönüşü. Lirik şiirin, epik şiirin aldığı hali bir düşünün.
- Öztek, yeninin ideal şartlarda bir eleştiri ve birazcık da kuram taşıması gerektiğini düşünebilirdi. O zaman ortaya Sina Akyol gibi bir facia çıkmazdı. Aslında karşı olduğu şeyin üzerine kalması bir yana, buna nasıl cevap vereceğini de bilmiyor. Ve sanıyorum böyle giderse, ligin üst sıralarına oynayacak ama rakipleri Soylu Yenilikçi Şiir, Nanonizm, Neo-Epik ve buna benzer “karınağrıları” olacak.
Bu arada, bütün bu tartışmalarda “görsel şiir” falan diye geçiştirilen bir şey var. Bu, zaten tartışmaların ne kadar boş olduğunu gösteriyor bana. Karayazı gibi dergilerin çektiği en büyük numara, sizi Batılı Modernizmin dehlizlerini biliyormuş edaları ile soru yağmuruna tutmaları. Hayatında modern resim ile, postmodern-sanat ile kurduğu ilişkinin ne olduğunu bilmeden, mimari, müzik vs ne düşünür, ne bilir bilmeden oradan oraya örneksiz, ideallerle, alıntılarla ve saçma sapan anakronizmlerle köşeye sıkıştırdıklarını düşünmeleri. Ortaya konan örnekler ise, genelde ya Mallarme, ya da “gül şekli verilerek yazılmış dizeler”den öteye gitmiyor. Ve bu tuzağa Öztek düşüyor. Birilerinin deneysel şiir dediği halt beni ilgilendirmiyor. Ersun Çıplak’ların düşündüğü gibi de kimse kimseye “neden böyle yaptığını” tek tek açıklamak zorunda değil. Emek verin efendi! Ortada yeni, iyi, tuhaf ya da kötü bir şey olduğunu düşünecek kadar göz atıyorsanız, zaten iletişim kuruyor eser sizinle. O zaman bunu reddetmekten vazgeçin de, okumayı deneyin. Bildiğiniz gibi okuyamadığınızda da, ailenize küfür edilmiş gibi kabadayılanmayın kimseye. Bir de, herkes avangart görmüş, herkes modern sanatın olmazsa olmazlarını falan belirliyor, herkes sanat tarihçisi, herkes bir kez müze gezmiş, herkes sanat galerilerinde en uç örnekleri izliyor gibi de davranmasın, komik görünüyor.
Son olarak Aydınlanma Projesi, Modernizm, Modernite vs. sadece şiir üzerinden tartışılınca işte ortaya böyle Türk İşi bir şey çıkıyor. Öztek’in de kurduğu dizge, aynı bu dizge işte. Ve bu da sanıyorum bana tuhaf geliyor. Çünkü kuramsal olarak bu sistemden beslenince, ortaya ne çıkıyor?
Yorumlar
hevesin gücü ve şiirin geldiği nokta
Puanlar: 26
‘yukarı’ dedin
burda artık karayazı üzerinde durmaya gerek yok onların bir oyun üzerinden bu noktaya düştükleri belli fakat heves nasıl bir mantıkla elindeki nüveye ters davranır bunun açıklaması zor.
bu nüve ki (içinde poetikharstan da ücradan da var) hiç hesap gütmeden destek vermiştir.ne zaman dönmüş bu hesap bunu çözmek lazım. yoksa biçimci olmak somutçu olmak görsel olmak bunlar art konular.önce şiirin arkasında durup bunu açıklamak gerekiyor.yani gerçek bir şiir tartışmasına iyi dosyalar ve iyi yazılar ve iyi şiirlerle destek olmak gerekiyor.
güç ayarı çekmek isteyen kendi şair janrı üstünde prim oluşturmak isteyen bir takım dizgesiz fakat somut şairlere boyun eğmek gerekmiyor ve bu tartışmaya onun şiir siyasetinde olduğunu gösterircesine yanaşmak hiç yakışmıyor.
bazı şairleri ve onun şiirlerini gerçekten iyi tartmak gerekiyor.yani orhan veli akif galipten önce günümüze gelişin ve günümüzün dinamiklerinin hangi şiir üzerinden yürüdüğüne bakmak gerekiyor.eğer nabız atarken iyi duyuluyorsa.
ikinci yeni dendiğinde sadece belli isimler üzerinde kalmamak gerekiyor.ece ayhan ismi unutturulmak istenirken neden ısrarla turgutuyar üzerinde bir şiir arayışı sürdürülüyor.ikinci yeni dendiğinde sanki sezai cemal ve özellikle ilhan berk es geçiliyor.ikinci yeni turgut uyar dışında es geçiliyor ve bu yapılırken şiirin teknik yanı küçümsenirken (bu bir şekilde görsel şiirin de küçümsenmesinin bir ayağıdır) bunların merkezinde bir şekilde heves yer alıyor.
görsel şiirle ilgili bir tek örneğe bile rastlamamışız heveste.bunun bir açıklaması olmalı.
böylece nasıl bir güç ve şiirin nabzını tutmadır.özteğin bu yazısı da havanda su dövmedir.ömer şişmandansa hiç bahsedesi gelmiyor insanın bırakın şairliğini.
artık burdan da modern şiir safsatalarını nasıl yutturmuşlar anlıyoruz en modern şair diye geçinenlerden.
murat üstübalın karagözdeki kalemgir şiirini bitirişiyle seslenmek istiyorum onlara:
hadi
biçimci yeni!
Puanlar: 30
‘yukarı’ dedin
Karayazı'ya yüklenmiştim ya kendi poetikalarını oluşturmadan sunmadan şiirin patikalarında ilerliyorlar diye, işte Heves'in de aynı sorunu vardı bence ilk başlarda.. Bu arkadaşların hasbelkader bir şiirleri vardı başlarda, ama kendi şiirleri üzerine oturup düşünmeyen nereye gidiyoruz biz diye sormayan bir güruhun isimlerin çekim alanına girmeleri de kaçınılmaz oluyor.. Öyle şairlerden bahsediyoruz ki Heves öncesinde Baki Ayhan'dan etkilenenler Heves başlayınca kendilerine ilk yanaşanlardan medet ummaya başlarlar Hilmi Yavuzlar mı geçmedi Heves tekkesinden, Birham Keskinler mi yoksa Haydar Ergülenler mi? Bu kadar ismin yanına Ücracılar,kekemeler, epikler, amcalar falan da girince kafalar karışır tabii ki! Hele bu editörler arasına bir de Hatayı her daim elzem belleyen üçüncü tekil şahıs da girerse seyreyleyin cümbüşü..
İlk başlarda biz de dahil büyük bir yeni şair kesimini klişeye karşı çıkıyoruz diye oyalamayı başardılar! Ama görüldü ki, kendilerine tehlike olabileceğini düşündükleri görsel şairlerle Ücra şairlerinin emeğini bile takdir edecek bir yazıyı yazmaktan imtina ettiler.. Kendi adına böyle bir uğraşı ikame edemeyenler başkalarının çabalarını nasıl takdir edebilirler ki! Mahfil'e kızıyorum ama, bir bakıma Mahfil bu ayrımın turnusol kağıdı oldu galiba..
İkinci yeni öykünmesidir yaptıkları, belki biçimci yeni olma çabalarıdır bilemiyorum.. O kadar cevap verilecek kesim varken ufak bir hedef olarak Karayazı'yı seçmeleri de manidardır, bu bir acziyetin ifadesidir. Üstüne üstlük onlar adına ve onların yanında yer alanları bile susturmaya çalışmalarına diyecek laf bulamıyorum.. Bu, gücü, denge politikası ile elde etmenin en basit ve ucuz numaralarından biri..
Deneysel ve biçimci eleştiri yoğunlaşınca ilk işleri Orhan Veli'nin ve bir tür beat şiirin kanatları altına kolayca sığınırlar, ben demiyorum son sayıları öyle söylüyor!
Ben hep şunu söylüyorum son günlerde, kilikya çetelerinde bizans entrikaları bitmez!
Bu siteyi uzaktan izleyip haberler alıp hiç yokmuş gibi davranmaları bir yana, bari yaptığınız işin hakkını verin diyorum onlara! hadi onu da yapamadınız bu işin hakkını vermeye çalışanların hakkını verin!
Yalnız şunu da söylemek istiyorum bir yandan, bakın bu ders hepimize.. Gerekirse Heves'i de görmek lazım, poetikhars'ı da Ücra'yı da diğerlerini de.. Niye görmüyorsan onu da yazacaksın işin hakkını vermek için... Bana göre, görsel şiir büyük bir potansiyel içeriyor günümüzü çözümlemek için, ancak, dizeli şiir dizeli olduğu için modası geçmiş bir şey değil, içeriği yeterince güne ayak uyduramadığı için şikayetçiyim dizeli'den.. Sonuçta, dizeyi öyle bir nüve ile kullanırsın ki hesap döner kasap söner..
ham-iş
Puanlar: 31
‘yukarı’ dedin
Açıkçası, ben üzülüyorum böyle yazılar yazmaktan. Bir zamanlar aynı dergilerde, kitaplarda ve meclislerde yer aldığımız arkadaşlarımızla böyle ters düşmeyi sindiremiyorum. Hatta amacımızı aştığımız bile olabiliyor! Amca derken üçüncü tekil şahıs derken pişman oluyorum üzülüyorum; çünkü bu insanlar benim bu şiir dünyasında sevdiğim insanlardan bazıları! Eski dost düşman olmaz ve insan sevdiğini daha çok yaralarmış diyesim geliyor içimden.. Bu mesele, arkadaşlıkla ilgili bir mevzudan çok şiirle ilgili bir mesele..
Yalnız sonradan şekillenen yargılarımız hariç bir çok yargımı ben zamanı ve yeri geldiğinde paylaştım; burada yazılanlar kapalı bir mecliste söylenen dedikodular değil. Hem daha önce öyle ya da böyle dillendirilmiş şeyler anlamında hem de herkes tarafından izlenen açık bir site anlamında söylüyorum bunları..
Şimdi bakın, Pan yayınlarından çıkan Gelenekle Deney adlı kitapta yer alan şairler arasında Serkan Işın'ın bulunması gerekmiyor muydu mesela? Serkan'ın avukatı falan değilim. İlla o kitapta şu eksik niye yok veya şu çıksın şu girsin falan da demiyorum, haşa.. Sadece dediğim Serkan'ın görsel şiir bağlamında olsun, onun dışında ürettikleri falan ortadayken, Serkan Işın nasıl böyle bir kitabın veya toplamın dışında bırakılabilir?( elbette başkaları da var ama Serkan Işın bu kişiler arasında en görüneni-belirgini olduğu için söylüyorum onu).. Buradaki sorumluluk Heves'in elinde değil tabii ki.. Açıkçası, bu kitabı hazırlayanlara Serkan'ın ismini hatırlattığım için benim içim rahat.. yine de her seçim öznel ve şahsidir deyip geçiyoruz..
Serkan Işın poetikhars'ta olsun zinhar'da olsun Heves ve ücra'dan ve birçok dergiden bahsetti ya da bahsedenlere destek verdi.. Yeri geldi eleştirdi yeri geldi açımladı.. Ama en nihayetinde, Heves'in artan ivmesini dikkate alanlardan biridir. En az Ücra kadar değer vermiştir; biz Ücra'yı kapatırken içimiz rahattı Heves ve poetikhars(zinhar) var diye..
yazılacak çok şey var ama hastalarım da beni bekliyor. Hastalarım derken fan'larım değil ama!! Bizim hiç fan'larımız olmadı, ücrayız diye... Böyle de kalsın lütfen! belki bir boşluk bulursam devam ederim..
Ancak, şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Karayazı'nın arkasında belli ya da belirsiz bir güç olduğuna inanmıyorum.. Dergide yayınlayan isimlere bakmak kafidir bunun için.. Yalnız belli bir kesimin desteğini almak istemiş olabilirler, o desteği de tamamen yanlış bir yerden bakarak kaybetmiş olabilirler! onların da yolu açık olsun; ne diyelim artık!
sevgiler,selamlar..
Tuhaf bir şekilde..
Puanlar: 25
‘yukarı’ dedin
Şiir ortamımız öyle zengin, öyle verimli öyle ucu bucağı belli olmayan güzel ve tuhaf şeylerle dolu ki, elbette görsel şiir gibi şeylerin minör olarak görülmesini ben doğal karşılıyorum. Bilge Kağan'dan bu yana yazı ile tanışıklığımızın miladını düşününce işin içinde bir düşman, bir de cönk falan olmalı, bu kanımıza işlemiş.
Ama yine de hata bizde sanıyorum, neden mi?
Ne yetenekler geliyor şiirimize, ne cömert, ne çok katmanlı, ne bilgili, ne kendisi olabilmiş adamlar, kadınlar geliyor. Hepiciğinin kitapları yüzbinlere ulaşıyor, hepiciğinin sözleri bir dantel gibi işleniyor yurdun her tarafında. Mesela bir bakıyoruz bir şair önce Şiirİstanbul'da ödül alıyor daha sonra da Heves'te görülüyor şiirleri. Mesela nanonizm isimli bir akım, sessiz sedasız ama dev adımlarla arkasına aldığı bürokrasinin rüzgarı ile avangard okulumuzun 100 yıllık modern hastalıklarına, parodi ile, şaka ile cevaplar veriyor. Örneğin 5 yıldır aklımıza gelmeyen yöntemlerle bize çok basitçe görsel şiir yapılabileceğini söyleyen ve örneklerini gruplara atan abilerimiz var. "Teknosa" mı "Teknodünya" mı diye ayıramıyorduk, bir çok derginin eleştirel yaklaşımları bizi ayılttı diyebilirim. O kadar para döktüğümüz Photoshop kurslarından da kaydımızı aldırdık. Ama en azından Seda Sayan'ı ekranda öyle nasıl gösteriyorlar, biliyoruz artık.
Ben böyle bir şiir ortamının var ya, ta alnından öperim. İsmim, geçmiş geçmemiş, ne önemi var, gerçekten. Zeynep Cansu'nun Derya Vural'ın Barış Çetinkol'un falan işlerinin bu gündeme yetişmesi mümkün değilmiş gibi de geliyor bana hep. Öyle resimleri al, tarayıcının üzerine koy, tara, sonra da silgilerden harf oy, onları mürekkeple kağıda bas. 1000 yıl önce atalarımızın yaptığı şeylerden ne medet umuyoruz, ben onu anlamıyorum bak Üstübal. Biz var ya, çok sağcıyız, çok muhafazkarız Üstübal. Çok hem de!
iş işten geçmeden
Puanlar: 20
‘yukarı’ dedin
Kalemgir şiirinde: 'senin sağın, benim solum' demişim, nasıl dedim hatırlamıyorum.. yalnız şu var: iki karşı karşıya duran insan birbirine göre sağ ve soldur perspektifleri falan onların sağını solunu belirler.. Ben böyle bakıyorum olaya.. Eğer dışarıdan soyut bir sağ ve sol kavramı getirirseniz bu iki kişi için bu kavramlar soyut anlamlarıyla değil de kendileri için anlamlı olan anlamları ile var olurlar.. Düşünün ki, bu iki kişinin önüne bir yönden bir nesne uzattınız diyelim, biri sağ eliyle öbürü de sol eliyle alır onu.. Hatta solak olması bile etkilemez hangi eliyle aldığını.. Herkes o nesneyiş en çabuk ya da kolay hangi eliyle tutarsa o eliyle alır eğer özellikle şartlanmış biri değilse.. Bu şu anlama da gelir birbirimize göre sağ veya sol oluşumuzdan çok nesneyi kavrayıp belli bir eylem,iş veya niyet için o nesneyi kullanma durumumuz önemlidir. Yani icraatın niteliği ve verimi anlamlıdır..
Şimdi bizim meselede de şiir yazıyoruz değil mi? BU şiiri yazma koşullarımız ve o şiirin yazıldıktan sonraki koşulları işin içindedir.. Serkan Işın'ın şiirlerindeki eleştiri potansiyelini bilen biri olarak Barış Çetinkol'un işlerindeki dışa dönük eleştiri düzeyinin gören biri olarak yaptıkları iş sağ ya da sol görünmelerinden bağımsızdır diyebilirim.. İşin içine bir de şiir tekniği ya da ölçüsü falan girince mesela dizeli şiirde olduğu gibi iş çapraşıklaşıyor,hatta anlamsızlaşıyor! Mesela, solcu olduğu bilinen bir çok şair çok ilkel ve muhafazakar bir şiir tekniğiyle yazarken, muhafazakar ideolojik bir yaklaşımı olan bir şair kendi şiirinde son derece yeni bir teknik ile ortaya çıkabiliyor. Şimdi elbette böyle karışıklıkların olduğu bir ortamda ayıraç şiirin orijinalliği ve bildirdiği sanal bağlılaşığın düzeyi ile niteliğidir.
Ben artık nesnel bağlılaşık lafını değil sanal bağlılaşık kavramını kullanıyorum! Ama her sanal bağlılaşığın nesnel bağlılaşık kadar etkin olduğunu varsayarak.. Üstelik bir simülatif soyma işleminin bu nedenle elzem olduğunu varsayarak.. Mesajın güncelliği ve sunuş şekli bu nedenle önemliyse Gazze şiiri yazıp yazmamızdan önce mesela, o şiirde nasıl bir gazze mesajı verdiğimiz önemlidir, olayı kendi güncel ve tarihsel gerçekliği içinden kavrayıp sunup sunamadığımızla.. ve Gazzeye rağmen göndermelerin çeşitlenip çeşitlenemediğiyle..
Şimdi böyle baktığımda ben yazılmış Gazze şiirlerinin (değişik forumlarda falan görüyoruz) iyi niyetli ama romantik olduğu için etkisiz kaldığını düşünüyorum bunu ister solcusu yazsın ister sağcısı.. Romantizmin kalıplarını yeni tip kapitalizm çoktan çözmüştür klasik sol-sağ bağıntılarını çözdüğü gibi.. Mücadele düzeyi bu anlamda çok daha bağımsız çoğul merkezlerden olmalı sanki.. Dolayısıyla kendi aramızda yaptığımız bu tarz ayrımlar bireysel veya grupsal çabaları bölmekten başka bir işe yaramıyor.. Bakışlar değişecek! Başka yolu yok! Ama faşizan olanlar gidecek yine başka yolu yok!
Adı geçen tüm bu şiir dergileri ve çevreleri içinde kendine ya da grubuna oynayan varsa gidecek ya da değişecek, bunun başka bir yolu yok! Bunu biz yapamazsak başka bir genç hareket gelecek bu işi devralacak, elbette bu nanoizm olmayacak daha düzeyli ve yeniliğe ayak uydurmuş bir yeni nesil şair grubu olacak..Daha önce de böyle oldu.. Kendimizi yenilememizin önündeki tek engel beraber yürümemizi engelleyen şeydir: kişisel zaaflar ve iktidar hırsı..
Üstelik bizim bir misyonumuz daha var: işte bu siteyi de okuyan yeni ve yetenekli şairlere iyi bir miras bırakmak, bu miras sadece şiirlerimiz değil, bu miras aynı zamanda birbirimize beslediğimiz iyi niyet,dayanışma ve özveridir başka bir şey değil..
gerçekten sevgiler.
"dostları kırmamak için şiiri kırmak" s. birsel
Puanlar: 16
‘yukarı’ dedin
Daha önce de birkaç kez belirtmiş olmalıyım. Poetikhars'ın buradaki pek çok insanın olduğunu sandığım gibi eski bir izleyicisi değilim. Hemen hemen altı aydır izliyorum diyebilirim. Bu süreçte çok fazla görüş bildirmedim.Benim gibi çok fazla görüş belirtmeyen insanlar olduğu gibi -henüz- hiçbir şey söylemeyen izleyiciler de olmalı diye düşünüyorum. Yoksa bu akış üç beş kişi için değildir herhalde..
Karayazı, Heves, Ücra, Poetikhars.. konularında bugün konuşulan pek çok şeyin özünde, geriden gelen birtakım olmuşluklar, edebi yaşanmışlıklarla ilgili olduğunu görüyorum. Tabii Karayazı, Heves ve poetikhars hala aktif oldukları için ayrıca düşündüğüm bir sürü şey var ama iş deneysel şiir, görsel şiir tartışmalarına girince geriye bakmak gerektiği ortaya çıkıyor. Bu olmuşlukları sıcağı sıcağına izlemediğim için (Yine de bu anlamdaki eksikliği kişisel eksiklik olarak almakta sakınca görmüyorum) aynı oranda yorum da yapamıyorum.
Ancak özellikle Murat'ın sabahın erken saatlerinde yazdığı yazı, zaten türlü nedenlerle kafama takılan bir düşünceyi yeniden canlandırdı. Bunu zaman zaman hepimiz yapıyoruz. Şiirle ilgili -ya da edebiyatın başka bir alanıyla- eleştiriler yaptığımızda ve bu eleştirilerin ucu gidip "insan"a dayandığında, hele de bu insanlar bir zamanlar aynı çerçevede ya da zeminde yer aldığımız insanlarsa duygusallaşarak birilerini fazladan incitip incitmediğimiz konusunda duraksıyoruz.
Murat'ın yazdıklarının bir kısmını böyle algılıyorum. Oysa belki de sözü edilmesi gereken, "bir zamanlar aynı mecliste" olanların artık neden "aynı mecliste" olamadıkları. Onları ayrI düşüren eğer kişisel meseleler değilse -ki sanmıyorum- bunun daha üst gerekçeleri olmalı. Bu anlamda hem insan olmamızdan kaynaklanan iç huzursuzluğunu anlıyorum hem de bunların birbirine karıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum.
Durup düşünmemizi gerektirecek o kadar çok çatlak var ki şiirimizde. Çoğu zaman sadece adı geçen dergiler değil, diğer dergilerin halleri, yaptıkları, yapamadıkları, türlü şair halleri.. Bir türlü kendine sızacak yer bile bulamayan şiir.. bi de en acıklısı, uğruna her şeyin yapıldığı belirtilen kutsal "okur", durmadan ileri sürülen piyon "okur"..konusu.. Bilmiyorum nerde kendileri.. Gerçekten düşündüğünü düşündüğümüz şeyleri düşünüyor mu? Dolayısıyla soru da sorun da çok fazla.. Bunlar şimdi tekrar dilimin ucuna gelenler..
Çok uzatmıyım tabii.. Ama duygusallığın zaman zaman bu konularda yanıltıcı ve tehlikeli olabileceğini düşünüyorum...
tehlikeler ve güven ortamı
Puanlar: 8
‘yukarı’ dedin
Duygusallığın zaman zaman yanıltıcı olabileceği doğru da mantığın ya da tartışmanın da tek başına öteki dediğimizi ötelediğimiz sürece bir amaca hizmet etmediğini anlatmaya çalışıyorum.. Söylediklerimizi söyledikten sonra bir vicdan muhasebesi yapmak gerektiği gibi hissettiklerimiz uğruna da söylediklerimizden vaz mı geçeceğiz? Hayır.
Sepp'in sözüne diyeceğim yok! Doğru elbette: bir zamanlar aynı mecliste olanların niye hala aynı mecliste olmadıklarını sorgulamak! Bunun şiir-çevre ilişkisiyle sorguluyoruz zaten.. Ama yapamadığımız şey bunu şiir içi tartışmalarla pekiştirmek.. Bu da sadece bir kişiyle değil herkesin kendi şiire bakışını şeffaflaştırması ve ortaya dökmesi ile ilgili bir konu.. Eksik olan da bu zaten.. Valla okur bu işin dışında kaldığını gösteriyor zaten: Ahmet Hakan örneği ortada..
Sonuç olarak diyebileceğim; bu tartışmalar nesnel ve objektif boyutlarda sürecek/sürmeli ama, bu işi yaparken karşımızdakini anlamamız ve tartışmaya dahil etmemiz gerekiyor! Bunun için de bir güven ortamı şart ki tartışabilelim, biribirimizi yanlış mı anlıyoruz görebilelim..
Elbette tartışmalar kavramlardan insanlara dayanacak ama bunun kişisel olmadığını garanti altına alabilmemiz kendi poetik doğrularımızı ifade etmekten ve de yine kavramlarla konuşmaya devam etmekten geçecek gibi görünüyor..
Eski tuzaklar bırakalım sadece eski şairlerin bizden öncekilerin düştükleri tuzaklar olarak kalsın.. benim temennim bu.
Sağım salak solum soğan
Puanlar: 23
‘yukarı’ dedin
İlk önce böyle öğretiliyor: Çalışan kazanır elması kızarır. Türk şiirinde de böyle olmuş gibi görünüyor. Ama acaba o kadar basit mi? Sağ ya da sol diyerek görmezden gelinenler Türk şiirinin bir kaybı veya da verimi sayılmayacaksa, Orhan Kahyaoğlu'nun yazdıklarını bir yere koymamız gerekiyor. Utku Özmakas, günümüz şiirinin eleştirmeni ilan edilmiş. Üç Nokta dergisinin 2000'li yıllar şiiri dosyasında da birçok kişi Özmakas'ın eleştirmenliği konusunda ittifak etmiş görünüyor, Cihan Oğuz müstesna. Birkaç yıldır "deneysel", "görsel", "neo-epik" vb. başlıklar altında bazı şairlerin ismi sayılıyor. "Deneysel şiir" kategorisinde isimleri anılanlar ne yapmış? İkinci Yeni'nin iktidarına son vermiş. Mehmet Öztek de bu rahatlıktan yola çıkarak Heves'in bir çeşit savunusunu yapmış dergide, Karayazı'ya karşı yazdığı yazıda. Tanzimat şairlerini, Orhan Veli'yi, İkinci Yeni'yi de örnek olarak getiriyor. Orhan Veli, Öztek gibi yapmış. Kahyaoğlu'nun yazısını da hesaba katarsak, şunu kabul etmemiz bekleniyor: İkinci Yeni'nin pabucunu dama atan bir "İkibinci Yeni" var. Bir de neo-epikçiler var onlar da Fayrap'da yazıyorlar. Ahmet Güntan, Enis Akın, Osman Konuk gibi şairlerse bu isimlerin bir bakıma öncüsü gibi gösteriliyor. Öyleyse günümüz şiiri, Heves, poetikhars.com, Mahfil, Fayrap'ta toplanıyorlar. Ücra'yı da unutmayalım. Geriye kim kalıyor? Hayriye Ünal, Yücel Kayıran, Baki Ayhan T., Celal Fedai, Ali Ayçil, Ali Emre, Gonca Özmen, Onur Caymaz falan filan. Ha bir de doğudan pörtleyen şiir vardı di mi? Bunların dışındakiler avuçlarını yalasınlar. Bence manzara bu.
the oscar goes to...
Puanlar: 5
‘yukarı’ dedin
Utku Özmakas konusundaki düşüncelerimi açıklamıştım ama yine ifade edeyim. Özmakas yüzeysel ve çiğ bir eleştiri yapıyor ve kırk fırın ekmek daha yani.. Asıl problem onu eleştirmen diye başımıza saranlarda ki onlar da heves editörü Öztek ve kendi dergisinde yazmaya başlayınca onu parlatmaya soyunan Ramis Dara'dır. Bu kuşağın asıl eleştirmeni Erhan Altan olabilir; ama nedendir bilmiyorum ondan da bahsedilmiyor! yaşı tutmuyor herhalde!
Ben bir iktidar tarafından bakanlardan olmadığım için deneysel şiir diye bir kategoriye inanmıyorum bunu tıpkı Şarkdemir'in kullandığı postmodern tanımı gibi genel anlamda kullanıyorum. İkinci Yeni'ye de öyle pür bir akım olarak bakmadığım için hepsinin şiirine tek tek baktığımda bugün o şiirin vadesinin dolmaya başladığını görüyorum; İkinci yeni klasikleşmiştir artık. Okur gözünde böyle olmadığını biliyorum ama gerçek bu! yalnız onun yerini dolduracak olanların da o şiirleri estetik düzeyde aşacaklardan çıkacağını düşünüyorum; hala Heves sözü etmiyorum yani..
İkibinci yeni tabiri Bülent Keçeli'ye ait.. Öyle bir kuşak var belki de adı geçen şairlerden mi oluşuyor tartışılır elbette.. Kaldı ki, çok da önemli değil.. Sayılan dergi isimlerini ve şairleri hangi birimiz gerçekten ele alıp büyük bir değerlendirmeye tabi tuttuk? Ücra'yı bile hala deneysel şiirin çıkış noktası sayıyorlar, halbuki biz böyle bir kavramı yetersiz bulduğumuzu bunun genelleştirici bir tuzak olduğunu söylüyorduk dergi konuşmalarında.. Bazıları bize postyapısalcı bazıları ise yapısalcı diyor..Sözde postyapısalcı filozofların düşüncelerini şiir için kullanıyormuşuz falan.. Biz sadece, şiirlerimizin post yapısalcı yöntemle çözümlenebileceğini-yorumlanabileceğini söyledik, o kadar!
A.Güntan, O.Konuk veya E.Akın sadece şair isimleri.. Benim öncüm değiller mesela.. Öncüsü iseler birilerinin onlar da çıkıp dillendirsin o zaman.. Şu şair bizim öncümüz gibilerinden.. yok bence böyle bir durum.. Bana göre bu şairlere abartılan saygı onların yapıtları konusundaki bakışlarını flulaştırıyor. Saygı duyuyorlar ve o şairlerin etkisinde değil gölgesinde kalıyorlar..Belki Enis Akın farklı olabilir bu şairler için.. Etkilenmiş olabilirler..
Neo-epikçilere gelince yaptıkları nerelerde gezindiklerini göstermiyor mu zaten? A.güntan'ın son sayılarındaki söyleşide söyledikleri enteresan: biçimcilerin asıl şekillerini daha bulmadıklarından bahsediyor, asıl koalisyonların henüz şekillenmediğinden! ben bunlara bakmıyorum aslında..
Karagöz dergisi bir anlamda bu çok anlayışlı tartışmanın yeri olma yolunda gidiyor: ücra, görsel şiir, epik şiir vesaire.. bu çok ilginç bir durum.. buradan iyi işler de çıkabilir.. Mahfil gibi olmayacağına eminim.. çünkü Mahfil birkaç kişinin ısrarıyla oluşmuş bir dergiydi eklektik kaldı maalesef..
ortada böyle bir dergi ve isim iktidarı veya kirliliği varsa eğer bu diğer şair ve dergilere de haksızlık bir bakıma..
daha önce de konuştuğumuz gibi, isimler ve nereye ait olduklarından çok, şiirlerin ne ifade ettiğine bakmak lazım.. Bunu yapacak eleştirmenler nerede acaba? Olsa bile, bunu gösterecek bağımsız bir şiir kamuoyu var mı? Düşünün ki, Ö.Şişman bile Fayrap,mahfil ve Heves'i İkibinli yılların dergileri olarak görebiliyor! Peki bunu bizim yüzümüze niye söyleyemiyorlardı, ne değişti?
şiirimizde milenyum kuşağı
Puanlar: 8
‘yukarı’ dedin
konunun sarpa saracak bir tartışmaya dönüşmesini hiç istemeden birkaç şey söylemek isterim. özellikle "şiirimizde milenyum kuşağı"yla ilgili.. Neden böyle diyorum çünkü çoğu kez odak utku'nun kendisi olduğu için. Oysa bütün bunlara neden olan utku'nun yaşı vs. değil, ortadaki somut bir kitap. dikkati çekmeye adından başlamış, zaten böyle olsun diye de bu adın seçildiği belli bi kitap.. kitabın basıldığı yayınevi tarafından nihayetinde bir paraya dönüş aracı olarak görülmesi ve şairler için bir paratoner kadar şimşek çekici olan "kuşak" sözcüğü filan iyi buluş ve makul bence..
hem üçnokta'da hem çıkan yıllıklarda gelen eleştirilere baktım.. hepsi şu minvalde gidiyor: "henüz genç, taraflı, çok yolu var" ve az önceki gibi de olabiliyor: "yüzeysel ve çiğ bir eleştiri".. nedenlerini az çok anlamakla beraber bu dili çözemiyorum.. yani bütün bunlara neden olan şeyin eleştirisinden kimse söz etmiyor.. bu gerekçeler kitabın giriş bölümündeki uzun değerlendirme yazısına mı geliyor, yoksa utku'nun "milenyum kuşağı şairleri" diye "zar attığı" şairlere mi? yok canım bunlardan milenyum kuşağı olmaz mı diyoruz? bunlar olamaz mı diyoruz? kuşağın "milenyum" kuşağı olmasına mı geliyor eleştiri? yazanın 22 yaşında olmasına mı? "bu yaşta böyle bir şeye kalkışılır mı" mı diyoruz? sahiden neye geliyor?
kaldı ki.. işin gözden kaçırılan başka bir yanı da bu kitabın oluşmasında yer alan, buna neden olan şairler. sonuçta bu şairler kitabı biz okurlar gibi çıktıktan sonra bir kitabevinde görmediler. hazırlık aşamasında haberdar oldular.. kendilerine sorulan soruları cevapladılar.. yani yakın bir gelecekte diğer isimlerle birlikte utku özmakas tarafından "milenyum kuşağı şairleri" olarak adlandırılacaklarını biliyorlardı. henüz hiçbirisi "hayır ben milenyum kuşağı şairi değilim.", "buna itirazım var" demedi bildiğim kadarıyla. Ya da içinde yer almaya dair gelen eleştirilere bir karşı-eleştiride de bulunmadı... Sadece Nilay Özer yanlış hatırlamıyorsam "neden şu isimle yan yanayım" gibi bir şey diyor üçnokta'da.. O da kendi başına bile sorunlu bir noktadan soruyor bu soruyu... (yine de yanıltmıyım bakmak lazım tekrar) ... Yani bu kitabın içerden de ciddi muhatapları var. Ve onlar da bir şey demiyorlar (kaçırmış da olabilirim belki hatırlatan olursa sevinirim)
Denk geldiğim yerlerde yazılarını izliyorum. Akatalpa'da da birkaç aydır Milliyet Sanat'ta da.. Bu noktalara ve bu noktalarda olmaya dair de eleştirilere açık şeyler var, nereden baktığımızla alakalı... Yazıldıkları yer ve kağıt üstünde kapladıkları alan itibariyle genellikle "değinme" havasındalar ve ele aldıkları bir mesele yok gibi algılıyorum okuduklarımı.. Bu anlamda yazdıklarım bir savunu değil. Sadece acaba "eksik" mi bakıyoruz meselelere diye düşünüyorum. Ordan da konu "eleştiri nesnesi, şekli, dili, yöntemi" gibi konulara dönüyor ve orda kalıyor.. Bunları yazma nedenim bu...
Yine çok uzamaması için diğer konulardaki birkaç şeyi de şimdilik erteliyorum kendi adıma...
dart
Puanlar: 17
‘yukarı’ dedin
İkinci Yeni'nin bir akım olmadığını Eser Gürson açık bir şekilde ortaya koymuştu, biliyorsunuz. Zaten hiçbirimiz İkinci Yeni'yi bir bütün olarak okumadık. Ama bence İlhan Berk ve Sezai Karakoç gibi uç örnekleri bir arada okumamıza yarayan bazı şeyler var ki, iktidar meselesiyle hiç ilgisi yok. İktidar meselesinin, her ne kadar karmaşık bir mesele olduğu söylenebilecekse de, ben şairin tek başına iktidar olduğuna inanıyorum şiirimizde. Patron, şairdir yani; ama kimseye dikte ettirecek bir şeyi olması gerekmez; kimseye ihtiyacı yoktur çünkü. Gazze şiirleri, Hırant Dink şiirleri, 1 Mayıs şiirleri yazılıyor günümüzde. Bu şiirlerin yazılma gerekçesi, İkinci Yeni'nin şiirimize getirdiği açılımlar olmasa gerek. Aksi hâlde 1954-59 yılları arasında yazılan şiirleri ve bu şiirleri yazanların sonraki şiirlerini yok saymamız gerekecek. Bu da olacak şey değil pekâlâ. Bu tür şiirlerin yazılma gerekçesi Âkif, Fikret ve Nazım Hikmet de olamaz. Bana göre bu üç şairimiz, "deneysel" demeyelim de, az/çok "öncü" ya da modern işlerle meşguldü kendi zamanlarında. Haşim'in 1908-09 tarihlerinde yazdığı ilk serbest vezinli şiirler, Nazım'ın bu alandaki çabalarını yok saymamızı gerektirmez. Bana kalırsa Âkif ya da Nazım gibi şairler, ne deneyselliğin ne de toplumcu, halkçı, siyasi şiirin öncüsü sayılamazlar. Her ikisi de tam anlamıyla moderndir. Bana kalırsa Türk şiirinin modernliği de Orhan Veli'yle birlikte sona ermiştir. Eh tabii ki, daha da ileri giderek, İkinci Yeni'yi artık klasik saymamız yanlış olmaz. Bir şey hem postmodern hem klasik nasıl olabilir diyebilir bazıları. İşlemi uzatmaya gerek yok. Bunu daha önce konuşmuştuk. Klasik olmasa zaten genel ya da sıradan okuyucunun bir işi olmazdı İkinci Yeni'yle. Edip Cansever'in o ilk şiirleri ne kadar Garip etkisinde, okuyucunun bunu bilmesi gerekmez. Ama ona Garip şiiri diye Orhan Veli sunulmuştu, Metin Eloğlu ya da Cansever değil. "İkibinci yeni" varsın olsun. Bu kuşak meseleleri bir yerden sonra sorun olmaktan çıkıyor zaten. Şairsen kalıyorsun, değilsen çıkıyorsun. Üstübal'ın da vurguladığı gibi, tartışmaların şiirler üzerinden yapılır hâle gelmesi önemli olan. Asıl sorunumuz da bu. İsim saymayı, sayıklamayı bırakıp, şiirler üzerinden eleştiri yapmak daha yapıcı olacaktır. Buna aklı başında kimsenin itirazı olmaz herhalde. Mesela Kahyaoğlu, neden Serkan'ın Bonus'unu görmüyor ya da bilmiyor? Benzeri bir şekilde, "neo-epik"çiler neden onun Hubble'ından hiç söz etmediler. Türler meselesine, özellikle de modern epik şiire birazcık kafa yormuş bir kişi olarak bence, Hz Hubble'ın Rüyaları, örnek bir kitaptır. Özellikle de ilk bölümü itibariyle, "neo-epik"çilerin dikkatli bir gözle bu kitabı okumaları gerekirdi. Ama bu işler tabii ki böyle yürümüyor. Bu işler, (sepp isimli kullanıcının söylediğinin aksine) kişisel meselelerle şekilleniyor. Güntan, Konuk, Akın gibi şairler elbette 1990'ların sonlarında ortaya çıkan şairlerin öncüleri değiller. Hatta bugün rahat bir şekilde yazıyorlarsa bunu az/çok kendilerinden sonra yazmaya başlayan bu şairlere borçlular. Borçlu derken kastettiğim onların kabul görüyor olmalarıdır. Onları motive eden biraz da yaşıtlarımızdır. Ama bu bile tek bir yazıya ya da şiire indirgeniyor bugün ne yazık ki. Güntan'ın o söyleşisinde tekrar ettiği bir şey. Ben Şehrengiz çıkarken Murat Menteş'in Osman Konuk'u bu niyetle aradığını çok net bir şekilde hatırlıyorum. Bunun gibi pek çok şey daha hatırlıyorum. Bu isimler de dâhil olmak üzere 80'lerde yazan hiçbir şaire yakınlık duymadığımı söyleyebilirim. Ama yaşıtlarımın, etkinlenmeseler bile, bu gibi isimleri dikkate aldığını biliyorum. Ama 2000'lerden itibaren yazmaya başlayanlar için mesele çok daha karmaşık olsa gerek. Güntan'ın Fayrap'taki söyleşisiyle, Heves'tekini karşılaştırmak ilginç olabilir bence. Karagöz'le ilgili olarak şunu belirtmek yanlış olmaz sanırım. Bu dergi, poetikhars.com dışında, görsel şiire en çok yer ayırmış dergidir. Ama bu görülmüyor diye de istikametimizi değiştirecek değiliz. Önce ortaya konulanın şiir olduğuna ikna olmamız gerekiyor, sonra isimleri ve dergileri tartışabiliriz. Ama ben kendi adıma bu sayılan isimlerin önemli bir kısmı hakkında şiirlerine ikna olmadığımı, olmak istediğim halde olamadığımı söyleyebilirim. Elbette pırıltı var bu işlerin çoğunda ama bu kadarı kimseye Orhan Veli pozu kesme hakkı vermese gerek.
Utku'nun nutku
Puanlar: 26
‘yukarı’ dedin
Çoğu kez odak utku'nun kendisi değil, hem de hiç değil! o da kişisel eleştirileri hedef alanlardan biri sadece...
Niye mi Utku? Genç olduğu için değil elbette, çünkü genç bir çok yazanı-çizeni destekledik biz.. Başta Utku'yu da destekledik. Niye karşı olalım ki durup dururken? Elbette Utku'nun şahsına demiyoruz yüzeysel ve çiğ laflarını; yazdıklarına, yazdıklarından dolayı diyoruz. Kitabının içeriği dolayısıyla diyoruz ya da diyorum.. Ama tüm bunları derken, gençliğinin ve deneyimsizliğinin handikap olduğunu da söylüyoruz.. Hakkını da veriyoruz yani.. Peki siz Utku'ya soruyor musunuz sevgili Sepp Ücra dergisinden sadece Barış Özgür çıkmıştır gibi lafların ne anlama geldiğini? Sizi tanımıyorum ama dergi ve kitapları az çok takip ettiğiniz belli, içinizden de olsa bunu sordunuz mu kendinize ya da ona? Bu cümlenin tek başına bir şey ifade etmediğini, dergi isimlerinin ve ordan seçilmiş sizin deyiminizle 'zar atma'ların işin poetikasına ya da eleştiriye hiç bir katkısı olmadığını sordunuz mu ya da şimdi merak edip de sorar mıydınız?( tam cümleyi kitap yanımda olmadığı için yazamadım).. Ayrıca, Ramis Dara'nın Akatalpa'daki şu yazısında http://209.85.129.13... siz nasıl bir nesnel yaklaşım görüyorsunuz söyler misiniz lütfen? Tabii ki muhatabım siz değilsiniz yanlış anlamayın, ama eleştirilerimiz elbette hiç olmazsa metinler üzerinden.. Ama karşınızdaki ayrıntıya girmediği ölçüde siz nasıl girebilirsiniz ve emeği ayaklar altına alan bir çalışmaya nasıl saygı duyabilirsiniz? Bu kadar mı yani? Ayrıca, bu çalışmanın yani Özmakas'ın çalışmasının aksayan bir çok yönü var; iş sadece Ücra eleştirisiyle bitmiyor ki..
Ben de söylüyorum bu çalışmaların isimler üzerinden gitmemesi gerektiğini.. Karşınızdaki nesnel olmayan bir eleştiri getirirse siz ne yapacaksınız? Evet, siz nesnel analitik bir araştırma yapmalısınız! Peki çamur at izi kalsın olmadı mı şimdi?
Milenyum şairlerinin ne düşündüğünü bu konuda hiç takip etmedim; ama çoğunun ruhu okşanmıştır bunda da kötü bir şey görmüyorum.. yalnız eleştiriler yetersiz saptamalar sığ ve sanki kendi teorisini doğrulamaya programlanmış bir kitap.. Bunu ben Özmakas'ın duygusal tavrına veriyorum; fakat bu işi çığrından çıkaranlar Özmakas'a da kötülük yapıyorlar farkında değiller.. Haddini aşan övgüyle hak ettiği övgü arasında sıkışmış bir eleştirmen düşünebiliyor musunuz? ben düşünemiyordum yakın zamana kadar..
şimdilik bu kadar.
herkes herşeyi anlamak, görmek durumda da değil
Puanlar: 40
‘yukarı’ dedin
Tabi Karayazı-Heves hattı aslında daha önce de bahsettiğim "şeffaf katmanlar" konusuna denk geliyor biraz. Yani uçlarda mı burçlarda mı dolaşacağız? Sistem kendisine uygun bir yön, açı tayin ediyor çoğu kez. Bugün şu tartışma içinde kafamızı meşgul eden şeylerin çoğu "edebiyat sosyolojimiz"i ilgilendiriyor. Yani meşru görülme, iktidar, muhalefet, polemik vs. Kaldı ki bunlarla ilgili yaklaşımı daha önce Gökçen Ertuğrul Yasakmeyve'deki dosyada dile getirmişti, fakat dikkat edilmedi.
Herkesin bir Maleviç olması muhtemele değil ya da Klee ya da ne bileyim topraktan fışkırır gibi her tarafta avangard şairler, yazarlar, dahiler vb. dolaşmıyor. Batı'nın kendi anlatısı içinde avangard'ın asr-ı saadeti sayılacak iki dünya savaşı arasındaki zamanla, kendi zamanımızı karşılaştırmak zorunda kalmak da kötü. Bazı şeyler gerçekten, ancak olmaları gereken zamanda oluyor ve ona Tin mi diyeceğiz, ne diyeceğiz artık, oluyor işte. Gerçekleşiyor.
Yapılan şeylerin içinde barınan kuramsal katkı -sözlü yazılı basılı kültür, alfabe, tipografi, resim, görsellik, mecra, medya vb. bakın bir seferde sayabiliyorum- ve etki olmadan nereye kadar ilerleyebiliriz. Heves'in ya da diğerlerinin yaptıkları şeyi anlama ya da anlamlandırma gibi bir istekleri varsa, işte o zaman ortak bazı yerlerde buluşabiliriz ya da buluşabilirdik diyelim. Şimdilik bu imkan pek yakın görünmüyor.
Bakın burada tartışan herkesin kafasında ortak sorunlar var. Bu ortak sorunlar (şiirin neliği, şiirin malzemesi, eleştirinin ölçütleri, modernlik, modernite, post-modernite vb.) yerelde artık bir yer kaplıyorlar. Bizden önceki kuşakları hayaletleri ile birlikte, canlı kanlı yaşam biçimleri ile karşı karşıyayız. Görsel Şiir'in iddiası ya da söylediği ne salt biçimsellik (bu aşırı uçlarda gezindik, gezinmedik değil) ne de salt estetik. Ama ikili kodlarla düşünmeye alışmış, alıştırılmış çoğumuz için kafamızda gerili matris meseleleri dikine keserek anlamamıza yol veriyor.
Buradan, bu siteden bir şairin öğrenmesi gereken nedir? Tüm Şiir Tarihinin en biricik verimidir: Şiir, bir tür olmak dışında, içinde herşeyi barındırabilebilir. Bu "herşey" fonksiyonunu Zaman'a ve Mekan'a göre düzgün eğebilmek başka birşeydir elbet, ama sınırları belirleyen şey kadim kuvvetler ya da tarihsel süreçler falan değildir.
Görsel şiir ve türevleri Batı'da olduğu gibi (Latin Amerika, Meksika, Brezilya vb.) modernizmle sorunlu ilişkiler yaşayan dillerde, onların gelenek olarak belledikleri şeyin Modern içindeki izdüşümleri ile çok çok yakından ilgilidir. Gördüğümüz bu. Bazı hakikatlere fazla bel bağlamış olduğumuzdan, aslında herşeyin kısmî anlatılar olduğunu pek sezemiyoruz. Kısmi anlatıları Zaman'ın iki ucuna ve Mekan'ın burçlarına teğellemek istiyoruz ama ne yazık ki gökyüzü ağır, kurşun gibi ağır.
Ben birçok kişi ile hem net üzerinde, hem de dergilerde tartıştım. Eğer bir cesaret ve deneyimse, şunu söyleyebilirim: Dünya ile aramızdaki bağlantının koptuğu heryerde, şiir ile bu bağlantıyı kurmak mecburiyetinde hissediyorken ben kendimi, karşıdakilerin bu ayrımı körüklemek uğruna şiiri alet etmeleri kadar nefret edilecek bir davranış görmedim bugüne kadar.
proce
Puanlar: 26
‘yukarı’ dedin
mustafa ırgatı şimdi daha iyi anlıyorum. hele utku özmakasın procenin hangi aşaması olduğunu kavrayınca. bu bir procedir beyler heves bu procenin bir parçası olmayı kabul ettiğinden beri bu bir procedir.bu proce olmasaydı serkan görsel çıkışıyla elbetteki farkedilirdi.ücra hakkıyla anılırdı ne bileyim barış özgür belki bırakmazdı falan.
sağ sol meselesi olsaydı keşke safiyane bir şekilde düşünecek olduğumuzda.ama öyle değil güç savaşı menfi birliktelikleri gerektirir.bu proce gerçekleşinceye kadar saman altında su yürütülür.siyasi kanad belirlenir her şey bu siyasi kanat üzerinden yürütülür.bir takım piyonlar elbet kullanılır.
bunun için seksenleri ve doksanları iyi çözmek lazım.nebulae bunu biraz açıyor nasıl bir güç siyaseti güdüldüğünü.bu proce için kimlerin göz ardı edildiğini çok kolay öğrenebiliriz.ama mevzu bu değil ne yazıkki şiiri kotaracak birliktelik yine proceye kurban ediliyor.
osman konuk ahmet güntan veya enis akın bu procenin neresine düşüyor bunu acilen düşünmemiz gerekiyor.
ondan sonra utku da çözülür heveste hatta fayrapta...
soru işaretleri
Puanlar: 14
‘yukarı’ dedin
Açıkçası Osman Konuk ya da Ahmet Güntan'ın bile isteye bir şey yaptıklarını sanmıyorum.. Onlar yıllardır reddedildikleri görmezden gelindikleri şiir ortamında kendilerine ilgi gösteren bir genç şair grubuyla karşılaştılar! Enis Akın ise çeşitli nedenlerle bu grubu zaten fazla yanına yaklaştırmadı. Sorun bence çete kurma hazırlıklarında başlıyor.. Kimlerle nereye kadar gidilebileceğini gayet iyi bilen,hesaplı kitaplı dengeci bie ekip var burada.. Güntan'ı ve konuk'u yanlarından uzaklaştıramazlar dengeci anlayışları nedeniyle. Fayrap'a da meydan okuyamazlar aynı nedenlerle.. Fayrap'ın tüm biçimci eleştirilerine rağmen böyle bu,hayret! Pan yayınlarının desteği de gelince popüler olmak zorunda da kalıp kendilerini bağladılar çünkü dergiyi satmaları gerekiyordu.. Serkan Işın kolay kontrol edilebilir bir tip değil ele avuca sığmıyor. Biz ise daha muğlak tipleriz falan işte..
Şiir iktidarları çıkmaza girdiklerinde yeni açılımlar ararlar ve heves de böyle bir ihtiyaca yanıt veriyor! Yoksa Güntan'la Konuk ile alakalı olduğunu düşünmüyorum.. Ramis Dara şiir ortamını iyi tanıyor eleştirmen adaylarını bu ortama sunmasını onlardan yararlanmayı iyi bilen çıkış arayan biri bence.. Çünkü bir süredir zaten uzaktı bu çevreden..
'Artık hasat zamanı değil mi türk şiiri için, buyrun öyleyse' diyen biri de var arkada sanki eski gergedanlar olabilir mi arkada bilemiyorum.. yine de sanmıyorum..
proce procedir
Puanlar: 26
‘yukarı’ dedin
bile isteye bilmeye isteye
nasıl olursa olsun birileri bu işlerin bir yerinde yer alıyor.birileri de kendini iyi göstermek için çırpınıp dursun artık. şiire de gerek kalmayacak göreceksiniz.çünkü o oraya kadardı.
şiir adına elbette bazı bağlantılarım olacak bunlar duygusal veya duygusal olmasın kafayı çalıştırdığım zamanlar da olacak.şiiri tartıştırmayacaklar artık.bunu çete gibi basit bir mantıkla çözeceğimizi de düşünmüyorum.
ücraya sadece barış özgür bağlamında bakan bir yapı ikibinlerin dinamikleri arasında serkan ışını murat üstübalı göremeyen zihin proce dışında nasıl açıklanır ki...
sorular
Puanlar: 27
‘yukarı’ dedin
Öncelikle herkese iyi sabahlar..
Dün yazdıklarımın muhatabı bire bir kimse değildi aslında. yani Murat'ın yazdıkları onun bu konuya bakışını biraz daha ortaya koyuyor ama bir hedef değildi. yine de teşekkürler..
Sorulara gelince, bence insan başkasına soracağı soruları da önce kendisine sorar ve hatta olası cevapları bile verir. Merak ettiği kendisine sorduğunda veremediği cevabın hangisi olduğudur biraz da ya da neyi kaçırdığı... Dolayısıyla benim dünkü yazdıklarımın "bir tür avukatlık" ya da "savunma" sayılmaması için (benim tarafımdan bile) bu soruları sormuş olmam gerekirdi. Dahası bu benim kişisel inancım. Aksi takdirde de böyle yazmamalıydım diye düşünürüm. Dolayısıyla bir değil onlarca soru sordum, başkaları da sordu. Gelen cevapların soruları (ona göre / gönlümüze göre) karşılayıp karşılamaması ise başka bir şey.. Ama sorular konusunda içiniz rahat olsun..
Ve "zar atmak" benim deyimim değil.. Hatırlarsanız kitapta adı geçen şairler için atılmış zarlardı bunlar.. Sonra da zar atanların üstüne zar atıcılar gördük tabii..
Ramis Dara ile ilgili linke baktım. Gördüğüm, okuduğum bir şeydi. Görüp, okuyup, bir kenara koyduğum bir şeydi. Herkes "ev"ini, var ise öyle ise "cephesini", "dergisini" vs. korumak, kollamak ister de durmadan "benim" bir şeyim denilmesi, hesapların bunun üstüne yapılması hoş değil... Olası anlamları da çürüten bir şey. Ayrıca bu noktada yazılanlarda bir nesnelliğin olması mümkün değil. Evet bazen ve belki de çoğu kez nesnelliğe giden yol içeriden geçer, düğmeye basıldığı bir an vardır ama yola çıktığınız yerle geldiğiniz nokta arasında hâlâ sizi yine sadece size bağlayan tek bir doğru varsa, bunun kendimiz de dahil kimseye bir faydası yok. Dolayısıyla hem Akatalpa'da hem de Kitap-lık'ta yazdığı yazıları "kendince" buluyorum. Çoğu zaman beni ilgilendirmiyor. Yoksa çiçekler üzerine yazılmış bir şiir kitabı hakkında yazarken şiir eleştirisi adına "ama x çiçeğinin adı y bölgesinde x değildir z dir".. sonra "w" çiçeği de ayrı güzeldir" filan gibi (abartı bana ait) şeyler okumazdık sanırım... Bu ve benzeri örnekler sıkça görmek mümkün.
Bu konuda son söz olarak "Haddini aşan övgüyle hak ettiği övgü arasında sıkışmış bir eleştirmen düşünebiliyor musunuz?" cümlesini çok önemsediğimi söyleyeyim.. Şüphesiz "eleştirmen" sözcüğünün yerine pek çok şey daha konulabilir ve bu söyleyiş hepsinde de aynı değeri taşır..
Şiirimizde milenyum kaçağı
Puanlar: 22
‘yukarı’ dedin
Muhatap olduğum için değil ama birebir bu konularda konuşup kendimi bağladığım için bir nevi sorumluluk hissiyle yazdım Özmakas'la ilgili şeyleri.. Sorduğum sorular aslında birer yanıtı içerdiği için içinde, doğrudan yanıt beklediğim şeyler değildi kuşkusuz.. Zaten size yönelik de değildi sepp.
Akatalpa konusunda ise sanırım siz Ramis DARA'nın giriş yazısını okudunuz sadece, bir de bir kaç sayfa ilerideki kitaplarla ilgili yazdıklarını okusaydınız ne tür bir polemikle yüzyüze olduğumuzu daha iyi anlardınız kuşkusuz.. ya da okudunuz ben anlayamadım..
Serkan'ın sağ-sol ile ilgili eleştirilerini de buna bitiştirerek okumak kaçınılmaz oluyor niye mi? Çünkü, yıllarca bize islamcı şair muamelesi yaptılar kendilerince Konya'da ikamet ettiğimiz ve hatta Konyalı olduğumuz için! Ama bu konuyla doğrudan alakası yok elbette, sadece tecrit etmenin niteliğinin ne üzerinden yürüdüğünü göstermeye çalışıyorum..
Haddini aşan övgüyle hak ettiği arasında sıkışmış elbette şair de olabilir politikacı da.. Ben bizzat kendim olmayı umduğum için haddimi bilmeye çalışıyorum, elimden geldiğince.. Bazen haddinizi öyle bilirsiniz ki başkaları da bunun haddi burasıdır nasılsa dışarı çıkmaz derler; öyle bir durumda aciliyet durumunda da çıkmak gerekebilir. Yoksa bir ideal oluşturursanız o ideal bir gün size dönmüş bir araç halini alabilir. Böyle bir tecrübem oldu maalesef..
Ramis Dara ise alaycı ve hafif bir dile sahip.. Bu tarz bir dile karşı değilim ama bunun da bir işlevi olmalı değil mi.. çözmeli, iliştirmeli ya da ne bileyim bir faydası olmalı..
Dün yazdıklarım beni öyle bağladı ki Özmakas konusunda açtım kitaba bir daha baktım:' Ücra dergisi adından aldığı gücü doğru kullanmak için mücadele sergilemiş ancak kendi poetikası doğrultusunda kim yazarsa yazsın kayıtsız şartsız derginin sayfalarını açmış ve kendini yaralamıştır. Şiir yolculuğunun Ücra'nın amaçları ile yakından uzaktan ilgisi olmayan Aziz Kemal Hızıroğlu'nun bile bu dergide somut şiir yayımlaması, şiir yayımlamak için artık girilmedik kılık bırakmayan şairlerin bu işi ne boyuta getirdiklerinin kanıtı olmuştur. Yine de Ücra'dan çıkan Barış Özgür (baranesmer müstear adıyla da şiirleri yayımladı.) halen şiir adına cılız da olsa bir ışık barındırmaktadır.' demiş kendisi, hakkını yemek istemem..
1) Barış Özgür şimdi nerede? şimdilik ortalarda yok 2) Bir müstear adı açıklamak sana düşer mi? ne haddine.. 3) Hızıroğlu'nun somut bir şiir yazmadığı ve öyle bir iddiasının da olmadığı ortada.. Bizim de öyle bir iddiamız yoktu. Adamcağız bir etkileşimle böyle bir şiir yazmış, arkasının gelip gelmeyeceğini bilmiyoruz ama iyi bir şiirdi bize göre.. Niye yayımlamayayım.. Ben şiire bakarım yazanının arkaplanına değil.. Aynı sebeplerle ve aynı şekilde Serkan'ın daha önce bahsettiği gibi şiirleri Heves'te yayımlanan Sina Akyol'a niye yöneltmiyorsun eleştirilerini? ya da Heves'e yayımladığı için aynı eleştiriyi yöneltmek mümkün değil mi? 4)Ayrıca bizim ismimizden bahsetmemek için elinden geleni yapmış sağolsun, garezi neyse? demek ki bunu hak etmiyoruz.. olabilir tabii ki.. bir şey demiyorum..ayıp olur artık ötesini beklemek kendi adıma.. 5) kim yazarsa yazsın kayıtsız şartsız sayfalarını açmak? pes yani.. Özmakas'ın da bu dergide bir metni yayınlandı.. Yayın kurulunda mı ki hangi şiirleri isimlerine bakmadan elemek zorunda kaldığımızı bilecek.. 6) tüm bu yazılar Pan/heves kitaplığı tarafından basıldı.. Heves buna nasıl razı oldu/ses çıkarmadı? Burada ben art niyet görüyorum açıkçası.. çünkü Ücra'yı beğenmeyen tüm o editörlerin ikinci kapısı Ücra oldu hep, bunu da mı reddediyorlar?( Evet Ö.Şişman öyle söylüyor)
bunlar hep bir birikimin dışavurumu.. Umarım artık hepimiz aklımızı başımıza alırız başka bir şey diyemiyorum..
...
Puanlar: 20
‘yukarı’ dedin
Bu tip durumlarda yapılacak iki şey olduğunu düşünüyorum. Ki sorular "ücra" için yazılanlar üstüne "ücra" adına içeriden soruluyor. Ya "çok da önemli değil böyle olması bizim için, yaptıklarımız ortada" diyeceksiniz ve geçeceksiniz ya da bu soruların -soruları cevaplayıp cevaplamamak da kendisine kalmakla birlikte- "doğru adres"e sorulması gerekiyor. Ama "ücra" adına bunları sormakla kitabın bütününde ortaya konan şeye dair bir şey söylemek ya da söylememek aynı şey olmasa gerek.. (ikisi için de hak görülebilir) Yoksa mesela yıllıklar konusunda olduğu gibi, mesele yıllıkların bu halleriyle her koşulda kangren olması değilmiş de sadece "a nın ya da b nin orda olup olmamasıymış" gibi bir tabloyla karşı karşıya kalırız... Tabii herkes ayrı bir noktadan bakar, mesele edinir, edinmez.. o da başka...
Sonuçta poetikhars belki bu tür konuların konuşulabildiği (en azından benim gördüğüm) en düzgün yer ya da yerlerden biri diyelim.. Ama nihayetinde burda da konuşup geçiyoruz.. Dergiler niye varlar ve her şeye rağmen niye önemliler, önemli oluyorlar ki... Tüm bu şeylerin sıkışıp kalmaması için belki de .. Dergilerin dağıtımı, baskı adedi ortadayken gerçi en fazla ne olacak.. Daha geniş bi alanda sıkışıp kalacak.. Ama yine de kritik konularda bu evladır..
Biraz da konunun bu noktaya gelmesine neden olduğum için son bikaç şey yazmak istedim. Söylenecek pek bir şey yok dediğiniz gibi...bu konuda bu noktadan sonra gerisi size/ücra'ya kalıyor.
son olarak
Puanlar: 4
‘yukarı’ dedin
hiç bir şey bütünüyle kötü değil elbette.. kitabı karıştırdıkça katıldığım şeyler de buluyorum.. bu kitaba tümüyle karşıyım demiyorum tabii ki..
Ben ücra ile ilgili olan karşı çıkışımı yazdım, dediğim gibi başka eleştirilerim de var .. yalnız artık çok uzatmamak en iyisi.. öyle e-mail'ler alıyorum ki ben yazdıkça veya birileri eleştirdikçe iyice tahrik oluyorlar.. Ben burada kimseyle sürtüşmek için yazmıyorum.. bu arkadaşlara eleştiri yöneltiyorsak bir anlamda değerlerini teslim ettiğimiz içindir.. Fakat ayrımları da belirtmek gerek! Keşke onlar da burada kendi düşüncelerini ifade edebilseydiler.. Burası da kapalı bir site değil sonuçta.. yaptıklarımız ortada demeyi ben tercih etmiyorum pek..Biraz kariyerist bir laf gibi geliyor aslında.. yaptıklarımız her zaman tartışılabilir elbette.. Ama bununla ilgili bir çifte standarda karşıyım sadece..
burayı da bu tip konularla daha fazla işgal etmek istemiyorum daha fazla.. hem site sakinleri daha iyi tartışmaları hak ediyor diye düşünüyorum hem de eleştirdiğimiz kişileri daha fazla rahatsız etmek anlamsız gibi geliyor bana.. sabrınıza teşekkür ederim.. Kırdığım insanlar varsa özür dilerim ama düşüncelerim de bunlar..
Kendimize bakmak
Puanlar: 23
‘yukarı’ dedin
Çoğu kez poetikhars etrafında yaptığımız herşeyin "yeterli" olduğu bilgisine erişiyorum kendimce. Ama sonra bir soru ile golgi aygıtına dönüşüveriyorum "Peki, görsel şiir ne işe yarar?". Örneğin bunu bana soran, ödüller almış, hakkında sempozyumlar düzenlenmiş bir şair. Ayaküstü bu soruyu yönelttiğinde, insanların, şairlerin, yenilikler konusunda çok feci korumacı -bu anlamda muhafazakar- ve aynı zamanda da "çıkarcı/hazcı" bir yaklaşımı benimsemeleri tuhaf da değil hani. Ama durum bu.
Zinhar 5 sayı çıktı, poetikhars.com ve zinhar.com yaklaşık 5 yıldır ayakta. Bir sürü şey yapıldı, sergiler, dosyalar, yazılar, eleştiriler kavgalar. Ve bütün bu çevren içinde "ülkemize özgü" olan ne var ise, onunla karşılaşıyorsunuz. O yüzden aslında hiç birşey yeterli değil.
Çıkardığımız dergiler örneğin bir Zaum etkisi yapmıyorsa sanat camiasında ya da bir 291, 391 etkisi yapmıyorsa sorun biraz yaşadığımız çevrede, biraz da yaptıklarımızda. Demek ki eksik birşeyler var, oluyor, olmak durumunda. Bununla yüzleşmek gerek. Ne Ücra, ne Heves, ne Atlılar, ne Mizan "yeterli" değildi, çünkü onlarla işimiz demek ki bir yerde yarım kaldı, devam ettirdiğimize göre. Ne madde şiir tamdı, ne de deneysellik ifadesi. Diğerlerinin körlükleri ile karşılaştırmayalım durumu, durum öyle değil.
Ben diyorum ki son 10 yıldır, 20 yıldır yapılan iyi şeyleri, çok az görünen ve takdir edilen bir çevre gerçekleştiriyor. Bu çevrenin (bir cephe değil) moda tabiri ile AKÎL adamları/kadınları olaya el atmak durumunda. Ortaya çıkan zenginlik, bu ülkenin alışık olmadığı bir zenginliktir. Zeynep Cansu Başeren, Derya Vural, Barış Çetinkol, Ayşegül Tözeren, Suzan Sarı vb. bu ülkenin görmediği türde bir iş yapıyorlar, bu ülkenin dilinin bilmediği bir yerden şiire başladılar ve gerçekten çok sıkı işler de çıkmıyor değil.
Ha denebilir ki, "bunlar senin kadron, o yüzden sayıyorsun isimlerini". Bir kere ben bu şairlerin isimlerini asla öyle zar atar gibi saymadım, hatta bunu saçma buldum. Eksik bıraktım hatta, işin o kısmını. Ama şimdi kısmi birkaç elemeden sonra hala inatla üretmeye devam ediyorlarsa, artık, kusura bakmayın, bu insanlar nal gibi şair olmuşlardır ve bunu ölçmeye, biçmeye kimsenin hakkı falan da yoktur.
Toparlarsak, durum iyi ve bizden öncekilerin yapmaya korktuğu herşeyi çekinmeden yapabiliyoruz. Bunu küstahlık, gençlik falan ile açıklayamayız. Daha derin ve çağa uygun şeyler var. Bugün bu kadar rahat "deneysel" falan diyorsanız bunun sebebi sadece siz olamazsınız, bugün sadece bu kadar "görsellik ve şiir" konusunda yazıyorsanız, bu sizden önceki kuşakların bu işi tam yapması ile ilgili değil, bizim sayemizde. Ve bu "biz" anonim de değil.
özeleştirel açıklama
Puanlar: 27
‘yukarı’ dedin
Serkan'ın kendimize bakmak konusunda yazdıklarını okuyunca ben de bu kendimize bakmak meselesini kendime bakmak olarak yorumladım yani bir özeleştiri süreci olarak.. Sahiden de durum bu kadar vahim mi yoksa Sepp'in duygusallaşma ile gelen tehlikelerden bahsetmesi bizi bazı kör noktalara doğru sürüklüyor mu diye düşündüm.. Evet , gerçekten bazı kişiselleşmeler kimi zaman bakışlarımızı etkileyebilir, haklı da olabiliriz. Ama bazen de bu kişiselleşmeler bizi nesnel yargılardan uzaklaştırabilir. Burada iki tür olumsuzluk var: 1-Şiir okurunu yanlış yargılarla yönlendirme sorunu 2- Eleştirdiğiniz şairlere veya dergilere haksızlık gibi bir istenmeyen durum..
Çok nadiren girilmesi gereken kimi kez de sadece kişisel kalması gereken bazı durumların açığa vurulmasından tutun da duygusal tepkiler sonucu yanlış veya eksik yargılarda bulunmaya kadar giden çoğu yaklaşımımızdaki tek kriter değil ama öncelikli ilk kriter olarak yine kendim duyarlılığımız karşımıza dikilir. Nitekim, bende de öyle oldu; yazdığım tüm cümleleri tek tek gözden geçirdim acaba bir yerlerde eksik ya da yanlış itham veya hükümlerde bulundum mu diye. Aslında şöyle bir dezavantaj da var: yazdığınız her çelişkili hüküm sizi bağladığı gibi daha önceki yazılarınıza da ters düşeceği için en başta sizi baltalar; imajınız değildir mesele, kendinizle olan tutarlılığınızdır asıl sorun! Bir başkasına yaptığınız haksızlığın sizde uyandırdığı vicdan muhasebesi de ayrı tabii ki! Sonuçta ben yazdığım metinlere baktığımda şunları gördüm(metinlerinize yazdıklarınıza bir zaman sonra bakmayı deneyin!):
1- Bir dergiden(Heves'ten) farklı anlayışta şairin geçmesi kötü bir şey değil, sonuçta o dergiyi de olgunlaştıran bir süreç bu; kaldı ki beş yıllık bir süreden bahsediyoruz bir dergideki şairler nasıl değişiyorsa dergilerin şair editörleri de değişecektir elbette.. Hatta bu durum umut vericidir de! Amcalar ve üçüncü tekil şahıslar demişim bu da bir şiir eleştirisinde olmaması gereken şiir dışı değerlendirmeler; benim gibi hep şiir içi kalmaya çalışan birine yakıştı mı şimdi! Özür dilerim bu şair arkadaşlardan, başkası yapsa kızacağım şeyleri kendim yapınca rahatsız oldum.. 2-Klişeye karşı çıkıyorlar diye büyük bir şair kesimini oyaladıklarını söylemişim.. Beğenirsiniz beğenmezsiniz her derginin bir tarzı vardır, bu da ne ifade ediyor belli değil.. 3-Hem sonra bu dergide biz yıllarca yazdık, hakbilir olmak da lazım.. Ücra'nın görülme gibi bir sıkıntısı olmadı çünkü öyle bir derdi yoktu aslında(ne çabuk unuttuk!)Böyle bir şikayetimiz niye olsun.. 4- Görsel şiire belki yeterli ilgiyi göstermediler ama böyle bir zorunlulukları ya da misyonları da yok ki .. yine de dergileri incelediğimde birkaç şey görebiliyorum: şöyle söylemek daha doğru sanırım başka bir yerden bakıyorlar şiire. 5- Ücra'nın hakkından bahsetmek pek hoş değil aslında orada vurgulamaya çalıştığım hangi dergi olursa olsun hakkının verilmesiydi, yanlış anlaşılabilecek ifadeler bunlar.. 6-Kilikya çetelerinde bizans entrikaları bitmez! Entrika sonuçta bizim ifademiz çete gibi.. Doğrudan ispatlanabilecek bir şey olmadığı gibi şiir dışı bir yaklaşım.. Karşımızdakine ne kadar kızarsak kızalım söylenmemeli.. 7- Utku'yla ilgili söylediklerim benim düşüncelerim.. Yalnız iyi yanlar yok mu kitabında tabii ki var..Toptancı eleştirilerden kaçınmak lazım genç eleştirmenlerin şevkini kırmamak için.. Yalnız ona tavsiyem daha ayrıntılı ve analitik bir yaklaşımı seçmesidir nacizane eleştirim diyelim.. Bu kitap şahsen beni hiç tatmin etmedi diyebilirim.. Bir eleştirmenden bizden niye bahsetmedi diyes erzenişte bulunacağım hiç aklıma gelmezdi; öyle bir duygu seliyle(kızgınlıkla) yazmışım ki o anlam çıkmış, böyle bir niyetim olamaz 8- Güntan, o.konuk ve e.akın sadece şair isimleri derken büyütülmemeleri gerektiğini vurgulamak istemiştim her şair gibi.. Bu onları değersiz kılmaz değil mi! Sadece her şair kendi motivasyonunu kendinden devşirmek zorunda! Fakat ben öyle bir ifade kullanmışım ki: gölgesinde kalmak! Aslında bu genç şairlerin tüm şiirlerini okudum.. Sevdiğim şiirleri kadar hiç beğenmediğim şiirleri de var; yukarıda adı geçen şairlerden etkilenmeleri gayet doğal her şair gibi ama gölgesinde kalmak ve abartılan saygı gibi ifadeler hoş değil.. Kusura bakmasınlar!
Sonuçta bu arkadaşlarla yöntem ve düşünce farklılıklarımız olacaktır ama ben aradaki saygı ve güven ortamını kendi adıma korumakta kararlıyım.. Bu nedenle burada adı geçen Heves dergisi şairlerinden ve Güntan, Konuk ve E.akın'dan özür dilerim.. Kendimi böyle bir yazıyla bağlamayı istemeyeceğim gibi kimsenin hakkını da yiyemem şiir görgüm bunu gerektirir. Tüm bunların dışındaki şiir üzerine olan ayrımlarımızı şiirin kendi çekim alanında halletmekten başka çıkar yolumuz yok; bunun dışındaki her yol bir çıkmaz yoldan ibarettir.. Şiir ötekileşmelerin son bulduğu, bulması gerektiği yerdir ve ben de bu konuda üzerime düşenleri fazlasıyla yapacak güce ve inanca sahip olduğuma inanıyorum.. Sevgiler selamlar..
Herkesin "görülme" ve
Puanlar: 5
‘yukarı’ dedin
Herkesin "görülme" ve "hakkiniyetle kendisinden bahsedilme" beklentisi vardır. Açıkcası yaptığımız şeyleri sandıklarımızda tutmadığımız, sadece apartmanımızda dağıtmadığımıza göre, iletişim içinde olduğumuz her "node [uç]" ile böyle eşikler inşa ederiz. Beklentilerimizin ucunda yatan şey "benden bahsetsinler" de olabilir, "bizden bahsetsinler de" olabilir, "bizi anlasalar keşke" de olabilir. Bunlar gayet doğal şeyler. Ama bizi görmesini istediklerimizle kurduğumuz ilişki, ne yazık ki bu tür sevgi/nefret ilişkisi olduğu için istenilen verim hiç bir zaman yerine gelmiyor. Bu yaşadığımız toplumla ilgili zaten. Herkesin kendisini mağdur hissettiği anlar var, bu anlarda, "karma"nın devreye girmesini beklemek de bir yöntemdir (allah'tan bulsunlar!), öfke ile hareket etmek de (topunuzu s*k*yim!). Bu aralıkta hayatlarını geçiren kuşağımızın diğer şairleri, bu tür enerji patlamalarını (içe ya da dışa) sergileyerek şiir yazıyorlar, yani tam bir yeniyetme ahlakı ile.
Fakat yeniyetme ahlakı ile köylü olma bilinci kentin içinde kendisine imkanlar bulduğunda bunu çok kolay tüketiyor. Haydan gelen, resmen huylara gidiyor. Geçen 10-15 yıl içinde herşeyin çok kolay "buharlaştığını" gördük öncelikle. Ne dergiler, ne iddialar, ne çabalar, aslında bir tramplenmiş, bu tuhaf. Nereye atlamak için? Polit Büroya mı, Sıradışı Kahramanlar Ligi'ne mi? Hiç birine. Örneğin tarihte bir adım daha ileri gitmek için değil. Tam bir mirasyedi edası değil mi bu?
Türkiye'de artık "deneysel"(*) diye birşeyi konuşabiliyoruz, çünkü bunun arkasında mancınıklar olmadı. Orasından burasından kırparak, sahteleştirilmiş, içselleştirilmemiş birşey değil artık bu. Taklid değil, Batıcılığın portföyünde bir başlık ya da madde değil. Gayet yerli, gayet içten ve gayet sağlam birşey.
Şimdi, şiir hayatını sadece "şairanelik", sadece "poz" üzerine kurmuş biri için bütün bunlar zulümdür gerçekten. Zinhar'ın ilk sayısında bir Bulatov söyleşisi vardı, Zaum üzerine. Orada Bulatov şunu ifade ediyordu:
Bu, zihin açıklığıdır. Ancak "kapalı zihinler" her bir boktan fazla emindirler. Allah sizi yobaz yapmasın, tek dileğim budur. Bu yukarıdaki ifadeleri Rus Modernizmi son 100 yılda elde edebildi, bugün hala "şiire bok girer mi?" diye böğürenlerle karşı karşıyayız. Bu mu ilerleme, bu mu yenilenme? Bu tür "ahlaki" sorular sormak mı mesela?
* deneysel ifadesini ben kabul etmiyorum. Çünkü deney-selinden taşmış gelmiş çabalar çok az. Çünkü malzeme hala dize, hala kelime. Böyle önyargılarla şiirde deney falan olmaz.
Şiir bir yerse eğer,
Puanlar: 17
‘yukarı’ dedin
Şiir bir yerse eğer, ötekileşmenin, ötekileştirmenin son bulduğu yer olabilir. Muhtemelen de öyledir. Ne var ki bu tartışmaların hemen hiçbirisi, bu da dahil olmak üzere, edebi eseri, yani şiiri bir nesne olarak ele alıp yapılmıyor. Üstübal'ın özeleştirisi zihin açıcı olduğu kadar düşündürücü de. Meseleleri kişiselleştirmeden tartışmak ne kadar mümkün bilmiyorum. Böyle olması istenen ve beklenen, ama hemen hiç kimsenin göze almadığı bir şey gibi görünüyor. Ben açıkçası hem diğer arkadaşların söyledikleri hem de kendi söylediklerim açısından özür dilenecek birşey olduğunu düşünmüyorum. Elbette, geceleri de çok şükür rahat uyuyabiliyorum. Zira kimsenin karakteri hakkında bir yorum yapmış değilim. Benim bu konudaki genel düşüncem şudur: her şiir, her şair, her dergi, edebiyata, sanata dair herşey sonuna kadar eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Kendi yaptıklarım da bundan paçayı kurtaramaz. Fakat böylesi soğukkanlı bir eleştiriyi hâlihazırda hemen hiçbir yerde göremediğimiz, gösteremediğimiz için, tartışmalarımızın kapısı çok başka taraflara çıkabiliyor. Eleştiride övgüye yer yoktur. İnandığım budur. Ahmet Güntan'ı, Osman Konuk'u, Enis Akın'ı, Heves'i, Fayrap'ı ve diğer pek çok şeyi, acaba gerçekten konuşmaya değer bir şey var mı diye okuyorum. Bence bir şair yaptığı şeye, yazdıklarına gerçekten güveniyorsa bir başkası tarafından beğenilmek dışında gördüğü ilgiye bir kat daha kulak vermesi gerekir Pekala bu ilgi, az önce sözünü ettiğim eleştirel soğukkanlılığın sınırlarını aşmadığı sürece dikkate değer bir ilgi olmayı hak edecektir. Herşeyden önce bir okuyucu olarak böyle düşünüyorum. Bence kendine güven sorunu yaşamayan her şair, "iyi" bir iş gördüğünde bunu dile getirmekten çekinmez. Ama tabii ki bunun bir yolu, yordamı, mecrası vardır. Tüm bu söylediklerimin klişe ifadeler olduğu söylenebilir. Klişe üzerine söyleyebileceğim şey, klişe üzerine söylenen hemen herşeyin kendini klişeleşmekten kurtaramayacağıdır. Bunlar klişelerdir diye bir tarafa ayırdığımız, "ötekileştirdiğimiz", "yabancılaştığımız" birçok şey karakterimizde derin bir iz bırakmış da olabilir: Klişe denilen şey, o bizim gerçekte yetersiz kaldığımız, güç yetiremediğimiz ya da başka şeylerle telafi ederek böylece kendimizi kandırmamıza yarayan, hayata bir başka şekilde bağlanmamızı sağlayan şeylerin adı da olabilir. Klişe neyse nedir. Benim klişeyle ilgili olarak bir sorunum yok. Hele ki şiir söz konusu olduğunda klişenin de şiire dahil olabilecek bir şey olduğunu düşünüyorum. O halde, klişeyi, teknik bir terim olarak ele aldığımız sürece bir sorun yok. Zaten şiiri teknik bir şey olarak ele aldığımız sürece bir sorun yok. Bugüne dek şiirin bütünüyle biçim olduğuna düşündüm. Biçimin hayata dair taraflarına kafa yordum. Bu anlamda, bir şiirin taşıdığı görsel, müziksel, düşünsel, karaktere, dile ya da temsile ait unsurlar itibariyle sınıflandırılması ve/ya da adlandırılması bana hiç şaşırtıcı gelmedi. Bir şairin ilgilerini -bunları da aşacak bir şekilde- sürekli geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Özeleştiri konusuna tekrar dönecek olursak, şunu söyleyebilirim. Özeleştiri yapmaksızın yazmanın mümkün olmadığına inanıyorum, hakkını vererek yazmayı kastediyorsak eğer. Ama bunun başkalarına izah edilmesi illaki gerekmez. İnsanın kendi yaptıklarından bahsetmesi çoğu durumda adaba uygun düşmez. Bu yüzden özeleştiri yaparak yazdığımı söylemek dahi yersiz geliyor bana. Heves ve Karayazı polemiği, polemik demek tam olarak doğru değilse de, Orhan Kahyaoğlu ve Ramis Dara gibi yazarların "deneysel" şiir üzerine yazdıkları ve son günlerdeki benzeri tartışmalar, mesela Ahmet Güntan'ın Kitap-lık'ta yayımlanan son "parçalı ham"ı hakkında sündürülmüş tartışma, ne de burada söylediklerimiz şiirden öte çok başka konulara sürüklüyor ve geri getirmiyorsa bizi, çok daha temelde bir yerde bir hata olsa gerek.
Özeleştiri ile ilgili
Puanlar: 7
‘yukarı’ dedin
Özeleştiri ile ilgili söylediklerim yalnızca beni bağlayan cümleler. Kesinlikle burada yazan ve yorumda bulunan diğer şairler adına hareket ediyor değilim, buna yeltenmem de. Zaten, Şarkdemir yaptığı yorumlarda şiir içinde kalarak kendi eleştirilerini getirmiş; ben de bu eleştirilerin ciddi olduğunu düşünüyorum elbette.(hatta daha farklı baksam da kimi yerde)..
Eleştiri övgüyle nasıl özdeş değilse şikayet ile de özdeş değil. Yapılan eleştirilerin mümkün olduğunca vurun abalıya mantığından ötede bir yerlerde şekillenmesi gerekir. Yoksa şikayet kutuları var oraya başvurabiliriz.. Benim rahatsızlığım bu yöndedir. Hatta eleştirilerin bir tür oportunizmden ve genelleştirici yaklaşımlardan azade şekillenmesi gerekir. Yazıda ismi geçen dergi ve şairlerin az ya da çok katkıları vardır Türk şiirine.. Bunun nasıl ve ne kadar olduğunu belirleyecek ciddi şiir yazılarıdır, yoksa polemikler ya da mimikler değil! O yüzden sözgelimi ben Heves derken Heves’i tümden yok sayamam çünkü Heves hala çıkmaya devam eden bir dergi, hala umutvar bir dergi. Hatta Heves benim dosyalar dönemi dediğim bir hazırlık dönemi olan bir dergi .. Ama bu dönemini şiir adına iyi değerlendirememiş bir dergi bana göre.. Bunlar eleştiri yazılarında olgunlaşacak düşünceler tabii ki.
Elbette ben de rahat uyuyorum çoğunlukla ama şimdi daha rahat uyuyorum; çünkü kendimi daha net ifade ettiğimi düşünüyorum. Kimseye verecek bir hesabım olduğunu düşünmüyorum kendimden başka. Yine de şöyle bir durum da var; eğer birileri hakkında yazmış da haksızlık yaptığınıza inanıyorsanız bunu da belirtmeniz gerekir kamu önünde, hatta karşınızdakinin kamusal zaafları olduğunu düşünseniz görseniz bile böyle olmalıdır bu benim açımdan.. Adap sadece sizi bağladığı sürece sorun yok ama başkasını etkilemeye başladığı zaman edep’le ilgili sıkıntılar başlar; bunu kendi adıma engellediğimi düşünüyorum.
Yalnız kimseye de deneysellikle ilgili bir borcumun olduğuna inanmıyorum çünkü şiir adına yaptıklarımı bir poz ya da bir beklenti adına yapmadım. Deneysellik lafını da hiç sevmedim. Çünkü boş bir laftan başka bir şey değil benim için..Bana göre dizeli şiir de görsel şiir de somut şiir de bir bütün. Sanatın alanları arasında bir ayrımı da yüzeysel buluyorum. Ayrımlar şiirin içinden ve teorik zeminden olmalı ve onun da geçici olabileceği hesaba katılmalı bana göre.
Ayrıca, biz nasıl şiirde bazı şeyleri İkinci Yeni’ye borçluysak İkinci Yeni de klasikleşmesini bize borçludur, Görsel şiir veya deneysel şiir nasıl dizeli şiire borçluysa dizeli şiir de görsel şiire borçludur. Bu borç şiirin içinde ödenecek olağan bir borçtur. Olağan borcu olağan şüphelilerden ayıracak olan bizim irademiz ve bilincimizdir. Kuşkusuz, dergiler için de bu böyledir; Ücra, Heves ve Zinhar’a borçluysa, onlar da Ücra’ya borçludur. Bu borç şiir adına olan bir borçtur. Ben bu borcu yok sayan her düşünceye karşı oldum, olmaya da devam edeceğim.. Yalnız hayat devam ediyor (hata değil ama) devam ettikçe şiir de deviniyor; bu devinmeye göğüs gerecek ve hakkını verecek dergi ve anlayışlar ayakta kalacaktır, bu devinmeyi karşılayacak yeni dergiler (belki de karagöz) ortaya çıkacaktır. Bunu da Braudelciliğe ya da bir tür Mehmet H. Doğanvariliğe soyunmadan yüklenecek ciddi şiir havarilerine ihtiyaç vardır; bu havariler havailikten uzak olmalı, havadarlığı savunmalıdır; bana göre gerisi hikaye!! Zaman bize ayakta kalanı da klasikleşeni de yok olanı da gösterecektir buna geçmişte müdahale etmeye kalkanların ne hale geldikleri ortada. Bundan sonra da farklı olmayacaktır. Ben tarihin gazabından korkarım çünkü zamanı yönlendirenin gazabından korkarım! Sırf bu yüzden her şeyin hakkını vermem gerektiğine inanırım, yazdığım şiirin de söz aldığım meclisin de.. Tüm bu konuşmalardan ve söz almalardan sonra hala bizde kalan yine kendi şiirimiz ve biricikliğimiz olabiliyorsa ne mutlu! Çünkü orada bir saflık var ama şiirin büyük gövdesi kalıyorsa ona da ne mutlu bize diyelim; çünkü orada da büyük şiirin devinen mahluku var! Benim açımdan başka hay huy’a gerek yoktur! Sevgiler!