Resmin ve şiirin aynı yaratıcı kaynağı (“shi hua tong yuan”) paylaştığı düşüncesi Çinli şairler arasında yaygın bir inanıştır, bu kaynak sıradan olanı aşmayı, güzelliğin kalıcı bir biçimi içinde ileri görüşlü anların aniden açığa vuruluşlarını yakalamayı olanaklı kılar. Song şair Su Shi’nin Tang şair Wang Wei’ye dair gözlemlerini başka sözcüklerle aktarmak gerekirse, iyi bir şair, nazımının eşzamanlı olarak sözsel ve görsel yücelik göstermesini sağlama yeteneğine sahiptir. Zhaoming Qian’ın da yeni kitabında belirttiği gibi, böyle bir inanış Amerikalı şairler Ezra Pound, Marianne Moore ve Wallace Stevens’ı etkilemiş, yaratıcı pratiklerini esinlemekle kalmayıp Amerikan edebiyatında modernizmin, Qian’ın “Çin sanatına verilmiş modernist yanıt” diye adlandırdığı, önemli özelliklerinden bir tanesinin anahtarını teşkil etmiştir.
Qian’ın yapıtı oldukça okunabilir bir kitaptır ve bilgi enginliği açısından etkileyicidir; aklı başında yazılar, derine işleyen kavrayışlar, ikna edici argümanlarla güçlendirilmiştir. Soruşturması şimdiye dek gözden kaçırılmış bir konuyu inceleyerek, modernist şiir, karşılaştırmalı edebiyat ve ulusal kültür üretiminin de aralarında bulunduğu çeşitli alanlara önemli katkılar yapmıştır. Daha da ilginci bu kitap ayrıca, ortaya sürdüğü birtakım konularla bizi oryantalizm girişimini yeniden kavramsallaştırmaya sevk eder.
Qian’ın kitabının modern Amerikan şiiri okurlarının yanı sıra farklı okuyucu tiplerine de hitap etmesi düşünülmüştür. Bu niyet, 14 denemenin beş kısım içinde özenli bir şekilde düzenlenmesinden de belli olmaktadır, bu çerçeve Qian’ın tek tek şairler yerine belli başlı birkaç konuya tutarlı perspektiflerden odaklanmasına izin verir. Örneğin, Çin sanatı ve sanat tarihi öğrencileri ilk kısmı özellikle bilgi verici bulacaklardır. Bu kısım, bahsi geçen üç şairin Çin sanatıyla ilk karşılaşmalarına taze bir ışık tutmanın yanında, Qian’ın, XX. Yüzyılın ilk on yıllarında Batı’nın Çin sanatına karşı duymuş olduğu ilgiye dair kavrayışlarını anlamayı oldukça kolaylaştıracak şekilde Londra ve New York’un entelektüel iklimini yeniden kurar. Benzer şekilde, sözsel ve görsel temsiller arasındaki karşılıklı ilişkilerle ilgilenenler 3. kısmı okumaktan hoşlanacaklardır; bu kısımda Qian’ın, şairlerin esinlenmiş oldukları yapıtların ışığında şiirleri analiz etmesi, modernist ekfrasisin parlak bir yeniden okumasını beraberinde getirir. Dahası, Çin sanat yapıtlarına ait enfes resimlemelerinin sayıca oldukça bol olması böyle bir analizi daha da verimli kılmaktadır.
Qian’ın merkezi argümanı iki büyük savdan oluşur. İlki, Çin’in görsel kültürünün, Amerikan edebi modernizminin oluşumunda ona genellikle biçilenden daha önemli bir rol oynamış olduğudur. Qian, özenle yönettiği araştırmasından elde ettiği birçok yeni bulgunun desteğiyle, Çin sanatının etkisinin bu üç şairin yaratıcı yaşamına ne kadar yoğun bir şekilde nüfuz ettiğini gösterir. Qian bu perspektiften, bu şairlerin en bilinen şiirlerinden bir kısmını “radikal biçimde farklı Doğu paradigmaları” karşısında yeniden yorumlar ve böylelikle bu şiirlere dair kavrayışımızı zenginleştirir. Qian’ın en özgün yorumları, Pound’un şiirleri üzerine yaptığı incelemede belirirler. Qian, başat eleştirel görüşlere ters düşecek şekilde, Pound’un “In a Station of the Metro”yu meydana getirirken Japon haikusundan olduğu kadar –belki de daha fazla- Çin peyzaj resminden yararlanmış olduğunu tartışır. Bunun yanı sıra Qian, Pound’un “Canto 49”unun, şairin kullanmış olduğu kaynak kitapta bulunan sekiz adet resimli sahneyle olan girift ilişkisi üzerine şimdiye kadarki en iyi açıklamayı sunmuş ve böylece bu şiirin modernist ekfrasisi temsil etme konusundaki kayda değer başarısını teyit etmiştir. Qian’ın görsel yaklaşımı en beklenmedik zamanda yeni keşifler yapmasına olanak tanımaktadır. Pound’un uzman okuyucuları, onun erken dönemindeki klasik Çin şiiri çevirilerinin kelimesi kelimesine yapılan çevirilere oranla tinsel bakımdan orijinaline çok daha yakın durduğu konusunda hemfikirdirler. Ancak pek az kimse, o zamanlar Çin dilini bilmeyen Pound’un sezgisel bakımdan böylesine kavrayışlı çevirilerin üstesinden nasıl geldiğini ikna edici bir biçimde açıklayabilmektedir. Qian ikna edici bir şekilde, Pound’un orijinal Çin şiirlerinin duyarlığını yakalayabilmesinin nedeninin Çin sanatıyla daha önceki tanışıklığı olduğunu ileri sürer.
Qian’ın ikinci önemli iddiası ise Çin sanatının görsel mecrasının, Batı aklına Çin düşünce kipini aktarmada güçlü bir rol oynamış olduğudur. Bu açıdan bakılınca, Moore’un “Nine Nectarines”i yalnızca şairin “Çin imgelemini taklit edişini” yerli yerine oturtmakla kalmaz, Çin estetiğinin ilkelerini eski mevkiine döndürme stratejisi olarak iş görür. Qian’ın bununla ilgili olarak ileri sürdüğü en kışkırtıcı düşünce Pound’un Konfüçyus’un fikirlerine erken döneminde duyduğu ilgidir. Pound’un Konfüçyusçuluğa ilgi duymaya nasıl ve ne zaman başladığına dair pek çok şey söylenegelmiştir. Bu da, Pound üzerine yapılan çalışmaların can alıcı noktalarından biridir çünkü Pound’un İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve esnasında takındığı ideolojik tutumun değerlendirilmesiyle doğrudan ilgilidir. Birçok eleştirmen bu tartışmalı tutumun Pound’un 1930’ların başlarında ortaya çıkan Konfüçyusçuluğundan türediğine inanmaktadır. Qian, Pound’un Konfüçyusçuluğa karşı duyduğu ilginin 1909-1912 arasında Londra’da geçirdiği yıllarda başladığı konusunda ısrarcıdır; bu yıllarda Pound, “British Museum’daki Çin tabloları aracılığıyla Konfüçyusçu ilkelerle tanışmıştır”. Qian’ın vardığı noktayı tartışmaya açık bulsam da, bu argüman bizi Pound’un Konfüçyusçu gelenek ile olan ilişkisini yeniden düşünmeye zorlamaktadır.
Qian, Stevens’ın Zen Budizmi (yazar bundan Çin’e ait kökenini vurgulamak gibi açık bir sebepten dolayı “Chan” olarak bahseder) sanatına olan borçluluğunu etkileyici bir şekilde ortaya koyar. Stevens’ın, Williams Bevis’in ifadesini kullanmak gerekirse, Budist usulü “meditatif” poetikası daha önce birkaç akademisyen tarafından incelenmiştir. Ama bunlardan hiçbiri incelemesini Qian’ın, Zen etkisine dair sağladığı denli sağlam bir kanıta dayandıramamıştır. Qian’ın açıklamaları, Stevens’ın “The Snow Man” gibi iyi bilinen şiirlerinin bir kısmında “tam anlamıyla Doğuya özgü ya da Chan öğeler”i tespit ederek, Stevens’ın yaratıcı zihninin dönüştürücü gücünü görebilmemizi, hem de bu şiirleri daha iyi takdir edebilmemizi sağlar.
Qian’ın eleştirel gücünün büyük bölümü Amerika’nın ve Çin’in entelektüel geleneklerine olan sıkı bağlılığından ileri gelir. Modern Amerikan şiiri hakkında sahip olduğu derin anlayışın yanı sıra, Qian’ın çalışması Çin sanatı tarihinin ve estetik uzlaşımlarının sağlam bir kavrayışını gözler önüne serer. Amerikan şiiri üzerine çalışan ve Çin kültürüyle hakiki bir diyalog içinde olan akademisyenler arasında Qian’ın dengi olarak bir tek, klasik Çin bilgisiyle Batı edebi yorumbilgisini becerikli bir şekilde bütünleştirmiş olan Wai-lim Yip vardır. Çin Sanatına Modernist Yanıt’ın karşılaştırmalı edebiyatta son yıllarda yapılmış en iyi araştırmalardan biri olduğu kuşku götürmez. Ancak bu araştırmanın önemli bir ayırıcı özelliği daha vardır: Doğu kültürlerine yapıbozumcu, yani hemen hemen anlayışsız bir yaklaşım uygulamaya eğilimli Batılı kültürel karşılaştırmacıların aksine Qian Çin kültürünü zengin bir bilgelik ve esin kaynağı olarak, Batı’ya tinsel varoluşun alternatif bir kipinin yanında farklı bir dünya görüşü ve böylece de hayranlık ve takdir talep eden bir değerler sistemi sunabilecek bir gelenek olarak arz etmeye kararlıdır.
Qian’ın kitabında ifade ettiği, böylesi temel bir öneme sahip bir niyet, daha önce Pound ve Williams üzerine yapmış olduğu bir çalışma olan Orientalism and Modernism’de (1995) ilan ettiği şey ile tutarlılık gösterir. Amerikan-Çin karşılaştırmalı araştırmaları saflarından çıkarak Edward Said’in oryantalizm tanımına meydan okuyan ilk kişilerden biri olarak Qian, daha önceki kitabında Amerika ve Çin arasındaki kültürel ilişkileri, siyasi denetim ve tahakkümden ziyade bir edebi taklit modeli olan alternatif bir oryantalizm inşa ederek yeniden değerlendirme işini üstlenmiştir. Qian’ın bu girişimi, içlerinden en ünlüsü Moore’un üzerindeki Çin etkisi hakkındaki araştırmasına dayandırdığı bir “yıkıcı oryantalizm” formülasyonu yapan Cynthia Stamy olmak üzere başka birkaç eleştirmen tarafından paylaşılmıştır. Stamy’nin yapıtının Qian’ın ilk kitabının gözden kaçırdığı önemli bir alana değindiğini söylemek yerinde olacaktır, bu alan Amerikalı yazarların Çin kültürünü kullanmalarının ardındaki ideolojik itkilerdir. Qian yeni kitabında da bunlara gereken ilgiyi göstermemiştir, bu da Amerikalı şairlerin söylemsel praksisleriyle Çin kültürü arasındaki ilişkiyi depolitize etme raddesine varan, edebi ya da estetik meselelere karşı duyulan ve diğer her şeye ağır basan bir tasayı gösterir. Bu ihmal üzücüdür çünkü Amerikalı yazarların Çin kültürüne olan itimadı Avrupalı oryantalistleri ıralayan şey kadar kuvvetli ve sorunlu arzular tarafından yönlendirilmiştir. Örneğin, Pound’un Çin değerlerini sahiplenişi kısmen, Yahudi kültürünün Batı medeniyeti üzerindeki “zehirli” tesiri olarak saydığı şeye karşı bir karşı-söylem inşa etmek niyeti tarafından desteklenmiştir. Qian’ın bir edebiyat incelemesini siyasi bir soruşturmaya dönüştürmesi gerektiğini ima etmiyorum. Bu kitap her şeyden önce sanat ve şiir meseleleriyle ilgilidir. Yine de, eğer Qian bu Amerikalı şairler üzerindeki Çin etkisinin siyasi taraflarına daha çok ilgi göstermiş olsaydı, tahayyül ettiği alternatif oryantalizm tipi hakkında çok daha ikna edici olacaktı.
Çin Sanatına Modernist Yanıt- Zhaoming Qian (Charlottesville: University of Virginia Press, 2003. 274 sayfa) Feng Lan
ingilizce'den çeviren: zeynep cansu başeren