Clouds are not spheres, mountains are not cones, coastlines are not circles, and bark is not smooth, nor does lightning travel in a straight line. ([w:Mandelbrot])
Neden anlayamayız, söyleyeyim, çünkü siz, şiirden ya da edebiyattan bir şey bekliyorsunuz ya da insanların bunlardan bir çıkarları olduğunu sanıyorsunuz, devletin ya da tabiatın eline ufacık da olsa bir kağıt parçası tutuşturabileceğinizi, bir kitabın sayfaları arasında hakikati en kallavi biçimi ile kavrayabileceğimizi, bir kitap okuduğunuzda hayatınızın değişeceği yalanını, sözlükte mikron kadar yer tutmayan bir göstergenin peşinden ömür harcanabileceğini fikrini ya da bir fırtınanın, depremin ardından hatırlanabilecek dizeleri yazabileceğiniz fikrini seviyorsunuz. Artık 80 sonrasının saflığı mıdır yoksa 200 yıldır [w:hayatın tatili]nde vakit öldürmenin verdiği uyuşukluk mudur, bilemiyorum ama, özellikle şiirden beklediğimiz şeylerin aynı olmadığını buradan görmek ve birbirimize söylemek zorundayız! Ve bizi ayıran da bu olacaktır.
Çünkü beyler ve bayanlar, Nilay Özer'in hissiyatını ve çerçevesini kaba hatları ile çizdiği şu "yeni/değer" meselesini bir konuşmamız gerekiyor artık. Kimimiz üzerimizde kimi zaman (bazen çoğu zaman) 'yahu şu kadar zamandır yazıyorum, bir halt olmadı, olamadı!" gibi bir düşünce ile uyanıyoruz, bakıyoruz, bizimle bu işlere girişmiş, bizden daha az yetenekli olduğuna inandığımız birileri, kusuruma bakmayın, "parsayı topluyor", kısaca şöhretli oluyor, tanınıyor, seviliyor. Biz, kitaplarımız az satıldığı, insanlar bizden daha az bahsettiği için, kendimizi bir kenara itilmiş, öylesine üreten, yaptığından zerre haz almayan, kızgın, kırgın mahluklar olarak görüyoruz. Çoğu kez yaptığımızın zaten az bulunur bir şey olduğunu kendimize söyleyip, avunuyoruz. "Zaten şiir de az satar" diyoruz, hemen Paz okuyoruz çünkü o bize çeşitli verilerden bahsediyor. Kendimizi Mallarme, kendimizi Whitman ile bir tutmamızı sağlayacak -bir an için- veriler. Oysa hangimiz Mallarme'nin yaşadığı gibi bir hayatı göze alabiliyoruz? Ya da Whitman'ın, hangimiz Rimbaud gibi belinde altın külçeleleri geberip gitmeyi göze alabiliyoruz? Ya da Kleist'in yerini bir saniye için alabilir miydik? Hölderlin'in ne bileyim o çok sevdiğimiz Rilke'nin, Kafka'nın, Deleuze? Empati kurduğumuz şey, gerçekten bir anlatı ya da hikaye mi yoksa bir kişinin yaşamöyküsünün en tatlı, en sulu, en etli yerini Şiir/Sanat/Hakikat falan adına heba ettiğini görmek mi? Tamam, biz diyoruz ki, Şiir denen şey bir nevi bilgi olduğu için bunun arkasındaki bireyin 'kim' olduğu çok da önemli değildir, metin ya da değil (anonim) de olsa bu bize zaten gelecektir, metin olduktan sonra taşıdığı ile de bir işe yarayacaktır. Ama, bir dakika, bu kötü çevrilmiş bir anı/biografi kitabında okuduğunuz iki paragraflık bir tutam yaşam hikayesi değil. "Divan yakma" şeysini bir deneyiniz? Ortada bir divan yokken, bunu söylemek kolay ama, eğer yazdığınız her bir şeyin hiç bir kopyasını almadan yazmışsanız? Yani siz yaşamazken, yazmışsanız, yaşamayı ertelemişken yazmışsanız (Dickinson?)
Evet, Ihab Hassan haklıdır, köküne kadar haklıdır. E=MC2 okulda tahtaya yazıldığında, kinetik enerji formülü konusunda (ve daha bir ton şey konusunda) insanın ufkunu açabilir, ama Hiroşima'da olan da aynı formüle dayanıyor. Hangisi ile uğraşmak isterdiniz, karşınızda bugüne kadar bildiğiniz tüm ölçümler yoluyla sonucu değiştirdiğinizi söyleyen bir bilim adamı ile mi yoksa 2. Dünya Savaşı'nı bitiren o bombaları atan uçağın üzerinde "Enola Gay" (Pilot Paul Tibbets'in anasının adı Enola) yazması ile mi, yoksa atılan bombalara Amerikan güçlerinin taktığı isimlerin, "Little Boy" ve "Fat Man" olması ile mi? Bildiğin madde, evet, böyle pat diye enerji oluyor, çünkü nereden bulduysak bulduk bir ışık hızı var, onun karesi ile çarpınca..Puf..
Evet, kuantum fikri ile ilgili türlü türlü kitaplar görebilirsiniz, metinsel değerlerinden kuşku duysak da hepsinde "şans, kaos, rastgele" gibi işaretlere rastlayabiliriz. Filmlerde bu işlenir, böyle paralel evrenler var, böyle zaman bükülebiliyor, böyle pattadanak düşlerimizden gerçeğe atlıyoruz, her kitabın arkasında "kurgu ile gerçek" birbirine geçiyor. Peki hiç aklınıza onca sınırlar, kıyılar varken, Benoît Mandelbrot tarafından ortaya atılan fikri (matematiksel temellerini bir kenara bırakalım) düşünmek gelmiş miydi? Onca "kesinlik, nesnellik" geyiğinden sonra (resmen geyiktir bunlar!) Mandelbrot, sahip olduğumuz ölçülerle örneğin Akdeniz kıyılarını tam olarak ölçmemizin mümkün olmadığını, çünkü o kadar girinti ve çıkıntıyı doğru hesaplayabilmek için elimizde öyle bir cetvel olmadığını söylüyordu (denemek isteyen?). İmdi, Mandelbrot ya da Heisenberg ya da Lorentz (o kim ya? diyebilirsiniz, e=mc2 şeysini matematiksel olarak mümkün kılan formülü yazan adam) gibi adamların yaptığı bu dönüşümleri bilim tarihi açısından anlamak istememeye devam etmediğiniz sürece, Batı ile fikirlerinizin, aslında bizzat Batılılar tarafından tarumar edildiğini çünkü aslında onlardan bazılarının, onlardan olsa da, bir şeyin (ahlak? dürüstlük? namus? haha güldürmeyin ben, bunlar bizde vardı?) ta ilk Hümanistlerden beri hiç bozulmadığına inançlarını sürdürdüklerini göremeyeceksiniz demektir? Değer mi demiştik? Ona geliyoruz, yavaş yavaş!
Ahmet Hamdi Tanpınar'a içki içmediği ve kumar oynamadığı için "salak" diyen diğer akademisyenlerin adlarını yazabilir miyiz? Peki siz, Şiiri, şiir için feda edebilir misiniz? Bir tarafında şiir tarihi, anlatılar, kitaplar, yayınevleri, söyleşiler, verimler, tutmuşlar, popülerler, şöhret vb. olan Şiir'i, diğer tarafında uyuz bir kağıda ya da peçeteye yazılmış, yazıldığı kişiye hiç ulaşmamasına rağmen, olayla ilgisi olmayan bir kalabalığın nefesi ile yaralanmış, mesaj yerine ulaştıktan sonra (Beethoven) bile kavuşulmamış? Hallamur edilmiş şair biografilerinin çekiciliğini şimdi ve burada duyuyorsanız, bu, gerçek ile kurduğunuz ilişkinin (Dorian Gray'in yüzü), hazdan, iletişimden, yaradan vb. arka tarafta yatan korkunçluğu (Dorian Gray'in Portresi) görmeye vaktiniz kalmamasından olmasın?
Nilay Özer ve onun gibi düşünenlere (elitist? sanat için sanat? toplum için sanat? tarih için sanat, cilt için sanat, antika için sanat, müzayede için sanat, daha fazla X için sanat? vb.) tek sorum olacak, Dilden vazgeçmeyi göze alarak Şiir yazmaya (ne korkunç bir düşünce!) yapmaya ne zaman yelteneceksiniz? Her şey, bir dizinin yeni bölümleri gibi akıp geçiyor sanki, öyle kolay ağızdan çıkıyor ki, "'Ben ne yazsam şiirdir' diyenler, görselin, deneyselin, ham şiirin, madde şiirin, anlamsızın, işlevsizin olanaklarını tüketenler, nasılsa belli bir isim yaptım çilesini çekmeden de yazıp yayımlarım kolaycılığına düşenler uzun uzun düşünmeli. Her şey cinsel, politik ya da estetik olmamalı" ifadeleri. Ne olmalı, ahlak? Evet, bir değer arıyoruz, ama siz gerçekten ne aradığınızı biliyor musunuz? Ve buradan, aslında edebiyattan, şiirden ümidi kesmiş gibi görünüyorsunuz, tehlikenin farkında mısınız? Hani neredeyse "sürrealizm, sanat tarihinin çöplüğünde yer alacak" lakırdısı, çıktı, çıkacak gibi. Sanki bahsettiğiniz şey neredeyse "mübadele" değeri gibi. Oysa "sonsuz olumsuzlama"dan bahseden bizleriz. Lütfen bu çizginin hakiki bir çizgi olduğunu, fark edelim artık, birbirimizi anlayamayız, sanmam, çünkü rüzgar payımız, müsavi değil! Ha bir de evet, 89 sene önce yapıldı bunlar! O yüzden "değer mi hiç!"
Yorumlar
Yazıyı dergi de ben de
Puanlar: 20
‘yukarı’ dedin
Yazıyı dergi de ben de okumuştum. Durup düşünmeme de neden oldu açıkçası çünkü Üç Nokta’nın (geçen seneydi galiba) 2000’ler dosyasında da Nilay Özer’in bu konulara böyle baktığına dair izler vardı. Hatta sadece bu noktalarda değil şiire genel bakışında da “elitist” bir tavır açıkça ortaya konuluyordu. Dergiler için bile “herkes dergi çıkarmamalı, dergiler cazip telif ücretleri ödemeli” gibi (dergi yanımda yok bire bir değil ama bu minvalde) söylemleri de vardı. Bilmiyorum Karayazı telif ödüyor mu, bu başka bir mesele. Bu ve benzeri yazılarda benim en çok gördüğüm şey bu “yeni” meselesi konusunda herkesin bir tedirginliği olduğu. Kişisel olarak bunlar “yeni” olarak kabul edilmese de, ki esas konu “yenilik” konusu mudur, bunun şiire kattığı, katabileceği, dönüştürebileceği ya da onu başka yapan nedir? (önceden yapılmış bile olsa) dönemsel olarak yinelenen/yenilenen ya da mevcutun dışında ortaya konan bir şey varsa, önce bunlara bir alıcı gözüyle bakmak, yani eleştirmek için de önce varlıklarını kabul etmek gerekmez mi? Mesela görsel şiir dizeli şiir için tehdit midir? Hedefi dizeli şiir olan bir saldırı mıdır, savunma mı gerektirir? Birinin varlığı ötekinin olmamasının şartı mıdır? Örneğin (şu anda tek örnek olduğu için) Serkan’ın 5 şiir kitabının ardından “Dada Korkut”u çıkarmasını nasıl okumak lazım?
Sonuçta bir dönem tartışmalar olsa da aslında herkesin kafasının biraz karışık olduğunu düşünüyorum, dahası olması gerektiği gibi tartışılmadığını da. Sanırım polemik ve tartışmalar dışında bu konularda düzenli bir yazı periyodu olmaması, yurtdışında bu konularda yapılan çalışmaların yeterince çevrilmemiş olması da etkili olabilir.
Ve herhalde Poetikhars’ın bir işlevi de en azından görsel şiirle ilgili bu tür bilgileri yaygın, izlenebilir bir halde tutmak olsa gerek.
Nilay Özer’in yazısının son paragrafı yani “Şiirde büyük yenilikler olmayacak. Şiirin halka açılması, ütopyası, gündeliği içinde erise de gerçekleşmeyecek. Şair gittikçe daha özel bir alanda şiiri işler kılmaya devam edecek…” şeklinde başlayan son paragrafı dönüp bir kez daha, bir kez daha okuduğumda, durduğumuz yere kadar böyle düşünülmesine kendi açısından belki evet, ama yarın hakkında böyle bir kehanette bulunulabilmesini anlamadığı söyleyeyim. Turgut Uyar, Bir Şiirden kitabının girişinde, “belki biz şu anda bunlarla uğraşırken/şiir hakkında yazarken birisi bir yerde büyük bir şiir yazıyordur” türünde cümleler kuruyordu. Başka anlamlara da geliyordu bu ama en fazla da “yarın”ı hiç kimsenin ipotek altına alamayacağını söylüyordu bir yanıyla da…
"Birbirimizi Anlayamayız"
Puanlar: 23
‘yukarı’ dedin
"Birbirimizi Anlayamayız" diyoruz ya, işte o anlaşamayacağımız fikirlerden bazıları şu yazıda özetlenmiş;