KES - YAPIŞTIR YERİNE PICK-UP

Birincil sekmeler

Murat Üstübal

Modern sanatın özellikle plastik sanatları etkileyen kolaj ve grafik çalışmalarının en ciddi tekniklerinden biri: Kes - Yapıştır’cılık. Aslında, Kübizm ile birlikte tek tabakalaşmanın çok tabakalaşmaya dönüşümü deneyimini yaşamıştık, daha doğrusu, tek tabakalaşmanın bir tür kekeleme ile kırılışına ama hala homojen kalan kırılışına (ve hala görüntüyü rahatsız etmeyen) şahit olduk. Gerçekliği az da olsa kımıldatan bu yarılmalar homojen gerçeklik fragmanlarını gündeme getirdi. Plastik sanatların asamblaj ve kolaj örneklerinde homojen gerçeklik fragmanlarından oluşan ikincil ve üçüncül yarılma - kırılmaların da ana corpus - estet’ten nasıl yabancılaşarak koptuklarını izleyebiliriz (işte sanat tarihi ancak bir arkeoloji müzesi gibidir). Başlarda bu yabancılaşma aynılık totemine karşı bir tavırken, önüne geçilemeyen bir farklılık totemi yarattı. Öyle ki, genelleştirici bilginin rahatsız ediciliği, idealize bilginin rahatsız ediciliğine dönüşemeden farklı ve parçalı bilgi fragmanlarının idealize edilmesine ve idealize edilenin mitoslaşmasına engel olunamadı. Bu aynılığın adı farklılık totemi’dir. Homojen yapıları böylesine tartışmaya ve dönüştürmeye açarken hedeflenen heterojen gibi duran ama birbirinden kopuk parçaların kaotik konumlanışlarının us - dışı değil ama uslamlama - dışı bırakılmasıydı. Yani, hakim ve belirgin duruma geçen bir uslamlama üslubunun iktidarını kıran farklı ussallıkların olabilirliğinin yolunu açmaktı.

Kolaj eserlerde asıl sorun ne yabancılaşma, ne de kaos’tur. Peter Bürger ile ifadelenen inorganikleşmenin (inorganik eserin) meşrulaştırılması işlemi ile zaten gerçeklik fragmanlarının yabancılaşmasının işlevsel ve estetik geçerliliğinin yolu açılmıştı ve inorganikliğin kabulü ile kaos çerçevesi çok kolay sindirilebiliyordu. Ama estetize edilen ve inorganikleştirilen eserin kendince kurgusal ama kendiliğin üretimine çok ta açık olmayan bir evren yaratması aslında tam da birbiriyle fazlaca ilişmeyen (bazen az da olsa teğetlenen) paralel evrenleri çağrıştırıyor. Paralel evrenlerin simulakr üretici özellikleri ile yaşamın inorganikliğini değil, inorganikliğin yaşamını imlemesi dikkat çekici bir sorun olarak karşımızda durur ki yutan elemanlığı ve yalıtılmışlığı ile kaçış çizgilerine pek izin vermez. Kolaj eserlerde bir sorun da eklektik tavırdır. Birbirine eklenen gerçeklik fragmanları arası ilişki dirimselleşemediği anda (dirimselleşmeyi hermeneutik manada anlamamak kaydıyla) fragmanlar arası ilişki ve iletişimin ya aşırı hızlanarak anlam yitimine yol açtığını, ya da aşırı yavaşlayarak anlamın tekdüzeleştiğni ve birbirinden yalıtılmış gerçeklik fragmanlarının mozaiksel bir anlam prizması oluşturmaya başladığını görebiliriz.

Kabul edebiliriz Burroughs’un ‘cut-up’ yöntemi hala kullanılabilir bir yöntemdir. Ama, kesme işlemi sırasında devreye uslamlı bir bilincin girdiğini ve yapıştırma işleminin uslamlamanın şiddet içeren baskıcı yanına fırsat tanıdığını hatırlamakta da yarar var. Ayrıca, yapıştırma işleminin, örneğin dilbilimsel olarak, farklı olanı birleştirmeye çalışması bir olanaktır, ama tek olanak değildir ve öznenin fetişleşmesine de fırsat tanır. Burada, öznenin fetişleşmesinden bahsederken, gerçeklik fragmanlarının özne ürettiğine değil de gerçeklik fragmanlarının oluşturum ve seçim koşullarını üretenin özneleştiğine dikkat çekmek gerekir. Deleuze ve Guattari ekseninde yorumladığımızda, gerçeklik fragmanlarının katı ve esnek çizgilerden oluştuğu kadar kaçış çizgilerinden de oluştuğu hesaba katılmalıdır. Bir bilgi formu içeren katı ve esnek çizgiler bir ilişki formuna ancak kaçış çizgileri ile yersizyurtsuzlaşarak ulaşabilirler. Ben - öteki ikili karşıtlığının geçersizleştiği bir süreçtir bu. ‘Cut-up’ işlemi bir ‘ya - ya da’ işlemidir, birbirinden ayırma ve ayrımların özerkleştirilmesi işlemidir. Ayrımların birbiriyle tekrar ilişkiye geçmesi sorunsallaşır. Boşluğun büyüdüğü, frozen - fragmanların hızının homojenleşmesi nedeni ile hızın ölçülebilirliğinin bozulduğu bir süreç.

Oysa, Kübizm’in ortaya çıkardığı o kırık çizgiden itibaren yaratılan ‘ve - ve de’ ilişkisi manidardır. Gerçekliğin doğru ya da yanlış şekilde yorumlanmadığı, göreceli olduğu zeminde bir çizginin tek bir fikri olumlaması gerekmeyebilir de. Düşünceyi homojen bir yalıtılmışlıkta bulmanın imkanı yoktur, rastlantıların ilişkilerle pekiştirilmesi mümkün hale getirilebilir. Gilles Deleuze ve Claire Parnet’nin söyleşilerinden oluşan Diyaloglar adlı kitaptan (Bağlam Yayınları, 1990, Çev: Ali Akay) öğrendiğimize göre Fany Deleuze’ün bir sözcüğü olan ‘pick-up’ (gidip aramak) böyle bir olanağı içerir. ‘Pick-up’ tam bir kekeleme olduğunu söyler G. Deleuze, ama bir tekrar değildir bu. Katlanmanın, kesilmenin veya indirgenmenin olmadığı ama sürekli büyüyen boyutları (bazen biçimleri) takip eden artmaların bir yöntemi. Öznelerin hesapta olmadığı, düşünceler arasındaki ilişkinin herbirinin diğeri ile yersizyurtsuzlaşarak ve kendi katı çizgilerinden (hatta esnek çizgilerinden) koparak göçebe kaçış çizgilerinin oluşturduğu bir bütünün olanağıdır üretilen. Anadolu tarzıyla bir ‘el-işi’ nin heterojen çokgenli yapısının köşelerini sürekli arttırması işlemidir (tam da bize göre!). Ama, asla, simetrinin egemenliği söz konusu değildir. Tersine, simetrinin sınırlarını aşan, aşkınlaştıran ve aynı anda içkinleştiren, sınırın üzerinde oynayan ve oynarken sınırı muğlaklaştıran, ben’den öteki’ne ve öteki’nden ben’e olan her tür yersizyurtsuzluğu tahrik eden, rhizomlaşan ‘pick-up’ çılık ile her yöne dans eden, değişik ritimler taşıyan, ses çalan ve değişik hızlarda her yöne ivmelenen yetenekte mikro-işlemler devreye girer. Hızdan konu açılmışken ‘pick-up’ın İngilizce’deki sözcük anlamlarından birinin ‘hızlanmak’ olduğunu belirtmekte yarar var. Özneleşmeyen bir arama işlemiyle dramatize, kategorize edilmeyi istemeyen, değişken bir hızla dromotize bir bütünden ve külliyattan bahsedilebilir.

Farkındalığın öznelliğinde gidip aradığımız ve bulduğumuz yeğinliklerin uç uca, sırt sırta ve boyut boyuta eklemlenmesi, kaynaşması ve kimi kez ayrışmasının toplandığı işlemdir ‘pick-up’. Çünkü anlamlarından biri de ‘toplamak’ tır. Toplam, külçe olmayan bağımlılığı yok eder. Yani özgül bir ağırlığın toplanmasıdır. Toplam, pop-art’ın, new wave’in ve herhangi bir akımın sosyalitesini çağırmaz. Somutlaşan bir akımın değil de, akışkanlaşan ve fluxus’unu yaratmış bir akımın sınırsız alanıdır. Daha açık söylersek, sınırların, içkinliğin ve aşkınlığın, ben ve öteki’nin, ikili karşıtlıkların itim ve çekim alanındaki enerji ile noktasallıktan ve noktasallığın getirdiği sonlanmadan hareket eden bir çizgiselliğe geçişin berraklığını yitirmesidir. Sınırsızlığa geçişin ara sürecidir.

Farkındalığın bilinci terkettiği ve bilincin farkındalık boyutu dışında arama’nın kutsallaştığı bir öznellik boyutunun rastlantıyı yalnızca bir toto işlemi olarak algılaması yadırgatıcı değildir. Kısaca kader olarak gördüğümüz halleşmelerin ve halden hale geçişlerin oluş kavramı etrafında bütünleşmesi batı felsefesi için rastlantısal değildir. Kaldı ki, Bistami hazretlerinin ‘aramakla bulunmaz, ama bulanlar yine de arayanlardır’ sözünde aramanın bilincin ötesine geçişin, bilinç ve insan kontrolünden çıkışının, aramayı kutsallaştırdığı kadar arama işleminin sonucu olsa bile bu sonucun idrak boyutunda algılanışının olabilirliğinin kısır döngü içinde imkansızlaştığı fark edilebilir. Noktanın olmadığı bir arama’dan sonuç çıkmaz, ama arama’nın kendisinin bir sonuç olduğu, yersizyurtsuzluğun arafta tutulduğu, çok odaklı çizgiselliklerin kimi kez çakıştığı yer olan bilinçdışının değil belki ama iktidar - bilincin dışında kalan bir eylemselliğin vuku bulduğu kabul edilebilir. Bu eylemselliğin o bilinç halkası (Muhittin-i Arabi gibi söylersek) için anlamlandırılamadığı konumda ‘rastlantı’ olarak nitelenmesi, rastlantı’nın bile ‘pick-up’ işlemine tabi tutulması için yeterli bir sebeptir. Çünkü ‘pick-up’ ın anlamlarından biri de ‘rastgele bulmak’ tır.

Öğrenmenin ve belleğin dikey ilerleyişinin kategorikselliği ve hiyerarşikliği, öğrenme ve belleği iktidarlaştırıcı kıldığı kadar aynı zamanda doğa dışı da kılmaktadır. Zaten, öğrenme ve bellek doğa dışıdır diyebilir birçoğu. O halde bir maymunun doğa içinde kendiliğine sızdırdığı bir takım doğal öğrenme ve bellek faaliyetlerine içgüdü deyip geçecek miyiz, yoksa böylesine bir öğrenme ve bellek biçiminin iktidarlaştırıcı bir öğrenme ve bellek biçiminin yorum alanının dışında kaldığı saptamasını yapacak mıyız. Modernist kültürün gözardı ettiği bir yatay öğrenmenin ve yatay öğrenmenin bize sunduğu yatay bellek’in varlığından söz açmanın tam zamanıdır artık. Kimi kez felsefede ‘praxis’ olarak nitelenen, bizim dikey ve yatay öğrenmenin bileşkesi olarak gördüğümüz bir bilgi biçiminin yolu açılırken, ilk önce teorik öğrenme (yani dikey öğrenme) ve pratik öğrenme (yani yatay öğrenme)’nin aynı meşru zemini paylaşmaları gerekir ki ‘pick-up’ ın işlevselliği özneyi tahtından indirerek bu tip yataylaşmalara imkan hazırlar.Bu süreç,mithosların ve ütopyaların heterotopyalara dönüşüm süreciyle doğrudan ilintili bir süreçtir ki ‘pick-up’ yönteminin iktidar kırıcı özelliğinin de dışa vurumudur. Ve çünkü: ‘pick-up’ kavramının bir karşılığı da ‘pratik olarak öğrenmek’ tir.

‘Pick-up’ işleminin işlevselleşmesi yatay güçlerin arzularına dönük bir takım sağaltımları da güçlendirir. Daha doğrusu, özgür bir zeminde arzu sağaltıcıdır. Düşüncenin baskılandığı bir ortamda kaçış çizgileri üreterek kalıplaşan ve dolayısıyla esnekliğini ve dirimselliğini yitiren iç-denge’nin tekrar düzenlenmesi için özgür dizgeler üretir arzu. Çünkü ‘pick-up’ ın anlamlarından biri de ‘iyileşmek’ tir.

‘Pick-up’ doğa içi unsurların dinamize edilmesi olduğu kadar insanın varlık karşısındaki egemenliğinin sökülerek varlığın doğal kılınması işlemidir. Varlığın doğallığını kazanması düşüncenin canlandırıcı unsurudur. Keza ‘pick-up’ ın anlamlarından biri de ‘canlandırıcı olan’ dır. Ve böylece, tüm bu anlamların yanında ve bunlara ek olarak, kaldırmak, ilerlemek, gelişmek ve devşirmek gibi anlamları da pikap’ımızın kasasına yüklediğimizde ve oluşan çatlak sesle kırık plaklarımızı pikapımızla çalmaya başladığımızda ‘pick-up’ işlemi anlamlı ve özgür estetik açılımlar sağlayabilir gibi görünüyor.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 50

‘yukarı’ dedin

" 'Pick-up’ ilkesi

“Doğall›kta Süregiden” sözünü, şairin “Kes-Yap›şt›r Yerine Pick-Up” başl›kl› yaz›s›nda dile getirdiği bir fikirle bağlant›land›rabiliyoruz örneğin: “doğa içi unsurlar›n dinamize edilmesi (...) varl›ğ›n doğal k›l›nmas›”.

Ayn› biçimde, ‘göç’ kavram› da, toplumbilimselden çok felsefi bir kavram olarak, düşünceler aras› ilişkileri ele alman›n bir biçimidir burada; şairin benimseyip savunduğu ‘pick-up’ ilkesine dahildir. ‘Pick-up’, Üstübal'›n şiirlerine egemen olan anlay›ş› (poetikay›) özetleyen ve and›ğ›m yaz›lara da ad›n› veren iki kavramdan biri (diğeri ‘Ücra şiir’). Üstübal'›n sunumuyla, edebiyat sözlüğünde yeni bir tan›ma kavuşmuş durumda bu kavram. Yeni sözcükler üretmek, kesip yap›şt›rmak: Bunlar Üstübal’›n başvurmad›ğ› teknikler değil; kitap ve şiir adlar›ndan da görülebilir bu. Anlam›n sessel çağr›ş›mlar yoluyla ironi yaratarak boşa ç›kar›lmas›: Bu da görülebilir."

necmiye alpay'ın milliyet kitap'tan alıntıladığım anahtarlı şair değerlendirmesinde pick up'a dikkat çekmesi manidardır. başlangıcından bu yana son derece spesifik bulduğum üstübal -huyname, kırbozumu- şiirini bu değerlendirmeleri göz önüne alarak yeniden okumak gerekir kanımca. zira bu yazılar bizi yalnızca üstübal'ın şiirine değil başka şair ve şiire de götürecektir.