(Taslak bir metindir)
80 Kuşağı olarak adlandırılan ve şairlere ve şiir tarihine de kendisini pek beğendiremeyen verim içinde ve biraz ötesinde -ki tarihsel olarak hükmü henüz verilmemiştir, zayıf olsa, biçimci birileri olduğunu, bir okul ya da ekol olarak biçimciliğin, modernleşme serüvenimiz içinde nedense hem çok faydalanılan hem de çok az bahsedilen uzak, kalantor bir akraba gibi durduğunu söyleyelim hemen. Örneğin Tarık Günersel'in varlığı, bu anlamda Asef Halet Çelebi'den ya da Ercümend Behzad Lav'dan çok daha inandırıcı ve yakın geliyor. Yakın fakat yabancı, yabancı bulunduğu kadar da dışarlıklı, neredeyse “düşman” ilan edilecek kadar da korkutucu poetikalardı bunlar. Ya da poetikası olmayan damarlar. Cumhuriyet öncesi ve sonrası edebiyat ve resim ilişkisinin izdüşümleri olarak, o alandaki eksik çalışmaların, akademik dikkatin, zayıf incelemelerin sonucunda, görsel + şiir ifadesinin doğru anlaşılması zaten mümkün değildir.
Bugün arandığında Sombahar'ın, Adam Sanat'ın ya da Hüseyin Cöntürk'ün henüz okunmayan “hiper-metin” denemelerinin dışında, bize, yakın gelebilecek, izini sürebileceğimiz bir deneyim ya da envanter bırakmış değil bu çıkışlar. Örneğin elbette birileri “şiirin her türlü malzeme ile” yapılabileceğini düşünmüş veya şiirin biçiminin zorlanabileceğini (Ercüment Uçarı'nın denemeleri gibi) akıl etmiş, denemiştir. Poetika üzerine düşünen herkes, bir kez şiiri söylediği gibi yazmadığını, yazdığı gibi okuyamadığını, kendi sesini kaydetmeyi hiç akıl etmediğini ya da daktilo ile şiir yazarken çoğu kez tuşa vuran parmakların, kalem tutan elden başka bir şekilde çalıştığını, şiiri çoğu kez bunların mikro düzeyde de etkilediğini aklından geçirmiştir de. Belki de İlhan Berk'in İkinci Yeni öncesi dönem için “Sözlü Şiir yazıyordum” 1) itirafını anlamaya çalışmıştır da. Ya da elimizdeki kadim metinlerden birinin başlığı ilgisini çekmiştir: Resim olarak şiir.2) Ya da durmadan önümüze çıkarılan -bir bahane ya da bir kanıt olarak Mallarme'nin, Guillaume Apollinaire'in “Calligram“larına ne demeli? Dada Manifestoları, Sürrealizm Manifestoları her ne kadar bilinen sanat tarihinin Batılı anlamda başlangıç noktaları olsa da, Zaum gibi deneyimlerden de görsel şiire çeşitli çizgiler çekilebileceğini söyleyebiliriz. Örneğin Garip Akımıçilerin, yaşasalardı Görsel Şiire ilgi duyacaklarını öne sürenler de oldu 3). Gelgelelim Garip'in şiir anlayışı içinde malzeme asla sorun değildir, kelimeleri yeni olan yeni bir şiirin, içeriğindeki duyarlık da inşa edildiği için şiirin temelinde söz/cük olduğu konusunda itirazlar olmamıştır. Figüratif Şiir yaklaşımı da görsel şiiri, bir nevi dekoratif alan olarak görüp, inşa faaliyetinin estetik değeri üzerinden bunu okumaya girişti 4)
Minör ya da majör birçok yaklaşım içinde Hasan Akay, Gonca Gökalp Alpaslan gibi nadide örnekler dışında, konuya hakim çok az yazar/eleştirmen görebildik. Bunların da yaklaşımları, çözümlemekten öte, yarı-meşru saymak ile, yarı-reddetmek arasında değişti. Örneğin, Neden? sorusunun sorulmadığını gördük. Öyle ya, neden bu genç insanlar, görsel şiir denen türe bu kadar yakın ilgi gösteriyorlardı ve neden dergilerini web üzerinde kurmuş, şiirlerini burada sergiliyorlardı? Neden ”Dizeli” ya da “Konvansiyonel Şiir” diye bir şey yazmadıklarını iddia ediyorlardı ve neden yeni bir okurun peşinde olduklarını iddia ediyorlardı? Bu ve bunun gibi soruların, sorulmadığı açıktır. Ve bu soruların, İkinci Yeni dolaylarında, çok eski tartışmalarda, safların birbirine karıştığı bir itirazlar silsilesi yarattığı da açıktır. Garip'ten sonra İkinci Yeni'nin başına gelen şeyin cevabı verilmemiş olduğu kadar, İkinci Yeni'den sonra gelenlerin de bu sorularla muhatap olmadığı söylenebilir. Görsel şiir ise, iktidar ile ilişkisi, edebiyat kamusu ile ilişkisi ve okur ilişkisi üzerinden incelendiğinde, bugüne kadar şiirde yerleştirilmeye çalışılan tüm tarihsel matrislerin dışında bir alan teklif etmektedir.
Modern sonrası zamandan bahsederken kullandığımız ölçütleri göz önüne aldığımızda, bir poetika ya da bir yordam olarak Görsel Şiir, şiirin verimlerinin bir toplamı ya da Şiir'in doğası değildir. Çok özelleşmiş bir alanda -ki bu alan deneysel bir alandır- yapılan bir deneydir de bu.
Bu ve bunun gibi sebepler de göz önüne alındığında bu kısa sürede, Görsel Şiir ile ilgili dedikodu, önyargı, zayıf ve basmakalıp düşünceden öte bilgi üretemeyen bir şiir ortamımız oldu. Şiir ortamımızın, ülkemizin toplam kültürel sığasından ötede bir yerde konumlanabileceğini düşünmek de saflık olurdu. O saflık da ortalamanın kötülüğü ile birleştiğinde, iletişim kurabilmek de elbette zorlaşıyor. Zaten “konvansiyonel” dediğimiz şey de, işte o kötülükten başka şey değildir. Zaten iyi düşünüldüğünde, Klasik ve Modern Şiir Makinamızın ürettiği bu şiir ortamının görsel şiir gibi konularla sağlıklı bir iletişim kuramayacağı da açıktır. Çünkü sözlükteki şiir tanımı bile, çağımızın, günümüzün insanına yakın bir şiir üretmeye elverişli değildir. Bu şiirin, dizeli ya da konvansiyonel alan dediğimiz yerden çıkmayacağını, çıkamayacağını, deneyler -özellikle biçim/içerik kırılmaları, bize gösterdi. Artı şiirimizin kökünde lirik persona ve epik çatışmalar varsayıldığı için, çalkantılı da olsa, kök, her zaman heceyi, böylelikle ölçüyü ve dizeyi göstermektedir. Bu da, Serbest Vezin ile kazanılanlardan, memnun olmayan ve gizli gizli çocukluk günlerine dönmek isteyen bambaşka bir şair/şiir modeline götürdü, götürmekte bizi. Bugün yazılan şiir, ortadaki şiir, dizeli olduğu kadar, Heceli'dir de. Yani Beyit mantığı hortlamıştır. Divan/Halk diye tarihsel olarak ayrılmaya çalışan şiir, bir tür olarak, kendisi ile uzlaşmaya başlamışken, karma bir forma da bürünmüştür. Yayın endüstrisinin, şiiri, bir meta olarak üretim şekline dikkat edelim. Burada, şiirin sözlü üretim teknolojilerinin, yayın sektörü tarafından kutsandığını, en az 64 sayfa, her sayfada 15 dize olarak tasarlanan şiir kitaplarından bahsediyoruz. Diyebiliriz ki, yazılı kültür ürünü olmayan şiirimiz, yayın teknolojilerini de, sözlü enerjilerine göre dönüştürmüştür.
Çoğu kez, Görsel Şiir ile ilgili ifadelerde, Sözlü Kültür'e dayanmakta olan Şiir'in türler üzerinden değil, dönemler üzerinden tanımlandığını, geliştiğini söyledik. Örneğin, modernleşme ile sanatın, türlere ve kategorilere dayanan yapısı, bizde, şiirde yeniden üretilememiştir. Eski/Yeni ayrımının, temalar ve buna bağlı biçimler üzerinden tanımlandığı, Serbest Vezin'in türleri yavaş ortadan kaldırdığını ve ortadan kaldırdığı türlerin yerine de yeni biçimler koymadığını gördük. Örneğin tarihsel olarak Garip Akımı'in, bahsettiği şeyler açısından, iddiaları açısından Enderunlu Vasıf'tan ne kadar ileri olduğu tartışılır. Yeni Türkçe'nin edebiyat müfredatı, siyasal olan ile aşırı yüklendiği için, kendi biçimlerini üretmek konusunda her daim kısırdır. Şiir akımlarımıza bakınız, onları biçim ile ayırd etmeyiz. Garip Akımı ile İkinci Yeni arasındaki farklar nelerdir gerçekten? Kelime sayısı ve çeşitliliği, temalar, dize uzunlukları, kitap adları? Şair, bir şeyleri giyinmiş ya da bürünmüştür. O “ilerici” ya da “devrimci” olacak, “bu ülkenin yararına” konuşacak, “halk ile bütünleşecek”, bir şeyleri “müdafa” edecek, bir şeyleri koruyacaktır ya da şiiri ile kendi varlığını bütünleyecektir, erotizmden bahsedecek, intihar edecek, sapacak ya da karşı tarafa diş bileyecektir. Şair, bu anlamda kendisini tanımlayabilmek ve tanıtmak için, bir başka söylem alanı ya da anlatının gücünden yararlanacaktır. Talî kalan şiir, aşikaren üretilen bir yaşantı deneyiminin değil, vekaleten dillendirilen bir hassasiyetin (realizm, sosyalizm, sol, kemalizm, müslümanlık vb.) şiiri olarak sakatlanacaktır ve sakatlanmıştır.
Söz, Yazı ayrımı burada kullanılabilir. Şair mizacı, şairanelik, imge, akıl, inşa, şiire çalışmak gibi ifadelerle gizlenmeye çalışılan şey, şairin, şiiri nasıl ürettiğidir. Her daim, hakim başka bir kültürün şiirine göz ucu ile bakıp (sepki hindi, fars etkisi, aruz, fransız şiiri vb.) etkilenmelere açık olan şiirin, 20. yüzyıldan itibaren “kopuk” bir şiir ürettiğini görüyoruz. Sözün neredeyse Milli ya da Ulusal karakterine karşı, Yazı'nın “kimliksizliği” basılı kültüre geçişte, çok daha büyük skandallara da yol açmıştır 5). Bu noktada, Sözlü Kültür Yazılı Kültür Arasındaki Farklar kılavuzumuz olabilir. Çünkü tarihsel bu kategoriler, edebiyat ve dil için bize, ulusal anlatılar ya da büyük anlatıların ötesinde bir değerlendirme matrisi de sağlayabilir. Söz, Yazı'dan Basılı olana geçerken, geçirdiği aşamaların tortusunu önümüze serer, öyle ki, artık bizi Logos'a götüren yollar, Dil'in imkanlarını aşmaktadır. Dil, tam da bu noktada, kendisine paravan olmaya başlar, Yazı ile birlikte. Söz'ün izdüşümü olarak Yazı, aradaki Différance'ı (farkı) burada görsel olan, grafik olan, şekilli olan olarak işaretler ve gizler. Alfabe, ses ile ilişkili gibi görünse de, örneğin ideogram ya da hiyeroglif, tamga ya da hatt artık sadece ses ile ilişkili değildir de. Kaldı ki, sadece kendi tarihsel anlatımıza gömüldüğümüzde, İnsan'ın Yazı ile ilişkisinin kenarında düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalacağız. O yüzden, tek tek kültürlerin değil, topyekün İnsan'ın yazı ile kurduğu ilişkiyi hiza alırsak daha aydınlatıcı olacaktır. Bu anlamda görsel şiirin malzeme sorunu da parçalı ve çok katmanlı olarak, tekniğini özgürleştirecektir.
Elbette kurucu rejimin, kendisi ve bizim için biçtiği tarihsel yere uygun olarak, bir de “anlatı” ya da “ulus inşa anlatısı” ürettiğini biliyoruz. Bu bağlamda, şiirin, en yalın ve işe yarar tanımı çeşitlendirilmiş, gerekçelendirilmiş, “gelenek” yeniden icat edilmiş, geçmiş 'okunuvermiştir'. Milli ölçü “hece”, Divan Şiiri tarihi ve bunun karşısında Halk Şiiri, Cumhuriyet'ten çok öncelerinin projeleridir 6). Fakat gerçekleşmeleri, hayata geçmeleri, yüzyıllardır gayet eklektik ve bir milli karakterden yoksun hallerinden sıyrılıp, yeni kurulan bir devletin, modern anlamda, kendini ifade etmesi için dönüştürülmeleri -ki devlet eliyle, yukarıdan yapılmıştır- Cumhuriyet'in ilk yıllarına doğru, siyasal araçlar yoluyla da 7) zorlanarak, sağlanmıştır. Bu zorlamanın, marjinlerde, kenarda, kıyıda durma özelliği ile kendisine bir meşruiyet ve özgürlük alanı sağlayan, Burjuva sanatının katmanlı ve çok anlamla dünyası ile Batılı anlamda bir iletişim kurması, mümkün görünmemiştir. Bu yüzden Hece yanında Serbest Vezin tartışması, Eski / Yeni tartışması, Usta / Çırak konuları her daim gündemde olmaktadır. Biri devletin ukdesi, diğeri Devlet tarafından tanımlanmaya çalışılan Millet ve Milliyet Personası'nın kendisini sığıştırmaya çalıştığı kalıp olarak, birbirlerine taşmakta ve enerjiler bu taşma sırasında harcanmaktadır. Eleştiri de, örneğin bu iç/dış ayrımına karşı değil, daha çok Eski/Yeni ayrımına göz dikmiştir. Bu anlamda Nurullah Ataç'ın faaliyeti, yeni şiirin, edebiyatın şartlarını (amentülerini, faydalarını, zararlarını, resmi ideolojiye uygunluğunu) belirlemek için eleştiriyi otomat olarak kullanma, bir termostat olarak kullanma olarak da gelişmiştir. İzlenimci eleştirinin bu anlamda “panoptikon” bir bakışı da içerdiğini, burada “izlemeyi” masum anlamda bir seyir ile ifade edemeyeceğimizi bugün biliyoruz. Bu açıdan bakıldığında, Eski (kötü) ile Yeni (iyi) arasındaki o kavgada, Doğu'ya ait olanın ne olduğu sürekli sorulmuştur da. Milli Edebiyat, Milli Şair gibi faşizan kavramların, kadim zamanların gezgin-ozan'ın yerini tutmadığını, büroratik olarak inşa edilen, yapıntı bir merkezi şiir anlayışının nefes alamadığını, Cumhuriyet ilk yıllarından, Garip Şiiri'ne gelene kadar süreçteki kavgalardan izleyebiliriz 8).
Örneğin, Garip Şiiri'nin bilgisi, neliği, hiç bir zaman bir verim olarak alınmamış, her akım, kendisinden önceki akımla ilgili bir hesaplaşmayı gerçekleştirebilecekken, ya onu silmeye çalışmış, ya da ondan çok daha öteye kaçarak, bir nevi etkilenme endişesi içinden, o şiirin çerçevesi ile kurduğu ilişkiye mahkum da kalmıştır. Bu yüzden geçişler mümkün olmamıştır. Oktay Rifat, her ne kadar Perçemli Sokak'ın önsözünde konu ettiği şeyleri İkinci Yeni adı verilen şairlerden önce söylediğini iddia etse de, kahraman Garip'ten oraya bir sızma gerçekleşmemiştir. Metin Eloğlu'nun eserine, Ece Ayhan'ın ilk şiirlerine, Turgut Uyar'ın şiire başlamasına ve Sezai Karakoç'un toplumsal eleştiri nesnesi bulmasına ön ayak olan Garip, bir çocukluk travması olarak kabul edilmiş gibidir.
Oysa nedir Garip şiiri denen ve bildiride özetlenen şeyin hassasiyetleri;
Şiir bütün hususiyeti edasında olan bir söz san'atıdır. Yani tamamiyle mânadan ibarettir. Mâna insanın havassı hamsesine değil, ruhiyatına hitabeder. Binaenaleyh doğrudan doğruya insan ruhiyatına hitabeden ve bütün kıymeti mânasında olan hakikî şiir unsurunun müzik ve saire gibi tâli hokkabazlıklar yüzünden dikkatimizden kaçacağını da hatırdan çıkarmamalıdır. (…) Şiiri şiir yapan, sadece, edasındaki hususiyettir ve mânaya aittir. 9)