Yusuf Kaplan, Kuşluk Vakti dergisinde şu aşağıdaki bölümü de içeren bir yazı yazmış. Yazının tamamındaki görüşlerin yanında beni ilgilendiren şu bilmece gibi laf oldu: "Biraz önce de değindiğim gibi, şiir, söz'ün özü, özün sözü'dür. Özün sözü, sözün de özü yoksa, o zaman sözkonusu öz'ün de, söz'ün de; dile gelebileceği, dile getirebileceği, dili harekete geçirebileceği, dile hayat, hayata da dil ve dolayısıyla hayatiyet kazandırabileceği bir şiirinin olmadığına hükmedebiliriz."
Söz, öz, göz, sanki bir nevi tekerleme gibi mistikleşmiş artık. Brazilyalı somutçuların da farkettiği bu oldu herhalde.
Şiir, Söz'ün Öz'ü, Öz'ün Sözü'yse Hâs Şiirdir Yusuf Kaplan, Kuşluk Vakti dergisi
Şiir, bir sanat türü olması hasebiyle, öncelikli olarak, nasıl sorusunun çekim alanına giren bir eyleme ve söyleme biçimidir. Ama şiiri, salt nasıl sorusunun çekim alanıyla sınırlı bir eyleme ve söyleme biçimi olarak görmek, daha baştan şiiri nasıl sorusunun, dolayısıyla salt nasıl sorusu ekseninde varolmaya çalışan modernliğin hapishanesine tıkamak demektir.
Bütün sanat türlerinde olduğu gibi, şiirde de Türkiye'de biçim / nasıl üzerinde yoğunlaşılmıştır. Üstelik de öz'ü yoksayarak, hiçe sayarak, yıkarak, yok etmeye çalışarak dil kurma iddiasıyla salt biçim üzerinde yoğunlaşıldığı söylenebilmiştir.
Oysa biçimi öz'den ayırmak, ayrı düşünmek, biçimi de, öz'ü de kavrayamamak demektir. Zira her form, bir norm'un hem ifadesi, hem de ifade edicisidir. Hiçbir form, boşlukta ortaya çıkmaz. Her form, bir muhît'in, bir medeniyet vasat'ının ürünüdür ve o muhît'in / vasat'ın hayat ve hayatiyet kazandırılmasına aracılık eden bir vasıta'dır. Aslolan öz'dür, asıl'dır, norm'dur, "dil"dir, etika'dır; ama öz'e, asıl'a, norm'a, dil'e, etika'ya hayat ve hayatiyet kazandıran şey biçim'dir, usûl'dür, form'dur, üst-dil'dir, estetika'dır.
Biraz önce de değindiğim gibi, şiir, söz'ün özü, özün sözü'dür. Özün sözü, sözün de özü yoksa, o zaman sözkonusu öz'ün de, söz'ün de; dile gelebileceği, dile getirebileceği, dili harekete geçirebileceği, dile hayat, hayata da dil ve dolayısıyla hayatiyet kazandırabileceği bir şiirinin olmadığına hükmedebiliriz.
Modern Türk şiiri olarak da adlandırılması gereken Birinci Yeni, özellikle de İkinci Yeni, bizim ürettiğimiz medeniyet fikrinin, idealinin, ruhunun ve tecrübesinin söz'ünün öz'ü değildir; öz'ünü sözü'nü de yok etmiştir; o yüzden Yeni şiir akımları, özellikle de İkinci Yeni, Türk şiirinde ilk bakışta iyi şairler çıkmasına imkân tanımış gibi görüyor: Turgut Uyar, Ece Ayhan, Edip Cansever, geçtiğimiz ay vefat eden İlhan Berk, iyi şairlerdir; ama Türk şiirini bitiren şairlerdir aynı zamanda. (Burada Sezai Karakoç'un Türk şiirinde apayrı bir akımın temsilcisi olduğunu, İkinci Yeni hapishanesine kapatılamayacak kadar şümûllü bir şiirin sözcüsü olduğunu özellikle vurgulamak isterim).
İkinci Yeni'yle ilgili bu tespitimin, şiir camiasını tedirgin edeceğini, ayağa kaldıracağını biliyorum; ama gerçekleri, bütün boyutlarıyla konuşamadığımız ve İkinci Yeni'yi mitleştirmeye devam ettiğimiz sürece, Türkler şiir yazma özelliklerini yitirecekler ama biz cenazeyi kaldırmaya başladığımız zaman bazı temel, yakıcı gerçekleri görmüş olacağız; ama o zaman iş işten çoktan geçmiş olacak.
İkinci Yeni'nin Türklerin şiir söyleme, şiir üretme kabiliyetlerini "harcadığını", yetenekli insanları bütünüyle yanlış bir mecraya saptırdığını, tam bir macera ürettiğini; bugün geldiğimiz noktada Türk şiirini modernliğin hapishanesine kapattığını görmek ve tartışmak zorundayız. İkinci yazıda modern "Türk" şiirinin Türk şiiri olamadığını, olamayacağını; Türk şiirinin bizim ürettiğimiz medeniyet fikrinin, idealinin ve ruhunun söz'ünün özünü, özünün sözü'nü üreten bir duyuş, bir duyarlık, bir algılayış, bir kavrayış, bir bakış ve varoluş biçimi geliştirmeye başladığı zaman Türkiye'de hakîkî bir Türk şiirinin varedilebileceğini göstermeye çalışacağım."
tekerleme 2
Puanlar: 13
‘yukarı’ dedin
Söz, ses tekerlemesine Gökhan Özcan da katılmış, sanıyorum biz bu "söz" konusu bir kenara yatırıp, üzerini de örtmeliyiz. Çünkü gazete köşesinde bile anıldıklarına göre "klişe" olmaktan öteye bizim pek işimize yaramayacak.
Yazılı Kültür'e geçmemiş bir toplumun, dili ile ilişkisin, belge/yazı üzerinden değil de, "uçuşan ve unutulan" bir mecra üzerinden kurmaya çalışması, yeterince acı zaten. 400 kelime ile konuşan bir toplumuz, nedeni de bu bakış. Siyasilere bakın, "laf dalaşı" yaparlar ama kimse parti programlarında "yazan" şeylere bakmaz.