Bu satırları yazan ben, yokluğu da yoksulluğu da tanıdım, işçiyi de köylüyü de tanıdım (anne tarafım köylü, babam Mensucat Sendikası Başkanı’dır); harman sürdüm, sığır ve davar güttüm; gazoz sattım, buğday eledim; kahve garsonluğu, kebapçı çıraklığı yaptım; dokuma fabrikasında işçilik, Maliye’de memurluk, kütüphanecilik yaptım; Sandıklı, Çine, Aydın ve Muğla’da öğretmenlik yaptım. TİP’te bir Yunus Çakır olarak çalıştım. Sonra Paris’te eğitim ve öğrenimimi tamamladım. Bir dedem imam idi, öteki dedem ise hancı. Yeter mi? Hangi politikacı, hangi gazete yazıcısı benden daha iyi tanıyor milleti, halkı, cumhuru ve Cumhuriyet’i?!
Bu satırları yazan Özdemir İnce. Sevimsiz bir şair, yazar. Sayıp dökmediği işlerden biri de TRT'deki büyük memuriyeti. Onu yazmamış. Durmadan ödül verirler İnce'ye, ama gidip elini sıkan kaç kişidir, bilmem. Genç şairlerden hangisi gidip merak eder nasıl yazdığını? Tek mi hayır, sadece şanslı. Halkı tanıyan adamın kitabından, ödülünden halkın haberi yok. Namık Kemal, halk için biraz da, izzet-i ikbal ile hükümetten ayrıldığından beri ortaya çıkan tablo içinde memur/öğretmen kadrosunu oluşturan şairlerin beklediği, "devlet sanatçısı" denen ucube uygulamanın kendilerine isabet etmesi..Türkiye'de toplumcu gerçekçiliğin en şanssız tarafı yeteneksizlerin elinde olmasıdır.
Geçenlerde Hüseyin Peker'in Necatigil Ödülü'nü alan kitabını okuyordum (Tek Vuruş). Şiirlerden, ortada anlatılan yaşantıdan, imgelerden, korkulardan, şikayetlerden pek birşey anlamadığımı fark ettim. Sonra biografisine baktım Peker'in. "Bankacılık" yapmış. Bugünün "wadaa"lı bankalarında olmadığı açık. Hatırlanan dizesi var mıdır? Bilmem, ben bilemiyorum. Bankacılık suç değil elbet, ama maaş farklarını beklemekten öte ne heyecanı vardır ki devlet işinin, iktidar değişikliklerini dedikodu malzemesi yapmaktan? Diyorum ya, Namık Kemal'den sonra bu "şair ve patron" işleri biraz değişti gibi.
Bizden önceki kuşaklar hakkında yazarken, onların hayatlarının gidişatını belirleyen büyük anlatının Devlet olduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerekecek. Ucundan bucağından hepimiz bürokrasi ile kavga edip duruyoruz. Ama bu adamlar (yani işte 40-50-60 doğumlular) biraz fazla batmışlar bu işlere. Biraz fazla şiiri alet etmişler.
Kötü müdür, bilmem, ama işe yaramadığı kesin. Bugüne ne diyor? Bu şiirin iddiası zaten insan değil miydi? E görüp görebildiği insan nedir? Onu nasıl konuşturacak? Hikayeleri "resmi" olarak izleyip, mühürlü kağıttan mı bakacak insanlara? Bekleşenlere. Felsefî Şiir de aynı dertten müzdariptir, bana göre. Oradaki dil, kesinlikle "liberal" bir dil değildir, vatandaşın dilidir. Bir yanı ile olumludur ama bir yanı ile "Dahi ve Güzel"i seyreden adam da vatandaştır. Şairlerimiz kendilerini "intihar etmek"tedirler.
Bana göre anlatı potansiyelimizin geliştirilmesi ile bu tür şiirin hükmü de kalmadı. 200-300 kişiye ulaşır mı, ulaşmaz mı bilinmez. O kitaplardan akılda kalan dize de yok.
Yorumlar
halk mısın sen de?
Puanlar: 17
‘yukarı’ dedin
"anne tarafım köylü, babam Mensucat Sendikası Başkanı’dır" burda eğlenceli bişey yok mu?
bir ailenin köylülüğüne karşın bir aile reisinin işi; dolayısıyla da o ailenin sosyal statüsü. İnce'nin halkı tanımasını, hatta halk olmanın ölçütlerini belirlemeye kadar işi götürmesini sağlayan bu dengesiz karşılıklılık olabilir. bir taraf "tanımlanamıyor", diğer tarafa bir kişi yetiyor.
"Hırsızlık yapan, adam öldüren, ırza geçen, sübyancılık ve fiili livata yapan, denize donla giren, yere tüküren, cadde kenarında kurban kesen..." diye devam eden tip var yazısında. bunları yapmaması gereken kimdir, halk olmaya aday olan bir alt tür mü bu? az halklı kalabalık bir ülke, yani..