Vasatlık, ortalama zevkin ve anlayışın yordamı ya da anlatısı değildir bana göre. Vasatlık, edebiyat adamının çok fazla dikkat etmesi gereken bir durum/düşünce/eylem silsilesidir. Baudelaire'in "kalabalıklar içinde yıkanması" örneğin vasat olmak isteğini haykırması değildir, deneyimlemek için can attığı ve maruz kaldığı, deneyimlerken de kendi kalmak, şairliğine halel getirmemek için uğraştığı bir durumdur, modus'tur. Yani modern olan Baudelaire değildir, modern onun dışında kalanlardır. O yüzden örneğin "mütekabiliyet" peşinde koşmuştur da. Bir şeyi bir şeyle karşılayıp, sonunda büyük trajedi çadırını "sonsuz olan ile her gün gelip geçen" arasında kurmuştur, beyaz eldivenlerini fahişelerle düşüp kalkarken çıkarmamıştır. Ama fahişe ile düşüp kalkmaktan ya da frengiye yakalanmaktan da pek geri duramamıştır.
Vasat, bizi kendine çeken şey değil, kısmen onun yordamı, gösterge sistemi ve söylemidir de. Her şeyin azamisi olabilecek şeylerin bir toplamıyla düşüp kalkmaya ve bu toplama olmadık, kaldırmayacakları kadar büyük değerler yüklendiğinde orada artık muhafazakarlığın alanına girmiş olmaktayız. Muhafazakarlık, zamanın ve mekanın ötesine geçmenin yollarından biridir sadece. Öyle ki, burada, herşey yükseltgendiği en yüksek noktada, oraya yükseltilmiş diğer şeylerle aynı hizaya gelene kadar iteklenir, enerjileri böyle sağlanır. Faz değişimi buharlaşma ile katılaşma arasında sürer gider ve son noktada artık "taş"laşmış kavram, Yasa'ya doğru adım adım ilerler. Yasa, burada göreneğin, geleneğin bilincidir. Her yere yayılmıştır, enine ve boyuna. Zamanı algılayışımız nasıl alışkanlıklarla oluyorsa, işte öyle.
VASATLIĞIN KUTSANMASI
Aslında bu girişi, Varlık'ta yayınlanan Kültür Gündemi'nin Ekim ayı sorusuna gelen cevaplardan bazıları için yaptım. Çünkü tek tek argümanlarla birlikte anlatmaya çalışsam da, asla anlaşamayacağım, şiire ve edebiyata, daha da temelde hayata, yaşantıya nasıl baktıklarını kestirsem de, özünde hiç bir şekilde uygulayamayacağım, yani kısaca tam anlamı ile "bambaşka dünyaların" insanları olduğumuza kanaat getirdiğim birileri olduğunu fark ettim, ediyorum. O yüzden ne Veysel Çolak'ın, ne Metin Cengiz'in ne de Abdülkadir Budak'ın yazdıklarını anlayamıyorum. Çünkü her ne kadar geçen yıllardan farklı olsa da, ne düşündüklerinde, ne de argümanlarında ne de bakışlarında bir değişme olmamış. Sadece belki de önyargılarının yerlerini değiştirip denemişler ama olmamış, olamamış. Konu mesela görsel şiir değil de, ne bileyim Fluxus ya da Kuantum Mekaniği de olsa hiç değişmeyecek gibi geliyor bana bu. Bu durum, belki de onları ya da onlar gibi düşünenleri bir "kuşak" yapabilir; "vasatlar kuşağı".
Neresinden tutarsak tutalım, elimizde kalıyor. Örneğin " Elbette herkes sanatla ilgilensin. Resim yapsın, bir tahta yontsun, şiir yazsın; ama ortaya çıkan 'şey'in bir sanat yapıtı olduğunu söylemesin." diyen biri ile ne konuşabiliriz? Elimizde neredeyse 100 yıla dayanmış "Pisuar" varken? "Ready-made" denen şey varken, sürrealist obje vb. gibi kavramsal şeyler varken, Veysel Çolak örneğin hangisi üzerine kafa patlatıp, ortaya evrensel denilebilecek bir düşünce, bir kırıntı dökebilmiştir? "Oyun olarak görsün bu eylemliliğini. Görsel şiirin bunu birebir karşılayacağına kuşkum yok." Az önce belirttiğim gibi "vasatlık" kanser gibidir. Yazarda, şairde yayılmadan etmez. Görsel şiirin bir oyun olabileceği her zaman doğrudur, ama "oyun kavramı, teorisi" üzerinden okunduğunda nasıl birşeydir görsel şiir ya da şiir nasıl birşeydir? Bunun cevabı yok. Herkesin lirik şiir, herkesin yıllık ve herkesin "şiir yazabildiği" bir ortamda, birisinin bunları çıkıp söylemesi tuhaf değil mi? (bkz. John Nash'i delirten teori)
TESİS EKSİKLİĞİ
Daha da ötesi örneğin Metin Cengiz, yazısının başında şu ifadeleri kullanıyor: "Şiir ortaya çıktığı çağlardan bu yana bir söz sanatı olma özelliğini koruşmuştur. Şiir bir söz sanatıdır." Şiirin bir söz sanatı olması demek ne demektir? Örneğin bu sözlü kültüre ait olması mı demektir? Eğer sözlü kültüre ait ise, çok basitinden "yazılı hale gelirken" geçirdiği evreyi, noktalama işaretlerini, daktiloyu, kalemi, kağıdı nasıl da es geçebiliyoruz? Anlamak mümkün değil. Yazı, bilincin yapısını değiştiriyor diyen Ong'a, Alpaslan'a ya da bu konuda akademik çalışmalar ortaya koyan bilim adamlarına mı bakmalıyız yoksa şiirlerinde "ve" bağlacını neden kullandığını açıklayamayacak durumda olan bir şaire mi? Hem bu tür soruları sormayı kendisine iş edinmiş, bizim gibiler için bu ülkede kaç tane kaynak vardır ki? Etimoloji sözlüğü olmayan bir dile sahibiz ve bunda şair, kendisini "sözün" arkasına sığınmış halde savunandır. Görsel şiir ile ilgili fikir yürütülürken, ortaya çıkan en temel sorunlardan bir tanesi, şiir tarihini "düzünden" okuma yanılgısıdır. Bu "moderniteden ne anlıyorsunuz?" sorusuna verilen cevapla eşittir. Örneğin Apollonaire beni hiç ilgilendirmez, çünkü kavramsal olarak onun cevabını Garip metninde Orhan Veli vermiştir, kendince. Eğer ben aradan geçen 100 yıl içinde hala "Kaligram"lar hakkında üç kelime fazla fikir üretemiyorsam, neden şairim ki? İkinci bir durum, metinlere, sözlere yansıyan "itiraf" kabilinden şeylerdir. Öyle ki Apollinaire'in, Mallarme'nin kitapları çoğu avangard hareket için kurucu metinler olmuşken, Metin Cengiz "Apollinaire yakın bir zamanda dilimize de kazandırılan Calligrammes adlı kitabıyla bu şiirin en başarılısını sunar". Calligrammes kaç yılında yazıldı? Ortaya çıktığında etrafında nasıl bir sanat çevresi vardı, hakim akımlar neydi, Kübizmle bağı ne kadardı? Aradan geçen zaman içinde bunun dilimize kazandırılmış olması ayıp mıdır, başarı mıdır? Calligrammes (kaligram) ifadesi nereden gelmektedir? Acaba kaligramları Apollinaire mi icat etmiştir yoksa ta eski Yunan'dan beri her kültürde mutlaka eşdeğer uygulamalar var mıdır? Özetle, aradan geçen bunca yıl içinde neremizde bir "kaligram" eksiği hissettik de, Apollinaire bize merhem oldu? Biraz da "kültür adamı" olmak gerekiyor demek ki! Az çok meraklı olmak gerekiyor. Kaligram'ın türk/kültür/islam vb. kültüründeki karşılığı nedir ve acaba Apollinaire de merakla ta o zamanlar alıp okumuş/bakmış mıdır bunlara? Yoksa biz, muhteşem aydınlanma gözlüklerimizle elimizdeki hatt sanatını bir kenara bırakıp, "büyüleniyor muyuz?"
1980 sonrasında bir çok şeyin eskiye nazaran daha özensiz olduğunu söyler dururlar. Ama görülüyor ki, örneğin "kavramsal sanat" gibi şeylere bakışlar pek değişmemiş, daha da ketumlaşmış. Aradan geçen "fluxus" rüzgarı 90'larda buraya uğradığında da ufak bir çevrenin oyuncağı olmaktan öte, bir işe yaramamış. Yine "vasatlık" demeliyiz belki de buna. Çünkü Modern resim sanatındaki gelişmelerle (örneğin Hakkı Anlı) türk şairinin kafasızlaşmasının başka türlü bir açıklaması yok. Muhafazakarlar bunlardır işte. Klişe ile nostalji arasında kurulmuş bir salıncak, salla babam salla 30 senedir, hem sağa hem sola!
Bu üç adamın, büyük bir çoğunluğun ortalaması olduğuna, onları temsil ettiklerine inanıyorum. Maalesef, büyük bir çoğunluk tarafından işte böyle görünüyoruz. Örneğin Suzan Sarı'nın görsel şiirde ne aradığı, Derya Vural'ın neden öyle şeyler yapıp, bunlara görsel şiir dediği, Zeynep Cansu Başeren'in, Barış Çetinkol'un -ki bana göre hepsini apayrı üslupları vardır- yaptıkları, bu arkadaşların tabiri ile "herkes şair olamaz kardeşim!" tahakkümü yüzünden güme gitmektedir, bu çoğunluk arasında. Gerçek anlamda tahakküm sanıyorum böyle birşey, ortalama vasatlığı dillendirerek edebiyatçı olabilmek, tarihi bunlar mı yazıyor? İşte orasını Duchamp'a sormak gerek...
Hamiş: Abdülkadir Budak da cevaplamış soruları, ama kusura bakmasın, konudan haberi yok. Görsel şiir "adında gül sözcüğü geçtiği için kitabın kapağına gül resmi koymaya" benzemiyor. Hamiş 2: Veysel Çolak, Necatigil'den bahsetmiş ve "neden kareler merdivenler hakkında yazılmadı yahu?" yollu şeyler zırvalamış. Kendisine tavsiyem Hasan Akay'ın kitaplarının adlarına bakmasıdır. Hamiş 3: Metin Cengiz'e saatini 2007'ye ayarlamasını, bu haliyle edebiyat tarihini, sadece Modern Türk Edebiyatı tarihi değil, Muallim Naci kafasıyla gördüğünü söylemek ise boynumun borcudur. Hayriye Ünal'ın Kültür Gündemi'ndeki yazısı buradan okunabilir.
Yorumlar
kafa'ları vurmak lazım.
Puanlar: 18
‘yukarı’ dedin
bana bütün bunlar aramızda bir sınır varmış da, o kuşakla, seksen sonrasında doğanlar -hepsi için değil elbette- başka gözle görebiliyorlar dünyayı gibi geliyor. yani varlık'taki sorunun soruluş biçimi bile hatalı; görsel şiir okura ulaşmanın bir yolu olabilir mi?! hala durağan bir okur kitlesine zorla şiir sevdirmek tabii bir yandan da yayın dünyasını aynı kalarak, şiir yayını elbette, hareketlendirip elinde tutmaya devam etme gayretleri var. hiç de içten olan, eğer şiir bir taşıma, simgeseş anlamda bir vecd hali ise ona yakışan bir durum değil. çünkü görsel şiir'e inatla konvansiyonel şiir algısı içinden açıklama getirmeye çalışan ağır abilerin bir biçimde topluma gitmek, giderek azalan şiir duyulan inancı yeniden kazandırmak, aslında daha çok şiir kitabı sattırmak tamam buraya kadar hepsi önemli de asıl çok riyakarca olan şey ise 'şair karizması'nı kotarmak gibi duruyor orada yazılanlarda. yoksa bir grup insan neden çıkıp şiir şudur, bu budur, bu da böyle böyle böyle olduğu için olmaz gibi muğlak kavramlar üstünde tek bir söz'ü diretmeye çalışsın.
bence en temel sorun da bu insanların inatla anlamamaları, çok açık bir idrak sorunu var ortada ve sanki bu yokmuş gibi kabul edip anlamamaya diretmeleri. hani yaşını başını almış teyzelere, ninelere bir şey söylersiniz, sizin söylediğiniz doğrudur da o onu asla kabul etmez, düşünmez bile; çünkü öyle bir düşünme mekanizması mevcut değildir onda ve artık algının mekanizmalarına müdahale de söz konusu edilemez; ya boşluklarla müdahale edilen yaşlı delirir ya da bütün müdahaleler hiçbir işe yaramaz.
tamamen bu.
minik notlar
Puanlar: 27
‘yukarı’ dedin
Söylenecek pek bir şey kalmamış soruşturma ile ilgili. Küçük bikaç şey var benim gözüme takılan. Enis Akın’ın verdiği öğütlerin ayrıca manalı gönderi içerdiklerini sanıyorum özellikle. O yüzden hepsini safça dikkate almak yersiz olacaktır. Anlamla ilgili bu kadar sığ bişeyler söylendiğini hatırlamıyorum ben sitede. Zaten görsel şair diye andıklarının, Serkan Işın dışında, kılavuzdan başka görsel şiirle ilgili bir düşünce beyanatında bulunduklarını da hatırlamıyorum. Bunun siteye sonradan katılmamla ilgisi de yoktur herhalde. Bir yerde konuşmaktan başka bir şey bırakmış olsalar okurduk, ihtimalen. Sonuç olarak “Anlamdan kaçamazsınız veya anlamdan kaçınamazsınız..” diye bir eleştiri yokla aynı şey bana göre. Anlamla cebelleştiğimiz söylenebilir, flört ettiğimiz, küsüştüğümüz ama kaçtığımız için çuvalladığımız gibi bir özet çok alakasız olmuş.
Hayriye Ünal incelikli yazısında “Görselde şair-okur hiyerarşisinin pek de geçerli olmadığını” söylemiş. Bu geçersizlik durumu yalnızca görsellikle ilgili olamaz bence. Her okumanın yeniden yazma, her yazmanın yeniden yazma, metin üzerine her yazmanın okuma diye adlandırılabildiğini akıldan çıkarmamak gerek. Işın’ın belirttiği printer-yazar denkliği, bu. Ünal, görsel şiirin şair-okur ilişkisinde değil şiirde bir imkan olabileceğini belirtmiş. İşte görsel şiirde rahatça gözlenebilen/tanımlanabilen hiyerarşi yoksunluğu ve birkaç başka şeyi daha yazınla ilgili genelleştirmekten çekinmemek gerekiyor. Bu yüzden evet iyi bir imkan görsel şiir, yazmayanları için de. Ünal’ın sorduğu bir soru var, genel olarak dijital şiirle safi tipografik şiirlerle ilgili sınıflandırma hakkında. Sorun olduğunu sanmıyorum ben.
Bu kadar toparlayabildim ben.
enis akın konusu
Puanlar: 33
‘yukarı’ dedin
Şakir'e katılıyorum elbet. ortada yaşını başını almışlıktan öte gerçekten "muhafazakar ve gerici" bir kuşak var. bu kuşağın yaşayan üç temsilcisi cevap vermiş orada. Bunların öteden beri -yani İsmet Özel'den kalan alanda- ne yaptıkları, nasıl davrandıkları da açığa çıkıyor böylelikle. Bu, görsel şiir ile ilgili bir sorun değil sadece, şiirin modern sonrası dönemde edindiği kaabiliyetlere bakışla da ilgili birşey. Örneğin Hece'den önce Bireylikler'in, Mor Taka'nın, Şiiri Özlüyorum gibi dergilerin (görece daha az merkez medya) görsel şiir konusunda akıl almaz ve ahmakça tepkileri var önümüzde. Bunların söylem alanlarını düşünelim bir, kendilerine ve şiire koydukları anlamı filan?
Suzan'ın yazdıklarına ek olarak, "ikinci yeni ile hesaplaşma konusunda" birşeyler söylemek gerek. Birincisi İkinci Yeni kim? Ve biz kimiz? Onların elde ettiği ve bugüne gelinen noktada aşırı meşrulaşmış söylem alanına neden ve nasıl karşı çıkacağız? Ortada şiirden başka ne var? Uyar'ın, Cansever'in, Ece Ayhan'ın "avangard" değerliklerinden başka, İlhan Berk'in görece görselliğe olan yatkınlığından başka ne var? Artı şu var, hadi o tarafın adamları pek okumaz etmez de, Cahit Zarifoğlu, Karakoç doğru düzgün ortaya konulmamışken, konvansiyonel şiirin imkanlarını ne derece konuşabileceğiz?
Artı şu da var: İnsan, artık kelimeden başka şeyleri de alıp, şiire katmayı bir idea olarak değil, tam olarak yapıyorsa ikinci yeni'nin söylemini kat be kat aşmış demektir. Ece Ayhan'ın gazete küpürlerinden rastgele yaptığı şeyleri aşmak demekse eğer bu? Yok eğer "yaşantı ile şiir arasındaki kesin çizginin" başka hiç bir şey gözetilmeksizin olabildiğince katılması ise, eh zaten bunu Enderunlu Vasıf'tan beri yapıyor türk şiiri. Herkes varoluşçu, herkes isyankar, herkes sevilmemiş ve herkes gariban vs.
O yüzden ortada Enis Akın'ın tartışığından çok daha ciddi bir konu var, bu konu da "konvansiyonel şiirin" meşruiyeti konusudur. Eğer merkezi şiir kamusundan biri değil de, tam tersine çevreden birisi merkezin tam da zıttı birşeyler savunuyorsa, artık orada bambaşka bir edebiyatın ve eleştirinin kapıları açılıyor, açıldı, açılmakta.
Ve bu Süreyya Evren'in zannettiği gibi "edebi bilgi eksikliğinden değil, tam tersine verili hiç bir bilginin işe yaramamasından kaynaklanıyor.
------------- ~ -------------------- Hubble'ın Mercekleri
şu da var.
Puanlar: 30
‘yukarı’ dedin
şu da var. "zinhar çevresinin" yaptıklarının yeni bulunmayışı (E. Akın). yeni değil evet,powerpoint, freehand, photoshop yüzyıllık araçlar. internet daha eski matbaadan.
'ben kendi halim söylerem gayrı hikayet etmezem'
Puanlar: 54
‘yukarı’ dedin
olmuş bitmişlik meselesi var bir de işin içinde. belli bir tanınmışlığa ulaşınca insanlar artık meseleyi çözdüklerini, olduklarını ve durmadan meyve döktüklerini zannetmeye başlıyorlar. bu idrak eksikliğine yol açıyor. anlamama da buradan kaynaklanıyor tabii. [bu arada baştan ayrıksı bir duruma sahip olanlar da giderek aynı noktaya düşebiliyor ve ömrünün son çeyreğinde kralcı oluyor. zaman zaman yazmayı bırakıp tecrit etmeli insan kendini gibi geliyor bana:))] sonra beylik duruşlar elde ediyorsunuz ve beylik yargılar taşıyorsunuz. erdiğin içinde bunlar sorgulanmasız gözüküyor. hayriye ünal'ın hece'deki [çokseslilik] yazısında benzer durumlar dile getirilmiş.
Eşrefoğlu Rumi; ‘ben kendi halim söylerem gayrı hikayet etmezem’... diyor. kendi halinden sözeden yok, çünkü "erginlik" hali kendine karşı körlük yapar. kendinden haberi yok ki adamın; e o zaman "hikaye okuyor".
yazık...
Puanlar: 35
‘yukarı’ dedin
Abdulkadir abi benim iki sergimi de gezdi. Gantep Kitap Fuarındaki Sergimi ise eşine bile gezdirdi. Üstelik oralardaki izlenimleri beğeni doluydu. Varlık'taki cevaplarını anlayamadım... Metin Cengiz, Uluslararası Çukurova Edebiyat Günleri'ne davetliydi. Orada Ortadoks Kilisesi avlusunda bir sergim vardı. Sergiyi dünyanın dört bir yanından insanlar gezerken, kendisini de gezmeye davet ettim. O gezmeye tenezzül bile etmedi. "Görsel şiir, şair-okur ilişkisinde yeni bir olanak mı?" işte Cengiz böyle cavapladı.
yazıktan da ötesi
Puanlar: 24
‘yukarı’ dedin
Yazıktan da ötesi var burada. Birincisi bunların, Türk Edebiyat'ının Anadolu Aydınlanması türü birşeyinde katkısı olduğuna bile inananlar var. Ama gardı bu kadar düşük tutmak gerekiyor mu? Bir de şu var, Enis Akın'ın kuşağı, bizden öncekiler filan acaba bunları tasviye edebilmişler midir? Burada açık açık Ahmet Oktay'la birlikte bu isimlerle bir kuşak çatışmamız var, bu açık. Ahmet Oktay gibi bir adam ucundan bucağından "lirikler" diye kitap çıkarmadı mı? Lirik mi kalmış? Açık açık türk şiirinde ilericiler ve gericiler vardır, başka da hiç birşey yoktur.
------------- ~ -------------------- Hubble'ın Mercekleri
kültür gündemi ne haldeymiş bakalım
Puanlar: 30
‘yukarı’ dedin
Geleneksel şiirin karşısına görsel şiiri alarak yaratılmaya çalışılan bir kutuplaşma var. Bunun özellikle yapıldığını düşünüyorum. Buna elmayla armudu kıyaslamak denir. İkisi de meyvedir ama farklıdırlar. Ve hepimiz kuzey yarımküredeyiz, boşuna uğraşmayın.
Enver Ercan'a kızmıştım. Gelecek cevapların üç aşağı beş yukarı ne olacağını herkes tahmin ediyordu ve neden böyle bir şey yaptı, bu bir komplo teorisi mi acaba diye düşündüm. Edebiyat derslerinde okutulası bir dosya ortaya çıktığını gördüm: Türk şiirinin sıkıntıda olduğundan ve okur bulamadığından şikayet edenlerin, yeni oluşumlara ve arayışlara karşı tavrı da bu olmuştur. Elimizdeki malzeme de işte buydu diye, gelecek kuşaklara kalacak bir dosya hazırlamış.
30-40 yıldır şiir yazan, eleştirilen yapan insanlar,yapmadıklarının yapamadıklarının hesabını görsel şaire soruyorlar. Görsel şairde şunu söylemektedir: Okur sayısını 500 ben indirmedim, yıllardır siz ne yaptınız. Ve yine görsel şair, kendini sevmekten şiiri sevmeye fırsat bulamayan şair karşısında bu 500 okuru bile fazla bulmaktadır.
Enver Ercan'a teşekkürler. Türk şirinin neden bu halde olduğunu bize gösterdi. Bunca zamandır halının altına süpürülen pislikler koku yayıyor ama hala temiz olduğu iddia ediliyor. İnsan içinde bulunduğu ortama alışıyor tabi. Halının güzel olduğunu hepimiz biliyoruz. Halının temizlenmesi, havalandırılması, süpürülmesi, yerinin değiştirilmesi gerektiğini görmezden gelenler ise halıyı çürütüyorsunuz. Motifler, renkler görünmüyor artık. Bu halı bizim kimseye vermeyiz, çürütürüz hatta giderken (Allah gecinden versin) yanımızda götüreceğiz, bizi ona sarın diyorsanız diyecek sözüm yok. Mülkiyetçilik böyle bir şey demekki. Hepinize Türk şiir tapusu vermek lazım.
Hayriye Ünal siteyi ziyaret etmiş, işlere bakmış. Konuyu yerinde inceleyen tek kişi. Fakat görsel şiirin ve şairlerin kendi içindeki gelişimini es geçmiş.
Enis Akın, bu hikayedeki yeni mallarla eğlenmiş. Yazıyı yazarken hakkaten eğlenmiş ve etrafta toplaşan gençlere (yanlış gençlere) tavsiyelerde bulunmuş. Olsun yine de teşekkürler, yazdık onları bir kenara.
Veysel Çolak, Abdülkadir Budak, Metin Cengiz yani çevremizin ileri gelenlerinin yaklaşımı ise oyun oynayan çocukları hizaya sokma ve oyunun nasıl oynanacağını öğretme şeklinde olmuş. Oyun kuramları açısından olaya bir yorum getirecek olursak, oyun çocuğu hayata hazırlayan ve insanın tarihsel gelişimini sırasıyla yaşantılıyarak tekrarladığı ve sosyalleştiği eylemdir. Tüm çocuklar çamurla oynar, çanak çömlek yapar, avlanır, çadır kurar ve daha sonra grup oyunları oynar ve bu belli bir sıra izler. Bunu çocuğa öğretmeye gerek yoktur. Genetik olarak kodlanmıştır, tarzları ve kuralları farklıdır. Bu da çocukların yaratıcılığına kalmış bir şey. Kendi kurallarınızı dayatamazsınız. Pısırık, korkak , karakteri gelişmemiş çocuklar olur etrafta sonra.
Son söz; aklına, duygusuna inanan olan biteni anlamlandırıp kendi yoluna gidecek cesarete sahip olan şairler arttıkça şiir okuru da artacaktır merak etmeyin. Görsel şiirin , geleneksel şiir okur sayısını arttırmak gibi özel bir misyonu yoktur, herkes kendi payına düşen pisliği temizlesin ve özeleştiri yapsın.
Not. Saygı sınırlarını zorlayan bir yazı oldu farkındayım ama elimden gelen bu, bana saygı göstermeyene ben de saygı duyamıyorum. Görsel şaire saygı duyulmadığı gibi görsel şairin kadın cinsinden olanının adı bile yok. Bu daha sonraki zamanların konusu olacak. Türk şiir camiasının bir oryantasyon çalışması ve hizmet içi eğitimden geçmesi gerekiyor bu konuda da. Yetiştirme tarzı ve kültürel kodlanma ayarlarınızla oynamak gerekecek ama umut görüyorum bu konuda merak etmeyin. Öncelikli konumuz görsel şiir.
bir iki şey
Puanlar: 36
‘yukarı’ dedin
Veysel Çolak'ın duruşunu "sosyolojik olarak" temellendirme çabasında, nasıl da "sosyolojik"i bir analiz yolu/yöntemi ya da düşünme biçimi olarak almak yerine anlamaya çalıştığı şeyin özü haline getirerek kendisini haklı çıkarmaya çalıştığına şaşırdım. Yani Anadolu'nun ya da Türkiye'nin "sosyolojisi" uygun değil görsel şiir'e. O zaman benim de "psikolojim" elvermiyor gerisine!
Metin Cengiz "Savunmak ya da savlamak değil, savunulan tezin ne denli gerçeği yasıttığı ya da en azından gerçeğe ne denli uygun olduğu önemlidir" demiş. Ancak argümanını temellendirdiği referans ya da çıkış noktaları ile- eğer şeytanının avukatlığını yapabilseydi- pekala görsel şiirin olumlanmasına da varabilirdi (aynı şey Veysel Çolak'ın Heidegger'e dayanma çabaları için de geçerli). O zaman hangi gerçeğe uygunluk?
Hayriye Ünal "Görsel, belleğin marazlı şefkatinden uzak durma kapasitesiyle, sanatın değişmez beklentilerinden olan, "özel bir arzuyu doyurmak" işlevini yerine getirebilir mi" diye sormuş. Belki de "özel bir arzuyu doyurmak" beklentisi acaba hangi şair/yazar/okuyucu öznellikleri/pozisyonları doğurdu diye sormak bize daha fazla yardımcı olabilir. Ayrıca alışıldık gelenekler acaba aslında "doyurmak" yerine hangi kısır döngüler yarattı (ya da doygunluk yerine mesafeler/boşluklar/eksiklikler) da yeni arayışlar çıkmakta?
bir faydamız olur mu ki?
Puanlar: 19
‘yukarı’ dedin
Görsel şiirin , geleneksel şiir okur sayısını arttırmak gibi özel bir misyonu yoktur, herkes kendi payına düşen pisliği temizlesin ve özeleştiri yapsın.
demiş Derya. Aslında Varlık'taki soru "nasıl çok satarız?" sorusu değil. En azından öyle anlaşılmamalı. Burada, zihniyetin, en azından görsel şiir konusunda (zamancuvali'nin daha once belirttigi gibi) alinan yol ve yapilan seyler hakkinda olmasi gerekiyordu. Eger sairlerimiz -ben de dahil- cok satmak ya da daha fazla konusulmak istiyorlarsa, benim vasatlik dedigim seyden kurtulmali, sozlu/yazili kultur konusunda Veysel Colak'in -Ece Ayhan'in daha once kotuluk dayanismasi dedigi- o ortalama ile uzlaşmanın, buluşmanın yolunu aramalaridir, ornegin Yusuf Hayaloglu'nun yaptigi, Yilmaz Erdogan'in yaptigi gibi.
Edebiyat ve sosyoloji ve pazarlama bir araya geldiginde, sairin sesi birden kesiliyor goruldugu gibi. Oysa bu sairler, bu birkac kusak, fellik fellik yabacilasarak degil, tam tersine daha fazla dahil olarak gecirdiler hayatlarini. Kitaplarinin satmasi, okur ile kurduklari iliskinin kahve duzeyinde kalmasini umursamadilar ama her ne hikmetse, Yilmaz Erdogan'i da asagilamaktan geri kalmadilar, degil mi?
------------- ~ -------------------- Hubble'ın Mercekleri
ancak şiir saatında kafası çalışıyor şairin sonra unutuyor
Puanlar: 28
‘yukarı’ dedin
"Yalama olmuş belli biçimlerden, bu biçimlerin ortak verimlerinden yararlanılarak yazılan şiir, çıkmazdadır şimdi. Hep, anonimleşmiş, bilinen bir biçimle yetinmek, giderek izlek yoksunluğuna dönüşmektedir. Çünkü var olan biçime uygun ön içerikler aranır olmuştur. Bu da büyük yaşamsal kesitlerin şiir dışında kalmasının nedenidir. (...)açmazdan kurtulmanın biricik yolu, yaşamı bütünüyle kucaklamaktır. Bugüne kadar şiir dışı (vurgular bana ait) izlekleri ele almak, doğru bir başlangıç olabilir. Bu izlekler yeni biçimleri gereksinecektir. Böylece var olan şiirden uzaklaşılırken, yeni bir şiirle buluşulacaktır. Artık günümüz şairi bunu düşünmeli. Yoksa bilinen yöntemleri uygulamaktan öteye gidemez".
[ara:Veysel Çolak], bu yukarıdaki ifadeleri YOM'un Ocak 2004 sayısında yazmış. Hadi taşrada bunlar "moderinlik" sayılıyor da, yeniyi görünce birden "türkiye'de şiir sözlü kültür şiiridir" filan gibi zırvalara gerek duyuluyor?
------------- ~ --------------------
Hubble'ın Mercekleri
vasatlıkla ilgili bir şeylere
Puanlar: 26
‘yukarı’ dedin
vasatlıkla ilgili bir şeylere bakarken google beni tekrar 2007 tarihli bu yazıya gönderdi. Yorumlarıyla beraber yeniden okunası. Çünkü tam da hâlâ geçerli ve hâlâ bu sadece dizeli/görsel şiirin, şairin meselesi değil. Yaşamın her alanına nüfuz edebilen ve rahatlıkla kabul edilebilir bir şey. Modası geçmiyor bir türlü...