YÜZYIL SONU TÜRK ŞAİRİ

Birincil sekmeler

Yüzyıl-sonu Türk şairini bir kenara ayırmalıyız. Geçen yüzyılın -yani 20. yüzyıl- terimlerine ve söz dizimine o kadar batmış durumdayız ki, onun geçip gittiğini fark bile edemiyoruz. Daha 92 yıl daha içinde bulunacağımız bu yeni yüzyılı, ister kabul edelim, ister etmeyelim, bir öncekiden ayıran tonlarca farklı yönelim varken, bir şekilde o ayrımı henüz yapamadık.

1990 sonrasında şiirimizde birşeyler olduğu açık. Bu tam da 1990'lardan birkaç yıl ötede olmuş değil. Ağır ağır, çok derinlerden bir çıkış, bir farklılaşma başladı. Bunun "garip" olduğu açıktı, ama "Garip" ile özetlenebilecek birşey değildi. Biz, bu gelişmelere henüz isim verebilmiş değiliz. Ama yinelemek gerekiyor, biz 20. yüzyılın geçip gittiğini henüz idrak edebilmiş, yazılarımıza, eleştirilerimize filan katabilmiş değiliz.

Bu durumun nedenleri çeşitli olabilir, örneğin yaşadığımız toplum, siyasetinden, futboluna kadar geçen yüzyılın ve ondan önceki yüzyılların halledemediği sorunlarının diline o kadar düşkündür ki, bundan etkilenmemek mümkün değildir. İkinci bir sebep de, dilimizin, ne yazık ki, yeni durumları, eski durumların dili ile anlamaya ve anlatmaya çalışması. Diyebiliriz ki, şiir dahil dilimiz hiç bir şekilde sözlüğü geliştirmiyor, ikame ediyor, anlamını geliştirmiyor, bir tek kelimeye çok daha fazla anlam ekliyor.

Örneğin tüm 20. yüzyıl sanatına rağmen, "biçimcilik" diye birşeyden bahsediyoruz biz. Nedir "Biçimcilik?" diye sorduğumuzda, bunun az önce yukarıda anlattığım gibi kavramların yanyana sığıştırılmasından ve düşünsel tembellikten başka birşey olmadığını görüyoruz. Edebiyatçımızın bahsettiği "Biçimcilik", geçen yüzyılın kavramı olarak, gerçekten şimdinin "hiper-biçim ve içeriği"ni karşılayabilir mi? Kavramlar, kelimeler bu kadar çeşitlenebilirken, karşımızda şiir için "Söz" diye bir halt çıkartıyorlar. Neden yapıyorlar bunu? Bu "söz" içinde "logos" geçen şey ile aynı ise, Nike logosundan daha fazla tanınan sözler var mıdır hayatımızda? 20. yüzyılda sanatçının kazandığı "kod-simge üretme" özgürlüğüne ne oldu? Birbirinden bağımsız bir sürü kavram çifti, malzeme ve içerik mevcutta ışırken, hala Söz ve Lirik gibi kavram çiftleri ile debelenmenin ne anlamı var? 19. yüzyıldan 21. yüzyıla yatay geçiş gibi bir şanssızlığımız oluyor, bu açık değil mi?

90 Sonrası

90 sonrasını tekrar konuşmamız gerekiyor. Özellikle "80 sonrası" denen klişeden arınarak ve mümkün olduğu kadar da ayırarak. 1980 sonrasında olan ve olacak olan herşeyi bu terim ifade etmeye başladı bile. Edip Cansever'ane bir kaçış, Cemal Süreya'ya kökten bir bağlanış, Uyar'a tuhaf bir tapış derken, biz bu şairlerin hayatlarının, şiirden ne anladıklarının farkında olamıyoruz. Yani onlarla aramızda mesafe koyamıyoruz. Onları "lirizm"in çeperleri içinden görmeye çalışıyoruz ve bunun şiirinde uygulayanlar da hiç az değil. O zaman, 1980'lerin 1990'lara doğru evirdiği şeylere pek de yüz vermeyen, başka şeyler arayan ve bu başka şeyleri, sınıflandırmayı, adlandırmayı, hayatının ve şiirinin biricik dinamosu yapanmaya çalışanları gözetmeliyiz. 1990'larda şu anda yürürlükte olduğumuz, tartıştığımız birçok şeyi keşfetmeye başladık. Ve bunun üzerine gitmemiz gerekiyor.

Nesnevi'den sonra şiirim

Kendi adıma söylemem gerekirse, ben 80'lerden 90'lara şiir gelirken, 2000'lerde keskin bir dönüş yaşayanlardanım. Bu dönüşümü yaşarken, kullandığım teorik temel ve araç gereç daha önce Türk şiirinde pek kullanılmış şeyler değil. Bunu, sırf kendim için yapmış değilim. O keskin dönüşün, elbette bir sürü problemi olacaktır, ama öncüler bunun içindir. Kendimi bir öncü olarak gördüğümden değil, başka türlü ifade etmenin zorluğundan bu sıkıntısından öyle yazdım. Öncüler, genel olarak kaçar-göçer durumlarda yakalanırlar. Verdikleri fotoğraf, tuhaftır ama manzara da, ara-durumlardan, kararsız-fazlardan ibarettir. Örneğin bunlar "uzlaştırmayı" düşünmez. Ara-katmanlar ve kategoriler daha sonra gelir, oluşur.

Örneğin görsel şiir ile ilgili tüm tartışmaların yavaş yavaş, bazı açılımlar getirdiğini, az önce bahsettiğim "biçimsellik" denen şeyin, yavaş yavaş daha fazla açığa çıktığını görmek, aradan geçen 4 yıl içinde insanları, şiirsel bildiğimiz kalıpların dışında, kitap üretmeye, kavram üretmeye ve bu kavramlarla, çeşitli ara-fazlarda, dolaşmaya, iş üretmeye çalıştığını görmek, sevindiricidir. 90 sonrasının en heyecan veren tarafı da, "deney"in, aslında şairin devlet eliyle şiir yazmadığının kanıtı olarak ortaya çıkmasıdır. Açık açık belirtelim, Ece Ayhan'ın kendisini yırttığı sivillikten biz, nasibimizi aldık. Artık küçük bir klik içinde, bürokrasi ve kırtasiye kavgası olarak şiir yok. O darlığı aştık. Artık ödüllerin hiç bir anlamı yok. Parti programı ile ilgimiz kalmadı. Kendi dergimizi kendimiz basıyor, kendimiz dağıtıyor ve kendimiz batırıyoruz. Ve battıktan sonra da bize hesap soranlara, istediğimiz gibi cevap veriyoruz. Orada da durmuyor, başka dergiler çıkartıyoruz.

Özetlemek gerekirse, ben aşağıdaki gibi bir liste yaptım, 21. yüzyıl şiiri ile ilgili.

  • biçimin keşfedilmesi
  • "yeni" olarak tanınmaktan kaçış
  • süper-bireysellik
  • dadacı bilinç ve biçim
  • kök-sap dergiler, yayınlar ve yayın anlayışları
  • internet cemaatleri
  • ready-made üretme merakı
  • şiirin şiirselliğinden tiksinme
  • önce yapıt, sonra anlam
  • anlam arayışının çözülüşü
  • göstergeyle iddialaşma
  • yeniden-üretme, parodi ve nostalji
  • şiirin levazımına mukavemet
  • hiyareşi dışı şiir tarihi
  • yatay organizasyonlar
  • sınırları belirsiz melez türler

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 37

‘yukarı’ dedin

bu liste için sanırım biraz erken davranmış Serkan Işın. belki de geç kalmış bir liste. maddelerin büyük çoğunluğu 20yy sanat ve felsefesinin keşifleri zaten. Ama burada bir ironi kurup, şiiri tamamıyla yerelleştirirsek (ki Serkan'ın metninin uçları da bu bahse dokunuyor), 20 yy avlumuza ancak şimdi girebiliyor diye düşünebiliriz belki. Ama yine de bizim avlumuzda da bunların bir şekilde yaşandığını düşünüyorum.

bu haliyle bu-yeni- asır pek bir yenilik getiremeyecek gibi.

hatta 21 yy batıda -biraz da son 50 yıldır doğudan devşirdikleri malzemenin ufuk açıcı etkisiyle maddelerin çoğunu başka bir boyuta geçmek zorunda. En azından felsefi argümanlar, paradigmalarını buna zorluyor. Bunu başaramazlarsa, kültürel anlamda sonsuz bir iflas yaşayabilirler. Örnekler:

gösterge ile hesaplaştılar, artık gösterge ile hesaplaşarak çıkmazları aşamayacaklarını gördüler. Bu durumda gösterge dışı bir dili keşfetmek gerekiyor. dil zaten göstergedir diyebiliriz. işte tıkanma da tam olarak burada başlıyor zaten. dilin ya da göstergenin unutulması gerekiyor. Bu da hep, tek çıkış olarak gördüğüm rastlantıya bağlı bir kuramla olabilir. Rastlantının kültür içinde tesisi ya da keşfi, başlı başına sıçramadır. rastlantının varlığı ise göstergeyi işlevsiz kılar. Bu da kavramın nedensellikten yoksunluğu gereği sönmesine zemin hazırlar. işte o gün tüm anlamlarıyla tanrı da ölebilir.

Sınırları belirsiz melez türler. 60ların avant-gardizminden itibaren kurulan pek çok laboratuar bunun için çaba gösteriyor. Türkiye'de fazlasıyla kanıksadı bu disiplinlerarası kardeşliği. Hatta, popüler sanat bu durumu dehşetle kullanıyor. Yani sanatın en içsel olanaklarından biri oldu çıktı. Disiplinlerarası sanatın bir uç noktası var ise - olmasını arzuluyorum- bu son uç; tek tek türlerin ölümüdür. artık şiirden, romandan, resimden bahsetmek yerine teknik olanakların el verdiği bir alanda tek bir sanattan bahsedilir. Görsel şiir'e isim olarak itirazlarım bu düşünceden kaynaklanmaktadır. 21yy bunu deneyecektir. Şimdi Melih Cevdet'in imgeye sırtını döndüğü düz yazı şiirleri ile bir deneme, anlatı ve hatta felsefi makaleyi ayırmak güçtür. ona şiir demiştir ama Anday. zamanla bu içiçe geçmeler epey zorluklar doğuracak. siz yaşıyorsunuz bu zorluğu zaten. ve sanırım yayıncıların da bu zorluktan pes edeceği bir an da şiir yerini kitap- kurmaca- gibi bugün için bir şeyleri tanımlamaya tek başına haiz olmadığını düşündüğümüz kavramlar kullanılacak.

bu durum organisyon kavramını tehdit ettiği gibi, onun yatay ve dikeyliğini de yok saymaktadır. tüm yok saymalar, direnmenin kavramsal olarak neden varolduğunu ve onun tüm mizaçlarını öldürebilir. Zira hiyerarşinin -buraya tarih okumalarını da ekleyebiliriz- olmadığı yerde ne anlamı ne de aitlik duygusunu tartışabilirsiniz. Bu durumda direnmek nostaljiyi kurar ama anlamakta güçlükler çekilecektir.

bu tür varsayımlar fazlasıyla uzatılabilir.

Son kez dadacı karşı çıkışları düşünmek istiyorum. Dadacı çıkışlar yukarıda söylediğim hiyerarşi içinde varolur. Amacı bu hiyerarşiyi kırmaktır zaten ama hiyerarşi sorunu şu anki biçimiyle devam etmez ise dadacı çıkış gerçeküstücü çıkışa dönüşür. Siyasallaşmak durumunda kalır. Bu da hiyerarşinin çözülmesine rağmen yok edilememesindendir. Hatta tam alamıyla fukocudur. Bakiliği görür ama saldırır. İlginç bir şekilde tarih yüz yıl geriye sarmış olur bu durumda. Tarihin sarmallığı ve aptallığı üzerine de uygun bir örnek oluşturur aynı zamada. üçüncü dünya savaşı tasarımları da bu döngüyü akla getiriyor. ilk avant-garde hareketler ilk dünya savaşı ile patlamıştı çünkü.

Bir de şu var: bizim buralarda, çok az insan sanat ve kuram üzerine düşünüyor. Bu nedenle de hep sanatı tekniği içinde algılıyor. İp cambazının yürüdüğü ip kırmızıydı diyerek kendi ipini de kırmızı kılıyor. ip cambazı hiç varolamadan ölüyor böylece. bu durumda bizim 21 yy algımız fazla riskli olabilir. Önce biraz foton çalışması gerekecek tüm şairlerin. Düşünsenize, tüm bir tarihi sarsan modernizm eleştirilerini bile içi boş, kof tartışmalar ve metinler olarak algıladılar. Oysa o kofluğu kurmak neredeyse birkaç bin yıllık bir akılın ürünüydü. Yazının buradan sonrası Türkiye’nin kamusal aklına dahil olmaktan kurtulamayan sanatçıları içeriyor ki bazen aynı şeyleri tekrarlamaktan kendime aymakta gecikiyorum. bu nedenle buraya kadar olan yeterlidir diye düşünüyorum.

Sanırım üzerinde çok durulması gereken bir konu. Eğer birileri bu konuya kafa yormaya devam ederse bu mutluluk verici olur ama böylesi saçma ve bulanık bir yolda neler görebiliriz emin değilim.

Not: 90’ların şiiri, uzam-zaman ve mekan kavramlarından uzaktır. Bu uzaklık bilinçle kurulmamıştır. İmge fetişizmi, üst üste binen şiirler yazma zorunluluğu doğurmuştur. Bu nedenle farkına varmadan anlamdan kopmuştur. Ama bu kopuş asla bir sorgulama sonucu olmadı. Bu nedenle 90ların asıl garipliği böyle başladı. Bu şiire asla kızmıyorum ama sevmiyorum da. Kızmamamın nedeni, felsefe ile ulaşılamayan bir noktaya varmışlardır neredeyse. Sevmememin nedeni ise nereye vardıklarını göremeden ahkam kesmişlerdir. Zaman ve mekan ve kişi parçalaması batının son 60 yılını yedi. Bu şiir dönüştü mü, dönüşmeye devam mı ediyor, biraz beklemeli. Sanki anlamı özlediler gibi bir hal var üzerlerinde. Elbette şunu eklemeliyim: 90lar derken neyi kastediyorum çok bilmiyorum. Söylediklerim ne kadar çoğunluk kurdu bundan da emin değilim. Popüler araçlarla tüm bir 90 şiirini analiz etmek olası değil çünkü. Hele dergilerle asla… Tüm kitapları edinebilecek param ise hiçbir zaman olmadı.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 42

‘yukarı’ dedin

Ben açıkcası, daha önce de böyle listeler yaptım, yapmaya çalışıyorum. Aslında liste yaparak da modern bir işi yerine getirdiğimizi de düşünüyorum, bir ayrımın ucunda sallanan şey, öncekinden sadece farkları ile ayrıldığında, ne kadar tatmin edici olabilir?

Türkiye'de "ve" ile "veya" arasındaki derin bir kavganın sonucu mevcut. Örneğin "emir ve komuta", "hak ve özgürlükler", "iş ve aş" gibi ikili birliktelikler, birbirlerini "emir veya komuta"nın, "hak veya özgürlükler"in tuhaf bir fazı var önümüzde. Bu ikilikler, sanki birbirlerini tamamlamak ve daha da güçlendirmek için böyle porsiyonlar halinde sunuluyordu, ama görülüyor ki, aslında tekil olarak kendileri, daha fazla eylemde kullanılıyorlar. Yani örneğin sadece "komuta" var ya da sadece "emir".

Modern türk edebiyatı, bazı ikilikleri, zihinsel olarak türetilmiş bazı zorlama kavram çiftlerini, ya birbirine zıt ya da birbirinin tamamlayıcısı olarak düşünmeyi çok sevdi. Oysa felsefe ya da bilim ya da teknoloji gibi alanların, bu zihinsel ve tahakküme açık şeylere bir nevi panzehir görevi yerine getirdiğini fark etmedi, edemedi. Bilim-kurgu'yu keşfedemedi örneğin, ya da somut/kavramsal sanatı bir kaçıştan başka şey olarak anlayamadı.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 31

‘yukarı’ dedin

Haklısın, sadece farklarla ayırmak tatmin edici olmayabilir. Ama şunu da düşünmek gerekiyor Serkan, a ve b arasındaki ilişkiyi kurmayı ya da bozmayı deniyoruz. Ürperiyorum çünkü ilişkileri kurcalamak sadece çözümleyen bir us ile oluyor. Yani modernist olan sadece listeler değil, düşünme yetimizin geldiği nokta da aynı ve bunu bozmak-yok saymak- oldukça zor. Esrimek, cebimde kalsın. Esrimiş bir us arıyorum sadece. Şiir de şairlik de ondan sonra gelsin. Haliyle elimde a’nın b’ye eklediklerini ya da tam tersini bırakırsam aynı yolu sürdürmekten öteye geçemem. En azından farkları deşifre etmeye çalışmak yapıyı bozmak için biraz daha makul geliyor bana. kuşkusuz tek yöntem değil hatta en baştan hatalı bir yöntem de olabilir.

“Ve” ile “ve ya” mevzu… bunlar bağlaçtır desem ve sadece şu cümleyi eklesem: İlk paragraftaki ürperti zaten, ilişki/cümle/us bağlayanlardan doğmuştur.

İlk yorumdan alıntı: Rastlantı…

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 30

‘yukarı’ dedin

Rastlantı evet, ama nereye kadar? Rastlantının uzamı da rastlantısal mı? Derin sorular? Toplumsal hayat bireye/olguya nereye kadar gitme özgürlüğü verir? Bataille bunu araştırdı değil mi? Hegel, Hegel diye bağırmamızdaki sebep, Hegel'in kurduğu dünyanın ve algının gerçekliğinin, somutluğunun ötesinde bir yer var mı acaba diye sormaya davetti, milleti ama henüz o aşamaya gelmiş değiliz. Biz daha o denli saat gibi işleyen bir cemiyet hayatı kuramadık, hayal edemedik. Bizimkisi, aslında bizi önüne katan o akıl dışı akılcılığın tehlikeli koylarından uzak durma isteği.

Bizde o yüzden, A ile B arasındaki ilişki verili. Dil, ancak anlam üretebildiği sürece dil, o yüzden düşünce, bağlanmış. Bu acı mı acı bir deneyim. Wittgenstein, Pi filmi, Oxford Murders'da anlatılan hikayelerden birinde, tüm gövdesinden sonra kafasının içine bakmaya çalışan dahi matematikçi? Tüm haberler, kaza haberleri, cinnet haberleri, cinayetler, hırsızlıklar, rasyonel bir toplumda yaşamanın getirdiği cinneti mi anlatıyor?

Ayrıca şimdi fark ediyorum ki, geçen yüzyılın başı ile sonu arasındaki türk şairi arasında hiç bir fark yok. Yani Yüzyıl Sonu Türk Şairi, aslında neredeyse "tipik" birşey.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 50

‘yukarı’ dedin

Rastlantının uzamı dediğimiz anda zaten bir ilkeye ilerliyoruz. aynı ilke Hegel'de de var. hatta ayırmayı deneseler de dekart'ı da dahil ederim buna.

Rastlantı nereye kadar?

bu soruyu salt bir uzam algısı ile mi yoksa zamanla da mı düşüneceğiz. fena çuvallarız orada da çünkü o kavramlarda ilkeye bağlı...

bilim... tüm inançların aksine bilim usu özgürleştirmez. tanrıyı öldüren de bilim değildir. Çünkü tanrı-lar hala içimizde. bilim sadece ve sadece nedenlerle sonuçların evliliği üzerine ilerler ki bu da ilke'dir. ilkeyi ister incil'den ister Kuran'dan ya da diğer kutsal kitaplardan sağın isterseniz felsefenin içinden sağın. Sonuç us'un rastlantıyı kavrama olasılığını hiçler. Kendi adıma korkunç bir ilke fetişmi içindeyim ve bu yüzden rastlantıyı olanaklı bulamıyorum.

haliyle akıldışılık -akılla sabit kalıyor- koşulsuz susarım bu cevap karşında...

o zaman rastlantıyla nereye kadar sorusu yerine sanatla nereye kadar diye sormak istiyorum (çünkü başa sarıyoruz çoğu zaman sanat ve sanat kuramı içinde). bir yanıtım yok benim. hala yazıyorsam bir şekilde.... rastlantıyı da aynı düzlemde düşünüyorum...

cidden önermeler ve sonuçları sorunsuz olabilir mi? sorunları ayıklayabilmemiz ne kadar olası?

bunlar zaten şiirin çıkmazları değil...

haber bültenleri: birgün ya da şimdi altına kendi ölülerimizi de ekleyeceğiz zaten...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 38

‘yukarı’ dedin

o meşûm ifadenin "hürriyet hürriyet dedik, kölesi olduk hürriyetin" gölgesinde yaşıyoruz. dedelerimizin peşinde düştüğü o cilveli "kahpe"den bahsediyoruz. bugün iyi giyimli, ciks, cool ve aynı zamanda mahzun, eldeğmemiş nazenin bizi cezbetmiyor. o kendini arındırdıkça -örneğin İnsan hakları gibi bir konuda- biz ondan hoşlanmıyoruz. Benim düşünceme göre dedelerimizin gördüğü, aşık olduğu gerçekten de kahpeydi, Batı'nın taşraya gönderilmiş ikizlerinden deli olanıydı (benzetmenin şöven bir dil taşıdığını biliyorum ama o dönemin yazarlarına göre aşık olan bu 'şey' öyle ifade ediliyordu.)

Rastlantısal olan özgürlük ile ifade edilemez, açıklanamaz gibi geliyor bana. Rastlantı, unutmanın yerini alacak çok tatlı bir kavramsal kurgu gediği değil. Kurgu üreteci de değil, rastlantı, tam da sanatçının eserde içeri doğru hareketini mümkün kılan şey. Bir çizgi, birkaç leke, bozulmuş birkaç nesne. Rastlantı uzamdan, fiziksel olarak değil, metafiziksel, jeo-metafiziksel olarak taşabilen şey belki de. Aynen Pi sayısı gibi. sayı irrasyonel, ama sonuçları gayet somut, oranlar açısından bakıldığında 22/7 ama son basamağını görebilenimiz olmayacak kıyamete kadar.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 31

‘yukarı’ dedin

kuşkusuz rastlantı özgürlükle açıklanmaz. oradaki özgürlüğü çağdaş bir tanrı olarak kullandım yani kamusal aklın görme biçimi böyle ki orada rastlantının ehemmiyeti de yok onlar açısından

teknik olarak rastlantıdan bahsettiğimiz anda felsefi olandan kopuyoruz zaten. evet bu durumda deneyin alanı başlayabilir. bu kısım çok fazla üzerine eğilmediğim ama gösterge sorunları karşısında yönteme bağlamadan denemeyi denediğim bir alanı kaplıyor.

rastlantı unutmanın gediğini alabilir mi? elbette alamaz. unutmak, us ve yelpazesine karşı bir siboptur. ama kendi tekrarları içinde döner. anlam üretmeye yetecek gücü edinemeden başa sarar. bu haliyle unutmak esrimenin üzerine iyi ve dokunaklı bir roman kişisi olarak örülebilir. ilginç şekilde holywood'un unutmaktan ne kadar korktuğunu düşünebiliriz. bu bile dünyayı yöneten aklın nerelerde telaş içine girdiğini anlatabilir. rastlantı başka bir yerde.

sayılar... sonuçlar somut mu? ben bundan emin değilim. sayı irrasyonel ise önerme mutlak sonuç üretemez. işte orada yeniden ve ile ve ya hayatımıza girer. ama ortaya çıkan sonuçlar somut olanın aklın somuta olan ihtiyacını pekiştirmekten başka çok da anlamı yokmuş hissini uyandırır ben de. pi kadar şaşırtıcıdır 0 çünkü 3.1444444444 son dört görülemese de sıfırın doğada bir karşılı asla olmamıştır. (ne iyi mitler tarihi çalışmalı bu sayıyı) hatta buradan itibaren sonuçların somutluğunu yeniden düşünebiliriz.

fonksiyonları seviyorsun değil mi?

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 36

‘yukarı’ dedin

3,14285714285 71428571428571428571. bu hesap makinesine 22/7 yazdığınızda size verebildiği cevap. eğer bununla yetinebilinseydi, elbette adresinde olduğu gibi ilk 500 basamağı nası ezberleriz diye unutmama yöntemleri ortaya çıkmazdı.

Sıfır ile şifre, cifr ile "zero" özünde boşluk ise (). o zaman bana göre doğanın kendisi büyük boşluklardan ve sır'lardan oluşuyor. Ortaya çıkartan soru ise, düşünel, felsefi: "nasıl olur da hiç birşey birşey olabilir ya da tersi?".

Orayı geçelim, bizdeki O ile 0 arasındaki benzerliğin, biraz farkedilmemiş, fazla uzak duran tuhaflığını da düşünelim. "sen" ben "o" ya da "0".

Fonksiyonları sosyologlar seviyor, ama istatistik biliyorlar, her ne hikmetse kaos teorisi bilmiyorlar. İşin matematiksel kısmı eğlenceli vs. ama önümüzde duran soru, metamatiksel bir sorun, matematiksel değil. Niceliklerin değil, tam tersine niteliksel olanların karmaşası biraz.

Şiire bağlarsak, şiir, kendi içindeki pi'leri ilk 5-6 basamakla işaretleyip geçme eğiliminde.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 48

‘yukarı’ dedin

22/7 3,14444444... değildir, evet. kötü bir ezber, özür dilerim bunun için...

sıfır doğada yoktur. hiç birşey birşey de değildir. neden karşıtlıklar üzerinden düşünmekten kurtulamıyoruz ki. işte 3 derken 3 koyunu düşünmemizde bundan kaynaklanıyor. böyle bakınca tüm veriler sağlam. işte koyunlar... yine buradan bakınca ölüme de yaşamak falan diyebiliriz.

sıfır boşluk mu? toplarken etkisiz bölerken bazen mutlak benci bazen de anlamsızlaştırıcı çarparken yine mutlak benci olan bir şey... boşluk olamaz. gerçi buradan bakınca mutlak ben bize çok tanıdık gelebilir. doğada, işte orada da diyebiliriz. ama sıfır doğada yoktur derken, başlamamış olanı düşündüm. hem de tüm bir algı başlama ile var olmuşken.. şimdi başladıysa-k gidip her şeyi bulabiliriz. buna inanır ve güveniriz de.

sen, ben o ya da 0... bu biçimsel bir algı /hatta şairane bir algı. ilk elden söylemeli ben o ise, sıfır olamaz. hatta ileri gidip düşünebiliriz: ben yoktur o vardır. yine 0 etmez sonuç. sıfırı bir özne ile düşünmek, sıfırında bir özne olabilmesini akla getirir ki sıfır özne olsaydı varlık varolan olmazdı. metafizik başladığı gibi fizik bir vücuda bürünürdü.

matematiğin bu kadar alan dışı olduğuna inanmıyorum, bir hayli işin içinde... felsfe ya da onun gibi kavramsal ve hatta imgeye bağlı her disiplin/bilim vs matematik akıldır. sayılar olmasaydı akıldışından akıllı somut veriler elde edilir miydi ya da soyutlamaya erebilir miydik? -burası yine rastlantıya döner; olası mı değil mi?

ama matematik şimdilik çok uzak bir uç dersen, makuldür derim. uzak bir uçtur ama göz dibini aydınlatan mumdan caysın diye yazıyoruz çoğu zaman

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 26

‘yukarı’ dedin

"felsefe ya da onun gibi kavramsal ve hatta imgeye bağlı her disiplin/bilim vs matematik akıldır" demişsin Kemal Çubuk. Peki matematik akıl sapıtmaz mı? Önümüzde Cantor duruyor örneğin.

Yazının ve yorumların dağılmaması için ben soruyu bir kez daha sormak istiyorum: Biz yüzyıl başlarında ve sonlarında, şiir ve sanat açısından bir envanter çıkarma eğiliminde miyiz? 20. yüzyıl hakkında bir antoloji yapabilecek miyiz? Eski üretim biçimleri, yeni ürünler üzerinde ışıldıyor mu hala?

Ayrıca bir Zaman'ın ya da Tarih'in farkında mıyız? Bunlara bağlı olarak Mekan'la ilişkimiz nedir? Örneğin, bakın gazetelerde Tuz Gölü ile ilgili , çıkıyor. Sizce, bu değişiklik coğrafya haritalarında ne zaman değişecek?

Bazı şeylerin, önceden belli olduğu sistemler, sonuçlarını geciktirmeye çalışmaktan başka hiç bir halt yapamazlar.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 48

‘yukarı’ dedin

Sapıtır mı? -bunun yanıtını sen ver istersen ama iki öncül veri bırakayım buraya:

- Sapıtmanın, yorumlar içindeki diğer argümanlarla "mantıklı" bağını bulmak lazım önce. yani en azından ilk aklıma gelen; rastlantı, ilke, esrimek, karşıtlık vsnin sapıtmakla evliliğini önce izah etmek lazım. en azından başka bir kavramın dolaşım haklarını ona teslim edebilmek için gereklidir diye düşünüyorum.

- doğru kodlanmış bir php/asp... scriptinin öngörülebilir sınır ya da son olma çizgi/bilincini aşması olası değildir. olası olduğuna şahit olmak kod yapısının hatalı kurulduğunu dile getirir. bu da büyük olasılık üretilen fonksiyonların ya da fonksiyonlar arası kurulan ilişkilerin hatalı olmasıdır. Başka olasılık: hata server tabanlıdır...

Yazının ya da yorumların dağılmasından korkuyorsan-ız izninizle huzurunuzdan çekileyim. başından beri neden dağılmaktan korkuyoruz demeye çalıştım. eğer iman noktası böyle bir mutlakiyetse en azından benim yaptığım bir ucubelik olabilir.

dağılmak! bunu anlamakta gerçekten zorlanıyorum. yanıt verirken bile mutlak sınırlara ihtiyaç duyuyoruz... Sonra rastlantı, ilke vs yi tartışmak gerçekten gülünç olur. Ya da gülünç duruma düşen sadece benimdir. bu ayrıntıda yaşam sürmeye inat ettiğim için.

son olarak:

Envanter çıkarın, çıkarıyorsunuz da. manifestolar (sözcüğün biçimine takılmayın) da yazın, yazıyorsunuz da. başka bir zaman ve tarih diyerek aynı izin içinde beliren tarih ve zamanı birebir sürdürüyorsunuz da... hepsi sizin bilecğiniz şeyler. ortada bir polis ya da bilim adamı da yok, yol sizin ama modernizm eleştirisi değil bunlar, modernizmin bilinen sınırlarıyla topyekün yeniden üretimidir. - bu yeni bir havadis mi? elbette değil.-

artık sadece bunu demeye geldim diyebilirim.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 26

‘yukarı’ dedin

Alınganlık edecek ya da kızacak birşey demedim Kemal Çubuk. Sadece ben her ne kadar yazışmaların yoğunluğunun katılıma, tartışmanın açıklığına katılıma karşı bir engel oluşturduğunu fark ettim. Yoksa konunun seninle, benimle ilgisi yok gibi.

"Yazının ya da yorumların dağılmasından korkuyorsan-ız izninizle huzurunuzdan çekileyim. başından beri neden dağılmaktan korkuyoruz demeye çalıştım. eğer iman noktası böyle bir mutlakiyetse en azından benim yaptığım bir ucubelik olabilir." demişsin.

Hiç de öyle bir mutlakiyet yok, tartıştığımız şeyin çerçevesini kendim için çizmeye çalıştım, tartışmanın çerçevesini değil, kendimi öyle hakim bir konuda görmüş değilim, hiç bir zaman.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 34

‘yukarı’ dedin

Çok değerli Serkan Işın, post modernizm mihverine mutevazi ( paralel) salt on yılı mazi kabul edip dahası güncelliğe irtibatlı bir poetik bilinç, öncülüğü ölçüsünde belki de daha fazla olumsuzlukları içerir. Türkiye haritası esas alınarak Edirne'den Ardahan'a kadar bir sanat şiir meselesi, Dada, Sürrealizm, Futurizm, gibi, toplumların son tahlilde büyük değişimlerinin ve hatta altyapının belirlemesiyle oluşan büyük sanat dirilişleri karşısındaki enezlik ve cılızlığını hatırlatmama gerek var mı? Sonuçta Garip ya da İkinci Yeni olarak adlandırılan serüveni Batı'da ya da Dünya'da tanıyan tanımlayan kaç şair tanıyorsunuz.Garip şiir akımı ya da İkinci Yeni Alman ya ya da Fransa da edebiyat derslerinde etüd ediliyor mu? " Kökü mazide olan ati " cümlesini hatırlatırım.Elli ya da yüzyıl önceyi ve adlandırma -tanımlandırmaları reddeden günümüz biçimcileri, bu reddiyelerinde ne kadar samimi ya da ne kadar başarılı.Elbette Serkan Işın adıyla Tristan Tzara'nin, Batı da adlarının yanyana öncüler olarak kabul edilmesi beni tahmin edemeyeceğiniz kadar mutlu eder.Ama bu neden mümkün olmasın: " Gerçekçi ol, imkansızlığı hayal et".Ama çok doğru tespitleriniz var. Ne kadar şiirlerine ,şairliklerine genellikle aşırı hatta patolojik bir tutkuyla sevdiğimiz Ece Ayhan, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, İsmet Özel gerçekte hakettiklerinden fazla bir ilgi görüyorlar.Ben seksen sonrası şairlerinden birçoğunun bu şairlerden daha iyi şiir yazdıklarına inanıyorum.Ama bu durum onları " büyük şair" yapamıyor. Haydar Ergülen, Seyhan Erözçelik,Vural B.Bayrıl, Hakan Arslanbenzer, Serkan Işın, Hayriye Ünal hemen hatırıma gelen adlar.Ama babayı öldürmek hâlâ büyük bir suç. Ve günümüz şiirinde sizin gibi cesur olma erdemini ve yeteneğini gösteren şairlerimiz yok.Dede Korkut, Kutad Gubilig, Mevlid-i Şerif, Leyla vü Mecnûn, Hüsnü Aşk, Yunus Emre, Çocuk ve Allah,ın maziye ait olduğunu iddia etmek ne kadar doğru.Oğuz Atay ; Bir Bilim Adamının Romanı" adlı romanında şu tezi savunur: " Ekol yaratamayan bir bilm adamı " büyük " bilim adamı değildir". Aynı tezi şiir sanat içinde kullanmak mümkün.Pek çok şair arkadaş,haketmedikleri ve konjektürel bir ortamın sonucu taktıkları, sahte bir asaletle taşıdıkları üstünlük madalyalarını, rütbelerini söküp atmalı.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 22

‘yukarı’ dedin

tekrar deneyelim:

ses tonumun biraz yüksek perdeden çıktığını fark ettiğim için özür dilerim. Sanırım, dağılmak olayını biraz sibop olarak algıladığım için tüm bir konuşma geçmişinin çöpe gittiğini hissettim. Yine de Serkan Işın'ın çerçeve çizme çabasını doğru bulmuyorum. Zaten üstte bir çerçeve var ve ikimizde onun dışına çıkamıyoruz. böyle bir anda çerçeveye şahit herhangi bir göz tartışmanın aktif katılımcısı olur, yazmasa da.

bu bir alınganlık değildi. Şimdi, ben; dünya çok üzerime geliyor, canım yanıyor ve bağırmak istiyorum desem, kim gökyüzünü ayağıma indirmeye çalışır ki! Böyle bir "hal" diyebilirim belki ama sadece "belki"

Belki'yi önemsiyorum, en azından hakim ve mutlak zaman karşısında beni/şiiri ve geride kalan çok şeyi öğütebilir. Bir kez daha çarpar ve eklersek BELKİ de kavram tüm diğer kavramlar gibi kendi gözünü kurmak zorunda kalır. Bunun şiiri ilgilendiren tarafı şöyle olabilir:

kavram ve imge arasındaki farkları bir kenara bırakarak sözcük demek istiyorum, sözükler eş hiyerarşi kurabildiklerinde yani önümüzde duran satır/cümle muayyen bir özne nesne yarılmasına izin vermediği ölçüde rastlantıyı deneyebiliriz.

Basit öneri: bilindik nesneyi bilindik başka bir nesne ile ikame etme ve bunu bir anlam duygusu ya da kaygısı içinde yapmama. Bir diğer olasılık da hiyerarşi kurulmadı ise alt alta cümleler arasında da bir anlam bütünlüğü kurulmamış olur bu da iki ayrı cümleden yani aslında iki ayrı şiirden tek bir şiir kotarmak olacaktır. Anlam burada da kendi çelişiğini yaratabilmek için bir olanak bulmuş olacaktır. Basit örnek:

Kemal, uzun boyludur Kemal, kısa boyludur

artık uzun ve kısa birer sıfat olarak işlevsizdir. Çünkü bir anlama ihtiyaç duyduğumuz an, onlar bu ihtiyacı karşılayamaz. Okurun ciddiye almayacağı birer yazgıları olur bu durumda onlar sivil itaatsizliğin ortasında şu ya da bu şekilde gerçekten var olabilirler. Dışarıda gözün, onlardan bir beklentisi kalmamıştır ve ötekileşme süreci “kemal” ve “boyun” sözcüklerinin hakim anlamlarına oranla daha zayıftır. şunu da söyleyebilir şair artık:

kemal, uzun boynunda kısa ölümler taşır

boyun mu uzun ömür mü? tersi de olası... ben burada fikirsizim. çünkü bu fikirsizliği kurabilmek için sözcükleri bir bakıma öldürmüş oldum. Buradan itibaren en azından kısıtlı bir düzlemde de olsa şair sözcüğü rastlantı ile yeniden doğurabilir ve hatta bunu estetik bir göz ile yapma olasılığı da vardır: alfabeyi de estetik kılabilir.

tüm bunları yazmam biraz saçma olabilir. Serkan Işın, çerçeve deyince ben de biraz somutlamak gerek diye düşündüm. sadece bu kadar

not: bunlar yöntem değil, yöntem dersek yine rastlantı, ilkesini kurar. hatta bu diyelim ki benim poetikam olsun poetikam bu ise ilkeden kurtulmak için sözcüğün ilk anlamını yeniden keşfini denerim. uzun deyince, bir çubuğu düşünürüm örneğin.

not: örneklerin felsefi anlamda bir rastlantıdan uzak olduğunu bildirmek yersizdir sanırım. ama yine de dilin kurulma biçimine ve dilin oluşturduğu ilkeye bakarak bir deneyim olduğu düşünülebilir.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 36

‘yukarı’ dedin

Sustuk ve zaman konuştu sonra: Göstergeleri kıranın acaba Ferhat mı yoksa Derdidağ kadar olan 'la deconstruction'kayıp malumatfüruşluğun izinde bir müellifin mucize-i allamesi gibi, balta girmemiş orman, el değmemiş bakire gibi tanımlandırılma ya/ya da adlandırılma temayülleri gayet kibarca/zarifçe kabul buyurulmalıdır, buyurulsun da bıyık altından güldüren cinsten değil, herze değil tamtamına ve iddiasını içinde barındıran tüy ürpermesidir. Göstergeleri kırmak, külüngü eline alıp gözünü kırpmadan dağı taşı kırmaktır. Madem zayıf olanı güçlü olana benzetiyoruz ilk yapıbozumcumuz, göstergeleri söke söke hayatın oylumlarına ilerleyen kuramcımız Ferhattır, nam-ı diger Ferhattır. serseri yahudi çocuk parklarının kapital banklarında, miller'ini marlboro rengi bıyıklarında sulandıra sulandıra zıkkımlana zıkkımlana sübyancı röntgen denemeleri-1, re-sübyancı röntgen denemeleri yapmaya devam etmektedir. Peki şiir bunun neresinde...görsellik bunun neresinde...cahit zarifoğlu bunun neresinde...amin diyen mümin bunun neresinde... bu akşam sizde toplanalım mı, incil okumalarına ara verdik çok vakit oldu... görsel şiir, zihnin edimi olarak kabul ve lütuf buyurulursa(buyurulsun mu?)Hz. Tekno Bin Loji buna gücenebilir ve bir seher vakti e-bildiri yollayabilir postacı adem saflığını üzerine zırh gibi füze korunma kalkanı gibi de kullanarak. hepsine hazırlıklı olmalıyım. fuzuli de hazırlıklı olmalı, hafız da hazırlıklı olmalı, shakespeare dahi olmalı. görsel şiir -görüyorum, görüyorum bu bir mucize tanrım'ın tezahürüdür aslına bakarsanız/bakalım. 1+1=1 ve kuantum ve şeyhül ekber ve rab. görsel şiir=görsel şiir kır kırabilirsen...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 24

‘yukarı’ dedin

"Mümin ve amin" nerede diye sormuşsunuz, görsel şiir içre? Bunlar ve . Belki daha da fazlası vardır. Bunların da görsel şiir olma ihtimali üzerinde hiç durmuyoruz nedense. Çünkü görsel şiiri, şiirin tipografi ile olan imtihanını, düzenli harflerden, düzenli şeyler ortaya çıkarmak olarak görüyoruz değil mi?

Görsel şiirin siyasal/politik bir ajandası varsa eğer, bunun Milli Eğitim müfredatına ya da Dergah kapısının dış mandalına göre ayarlar mı bunu bilmiyorum. Bunun için gösterge ile uğraşan Hatçılara, Tezhipçilere ihtiyaç var. (Bu konuda ben yazdım ama tepki filan gelmedi, bkz. .)

Ayrıca 200 yıllık tipografik, topografik ve linguistik çöküşü tamir etmek gibi bir görevi yerine getirmemiz de şimdilik mümkün gözükmüyor. Fakat hala Hukuk, Bilim, Teknoloji ve İnsan Hakları gibi konularda çalıştıklarını iddia eden kurumlar mevcut, oralara müracaat edilebilir?