Theodor Adorno, Max Horkheimer (1944) Kaynak: “Aydınlanmanın Diyalektiği”nden Alıntı Çeviri: Hande ASI
“Tarafsızca kurulan din desteğinin kaybı, kapitalizm öncesinden geri kalan son artıkların da erimesi, teknolojik ve sosyal farklılaşma/özelleşmeyle birlikte kültürel bir karmaşaya yol açtı” savındaki sosyolojik teori gün be gün çürütülmektedir. Çünkü kültür artık her şeyi “aynılıkla” damgalamaktadır.
Filmler, radyo ve magazinler bütününde ve her parçasında “tek tip” olma özelliğine sahip bir sistem oluşturuyor. Hatta politik karşıtlar bile estetik faaliyetlerinde, demirden sistemin ritmine hevesle bağlılık, sadakat göstermeleri yönünden birdir. Otoriter ülkelerdeki dekoratif, sanayi yönetim binaları ve sergi merkezleri hemen her yerde olduğu gibi birbirine benzer. Her yerde hızla yükselen devasa parıltılı binalar, uluslararası meselelerin tasmasından kurtulmuş girişimci sisteme (anıtları ki pislik içerisindeki ruhsuz kentlerde iç karartıcı evlerden ve işyerlerinden oluşan binalar kitlesi) hız vermek yönündeki pratik planlarının dış göstergeleridir. Beton kentin hemen dışında kalan nispeten daha eski evler bile şimdiden gecekondu mahallerine benziyor. Kenar mahallerdeki yeni bungalovlar teknolojik ilerlemeyi ve bu ilerlemeye içkin talepleri kutsayan ve kısa bir süre sonra çöpe atılacak boş konserve tenekeleri gibi fuarların eften püften yapılarıyla bir bütündür.
Buna rağmen sözümona bağımsız bir birim olarak bireyin idamesi için tasarlanan kent konut projeleri bireyi, hasmına yani – kapitalizmin mutlak gücüne daha da boyun eğdirmekte, daha itaatkar kılmaktadır. Çünkü yerleşik halk, üreticiler ve tüketiciler olarak iş ve haz arayışında merkeze doğru çekilir, yaşayan bütün birimler iyi örgütlenmiş kompleksler içerisinde billurlaşır. Mikrokozmos ve makrokozmosun çarpıcı birliği insanı kültürünün bir modeli ile karşı karşıya bırakmaktadır, onurlandırmaktadır!? Genelin ve özelin düzmece kimliği. Tekel altındaki tüm kitle kültürü özdeştir ve yapay çerçevesinin hatları içerisini göstermeye başlar, saydamdır. Tepedekiler artık tekeli ört pas etmekle o kadar ilgili değildir: Çünkü fiziksel şiddeti ne kadar açık hale gelirse, gücü o oranda büyür. Sinema ve radyoların daha fazla sanatmış gibi yapmasına ihtiyaç yoktur. Sadece ticari bir iş olduğu gerçeği, itina ile ürettikleri çöpü aklamak üzere bir ideolojiye dönüştürülmüştür. Kendisine sanayi adını vermiş ve yönetmenlerinin gelirleri yayınlandığında, son ürünlerin toplumsal faydasına ilişkin bütün şüpheler de giderilmiştir.
Pay sahibi taraflar kültür endüstrisini teknolojik terimlerle açıklar. Sözüm ona milyonlarca kişi bu endüstride yer aldığı için, kaçınılmaz olarak sayısız yerdeki özdeş ihtiyaçların özdeş mallarla karşılanmasını gerektiren reprodüksiyon süreçlerinin gerekli olduğu ileri sürülmüştür. Sözüm ona birkaç üretim merkezi ile geniş bir alana yayılmış çok sayıda tüketim noktası arasındaki teknik karşıtlık, yönetim tarafından örgütlenme ve planlama talep ediyormuş. Dahası, standartların öncelikle tüketici ihtiyaçlarını taban aldığı ve bu nedenle çok az bir dirençle kabul edilmiş olduğu iddia ediliyor. Sonuç, sistem bütünlüğünün içeriden gitgide güçlendiği, manipülasyon ve öncesini kapsayan ihtiyaç çemberidir. Şu gerçekten hiçbir şekilde bahsedilmiyor: Teknolojinin toplum üzerinde elde ettiği gücün temeli, toplumda en fazla ekonomik nüfuza sahip olanların gücüdür. Teknolojinin mantığı, tahakküm zihniyetinin kendisidir. Kendisine yabancılaşmış toplumun baskıcı doğasıdır. Otomobiller, bombalar ve filmler, bunları aynı düzlemde dengeleyen unsurlar, teknolojinin temel mantığının gücünü bu mantığı destekleyen, ileriye taşıyan “en yanlış”ta gösterinceye kadar bu bütünlüğü bir arada tutar. İşin mantığı ile sosyal sisteminki arasında ayrım içeren ne varsa kurban ederek kültür endüstrisinin teknolojisini, standardizasyon ve seri üretimden başka bir şey kılmamıştır.
Bu, teknolojideki hareket yasasından değil, ancak buna benzer, günümüz ekonomisindeki fonksiyonundan kaynaklanmaktadır. Merkezi kontrole az bir ihtimalle de olsa direnme ihtiyacı birey bilincinin kontrolü ile baskılanmıştır. Telefondan radyoya geçiş, rolleri açık ve net bir şekilde ayırdı. Eskisi abonenin halen özne rolü oynamasına izin vermekteydi ve liberaldi. İkincisi ise demokratiktir: Tüm katılımcılarını dinleyicilere dönüştürür ve otoriter bir biçimde dinleyicileri hemen hepsi aynı olan programlara maruz bırakır. Cevaba cevapla karşılık verebileceğiniz bir makine icat edilmemiş ve özel yayıncılara özgürlük tanınmamıştır. Uydurma bir "amatör” alanıyla kısıtlanmışlar ve “üst” organizasyonu kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Fakat resmi yayıncılıkta, halktan gelen herhangi bir doğaçlama, yetenek avcıları, stüdyo yarışmaları ve profesyonellerce seçilen her resmi program tarafından kontrol edilir ve şirkete katılır. Yetenekli sanatçılar, sanayi kendilerini ifşa etmezden çok önce sanayiye aittir, aksi takdirde bu sanayide yer almaya bu denli hevesli olmazlardı. Kültür sanayi sistemini görünürde ve fiilen onaylayan destekleyen halkın tutumu sistemin bir parçasıdır ve mazereti değil. Bir sanat dalı çok farklı bir ortam ve içerikteki başka bir sanat dalı ile aynı formülü izliyorsa, yayınlanan dizi filmlerdeki dramatik dalavere, bir müzik deneyiminin - gerçek caz ya da ucuz bir taklidi- her iki ucundaki teknik problemleri nasıl ele alacağınızı gösteren yararlı bir malzemeden daha fazla bir şey değilse; Beethoven’in herhangi bir senfonisinden bir bölüm, bir Tolstoy romanının üzerinde oynamalarla bir film senaryosuna nakledilmesi ile aynı biçimde kabaca film müziği olarak uyarlanıyorsa: bunun, halkın kendiliğinden oluşan dileklerini karşılamak için yapıldığı iddiası palavradan başka bir şey değildir. Bu olguyu, çarkın son dişlisine kadar ekonomik seleksiyon mekanizmasının bir parçasını oluşturan teknik ve personel aygıtlarda içkin olduğu yönünde açıklarsak gerçeklere daha da yaklaşıyoruz. Buna ilaveten yürütme organlarının tamamı, kendi kurallarından ve tüketicilerle ilgili fikirlerinden veya en önemlisi kendilerinden herhangi bir şekilde farklılık gösteren hiçbir şey üretmemek veya kabul etmemek hususunda sözleşmiştir - hiç değilse bu konuda kararlıdırlar.
Çağımızdaki nesnel sosyal eğilim, şirket yöneticilerinin gizli öznel niyetlerinden doğmuştur, bu yöneticilerin pek çoğu sanayinin en güçlü sektörleri olan – çelik, petrol, elektrik ve kimya sanayinde yer almaktadır. Kültür tekelleri zayıftır ve “kıyas”a dayalıdır. Kitle toplumundaki faaliyet alanları (uysal liberalizm ve Musevi entelektüelleriyle her nasılsa halen yakından ilgili belirli bir tür mal üreten bir faaliyet alanı) bir dizi temizlik/arındırma/tasfiye işleminden geçmezse asıl gücü elinde bulunduranlarla yürüttükleri barışçıl/dayanışmacı siyaseti görmezden gelmeyi başaramazlar. En güçlü yayın şirketlerinin elektrik sanayine, sinema endüstrisinin bankalara bağlılığı/bağımlılığı, her bir dalının ekonomik bağlamda birlikte dokunduğu bütün alanın özelliğidir. Hepsi öyle yakın bir temas içerisindedir ki zihinsel kuvvetlerin aşırı yoğunlaşması farklı firmalarla teknik dallar arasındaki sınırların göz ardı edilmesini sağlar.
Kültür endüstrisindeki insafsız birlik politikada neler olabileceğinin bir kanıtıdır. A ve B filmleri arasında ya da farklı fiyat aralığındaki magazinlerde yer alan hikayelerdeki vb. bariz farklılıklar, konuya değil daha ziyade müşterinin sınıflandırılması, örgütlenmesi ve etiketlenmesine bağlıdır. Hiçbirinin kaçamayacağı şekilde tümünün geçimini sağlayan bir şey… Farklılar vurgulanmakta ve genişletilmektedir. Halkın gereksinimleri değişen kalitede hiyerarşik bir “seri üretilen” ürünler yelpazesi ile karşılanır ve dolayısıyla tam ölçüm/nicelleştirme/sayısallaştırma yasasını geliştirir, ileriye taşır. Herkes (doğalmış, kendiliğindenmiş gibi) bu önceden tespit edilmiş ve endekslenmiş seviyeye uygun davranmalı ve kendi tipi için üretilmiş seri üretim kategorisini seçmelidir. Tüketiciler araştırma örgütü tablolarında istatistikler olarak görünür ve gelir gruplarına göre kırmızı, yeşil ve mavi alanlara ayrılırlar; bu teknik, herhangi bir propaganda için kullanılan teknikle aynıdır.
Bu prosedürün belirli bir kalıba ne denli bağlı olduğu, mekanik olarak farklılaştırılmış ürünler en sonunda tıpa tıp birbirinin aynı çıktığı zaman anlaşılabilir. Chrysler ve General Motor ürünleri arasındaki temelde yanıltıcı olan fark, çeşitliliğe yakından ilgi duyan bir çocuğun dikkatini çeker. Uzmanların iyi ve kötü noktalar olarak tartışmakta oldukları şey yalnızca rekabet ve seçim aralığının sunumunu sürdürmeye hizmet eder. Aynısı Warner Brothers ve Metro Goldwyn Mayer Productions için de geçerlidir. Ancak aynı şirketin çıkardığı daha pahalı ve nispeten ucuz modeller arasındaki farklar bile durmadan azalıyor: Otomobillerde silindir sayıları, silindir hacmi, patentli aygıtların ayrıntılarında vb. farklar bulunur; filmlerde ise ünlü oyuncuların sayısı, teknolojinin aşırı kullanımı, iş gücü ve ekipman ve son psikolojik formüllerin sunumu vardır. Evrensel “değer” ölçütü, “statü gösterişi amaçlı üretime" yapılan arsız nakit yatırımı miktarıdır. Kültür sanayindeki değişken bütçelerin asıl değerlerle ürünlerin kendi anlamlarıyla en ufak bir ilişkisi yoktur.
Teknik araçlar bile durmaksızın tekbiçimli olmaya zorlanır. Televizyon bir “radyo ve film” sentezini hedefler ve yalnızca ilgili taraflar bir anlaşmaya varamadıkları için desteklenir. Fakat bunun sonuçları bir hayli büyük ve estetiği önemli ölçüde yoksullaştırmayı vaat ediyor, öyle ki yarın tüm sanayi kültürü ürünlerinin incecik bir maskeyle örtülü kimliği muzafferane bir edayla Wagnerci Gesamtkunstwerk (tüm sanatı bir eserde eriten bütünlüklü sanat eseri) hayalini gülünç bir biçimde gerçekleştirerek açığa çıkabilir.
Söz, görüntü ve müzik birliği Tristan'da tek kelimeyle mükemmeldir çünkü sosyal gerçeklik alanını olumlayarak yansıtan duyumsal unsurların tümü, ilke olarak aynı teknik süreçte şekillendirilir, birliktelikleri eserin ayrıksı içeriği haline dönüşür… Bu süreç (film göz önünde tutularak şekillendirilen) romandan ses efektine kadar üretimin tüm unsurlarını birleştirir. Bu, adı mutlak efendi olarak iş bulma sırasından çıkarılmış olanların kalbine derinden kazınmış yatırım sermayesinin zaferidir. Prodüksiyon ekibi hangi konuyu seçmiş olursa olsun her filmin anlamlı içeriği budur.
Boş vakti olan adam kültür imalatçılarının kendisine sunduklarını kabul etmelidir. Kant’ın formalizmi temel kavramlarla duyuların çeşitli tecrübelerini ilişkilendirdiği düşünülen bireyden bir katılım bekler; fakat sanayi bireyden bu işlevini çalar. Müşterisine sunduğu başlıca hizmet kendisi için sistemli bir düzenleme yapmaktır.
Kant ruhta sezgileri salt aklın sistemine uyabilecek şekilde hazırlayan gizli bir mekanizma olduğunu söylemişti. Fakat günümüzde bu gizin şifresi çözülmüştür. Mekanizma görünüşe göre deneyimlerden elde edilen veriyi hizmete koyanlarca planlanmaktadır, yani kültür sanayi tarafından… Aslında toplumun gücü kültür sanayi üzerinde baskı kurmaktadır ki bu saçma, yine de biz mantığa uygun açıklamaya çalışacağız; bu kaçınılmaz güç ticari ajanslarca işleme tabi tutularak aslında emir altında çalıştıklarına dair yapay bir izlenim vermektedir.
Geriye müşteri açısından sınıflandırılması gereken hiçbir şey kalmaz. Üreticiler bu işi müşteri için halleder. “Kitleler için sanat” hayali yok etti fakat halen eleştirel idealizmin direndiği hayalci idealizmin akidelerine uymaktadır.