Görsel şiir tartışmaları için önnot
Biraz acele ederek buna “dili dolandırma” diyebiliriz. Anadolu’da “dolandırmadan söyle” diye bir ifade vardır. Dolandırarak söyleme ya meselenin özünü bilmemekten ya da özü gizlemek istemekten kaynaklanır, dolayısıyla bol malumatlı bir söylemedir.
Malumat çokluğunda meselenin özünün izini sürmek oldukça güçtür. Dil olmadık biçimde teknik bir yapıya evrilir. Bu teknik durum hesaplı, planlı bir retorikle besleneceğinden malumat durmadan kendisini üretmeye başlar. Giderek malumatın öngörüsü anlama hakim olur. Bu sürece niçin katılındığı da çoktan unutulmuştur. Sonuçta dil dolandırılarak söylediğinde başarılı olunmuş demektir; ya bilinmeyen, ya da gizlenmek istenen dile gelmemiştir. Diğer yandan meselenin özü dile gelmediği için aslında söz söylenmemiş demektir. Bir şey denmeseydi de [ya da yazılmasaydı da] bir şey olmayacak, bir şey değişmeyecekti.
Genelde edebiyat, özelde görsel şiir [çoğu zaman deneysellik bağlamıyla] tartışmaları giderek teknik bir dile dönüşüyor. "Ne var bunda?" diyeceksiniz belki. Bunda bir şey[ler] var.
Teknik bir dille konuşmaya başlanıldığında önceden bilinen bir anlamlandırma içerisinden konuşuluyor demektir. “Yine ne var bunda?” Bu samimiyetle kabul edildiğinde bir şey olmayabilir, ya da sonuçları [belki zararları] telafi edilebilir. Ama “bir başka anlam” yeni çözülüyor ve o anlaşılmaya çalışılıyorsa, hatta [en olmazından] objektiflik iddiası varsa, işte o zaman bunda bir şey[ler] var demektir.
Akıl yürüterek oluşturduğunuz tasarımlamalar, mantıklı hesaplamalarla fikir yürütebilirsiniz. Zira teknik dil, bilgiyi her an ulaşılabilir mutlak bir kesinlik olarak görme ihtiyacı duyar. Bu da teknik bir dille dil döndürmenin önceden bilinen bir anlamla, anlamlandırmayla olduğunu bildirir. Zaten belirlenmiş, önceden bildik bir anlam üzerinden konuşmanın yine bildik açılımları vardır. Konuşanın [ya da yazanın] hangi “bildik anlamı” arkasına aldığı burada önemli değildir. Sonuçta aslolan üzerinde konuşulan şeyi anlamaktaki gerçek durumdur. Bu açılımlardan bir-ikisi ortaya çıkarılabilirse onun mümkün tüm tezahürleri herkesçe açıklıkla görülebilir.
Teknik dil nüfuzluluk hissi uyandırır. Konuya hakimsinizdir ve ne olduğunu şıppadanak söyleyebilirsiniz. Böyle yapmanız böyle bir yazıyı “üstlendiğinizde” ortaya çıkmıştır daha; mevzuyu bildiğinizi göstermelisiniz. Konuyu bildiğinizi göstermeniz ilginç bir tespit ya da bir iddiada bulunma gereksinimi doğurur beraberinde. Tüm bunlar konudan çoktan uzaklaşmış olduğunuzun göstergeleridir.
Teknik dil şeyle temasın birebir karşılığı olmaktan çok “bilindik” bir renk verme uğraşıdır. Şimdilerde kendini zorlayış şekillerine bakılırsa hayli ilerlemiş ve “renk vermeyelim” uğraşı gözlenir olmuştur. Anlaşılan [belki anlaşılmayan] hakikate komşuluktan insan hayatına giren teknik [dil], yalana komşuluğa irtifa kazanmıştır.
Teknik dil retoriği kutsayarak konuşur. Gramere bağlılık için durmadan “kurban”lar sunmalıdır. Bu konuşulanın nesnesine dokunulamaz hale gelinceye konuşmayı çoğaltır. Onca sözün, onca malumatın arasında hiç konuşmadan durmak gibi adeta… “İlim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı.” manidar keşfinden çıkan feryat işte buraya düşer.
Bir çeşit tasnifçidir de teknik dil. Yazılı olan esastır, kitabi [literal] olan hakikat mahallidir, onun yönergeleri izlenerek anlama ulaşılır. Hakikatı kayıt altına alma sonunda başarılmıştır. Artık mutlu ve müreffeh bir şekilde “bakalım … kitap ne diyor” diye ferah fahur gerinebilirsiniz.
Dil döndürerek, dahası dili dolandırarak söyleme teknik bir dille eğleyiştir ve “dönmek” fiilinin tüm ihtimallerini kapsar. Oysa “dilin dönmesi” ifadesi dönmek fiilinin muhtemel tüm diğer anlamlarını dışında tutarak tek bir anlamı bünyesinde barındırır. Burada dönmek, bir şeye doğru dönmek; yüzünü, yönünü döndürmek anlamından alır hareketini. Bir bekleme, gözetme, hazır olma halini de ifade eder, “dilin açıklığında durmak” gibi. Dili dönmek bağışlanana koruyuculuk edecek, onu diyebilecek [deyi, deyiş: logos] bir liyakattir. Çocuğun dili dönmeye başlar; örneğin. İnsan dili döndüğünce şiir söyler, dili döndüğünce dillenir.
Açıklığında beliren odur ki “hız çağı”nda acelecilik ürünü dil dolanması bir ”dilin dönmesi” durumu değildir. Şu halde hakikatin efendiliği zehabına kapılıp “dil döndürme” ya da “dili dolandırma” “marifetiyle” yabancılaştıran ve uzaklaştıran bir terk edilmişlik, kovulmuşluk haline tutulmaktan zinhar kaçınarak, “dilimizin dönmesi” için onun açıklığına yüzümüzü, yönümüzü dönmek daha yakışır bir insani hal olacaktır.