Hem öyle, hem böyle

Birincil sekmeler

Şehrin yollarında yürürken en iyisinden normal hissedersiniz kendinizi. Bu ‘normal’de bir şey yoktur, normaldir işte. Daha çoksa telaşlı, hız gereksinen, kuşatılmış, asabi, güvensiz, zorunluluklarla kuşatılmış, akıbet endişeli, kendini gösterme kaygılı, heyecanlı, dikkat çekici, kurgusal, yeknesak ve zuhurata kapalı hissedersiniz. Henüz güneş doğmadan, sessiz sedasız sayılabilecek [şehirde bunun pek imkanı yoktur] bir durumdayken ortalık yola düşseniz bile yaşamaya biraz istekli hissedersiniz kendinizi o kadar. Şehir alayiş ve debdebesi buna izin vermez. Kendi gürültüsünde hemen bastırıverir içinizden kopabilecek insani kıpırtıları.

Sakin bir kasaba ya da köy yolunda yürümeyi denediniz mi hiç; bir konuk gibi değil yerlisi olarak. (Heidegger’i de yanımıza alarak söylersek] Köy yolunun esintisi sonsuzluğa açılan ferah bir özgürlük hissi uyandırır insanda. “O, basit olanın bitip tükenmez gücünü verir.” Hele bir de küçük derenin köprüsü üzerindeyseniz varlığa sirayet etmiş özgürlük o kadar şiddetlidir ki, onun sere serpe serpilişinde tutunmak istersiniz köprüye.

Şimdinin edebiyat, bu yazı çizi ortamında kendini şehirde gibi hissediyor insan. Anadolu’da ‘patırdamak’ diye bir tabir var. Bozulmaya yüz tutmuş tıraktör “pat pat pat” sesleri çıkarmaya başlar. Özü sözü bir olmayan, doğru konuşmayan, kandırma meyilli, samimiyetten ve sahicilikten uzak, azgın zekasıyla lafı eğip büken kişilere “patırdıyor” denir; “patırdama!” Şimdinin edebiyatı patırdayıp duruyor. Bu gürültü, patırtı hırs ve güç isteğini artıyor, o da körlüğü. Böyle bir edebiyat ortamında okumak ve yazmak giran geliyor insana; pay alıcı hilelere uysallıkla hizmet etmek istemiyorsunuz. Aklın ve zekanın bu azgın iştihası insanı canından bezdiriyor. Yalın haliyle insan kalabilmek için basitliğiyle özge bir dünyaya sığınmak istiyorsunuz. Lakin insan kalma isteğinin verdiği itkiyle varlığa sirayet etmiş özgürlüğü hissedebilme iştiyakı okuma ve yazmaya sürüklüyor sizi yine de. Bu durumda zorunlu şimdinin içinde bulunanlar olarak “hem öyle, hem böyle” gibi şehirli bir karşılık vermekten başka bir şey gelmiyor dilinizden, elinizden.

İbn Arabi’nin farklılıklarını işitmiştir İbn Rüşd. Babası arkadaşıdır, İbn Arabi’yle görüşmek ister. Baba buluşturur onları. İbn Rüşd onu iştiyakla karşılayıp şöyle der: “Evet”. Buna “Evet” diye karşılık verir İbn Arabi. Bu “Evet”i felsefi ve akli çıkarımların onaylanması olarak anlayan İbn Rüşd çok sevinir. Onu sevindiren şeyin ne olduğunu anlayan İbn Arabi bu kez “Hayır” der. Sonra ekler: “Evet ve hayır. Evet ve hayır arasında canlar bedenlerini terk eder ve kelleler düşer.” İbn Rüşd şaşakalmıştır.

Varlığın davetine kulak kesilmiş, özgürlüğün esintisini nefesleyen böyle keskin bir cevabı olamaz şimdinin. Şimdide bize düşen ancak şehirli bir karşılıktır: “Hem öyle, hem böyle”. Ne dersiniz, bu ikisi arasında neler vardır?

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 22

‘yukarı’ dedin

"Ya"/"eğer", "ya da", "ve", "ile", "-da". Bu araçların kullanımını devralmalı devletin elinden.