Gerçekten gerçeklik nedir ?

Birincil sekmeler

Bizler hiçbir zaman gerçekliği/gerçeği bilemeyiz; bizim sadece gerçeğin/gerçekliğin ne olabileceğine dair belirli görüşlerimiz olabilir. Gerçekliğe dair görüşler, yalnızca belli bir amaç doğrultusundaki işe yararlılıkları ve etkililiklerince belirlenir. Eğer üzerinde ısrar ettiğimiz sistem işliyorsa bu durumda tüm söyleyebileceğimiz sistemin işlediğidir. Sistemin işliyor oluşu, doğru veya gerçek olduğu anlamına gelmez. Bu sadece sistemin çalıştığı/işlediği anlamına gelir. Görünüşte sistemlerin içinde olan sabitlikleri/değişmezlikleri tanımlama yollarımız,esasen sistemin kendisi değildir, onlar sadece bizim yakıştırdıklarımızdır. ([google:Bebe Speed])

Şair; gerçek ve gerçek dışının durduğu yerde, bilişsel süreçlerin alıcı (etkin), edilgin (tepkisiz) kalabilmesini sağlayıp ve aynı zamanda tin’i, ussal kalkanla çevirip, duygusal etkileşimlerden uzak durup (yaptığı işin en üst düzeyde farkındalığını devam ettirebilmek adına) aklın ve deliliğin sınırında çalışır. Bu çok zor bir süreçtir, sınırda olmak ve tüm etkilere açık olarak orada kalmaya devam etmek; şairin işi budur işte.

Şair bi kimyager gibi çalışır, şiir gelişigüzel, el yordamıyla, abartılı bi çoşkunlukla yapılabilecek bir iş değildir. Şiir akıl işidir ve akıldışıdır.

Soyut kavramları, şey durumuna indirgemekle, duygusal bir uzam ve kavramı, onu kullanan ve sahiplenen somut insandan kopararak düşünsel bir kategori haline çevirerek, nesne algımızı ters yüz edip, hareket alanımızı genişletmek durumundayız. in tamamen duygularımıza hitabeden oluşumuna karşılık , görsel şiir akılsal süreçleri de harekete geçiren bir şiirdir.Bu görüş basit bir ayrımdır ve görsel şiirle ilgili yanlış anlamalara yol açabilir. Söylemek istediğim görsel şiirin çok daha fazla imkanlar barındırdığı ve lirik şiirin yarım bıraktığı süreci fazlasıyla tamamlama olanağı olduğudur.

Görsel şiir, her zaman okuyan kişinin görüşleri, bilgi birikimi ve beklentileri kadarını verecektir okur / bakar kişiye. Gördüğümüzü sandığımız şey aslında gördüğümüz şey değildir. Görsel şiirin güzel olan yönü, özgür olması ve bizi sınırlayıp sıkmamasıdır. Çalışmayı yapan kişinin ne yapmak istediğini anlayıp anlamamak değildir buradaki derdimiz. Anlamlı olmasını değil göstermesini bekliyoruz. Anlam bizim şiire atfettiklerimizdir.Şairin işi, anlamlandırmak değildir.

Görünüşte şiirin içinde olan sabitlikleri /değişmezlikleri tanımlama yollarımız, esasen şiirin kendisi değildir, onlar sadece bizim yakıştırdıklarımızdır. O yüzden kelime, imge, yazı, dize, anlam şiire ait değildir; bize şiir olarak öğretilenlerdir ve bu nitelikleriyle toplumsal ve bireysel uzamda konumlandırılan şiir algımızın ters yüz edilmesi gerekmektedir ve daha da ileri gidersek bu bir zorunluluktur.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 39

‘yukarı’ dedin

"Bizler hiçbir zaman gerçekliği/gerçeği bilemeyiz; bizim sadece gerçeğin/gerçekliğin ne olabileceğine dair belirli görüşlerimiz olabilir."

felsefe tarihi için keskin bir ayrımın negatif odağına yer alan bu ifadenin tartışılması gerekiyor. zira gerçekten gerçeklik ne'dir sorusu (ti estin: ne'dir) ifadesinde ilkin tartılmalıdır, ardından gerçeklik üzerine bir soruşturma yapılabilir. gerçeklik'in bilinemeyecek olmasının çeşitli açılımları olabilir, sözgelimi;

- bu ifade insan aklının gerçeklikle ilişki kurduğunu ama kafasındaki hakikatin, bir şekilde dış dünyayı biçimlendirse ve içine katsa da, gerçekliğin kendisiyle örtüşemeyeceği ifade ediyor olabilir. Burada önemli olan şey gerçekliğin insan usuna katılması fakat hakikatle olan bağını yeterince iyi kuramaması ve onunla özdeşleşememesidir. Burada us dışarıda gerçekleşip içine girene olay, olgu demekte. Bunlar usun olay ve olguları oldukları anda, gerçekliğin kendisi indirgenmiş ve çarpıtılmış olabilir. Tabi buradan hakikatin nesne ile örtüşme olduğunu tanımı dikkate alınırsa, hakikat diye bir şeyin de olmadığı sonucu çıkacaktır zira her us farklı bir çarpıtma, farklı bir bulanıklaştırma ve algıma eğilimine sahiptir, bu septik bakış öznelciliğe kadar gidecektir.

- ikinci bakış kantçı bakıştır, kant için de gerçeklik yani kendinde şeyler alanı olan numenler hiçbir şekilde bilinebilir değildir fakat nesneler kendilerini bizim usumuzun kategorilene göre etkilerler, arı uzay ve zaman sezgisi ile şekillenir, önce arı us ardından da pratik us ile saltık us alanına dahil edilirler. Tabi buradaki süzgeçvari işlemle nesneler artık dışardaki nesneler olmaktan çıkmış kendinde-şeyler kafdağının arkasında kalmıştır. şimdi tabi kant için sorun ilk şıkta olduğundan daha karışıktır. şöyle ki: kant en son çözümlemede gerçeklik diye kendinde-şeylere(özellikle opus postumum yani ölüm öncesi dönemde yazdıklarından) mi yoksa us tarafından bilinir kılınıp usun kategorilerine uyan şeylere mi gerçeklik demektedir, bu pek bulanıktır hala. yani bilebileceğimiz gerçeklik ve bilemeyeceğimiz gerçeklik diye bir şey ortaya çıkmaktadır. bilebileceğimiz gerçeklik, bizim gerçeklik diye tanımladığımız ve gene kendimiz tarafından şekillendirilen kavramken, diğer gerçeklik hiçbir zaman bilemeyeceğimiz ve sınırında durduğumuz numenler dünyasını anlatmaktadır.

kant'ın gerçeklik anlayışı içsel gerçeklik yani bizim gerçekliğimiz olarak öznel de değildir, usun kategorileri kant için herkeste aynıdır, arı usun ve pratik usun işleyişi aynıdır, işte kant bunları da yanına alarak elde ettiği bilgiyi evrensel olarak niteleyebilmektedir. kısacası evrensel bilgi gerçeklik ile örtüşen bilgi olmaktan çok yani numenler ile, usun kategorileri ile şekillenen matematik gibi zamansız ve uzaysız, saltık bilgidir. aynı şekilde kategoriler üzerine düşünme de saltıktır, kant için herkes aynı kategorilere sahiptir. bu anlamda nesnel bir bilgi kuramı ortaya çıkartmıştır ama ontolojisi özneldir zira kant için ikisi arasında temel bir uçurum sözkonusudur.

kant'ın bakışını eleştirenin kim olduğunu biliyoruz, buradan hegel'e geçebiliriz;

- hegel için epistemoloji ve ontoloji ayrımı bir yanılsamadır, öznel gerçeklik ve nesnel gerçekliğin bireşimi hakikat dediğimiz şeyi verir bize. kant'ın kendinde şeyleri için ünlü eleştirileri olan fichte ve hegel başta olmak üzere alman idealistleri kant'ın da son dönem eseri opus postumum da yakalanır gibi göründüğü nesnel idealizmi ortaya çıkarmışlardır. zira sözgelimi ben'in en büyük simgelerinden olan beden numenler dünyasına ait olarak kişi tarafından bilinemez olmakta, kişinin hem bir özne hem bir nesne olduğu gerçeği konusunda kant'ın sistemi epey yetersiz kalmaktadır. kaldı ki bu görüş içinden benim beden'im başkaları tarafından da algılanamayacaktır, kant'ın sistemi insanları kendi kafalarının içerisine kapatan ve iletişimin olanağını ortadan kaldıran bir sistemdir, çünkü bir kendinde şey olarak beden düşüncesi ile sonuçlanır. ayrıca hegel'in bir çok mantıksal argümanı da bulunmaktadır, bir şeyin sınırında durmak için sınırda duranın sınırın iki yakasını da bilmesi gerektiği gibi. yani kendinde şey'lerin varlığını bilmek ile kendinde-şeylerin ne olduklarını bilmek arasında ayrım yoktur. kendinde-şeyleri yani gerçekliği zaten biliyoruzdur, gerçekliği bütün aşamalarında bilmek içinse tinin yalnızca zamana ihtiyacı vardır...

sonuç olarak hegel için gerçekliği bilmek diye bir sorun yoktur, her gün yaşadığımız ve ölene kadar da yaşayacağımız şeydir gerçekliği bilmek, sorun öznel gerçeklik ile nesnel gerçekliği, felsefe, sanat, din üzerinden hakikat düzleminde ortaya koyabilmektir.

not: gerçekten gerçeklik ne'dir sorusu doğrudan, daha şimdiden gerçekliğin var olduğunu ortaya koymuştur ve gerçeklik var(dır) demek gerçeklik bilinebilir ve bilinir demekten pek farksızdır. ti estin (ne'dir)heidegger'i izlersek bizatihi sözcükler ile nesnelerin yunancadaki özdeşliğinden kaynaklanmaktadır, ti estin en yüksek gerçekliğin ta kendisidir...

diğer bütün gerçeklik görüşlerini bu üç görüşten çıkarmak mümkündür!