Başlangıçta diyalog vardı. Tanrılar gök kubbeden sözü sağabilmeyi başardığında genç bilim adamları Home Sapiens Sapiens türünün devamlılığını, sağılmış olanın sağaltımında çalıştılar. Neanderthal insanın yeryüzünü terk edişinde henüz söz’e sahip olamayışlarının etkisini biranda fark etmişlerdi. Fark edilenin, kendisini hangi sınırda ya da sınırın ölümlü hazında var ettiği elbette ki uzun yüzyıllar açısından hep çalışılacaktır. Yine de Sapiens ve akrabaları arasındaki bu erk/egemenlik savaşını Sapiens kazanmakta gecikmedi. Söz, kültürün aktarımını sağladığı gibi beynin doğa karşısındaki belirgin rolünü de öne çekmekteydi. Homo Sapiens Sapiens ailesinin, kendisine kılavuz kıldığı tüm tanrılar açısından “söz/dil”, türün biyolojik varlığının tüm nedenlerini de içine alacak bir güce kavuşmuştu. İman noktaları ve kültürel süreklilikti söz konusu güç. Sanatın, İncil’in dilindeki metaforlardan, Tanrının suretini taşıyan İsa figürlerine kadar sürekli olarak başlangıçtaki söz ile dolaşıma sokulması, rastlantıyı da ortadan kaldırmaktaydı. Ne de olsa söz, kendisini ancak “ilke” ile bulabilirdi. Çünkü o, bir kurmacaydı (saymaca) ve arkasında mekanik ya da değil bir kurucu özne bulunmaktaydı. Oysa rastlantıyı seçenler açısından kurucu özne ile eyleyen özne arasında bir özdeşlik kurmak kaçınılmazdır. Faust’un şeytan ile varolan serüveni bu nedenle monolog ve diyalog arasındaki farkları yitirmiştir. Şeytan (Mephistophales), Faust’un öznesi konumunda belirirken, aynı zamanda onun bizatihi kendisi idi. Bu özdeşlik ile tüm saymaca ayrımları teke indirebilir ya da diyalogların, beraberinde bir monoloğu çalıştığını söyleyebiliriz. Bu durumu bilinci birkaç parçaya ayırmak isteyen psikanaliz açısından düşünmeden geliştirmek de pekala mümkün. A, B’dir özdeşliği olarak formule edilebilecek olan söz konusu aynılık Parmenides’den beri alışılagelmiş olan Varlık, varolandır önermesi ile de mücadele etmek durumundadır. Zira, varlığın bir tanıma tabi tutulabilmesi, söze sahip olabilmekle olasıdır. Eylem, tanımı gereksinmez ya da eylem tanımın dışında iki ayrı ucun özdeşliğinde yaşam sürer. Faust ve Mephistophales ilişkisini Goethe’nin tragedyasından okuduğumuzda bulduğumuz söz öncelikli tema, bizi monoloğun olanaksızlığına götürme riski taşımaktadır. Oysa, öykünün dilsel varoluşundan öte, Faust’a içkin bir deneyim salt bir acıyı yaşamaktan öte ilerleyemez. Ne var ki Faust’un ilk modernist eğilimleri eylemi gereksinse de hala incilin söz kültü sürmekte olduğundan o da eylemi tam anlamıyla bulamayacaktır. Bulmaya en yakın olduğu yerde, onu yazgı sanılan söz ve ona ait kültür yeniden çağıracaktır. Çağrıya kulak asmamayı Nietzsche’den duymak pekala mümkündür ama teorinin siboplarını çektiğimiz yerde Nietzsche de üstün-insana engel ya da sınır olan etiğe kulak asmak durumunda kalmıştır.
Faust’un çelişkili süreci; söz ve eylemi tercih etme arasında yalpaladıkça tek bir seçimin varlığını saptamak da güçleşmektedir. Monolog ve diyalog arasında ki özne-nesne aynılığı ile söz-eylem arasındaki “çukur”un aynılığı da ortadadır. (A, B’dir) den; (A, 1 ya da 3’tür) e değin uzanabiliriz. Elbette ki bu tercih de bilincin kabus dolu yanılsamalarını içine gömmektedir.
______________________________________________
* Yazının içeriği ve başlığı arasındaki çelişki; ya yazarın ya da okurun olmamasından kaynaklanır. Ya da hiç olmayan ve hep olan arasındaki hiyerarşik ya da değil süresiz bir ritüelin devamlılığıdır. İsterseniz tam da burada [kitapara:Oğuz Atay]’ı anabilirsiniz.