Postmodernizm Algısı/zlığı

Birincil sekmeler

mavi veya siyah tükenmez kalemle dokunaklı ve büyük harflerle

, Temmuz-Ağustos sayısını postmodernizm kabuğu üzerine ayırmış. Kabuk dememin nedeni, Mühür’ün den şiirin üzerindeki bir kabukmuş gibi bahsetmesidir. Dergi, dosya konusunu “Yüzeyleşme ve düzeysizleşme” olarak duyurmuş ve hedefi postmodernizm olarak seçmiş.

Söz konusu dosyada yazılanlar üzerine ahkam kesmek ne kadar tatmin edici olur pek kestiremiyorum ama dosyadaki sorular ve Baki Ayhan’ın verdiği yanıtlar, bende, refleks benzeri bir “çıkışa” neden oldu.[ Polemiğe düşmeden, eleştirinin nesnelliğini de çok umursamadan ilerlemek istiyorum. Kaldı ki bu nesnellik söylemi de Mühür’ün hedef gösterdiği modernizmin katı kavramlarından ne de olsa. Elbette ki böyle bir yazı postmodernizmin savunusu da olamaz. Zira, postmodernizm denilen şeyin savunulacak bir yanı yoktur. Savunmanın ötesini düşünmek lazım orada. Tezatıymış gibi, onun karşısında konumlandırılmaya çalışılan modernist us’un savunma dizgesini kabul eden bir pencere açısından postmodernizm bir kavrama sahip olabilir ki kendi savunma donanımını da kurabilsin. Orada, savunmayı kuran özne, az sonra aynı savunmadan feragat edebilecek kadar özne dışıdır. (modernizmin özne kavramını, postmodernizme ancak bu kadar ulayabilirdim)]

Mühür, dört soru hazırlamış. Özetle sorular; postmodernizmi bir çöplük algısı içinde, tüm “iyi” şeyleri öğütenmiş gibi radikal bir uçtan sesleniyor ve bu kötülük durumuna karşılık, geleneğin önemini vurguluyor. Mühür’ün çizgisini akla getirdiğimizde, dergi ve dosya soruları arasındaki uyum, kuşkusuz yerli yerinde kurulmuş. Dosyayı bu ilişki bağlamında değerlendirmek isteyenler açısından son derece tutarlı bir sayı olduğu da ortada.

Can sıkıcı olan ise, yine kavramların bu kadar rahat harcanırcasına kullanılması… Postmodernizm gibi bir kavramın varlığı bile tartışmalı iken olmama olasılığı içindeki şey’i yüzey olarak imlemek çok riskli. Kavramın olmaması bir fizik yokluğundan kaynaklanmıyor elbette. Yokluk, postmodernizm diye ünlenen şey’in kavramlaşmaya karşı gösterdiği dirençtir. En yalın kurulumuyla bu, modernist lügatın tarifidir. Mühür’ün konumlandığı noktayı görece bir modernizm içinde okumak mümkünse, bu durumda, postmodernizm demek de tutarlılığı inşa etmiş olacaktır. Yine de kendi varlık sorununa dahi mutlak bir yanıt vermekten kaçınan us açısından yüzeylik algısı, biraz aceleci ve politik bir yanıt olsa gerek. Çok kestirmeden ilerlersek, söz konusu dosyayı; soru yanlış sorulmuş diyerek hiç okumadan kapatmak da mümkün aslında.

. ise dosya yazısında, oldukça rahat bir tavırla, hedefe yönelmekten çekinmemiş. Hatta, Oğuz Atay, Dostoyevski gibi yazarların dehasını, alt metinde postmodern edebiyattan üstün tutmuş. Yüzeysel olduğu düşünülüyorsa, ortada Raskolnikov’un baltasını ya da kendi ölümüne tanık olan birisini bulmak lüks olacaktır zaten. Ne var ki Baki Ayhan, geleneğin evrimci rolünü kabul ederken, bahsettiği yazarlarla, Oğuz Atay, Dostoyevski gibi yazarlar arasındaki bağı göremiyor. Baki Ayhan’ın, Mortaka’nın postmodernizm dosyasına verdiği yanıtta da anlamın parçalı ya da bütünlüklü olup olmaması üzerine söyledikleri de biraz keyif kaçırıcıydı. Anlamdan, elma dilimleri ve elmanın kendisi arasındaki oranmış gibi bahsediyor. Kendi şiirini de benzer bir biçim/dizge mantığı üzerine kurduğunu hatırlarsak, parçalanmış bir dize sırıtabilir belki. Ama yine de biçimin egemen kültür olduğu bir kıyıdan, ufka yönelmek, ya boğulma riskini ya da kıyının çizgisizliğini akla getirir.

Postmodern edebiyatın anlamdan hiçbir şey anlamadığı gibi sorunlu bir karar, her şeyden önce, edebiyat tarihine karşı bir haksızlıktır. Burada sadece edebiyatın dolayımında kalmak istiyorum. Çünkü plastik ve sahne sanatlarında postmodern algı biraz daha farklı bir inceleme yöntemi gereksiniyor. Edebiyatın harf ile olan ilişkisi, postmodernizmin anlam serüvenini daha iyi anlatıyor sanırım. Harf’in tek başına var ettiği anlam ve onu bilinçdışına vurgu yapan görsel, işitsel doğası; bahsedildiği gibi bir yüzeyselleşmenin değil, aksine derinleşmek zorunluluğunun nedeni olmuştur. Borges, harfleri ve onun görüntülerini düzden okusaydı, karşısına, olmayan kendisini çıkaramazdı. Onu, birden bire, kendi varoluşunu yitirmiş bir bağımlı gibi bulması, harfin imgeyi öğüten erk mekanizmasını da keşfetmesi ile ilgiliydi. Kafka kişilerinin zaman ve mekanı kullanırken, aynı zaman ve mekana direnen birer ruh taşımaları, Beckett’in ise o ruhla yola çıkıp zaman ve mekanı da ruha benzetme çabaları ve verilebilecek tüm öncül örnekler, postmodern dediğimiz şey’in “evrimi”ni de anlatmaktadır.

Başka bir tartışma ise, modernitesini kuramamış bir ülkenin yazınında postmodernizmin olup olamayacağıdır. En azından sözkonusu dosyanın postmodernizme bakış açısıyla, Baki Ayhan’nın bakamaması göstermektedir ki, kültürel evrimini, kaba bir erk zincirinin yasalarıyla tamamlamaya çalışan bir ülkede her şey görüntünün yeteneğinde aranmakta. Biçim algısı tek ve geçerli kurucu unsur olarak görülmekte.

Şimdi , , … demek gerekecek ama…

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: -4

‘yukarı’ dedin

Türkiye'de aslında "resmi" sayılabilecek bir modernizm okuması var. (daha önce bu konuda . Fakat Modernizm'in bir çağdaşlaşma tavır ve halleri sirkinden öte başka birşeyler olabileceğini pek düşünmek istememiştir. Düşünememiştir. Düşünmek istememiştir de.

O yüzden mesela şimdi kaç türlü modernizm vardı yahu sorusuna cevap arayan Batı ile bu modernizmlerin klinik tiplerine denk gelen bizler arasında fark durmadan artıyor, artmakta.

Mühür'ü görmesem de, Kemal Çubuk'un yazısından çıkardığım "yazınsal modernizm"in eleştiri yordamı ile yenilgiye, bozguna uğratılamamasından kaynaklanan ve akademizmle de desteklenen (benim daha çok faz farkı dediğim) bir modernizm okumasının kurbanı dosya.

Öyle ya, sadece şiirde değil, resimde, müzikte, sinemada vs. içinde olan biteni tartışmadan bilmeden nasıl anlayacağız bütün bunları. postmodern olan şey tanımlara gelmese de, kendini bu kadar "aşina" kılan kodları nereden topladi? Aslında tersten de düşünelim, bu kadar yabanî kodlar, yapılar, göstergeler Modernizm'le değil, postmodern oyunla bu kadar aşina hale geldi gibi. Baki Ayhan, Yücel Kayıran vb. postmodern ironi'den öte nedir?

------------- ~ --------------------

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: -8

‘yukarı’ dedin

aslında kavramlar üzerinden bir şeyleri "fazlasıyla" ciddiye almak ve bu ciddiyete inanmak, ülke şiiri açısından fazlaca lüks. biraz daha ileriye gidersek, diyebiliriz ki ülke şiiri için en büyük lüks, şiir yazabilme cesareti.

postmodernizm, modernizm ya da pek çok kavram, yanıbaşımızda "anlam"a bürünmek için beklerken, pek çok şair, kavramları da anlamı da kendi erk/aristokrat yapılarına kurban ediyor. Orada şair olmak da, imza atmak da şiir yazmaktan daha büyük bir "haz" doğuruyor. bu da dilin ironisi olsun. estetik nesne ile öznenin yer değiştirdiği bir tür peygamber yatağı gibi...

bunlar bilinen şeyler elbette. (belki de) şiir, tarihi boyunca böyle yazılageldi. (böylece) şairin yaşamını, okurun dışına iteleyerek onu şiirden ayırma çabası, gizlenmiş olan erk dünyasını da temizlemiş oluyordu. bunlar da doğru olabilir. ve de pek çok şeyler söylenebilir.

Baki Ayhan'ın ismi yanında, bu nedenle, anılacak çok isim var. Hatta dergiler var. Baki Ayhan üzerine yazmak istememin nedeni, onu, dolaşıma akademisyen şair diye çıkaranlardır. Şiir üzerine yazdıklarını - özellikle 80 şiiri- okuduğumuzda, şiirin bilgisini (ki bu "şiirin bilgisi" denilen şeyden hep ürkmüşümdür. kendimi bu tamlama karşısında nasıl konumlandırmam gerektiğini asla bilemem. belki bir donanım eksikliğidir) salt bir tarih okumasına indirgeme çabası, akademisyen us'un sınırlarını da belirlemekte. Şiiri, şiir tarihi üzerinden okuyunca, kaçınılmaz olarak bir teknik sorununa saplanıyor. Aragon'un dediği gibi şiirin tarihi, onun tekniğinin tarihidir. Şiirin tekniği ile sınırlanmış bir yöntem de şiiri, sonunda, bir yapı olarak bulmak istiyor. Baki Ayhan'ın manifesto çabası da buna paralel bir alt metin izlemektedir.

Bunlar yanlış mı? suç mu? Hiç bir fikrim yok. ukalalağım nedeni, ona konuşma hakkı tanıyanların, şiirin bilgisi dedikleri yerin skalasını küçültmekte olduklarıdır.

Serkan Işın'ın postmodern-ironi dediği şeyi düşünüyorum. çok emin olamadım ama bu da bir pencere sorunu gibi geldi bana. O da zaten tersten düşünelim demiş, yani pencereyi değiştirelim ama sanırım yine de 2 ile 2 nin toplamı orada da 4 ediyor.

ben postmodern-ironi üzerinde bir oynama yapmak istiyorum:

postmodern-grotesk...*

*: biraz acımasız gibi durabilir. affola. değişiklik, özne- nesne arasındaki yer değişiklidir. pencere groteskleşmiştir çünkü.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 35

‘yukarı’ dedin

Modern olmayanların, her nedense postmodern'de bir bityeniği, bir truva atı görmelerini anlayabiliriz (ne de olsa onlar geçikmişlerdir). Türk Şiiri'nin Çağdaş'tan "modern"e doğru gitmesini ben pek hoşgörü ile karşılamadım. Çünkü çağdaş'ta en azından bir zaman/mekan birlikteliği söz konusu idi, bir iddia, bir çeşit rekabet, bir çeşit anlama dürtüsü mevcuttu. Ama "modern", soluk bir müze duvarı anlamına geliyor çoğu kez. Modern Türk Şiir'i taşlamış bir ifade idi, her zaman benim için.

Şiir bilgisi ifadesine inan inanamıyor elbet. Bir kere bu tür epistemolojik söylem, metodolojisine değil, daha çok Tarih olarak gördüğü şeye ve bunun nasıl aşıldığına da bağlı değil midir biraz? Bizde Cevdet Paşa'dan beri bu tarih konusu biraz muğlak, biraz Tarih-sonrası, biraz Post-Modern bir uğraş.

Elimizde bir edebiyat tarihimiz yok, hepimizin üzerinde anlaşıp uzlaştığı estetik maksimum noktalari yok -bunlar bize dayatiliyor genelde. Olmadığı için de bilgi, bir birim olarak spekülasyon+sezgi gibi bir araçlar yığını ile oluşturuluyor (zamanında Muallim Naci'nin Enderunlu Vasıf'a gösterdiği tepki hatırlanabilir).

Bu da aslında modern sonrası bir geriye bakma pratiği. Özetle hepimiz tembeliz, bizden öncekiler de tembeldi. Bizden öncekiler modernizmi bir "ilerleme" yöntemi olarak aldılar, "ilerleme"ye bakış yöntemi olarak değil. Yani kübizm'in daha çok bir "modernlik estetiği" olması gibi. Yani kübistsen modernsindir, şapka giyersen modernsindir gibi.

O yüzden bizde postmodernizm, tam da modernizm olarak algılandığı için bu tür bir düşmanlık mevzu bahis.

------------- ~ --------------------

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 23

‘yukarı’ dedin

sanırım tüm bunları bir aitlik duygusu/ilkesi etrafında okuyabiliriz. kavramların, dolaşıma sokulma ihtiyacı da öznenin kendi imgesine yeterince inanmıyor olmasından kaynaklanıyor. Baudrillard'ın dolaşım mekanızmasının imgeleri nasıl öğüterek bir pazar algısına çevirdiğini söylemesini anımsayabiliriz. Şimdilik şiiri üretenlerin, kendini üretmesi yok oldu. Belki de tam aksi yönde bir gelişim görülüyor. İmgelerinini üretebilmek için, üretilmiş şiirler arıyorlar. (Buradaki şiir sözcüğünü, total bir sanat kuramı olarak okumak da mümkündür.) İşte, modernizm ya da başka kavramlara duyulan ihtiyaç bundan doğmakta. Mesele, gerçekten, kavramı anlamak değil... kavramın çizdiği sınırın içinde varolma çabası. Doğrudan varlığa değinen, onu ele avuca almaya çalışan şiiri neredeyse on yıllardır okuyamıyoruz. Edip'in, Turgut'un.... hiç tereddüt etmeden "ikinci yeni" tanımlamasını reddetmeleri bu nedenle bir tesadüf değil. onlar imgenin şeyini (şeyin imgesini) düşünmüştüler ve aitlik duygusu bu yönelme karşısında bir tuzaktı. sadece yazdılar.... kavram, bundan sonra varsın doğsundu... onlara yüklenilen sınırı bir ön kabul olarak bulmuş olsalardı, yazılan şiirin damarı da patlardı sanırım. kabullenme ve icra etme arasında doğrudan bir mantık kurmak belki yanlış gibi görünebilir ama yine de "tasarımın mevcudiyeti" ile "mevcut olanın tasarımı" böylesi bir akıl yürütmeyi önümüze sunuyor. şiir bilgisine erme de bu çemberin içinde düşünülebilir. bilgiyi üretmek, özne'nin kendini/şiirini denemesini kolay kılmaktadır çünkü.

***

tarihsel okumayı, dönüştüren bir okumanın içinde bulabiliyorsak eğer, şiirin tarihinden bahsedebiliriz. 19 yy sembolistleri ile naturalist/gerçekçileri arasındaki savaş bir teknik savaşı değildi. aksine özne-nesne arasında kurulmak istenen bağdı asıl mevzuu. hatta oradaki okumayı; dıştan içe (mimesis) ve içten dışa imge aktarımı olarak da görebiliriz. sonuçta tartışma, kilise/ruh (mistisizm) ile modernizmi inşaa eden akıl (pozitivizm) arasında yürümüştür. tarihi belirli oranda orada kırdı sanat. çünkü sonradan başlayan avand-gardelar tüm kavramları yeniden üreterek, kaba ayrımları yontmak istediler. bu yontma işlemi modernizm zirvesi.... yani o zirvenin evrimine, bugün türk şiirinde itiraz edenler kendilerini modernist olarak ilan ediyor. tuhaf. tuhaf olduğu için de güzel... (elbette ki yine burada modernizmin kendi iç ulamlarında yürüttüğü kamplaşmayı da hatırlayabiliriz. ama en azından tartışmamaız bağlamında yanlış bir yöntem olacaktır. çünkü bugün tartışılan ulamlar arasındaki farklar değil, bizatihi ulam dışı bulunmak istenilen bir şeydir. )

neden bilmiyorum, bunları yazmak huzur veriyor bana. huzurun sınırını çizme ihtiyacı da duymuyorum.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 31

‘yukarı’ dedin

Parşömen dergisinin Güz 2000 sayısında Ahmet Said Akçay'ın hazırladığı İkinci Yeni Sonrası Türk Şiiri dosyası içinde yer alan, İsmet Özel'in "Modern Şiiri Savunmak" metnini yeniden okumak, belki de postmodernizm algısını yanlış kuranlar yerine, doğru düzgün bir modernizm ortaya koymak isteyenler arasında bizi seçim yapmaya itebilir.

Net üzerinde aradım, bulamadım, bana göre önemli bir metindir. PDF olarak

------------- ~ --------------------

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 1

‘yukarı’ dedin

siln