2007 yılının Mart ayında siteyi -kimbilir hangi şekil ve umutlarla- açmışım. Bugünden o güne nelerin değiştiğine, geliştiğine ve artık işlevini yitirdiğine dair fikirlerimi siz sevgili okurlarla paylaşmak boynumun borcu gibi geldi bir an. Bu retrospektif bakışın -geriye doğru- bize ne kazandıracağından pek emin olmasam da..
Öncelikle şu ifadeleri dikkatinize sunuyorum:
Türk Şiir'i son 3 yıldır kötü yönlendirildi, ahmakça gündemlerle vakit geçirdi. Fakat tarafların kabaca "konvansiyonel" ile "deneysel" olarak ayrıldığını görmemek saflık olur.
Böyle bir ayrım bugün ortada yok. O zaman demek ki nasıl bir umudum var ise, “deney” ile ilgili gördüğüm bir çok şairin çabalarını, kendi mecralarında, dergilerin yürüttükleri o hararetli işleyişi dikkate almışım. Ve onları kayırmışım açıkça. “Konvansiyonel” birilerini aşağılamak, diğer şairleri ötekileştirmek ya da marjinalleştirmek için falan kullandığım bir ifade değildi halbuki. Ama bir ayrım olduğunu belirtmek gerekiyordu. Sadece ayrım olduğunu ifade etmek yetecekmiş gibi. Elbette böyle olmadı. “Konvansiyonel Şiir” dendiğinde bugün zayıf, verimsiz, klişe şiiri değil, bu şiirin içinde geliştiği İktisadî oluşumu, toplumsal katmanları da anlıyorum. Yani dizeli şiir yazmanız sizi yayın ve ortaya çıkma aşamasında hangi süreçlerden geçiriyor ise, işte o süreçlere diyorum bunu. Çünkü ancak “dizeli” ya da tarihsel olarak tutmuş, meşru görülmüş bir biçim ile şiir yazdığınızda o mecralarda dikkate alınıyorsunuz. Bugün şairlere önerebileceğim, konvansiyonel ve endüstriyel yayın alanını terk etmeleri ve küçük baş yayıncılık ile şiirlerini biçim ve içerik kaygısı ya da şablonları olmadan okurlarına ulaştırmalarıdır.
Şiir adına yapabileceklerimizin en zor yerinde durduğumuz ve ayağımızın kolayca kayabileceğinin bilincinde "yeniden-üretiyoruz".
“Yeniden-üretme” ifadesi tuhaf geliyor. Burada bahsedilen yeniden-üretme bir kanon dahilinde, geleneği devam ettirme ya da sanki canlı, hayatta bir gelenek varmış gibi, bunu Modern kıyafetlerle bezeme işi değildir. Üretme ve görsel şiir arasında yakın bir bağ olduğu aşikar, çoğu kez ortaya çıkan şey “maddesel/somut” özelliği ile de dikkate alınabiliyor, çünkü klasik anlamda içeriğe tamamen gömülmüş bir “anlam” yok. Çünkü böyle bir taşıyıcı yok. Sözdizimi -dize dizilişi ya da mısra konumlanışı- Sözlü Kültür’ün ekonomisine göre işlediği için, yazılı kültür’ün teknolojisinden yararlanmayan bir şiir, sakatlanmış ve bu arızası ile yeniden üretilmiş DNA’ya benziyor. “Yeniden-üretme” orjinalden kopya üretmek anlamında bir çoğaltma işi değil, tam tersi, ancak yeniden üretilende ifade olma imkanı bulabilecek enerjinin çoğaltılması işi. Burada kopyalama cihazlarının şiire-hazır (poetry-ready) halleri kastediliyor. Her teknolojik cihazın, şiire-hazır bir hali ya da fazı vardır. En azından böyle açıklayabilirim sanıyorum. Orjinale uygulanan deformasyonun, bozumun, kopyaya sirayet etme eşiğinin artmasından bahsediyorum. Yani Bütün olanın, Parça halinde, kendisini, yeni söylem alanı içinde kaybetmesi göze alınarak görsel şiir üretilir. Çünkü bu tür bir parçalanma, ortaya ilginç enerjiler çıkartacaktır. Multi-medya, çoklu-ortam, çoklu-mecra, tek bir faza, tek bir şeye indirgenemeyen kelime, işaret, im, iz ya da göstergenin, anlam-izotopları (anlam-izotopu: uzak anlamlar, anlamsızlıklar, alakasızlıklar, saçmalıklar vb.) ile anlam-izobarlarının (kelimenin çağrışımları, yalın ve yan anlamları, sesteşleri vs) dışlanarak ya da tam tersi aşırılaştırılarak mecrada yayın/lanması demektir bu. Öyle ki, Şiir’de daha önce Zaman, öyle veya böyle, ölçülü olarak ele alınmışken, burada okumanın şeklini ve şemalini belirleyen bir vektörel büyüklüğe erişmiştir de. Vektörel büyüklük derken, Zaman’ın lineer ve sadece ileri akan ve böylece mekânsal düzeneği belirleyen halinin tam tersinin geçerli olduğunu söylemek gerek. Dizeli bir şiirin iş görebileceği zaman aralıkları belirlidir, fakat çoklu-mecra’da deneyimi akışın çoklu-yönlerine yayan şiir için böyle aralıklar belirlemek mümkün sayılmayabilir. Buna en güzel örnek sanıyorum ki şu olacaktır: İsimsiz - Serkan Işın, 2011 (Yeni pencerede açmak için tıklayın)
Sayfanın tepesinde gördüğünüz bulut, okur metni okumaya giriştiğinde, sizi aksi bir yöne götürdüğü gibi, akış sürekli olduğu için metnin “bitişi” mümkün görünmemektedir. Böylece anlam, ya da anlama, sabitlenmemiş, bir karara bağlanmamış, yargı okurun okuma eylemini aşacak şekilde gecikmiş ya da ötelenmiştir. Bu kabul etmek gerekir ki yeni bir deneyimdir. Çünkü akışı belirleyen artık Mutlak olarak Şair değildir, okurla girdiği bir ilişki de değildir, tamamen okur tarafından kontrol edilen bir oyuna dönmüştür alımlama işi. Çoğu biçimde şiir metni, gövdesi, okuma bilgisinin sınırları içinde kalarak iş görmektedir. Yani Türkçe imla kuralları içinde metnin başladığı yer ile bittiği yer, kitabın içinde sabitlenmiş, sayfalar da buna göre inşa edilmiştir. Yeni-okur ~ Yeni okuma ~ Yeni Mecra. Bunlar birbirlerine bağlı ve birbirlerinden bağımsız bir döngüyü oluşturuyorlar.
Bugün kendine "dergi çıkartıyorum" diyenlerin, kendilerine "şair" dedirtebilenlerin karşısında biz duruyoruz. Oysa Dil, görsel şiir'dir.
Üç kere off!. Bir kere bu dil, bu ifade biçimi -mücadeleci, tasfiyeci ve indirgemeci ve ötekileştirici dil- kesinlikle terk edilmesi gereken bir dildir. Bu kenarda olmanın getirdiği taşkınlıkla ilgili değildir çoğu kez. 2007 yılında buna ihtiyaç duymuş olmak -yeni başlamak, bir söylem alanı oluşturmak, bir itiraz noktası belirtmek vs. şimdi bakınca normal görünüyor olabilir, fakat bu sorunlu dilin neden sorunlu olabildiğini bugün artık anlıyorum. Fakat böyle bir karşıtlığı koyabilmenin sadece lafla olduğu, bunun dışında dostlar alışverişte görsün hesabı işler yapanların düştüğü durumları hepimiz görüyoruz, değil mi? Kendimizi kandırmama da gerek yok. Ana-akım şiirin, modern ve gelenek üzerinden kendisine kurduğu alanın karmakarışık düzenine kafa yorup, akıl uyduracak bir halim de yok. Fakat böyle olmadığını, “karşısında duruyoruz” gibi anlatmaya da gerek yok. Aslında hiç bir şeye gerek yok çünkü bu alanda merkez / çevre oyununun nasıl sahnelendiğini daha önce birkaç kez izleme imkanımız oldu. En sivil sayılabilecek İkinci Yeni’nin bile o kozmopolit yapısına rağmen, genç şair ismi saymaktan ve zar atmaktan ağzının ve elinin yorulduğunu da gördük. Velhasıl şair sayılmanın bir güç, şair sayma gücünün de başka bir güç olduğu yerde böyle efelenmeler, “bizi de görün!” anlamına geliyor, bunu biliyorum artık. Kaybolmanın Estetiği ifadesinin bir poetika olmasındaki ısrar da zaten bu rahatsızlıktan kaynaklanıyor sanki..
Deney/sel konusundan tekrar başlamak gerekiyor. Çünkü şairler, en azından “deneyebilecekleri” konusundaki korkularını ya da tarihsel naslarını bir kenara bırakıyorlar. Ana-Akım Yazın Endüstrisi’nin imkanları geliştikçe, deneyen kitaplar göreceğimiz aşikar, en azından bunu umut etmekten başka çaremiz yok. Bunu talep eden bir okur olup olmadığını ben de bilmiyorum. Tarihsel olarak bu tür bir kentli okur üretebilmiş değil edebiyatımız. Ana-Akım Yazın’ın böyle bir gücü olduğundan da şüpheliyim, bir kere fazla ekonomik, bir kere fazla popülist, bir kere fazla onaylamacı bir yanı var. Şiir tarihimizin tutan verimlerini kurcalamaktan öteye de gitmiyor sanki. Orada senaryo belli değil mi?
2007 yılından bu yana geçen süreçte, oldukça fazla etkinlik, kitap, makale, tartışma vb. oldu. Bunların hepsini özetlemem herhalde mümkün değil. Geldiğimiz noktada -ki bu bir nokta ise eğer, buradan geçen doğruların sayısının çok fazla olabileceğini düşünmek beni mutlu ediyor. O yüzden okurun, kenara, daha doğrusu kenarda durmaya özen gösterene yaklaşmasını, ortaya gelme zorluğu çeken şeylere karşı arzu duymasını talep ediyorum.
Yorumlar
belki başka bir örnek
Puanlar: 24
‘yukarı’ dedin
belki başka bir örnek zamanında @craft'ın önerdiği prezi.com'dan olabilir. drednot şiirini böyle sunmaya çalıştım (şiirin girişi sayılır bu).. yapmışken paylaşayım, hoşunuza gidecektir: http://prezi.com/zks...