YAZININ CESEDİ

Birincil sekmeler

mavi veya siyah tükenmez kalemle dokunaklı ve büyük harflerle

Serkan Işın

Yazı, insanîleşiyor mu yoksa makinalaşmaya mı başladı? Yazı olarak gördüğümüz herşey sinaî tipografinin sonsuz imkanlarına batırılarak karşımıza geliyor. Garip'in gündeliği, Cumhuriyet'in koruyucu meleklerini vitrinlerin karşısında endam ettirdiğinde, camın dışında "bedava" ile sınırlandırılan yaşamdan haz alma sevinci, bugün "indirim"lerin endüstriyel ağırlığı altında yoksunluklarımızı linç ediyor. İkinci Yeni'nin kırık aynası ve 80 Şiiri'nin lirik komidini, Neo-Epik'in boy aynası, Felsefî Şiir'in el aynası, Madde-Şiir'in sirk aynası kırılmıştır.

Bir biçim olarak yazı, tam da bu noktada akışkanlığından uzağa, anlamın biricik taşıyıcısı olmaktan çok daha öte bir yere, el yazısının belirleyiciliğinin çok daha dışına bir yere, imgesinin daha tehlikleli şekilde biçimlendirildiği yere, Makina'nın salt ve katı gerçekliğine gidiyor. Bir yüzyıl önce imgenin genellikle okurun retinasının arkasında bir yere düştüğü düşünülürse, hedeften oldukça fazla sapılmıştır.

Bu kitapta göreceğiniz örnekler, okuru bir barkod tabancası ile yer değiştirmeye, bir dakikalığına olsun onun ne deneyimlediğine tanık olmaya çağırmaktadır. Şairin, tıpkı Descartes'in ünlü adamı gibi "kör" olduğu, "iç gözünün" açık olduğu hayal dünyasının dışına, bir Makina olarak Yazı'nın ve araçlarının soğuk, robotik ve neredeyse "dilsiz" coğrafyasına davet edileceksiniz. Şairin, gerçekte ne görebildiğini görebilmek için, yazıya daldırılmıştır. Artık bu anda, ortaya atılmış lekeler, oradan buradan kağıdın üzerine serpiştirilmiş tipografi kalıntıları, parçalanmış harfler, yeniden düzenlenmiş ve daha çok "bitmemiş" halleriyle kompozisyonlarla şiir, kesinlenmiş kurallara bağlanmış estetiğine karşı durmaktadır. Yani "okumak" üzere alıştırıldığınız kalıpların, temrinlerin ötesine geçeceksiniz.

Sinaî tipografinin hepimize öğrettiği, daha sonra güzel okuma ve yazma olarak belirlenmiş tüm bu kurallar dünyasının karşısında gördüğümüz "gözün arkeolojik kazı" alanı olarak hayallerimizin, rüyalarımızın, umutlarımızın, yıkılışlarımızın, varoluşlarımızın, uzviyetlerimizin, kendilik bilgimizin yerine fersah fersah ötelenmiş resim-yazıyı, deyim yerinde ise resmî-olamayan-yazıyı koyuyoruz. Bir söz ve yazı sanatı olarak Şiir, burada ilk kez bu akrabalıklarından sıyrılmış, mecazî anlamının ötesinde gerçek anlamı ile teknolojinin karşısında insanî olarak kalan tek şey, biricik yöntem olarak tarayıcının, daktilonun, klavyenin, yazı biçiminin, fırçanın ve bozulmuş, sakatlanmış, işlevsizleşmiş haliyle meydan okumaktır.

Denebilir ki, kağıdın üzerine bırakılacak herhangi bir leke, artık kağıdın malıdır ve anlam soyağacı içinde, şiirin tüm gizlerini, gözlerimiz için, yazı üzerinden temsil etmektedir. Bu, kapitalist anlam üreteci olarak "logo"nun, "slogan"ın propagandasının, karşısında elimizde kalan tek pagan'dır. Görsel şiir, her anlamda ödüllendirmeye ve okurun "şiir metni" tarafından hazla, anlam afyonu ile ödüllendirilmesine karşı çıkar.

Görsel Şiir'de endüstriyel yazının ve onun yazılı/basılı kültürünün ölüsü yatmaktadır: Yazının ölüsü. Bu yazı, elbette herşey olarak resimdir. Parıltılı ışıkları ile Optik görme sınırları içinde kalan, kışkırtıcı bir araç olarak Reklam panosunun, tarihi bilginin, ders kitabının, şiir kitabını da üreten matbaa makinasının sessiz uşakları olarak tüm harfler, mürekkebe bandırılmak üzere hazırlanmış "izler"in hepsi, görsel şiirde, gözün yeniden-okuması için bir takım evrelerden geçirilir. Bu, tekniğin, insanîleştirilmesidir. Bu anlamda görsel şair, bir tarayıcıyı fonksiyonu dışında kullanabilir, bir daktilonun, bir klavyenin, bir kelime-işlem yazılımının doğasını tersine çevirir. Çünkü, karşımızda duran "tekno-dünya"nın söylem alanı tüm bu araçlardan başka hiç bir yerde "hata"ya zorlanamaz. Bu, teknolojiyi edilgenliği ile değil, değişmeye zorlayarak tüm etkinliği ile bozarak kullanmak demektir. Bu, insanca ve evet pek insanca olandır. Bu, size yapılanları, onlara geri iade etmektir.