Anlam yoktur, anlamlandırma vardır. Organizma hisseder, düşünür ve sonrasında anlamlandırır. Susuzluk bir histir, bedenimizin suya ihtiyacı olduğunu düşünürüz ve bu susuzluğu gidermek için su içmeye karar veririz. Anlamlandırma duygu ve düşünceden sonra gelen eylemdir.
Görsel şiir olarak ortaya konan iş bir anlam değildir. Bir an'dır. Bu yüzden değerlidir. Konvansiyonel dediğimiz şiirle kıyaslaması yapılmamalıdır. Sözcüğe ya da sözlü kültüre dayalı şiir bir tarzdır, şiirin tekniklerinden biridir. Görsel şiir de farklı bir tarzdır. Şiir olma ortak paydasında buluşurlar. Bunun aksini iddia etmek , şiiri sözcüklere hapsetmek, erki(ne demekse) elinde tutma çabasıdır ve ikiyüzlü anlamsız bir yaklaşımdır.
Görsel şiir tavşandır. Bize şimdiye kadar sunulan ise tavşanın suyunun suyu idi.
Görsel şiir, anlamlandırmayı okur/ bakar kişiye bırakır. Konvansiyonel şiir, çoğu zaman şairin anlamlandırmasıdır.. Bu bir yaptırımdır ve insan olarak karşı çıktığım şey bu yaptırımlardır. İşlerimde, bir anlamlandırma varsa bu benim için aşılması gereken bir zaaftır. Hikaye anlatmıyorum, şiir yapıyorum
Sözcük, şiir için bir malzemedir ama tek malzeme değildir. Sözcüğün, düzanlam, yananlam, tersanlam vs. kullanılmadık hali kalmadı. Kendini tekrar eden ve her seferinde şairin egosunda düğümlenen bir şiir var karşımızda. Şairin zaaflarından, yüksek sesinden, deneyimlerindeki tektiplilikten arındırıp, şiire ulaşma çabası içinde oluyoruz. Benim bunu yapacak sabrım yok ve bu tekrarı bir saygısızlık olarak algılıyorum. Bunca yıldır , bir adım ilerlemedi mi şair ? ( Çok sevdiğim ve başarılı olan şairler var. Onları bu yorumun dışında tutuyorum)
Eleştirdiğimiz, elin modern insanı, çelişkilerini çözmek, kaygılarını gidermek ve hayatının sorumluluğunu alacak cesarete sahip olmak için terapiye falan gidiyor. Modern olmamak için direnen bizim gibi toplumlarda ise şair, arabesk olmayı seviyorum , doğunun duygululuğunu seviyorum kolaycılığıyla şiir yazıyor, konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor. Herşeye karşı öfkeli ergen modunda, yetişkin olmamak ve sorumluluk almamak yolunda ilerliyor. (Yetişkin olmayı, uyum sağlamak, sisteme entegre olmak olarak algılamayın lütfen. Yetişkin olmak demek, değiştiremiyeceği şeyleri kabul edip, değiştirebilecekleri için, oturduğu yerde ağlanıp, sızlanmak ve isyan etmek yerine, harekete geçecek cesareti olmak demektir.)
Şiir bir terapi tekniği değildir. Şiir bir sanattır. Sanatla Terapide, şiirden faydalanabilirsiniz. Bu kadar...
Yorumlar
...
Puanlar: -3
‘yukarı’ dedin
Anlam sorununun bu kadar dar bir alana hapsedilerek kullanılabileceğini sanmıyorum. Anlam, yoktur demekle anlamlandırma vardır demek arasında da bir çelişik durum var. Yine anlamlandırmanın, duygu ve düşünceden sonra geldiğinin imlenmesinde de. bir durum olarak (aynı zamanda episemolojik olarak) anlamlandırma, anlam'dan üremiştir. anlam varsa, anlamlandırma var demektir.
Anlam, doğrudur, eşyanın kendisinde yoktur. Us, ona sonradan yüklemiştir bunu. Siz bu duruma anlamlandırma derseniz, terminolojinin kullandığı ve bir kavram olan anlam'ı yok etmiş olursunuz. Açıkçası anlam yoktur diyebilme cesaretimi ben; anlamın sonradan üretilmiş saymaca doğasından ileri geldiği yönünde kullanmak isterim.
doğaya bırakılan ya da bırakılması olası görünen her malzeme bir im olarak, malesef, anlam ve anlamsızlık paralelinde kendince bir "şey" üretmektedir.
Anlamı hastalık derecsinde, yücelterek; insanı ve etkinliğini, ulamlara bölen, ondan tanımlar sağan modernist usa bir itiraz niteliğinde; bu belirlenmiş us'un özgürlüğünü her şeyden önce hastalıklarından arındırmak olarak da düşünübeliriz. Kendi adıma bunu düşünebilmeyi isterim ama biliyorum ki bu düşünce de paradoksun içinde başkaca, cılız ve kör de olsa başkaca bir anlamın peşine düşmektir.
Bu durumda, anlamı kırmak materyelin işlenmesi açısından bir tekniğe dönüşürken, içeriği yok edemediği gerçeği bu tekniği sonuca ulaştıramıyor.
Tiyatro yazınında ve sahnesinde, anlamı kırmanın olası yöntemi olarak; çelişik durumları/eylemleri/duyguları an içinde bir arada verebilmek diye düşünmüştüm. Bir yere kadar bu durum sinema için de geçerli idi. Ama yazın'ın içine girince iş zorlaşıyor. Fonetik şiir dersek, orada harf'in kendi başına bir anlam üretmesi bile yeterince baş belası durum. Ama bu demek değildir ki görsel şiir de durum farklı. Orada ki çizgi, bağını harfle koparmamıştır. zaten koparsa, doğrudan resmin alanına dahil olacaktır. Bu durumda ortada tavşan varsa (ki suyunun suyu vardır) bu şiir geleneğinin ve avant-garde hareketin toplamıdır. Zira avant-garde gelenek 20 yy ın başından beri anlamı üretme yöntemeleri bağlamında farklılıklar göstermiş ve ortaya çıkmıştır.
sevgiler.
notlar, sorular
Puanlar: 6
‘yukarı’ dedin
sorulabilecek birsürü sorudan birkaçı.. "Organizma hisseder, düşünür ve sonrasında anlamlandırır" şair organizma değil midir, ürettiği işle ilgili kendisinin de bir anlamlandırma deneyimi geçirmediğini bu kadar rahat söyleyebilir miyiz? anlamlandırma yani alımlama yani okumadır. metin olarak neyi aldığımıza bağlıdır bu da. şairin ürettiği metin de bir okumadır, anlamlandırmadır? anlam ve an olmak arasında bir zıtlık yoktur. andır ve anlam üretir. metinsiz metin üretmek ile anlamsız metin üretmek aynı şeyler midir? "Sözcüğe ya da sözlü kültüre.." aynı şey değil bunlar.. sözlü kültür şiiri ile sözel şiir (konvansiyonel yerine bunu kullanmak daha yerinde diye düşünüyorum burada). verili olandan yola çıkmakla hiç'i kabulle yola çıkmak arasında fark olabilir mesela ama temsil kafadan kötülenecek bir meziyet değildir sanıyorum, karşılığı olmayan şeylerin temsilini üretmek de denebilir görsel şiire?
connected
organizma olarak şair
Puanlar: -12
‘yukarı’ dedin
Hece'de Hayriye Ünal aslında uzun zamandır "iş yani çalışma" kavramı ile "şair" arasındaki uzaklığın ne kadar açık olduğuna dikkat çekiyordu.
Valery "ressam gövdesini de katar" diyor. Şair, gövdesinin katma değerini işe katar. Gövdesini bir organizma olarak (burada kelimenin gerçek anlamı ile) şiire tamamen katabilmesi ne kadar mümkündür? Benim bunca "iş" diye sayıklamam, kelimenin türkçe içindeki anlamının ideolojik olarak Batı'dan farklı bir yerde olmasından kaynaklanmakta. Biz "iş" yapıyoruz konvansiyonel şiirden farklı olarak ve bu "hip bir konsept" değil. Eli ayağı mürekkebe bulanmış buldum çoğu görsel şiirden sonra kendimi ben. Çoğunuz da öylesinizdir muhtemelen.
Bunun yerine 19. yy'dan beri "masa" etrafında pusu kurmuş ve küçük burjuva hayatının tam ortasında konuşlanmış "bilge-şair" önümüze sunuluyor değil mi? E hani bizde küçük burjuva yoktu? Demek ki şairler, aslında kendi başlarına bir "sınıf" olmuşlar.
Bugüne kadar "emek filan" diye önümüze sunulan şiir ve şairlerin hiç birinin eline üstüpü değmemiştir. Görsel şiir örneğin Batı'lının ele aldığından öte bizde eksik ressam figürünü de tamamlamaktadır.
Bir de şu var. Türk Şiir'inin bir sözlüğü, envanteri (bu anlamda tarihi) yerine elimizde "klişeler" ve "görenekler" var (konvansiyon yerine görenek diyebiliriz sanıyorum). Bu görenekler üzerinden "metinler-arasılık" üretmek komik çünkü yazı dili değiştiği içinde aslında çok şey "kaybolup" gidiyor. Kanonlar ortaya çıkmıyor, sadece öngörülebiliyor(du). Artık görüyoruz ki kendi içinde ikiye bölünmüş bu algı çeşitli çelişkilere ve oradan da ironiye gebe. Örneğin "iyi kötü", "genç yaşlı", "eski yeni", "divan şiiri halk şiir" (benim "Yerim Seni Türk Şiiri" bunlara dikkat çekmek için vardı) gibi.
Derya Vural'ın işlerine göz atarken, türk şiirine değil, sanıyorum türk ressamına biraz bakmak bakabilmek gerekiyor. Bu da kolay değil.
------------- ~ -------------------- Hubble'ın Mercekleri
Sanatsızlığın Sanatı
Puanlar: -5
‘yukarı’ dedin
Sanatsızlığın sanatı, zamansızlığın zamanı gibi, diyalektik değildir; görsel şiirde hiçlik var olur, ama sadece olumsuz imlemde alınmamalı bu. Sanatsızlığın sanatına giden yol yaşamın kendisini en üst düzey varsıllık olarak ele almak için, yaşama sıçramak için diyalektik olanın içinden geçmeli ve onu aşmalıdır. Yaşamın hakikatini ve doluluğunu ancak böylelikle hiç olanın içerisine sığdırabilir, hiç olanın kendisinde o büyüleyici ayrımı yaratabilir ve yaşamın bir yarığını, boşluğunu metnin içine, görüntünün içine açabiliriz.
Benim sıkça savunduğum şeyi sanıyorum sitede en iyi uygulayan Derya Vural'dır. Derya Vural bize ilk elden, tüm dolaysızlığı içerisinde bu yarılma ve boşluğu önce bütünlük içerisinde, yargı yetisini çarpan o büyüleyici bütünlükte, sonra da sanatsızlığa sıçrayan parçalarında becermektedir. Burada beğeni bütüne yansır öncelikle, sonra düşünce işin içine karışır görsel şiir durumunda ve bu düşüncesizlik olarak yaşamın en olgun görüntülerine, bükülmelerine karışır. İşte bu sanatsızlığın sanatıdır, görsel şiir Yaşam için yeni bir Tin üreticidir, minimal düzlemde de olsa bu böyledir.
Mesela ben Serkan'ın çalışmalarını ilginç ve kompleks bulurken, çok zengin bir deneyim ve bilginin o çalışmalarda yattığını anlarken; o dolaysızlık düzlemini Serkan'ın çalışmalarında pek göremiyorum. Sanırım Serkan ile ayrıldığımız yer burası, ben sanatsızlığın dahi olsa bir sanatı olduğuna ve bunun işin en başında da olsa bütünlüklü bir algıyla verilmesi gerektiğine inanıyorum. O bağlamda görsel şiiri de buraların bence en olgun iki şairin kendisi açısından ayırma gereğini hissediyorum: Serkan Işın'ı bir uca, Derya Vural'ı diğer uca koyuyorum ve bu iki ucun giderek genişlediğini, Görsel Şiir deneyiminin salınım sınırlarını zenginleştirdiğini düşünüyorum. Serkan Işın parça şiiri (metni), Derya Vural ise bütün şiiri(görüntüyü) temsil etmektedir, ikisinin daha olgun ve kapsayıcı bir yere gittiğini görmek bizler açısından muhteşem bir deneyim olabilir. Metin ve görüntü açısından böylesi bir ayrımı ancak bu ikisinin birlikte olduğu bir düzlemde yaptığımı da not etmeliyim.
anlamın hangi yakası?
Puanlar: -19
‘yukarı’ dedin
Anlamı hastalık derecsinde, yücelterek; insanı ve etkinliğini, ulamlara bölen, ondan tanımlar sağan modernist usa bir itiraz niteliğinde; bu belirlenmiş us'un özgürlüğünü her şeyden önce hastalıklarından arındırmak olarak da düşünübeliriz. Kendi adıma bunu düşünebilmeyi isterim ama biliyorum ki bu düşünce de paradoksun içinde başkaca, cılız ve kör de olsa başkaca bir anlamın peşine düşmektir.
demiş Kemal Çubuk.Açıkcası soru daha da çatallanıyor çünkü ortada "şey" olarak iş duruyor. Eskiler teori kelimesinin karşılığı olarak nazariye kullanıyorlardı (Hakan Şarkdemir'in ifadesidir). Nazar, bakış, neredeyse Yunan'ın anladığı anlama çok çok yakındır. Bugün "kuram" kullanıyoruz. Oradan da şuraya gelebiliyoruz, Nesnesi olmayan bir düşünce ne kadar mümkündür? Sürekli düşünebilir miyiz ya da örneğin "düşünmediğimizi düşünebilir miyiz?"
Batı Modernizmi bununla maluldür. Düşünce süreklilikle maluldur. Ya da süreklilik hayali ile. O yüzden "büyük anlatı" saçma gelmektedir hepimize. Dünyevileştirilen herşeyin, yine gökyüzüne yakın bir yere iliştirilmeye çalışılması, insansızlaşması (Marx'ın anlatısından İlerleme mitine kadar).
Düşünce mi parçalıdır yoksa düşünmek mi? Eğer ikinci doğru ise, düşünme eyleminin bir parçası olarak "düşünce", hiç bir zaman "bütün" olarak mümkün olamayacaktır, yok eğer birincisi varsa, o zaman düşünmek, gerçek anlamda "tam"ı bölüp duran bir hızardan başka birşey değildir.
Görsel Şiir'de anlam adına bir problem yoktur. Çünkü öyle bir "okuma" yoktur. Buradan "boyutlu" ya da "çok katmanlı" geyiklerine girmeyelim. Jessica Smith'in şiirleri bu anlamda değerlendirilebilir, çünkü o "mimari bir yapı" olarak bakar şiire ve Escher'le eş değer bir mimaridir bu. Neresinden başlarsak başlayalım.
18 yaşımda Sürrealizm Ansiklopedisi'ne ya da Dada kitaplarına dalarken tek düşündüğüm bütün bu "yeni" yapıtların sanki "hiçbiryerden çıkıp karşımıza nasıl konduğu" konusu idi. Ama sonra gördüm ki, olay çoğu kez böyle işlememiştir. Biz herşeyi "mucize" olarak gördüğümüz için, Modern Sanat'ı kendisinden öncekini tamamen silmiş atmış birşey olarak algılıyoruz. Oysa, durum hiç birşekilde böyle olmamıştır. Aynı medeniyetin çocuğudur hepsi de. Birisi fazla asi, birisi fazla peltek, birisi fazla iddialıdır.
Bu "kopma bağlanma" geyiği uzun süre sürdü. Batı'da olanı "mucize" olarak görmemizden kaynaklanan sorunları (aydınlarımızın görev zararı diyelim) aşamadığımız için bugün bu haldeyiz.
Özetle, sanat eserine bakalım, görsel şiire gözle bakalım, önyargılarımızla değil.
------------- ~ -------------------- Hubble'ın Mercekleri
anlamla yaka paça
Puanlar: 9
‘yukarı’ dedin
sanki birileri heyecanlanıp herşeyin mümkün olduğuna inanıyor görsel şiirle/şiirde. herkese o kadar net görünmüyor belki ama çapı/çerçevesi var bu işin, tamam bugün uzağı göremediğimi farkettim ama etrafa saçılmış verileri el yordamıyla da olsa değerlendirmek gerek yani. somut şiirle kardeş olarak anılan bir tür içindeyken bunu da yabana atmazsınız herhalde.
sadece bu tartışmanın neden başladığı yerde devam etmediği bile anlamlı değil mi? bu anlamlı 'cümle'yi öğelerine bölmekle vakit harcamayalım ama.
iletişim süreciyle bağları koparıyor muyuz, nasıl? kendi içlerinde derinleşen meseleler iletişim unsurları, "pat yazdım", "ahan da anladım" diye gelişmiyor ya da "anlamlandırmam ben çizerim"...yazar-metin-okur üstünde yürüyen çatallar bir şekilde budanmalı ama izninizle, hakkında yazarak geldiğimiz yeri işaretlemek de yazılı kültürün hem faydalı hem de uyuz taraflarından biri. tabi hakkında birşey söylemeye niyetlendiği şeyle ilgili bişey demeden de yazmak mümkün ama edebiyat eleştirisi ile ilgili deneysel çalışmalar özel kolleksiyonlar için şimdilik.
anlamlandırmanın kaçınılmaz indirgeme ayaklarından yazar-metinler/gündelik hayat ilişkisi dışında okura sunulan denk özgürlük de bize epeyce bi alan bırakıyor, henüz rastlamadık diye sınırsız olduğunu söylemeyeceğiz herhalde bu alanın, yazmayı sözcüklerden, toplumsal uzlaşımlardan bağımsızlaştırmanın dahası yazmamak falan olur herhalde. tamam yazmaya kalkışmadığımız bir metin bile ona metin dedikten sonra metindir aynı nedenlerle. sonuçta çok açık birşey var, yazıyoruz, herkes yazıyor. diğer taraftaki özne için de benzer bi durum var, kağıt üzerindeki lekeyi geniş ya da dar bi çerçeve içinde okuyup işi abartıp yazıyor da bu okur olacak özne. ya da toparlarsam öznelerin (makineler de bazen) hepsi okur/yazar, onlar da dahil herşey metin. çok avam ama böyle. yazmanın nedenleri bile konvansiyonel, hep yazılıyordu. sınırsız özgürlükten kim bahsetti ki? anlamlandırırız! anlamsızlık üstüne yazılır ya da manidar manidar. imkansızı istemek anlamlı değil mi?
şairin o anda, orada özgürken neler yazdığı ve okurun alımlarken buna benzer tavrı "birşeydir" hala. "impossible is nothing" hoş olurdu da istediğimizin bu olduğundan emin değilim ben, en azından yaptığımız bu değil. ben hiç görsel şiirde hiç görmedim hepsi süper anlamlıydı. görsel şiirin konforunu abartmasak, hiçin etrafını ben çiziktirdiğimde ne hiçinden bahsediyoruz. hiçi yoran seriler var belki ama nereye kadar? hem iyi birşey mi hiçi de bu işlere karıştırmak, hiç de olmazsa hayat daha mı iyi olacak? ne yapsak, ne yapsak? elimizde olanı metinler alemine farklı yollardan soksak aynen bütün yazarların yaptığı gibi, fark nerede? söylemek istemeyip de söylediklerimizle karşılaşmıyoruz artık, söylemeye bile yeltenmediğimiz anlamları üretmiş oluyoruz yani daha çok anlamımız var; okur, yazar, metin hep beraber... connected
...
Puanlar: -19
‘yukarı’ dedin
Serkan Işın'ın önyargılara dikkat çekmesi önemli gibi görünüyor. Zira alışkanlık ve önyargı arasındaki evliliğin, "görsel şiir"i tehdit ettiğini hep düşünmüşümdür. Poetikhars içinde de bunu dile getirmiş olmalıyım. Garip olan ise, ön yargıyı üretenin de bir kurama dahil olması. Polemikle birlikte retorik çalışıldığında ülke şiirine neler olduğunu biliyoruz.
Sorunun çatallaştığı doğru. Zaten amacım da tam olarak bu. yoksa kendi us'um açısından kırma/öğütme işlemimi koşullanmış olandan sıyıramam. sadece öğüttümü varsaydığım bir düşten öteye geçemem. Buradaki "kendi us'um (olmak)" ifadesi çok iddialı gibi durabilir ya da doğrudan her şeyi saf dışı bırakarak fenomenolojiye ulaşmak da isteyebilir. böyle bir ifadeyi çekinmeden kullanmak istememin nedeni ise kendi us'umun ruhsal olarak yok edildiğine yönelik bir ön kabulü sürdürmek istemem. Ön kabulü kuranlar ise 20 yy kıta avrupası... bunları biliyoruz... ölü bir doğum mevzuu. Yine bir çatallanma var üst paragrafta. Aynı çatallanma ya da benzeri demek daha yerinde olabilir; Serkan Işın'ın "düşünce" ve "düşünmenin" parçalanması ile ilgili söylediklerinde de vardı.
Bunları yazmanın beni götürebileceği bir nokta olmalı: Alımlama ya da yorum mitinin etrafında dolanıyoruz hepimiz. özellikle konu edebiyat olduğu için buna mecburuz... Görsel Şiir'in kendini hangi noktalarda hangi gerekçelerle örgütlediği, kurduğu, ürettiği ne denli önemli ise bir alımlayan olarak bunları keşfetmek de aynı oranda önemlidir. ama arada bir fark var yine de. alımlayıcı açısından "yapıt" ile kendi deneyimi arasında doğrudan bir ilişki vardır. buna yapıtın üreticisi, yapıt dışından müdahale edemez. aşırı yorum riski ile beraber kendim'i oradan sil baştan üretmeye yeltenebilirim. böyle olunca Görsel Şiir'in kuramsal metinlerinin önemi, anında alımlayıcının önemi ile buluşur. Sanırım toparlamak da güçlük çekiyorum. Acele yazıyorum dememin hiç bir anlamı yok ve affetmeyin...
Sonuçta Serkan Işın'ın önyargı dedikleri (ki pek emin olamamakla birlikte, benim yazdıklarımda da böyle bir önyargı gördüğünü düşünüyorum), ön yargıları kırmaya yönelikti. kırılanı kendimce bir göz ile yeniden çizmek istemem ise bir yorum olarak algılansın isterim.
Gereksiz bir not: Bu sitede bir şeyler yazıyor olmam bile, ön yargı sahipleri açısından imlenmem anlamına geliyor ki böyle bir önyargı ya da aristokrasi zerre kadar şiirin umrunda olmaz.
sevgiler.
ek
Puanlar: -5
‘yukarı’ dedin
az önce yazmayı unutmuşum:
dadaistler ve üst gerçekçilerin sıfırdan ürettiğini sanma konusu ile ülke sanatındaki avant-garde hareket arasında da bir bağ var. Sanatçı aristokratlarımız genel olarak avant-garde sanatı ve devamında modern sonrası sanatı hep bir yok edici olarak görmüştür. ama hepsi modernizm ya da ülke geleneği ile sıkı bir bağ içindedir. en fazla, tanrı olmayı denemeden yeni birer peygamber istemiş olabilirler. sadece bu kadar.Hepsi birer yorumun izdüşümüydü. onlardan ürkmenin alt metni, kendini tanımamaktır diye kestirip atmak pek de mümkün.
Buradan felsefenin kendi içindeki döngüsüne ya da reel politiğin saçmalığına kadar ulaşabiliriz.
yeniden sevgiler.