2 yıl önce "E-kitap Öğreniyorum" isimli bir yazı yazmıştım. Bahsettiğim cihaz, 300 mhz işlemcisi ile raflardan birinde duruyor. Kendisi hala gözde bir cihaz olarak da satılıyor sağda solda. Fakat 2 yılda nerede ise "antika" kıvamına erişti. Kaldı ki zaten uygun bütçeli olanlar içinde bile kolay kolay bu kadar düşük özelliklere sahip bir tablet bulamıyorsunuz. Velhasıl, iletişim sektörü "penetrasyon" konusunda kendini aşmaya devam ededursun, mecralarda türkçe ve renkli akışımız çok da çeşitli değil. Facebook & Twitter arası bir yerdeyiz toplum olarak.
Her ne kadar sözlü kültür'den yazılı kültüre geçişte bütünlemeye kalmış olsak da, dışarıdan bitirmeye çalıştığımız Batılılaşma maceramız görsel olan ile sözsel olan arasında sıkışmış kalmış. Bakmayın insanların yazdıklarına, Yazı bu değil ve asla bu olmadı. Ama yazı araçları geliştikçe söze olan bağlılığımız patolojik bir hal de aldı, almadı değil. Şairler her dakika telefonla konuşan, "face"ten bakışan bir topluluğun şiir kültürünün söze olan sapkın bağlantısını gördüklerinden, şiir durumunu pozitiften durağana çevirdi. Fakat konumuz bu değil.
Artık sağımız ve solumuz ve başımız ve kıçımızın kenarı e-kitap okuyucular, tabletler, netbooklar, akıllı telefonlar ile doldu taştı. Her cihaz internet okyanusuna ulaşmaya çalışan bir çeşit balık gibi kaygan ve çevik. Bilgi sadece "orada" varmış gibi hissettiriliyoruz. Oraya girme nedenimiz "bilgi" iken orada olma nedenimiz eğlenceli iletişim. Oysa insanların bilgisayarları içinde dolanan ve bundan başka bir anlamı olmayan internet, tekil bir kimliğe ne zaman kavuştu? 1996 yılından bu yana internete erişimimiz hızlandı fakat bilgi ile aramızdaki problemler sürüyor. Internet yazı ile söz arasındaki o geniş duvarı yıkmak için oldukça güzel bir araç, orası kesin. Gopher'la, FTP ile TELNET ile BBS ile karşılaşmış ve yazının bir "bağlar ve ağlar" zinciri olduğunu hazmedebilmiş kuşaklarımız yok. Tıklamanın daha karmaşık bir kainata eriştirdiği "internet"ten -ki okumanın doğasına daha yakın olan bu, tıklamanın tek bir şeye götürdüğü "internet"e geldik -ki bu da sözlü kültürün doğasına benziyor.
Aslında bu sözlü kültür konusu başlı başına ilgi çekici ama şimdilik konumuz bu da değil. “E-kitap okunsun yahu” diye girişilen çabalar, “sosyal iletişim”in ticari kapanları arasında kendisine ne kadar imkan bulabiliyor, orası bulanık. Şiir ve edebiyat yanında bir kahve, bir sigara, klasik müzik ve ahşap bir dekor eşliğinde olmazsa olmaz bir hale bürünüyor, fakat zaman ve para nerede? Kim diyordu hatırlamıyorum, “bana trajediden önce bir sahne gerek” diye? Belki de haklı olarak kitap, metalaşma ile birlikte içeriğinden bağımsız bir sürü fetiş değer kazanıyor. Yazarların hülyalı bakışlarla dolu fotoğrafları, kitapların sağdan soldan çekilmiş “erotik” görüntüleri ile düşünüldüğünde yazı ile yazar arasındaki okura doğru akan bir arzu seli içinde kitap dünyamız. Bunu en kolay yine face’de izleyebilirsiniz, şairmiş, yazarmış, fotoğrafçıymış gibi görünmek, dijital kalpazanlığa el veren cihazların auraları ile mümkün artık. Instagram ne güne var? Fakat kötü mü? Orası kesin değil.
İnternet mecrasının ziyaretçiyi mevcudiyetin ötesine doğru zorlayan tuhaf bir varoluş krizine sokması gibi, ölçüsüz ve orada görünme arzusu yazarın tarihsel görüntüsünü ve içeriğini de yavaş yavaş krize sokuyor. Bu açıdan bakıldığında krizin derinliği elektronik cihazlar ile eski üretim biçimlerine göre kodlanmış şiir/yazı üretimleri arasındaki “olmayışlar” üzerinden okunabilir.
Biz “katmanlı yazı” dendiğinde kurgudaki cambazlıkları (hayret makamı) anlıyoruz. Bunun mecra yüzünden -kağıdın belirleyici ve tekil yüzeyinin zorunlu olarak içeriği pazalandırmaya itmesi yazarı- olabiliyor olma ihtimalini düşünmüyoruz. Oysa en basitinden [w:HTML] denen yazı türü, içeriği bu tür bir tekil varoluştan kurtarıyor. Binlerce yıllık yazı geleneği ucundan kıyısından değil, tam da ortasından değişti. Artık bize tepki veren bir yazı var. Hatta yazı iletişimin “anında” olmasını sağlıyor. Dokunmanın, hissetme ile ilişkisini “gösterilen”de billurlaştıran muhteşem bir çağda yaşıyoruz. Yeni-yeni-platonculuğun idealar dünyası simgelerden (ikon) oluşuyor ve kafanın arkasında bu ikonların açılımı sadece “bağlar” ve “sonuçlar”.
Tek sorun belki de dokunmanın aynı zamanda “cevap verme” “iletme” “silme” “yok sayma” anlamına gelmesi. Düğmede (buton) ya da ikonda kodlanmış eylem, bizi fail kılıyor mu orası belirsiz. Tepki zamanları arttıkça eblehleşmemiz gerekiyor mu? Bir otomata dönme tehlikesi karşısında ne yapabiliriz?
Yazı karşısında etkin olma hayalleri ile yanıp tutuşan var mıydı, bunu bilemiyoruz. çünkü tarihsel okurun “dinleyen” olmaktan öte hangi değerleri gelişti modern zamanlarda orası meçhul. Internet ya da elektronik yazı bu tarihsel köleliğine son verebilirdi okurun, fakat olmadı, henüz. Tuhaf bir şeydir, eskiden cüzi bir miktar karşılığında izlenen ve toplulukla paylaşılan drama ya da destan varken, şimdi okurun etrafını çeviren ticarî kafes, onu şiirle karşı karşıya ve yalnız bırakmayı seviyor. Elektronik edebiyat ise, zaten bu Büyük Kapanma’ya alternatif üretecek gibi görünürken, birden anlı şanlı, cicili, bicili cihazlarla kimlik yoksunu bünyelerimize fiyaka oldu, başka bir şey değil. Moda adına ne gigabaytlar batıyor ya Rab!
Eski üsül devam etmek mümkün mü? Zaten oturmamış yayıncılık sistemi, küçük yayınevlerinin hobiden öteye gitmeyen yayın politikaları, okur ile tarihsel olarak efendi - köle ilişkisini sürdüren dergiler ve şairler falan da girince işin içine, o da anlamlı görünmüyor. Bugünün en cahil okuru bile biliyor ki, kitap satın almak için ödediği para, onu her anlamda fail kılmaya yetiyor. Kitabı satın alması için azdırıldığından, kitabı satın aldıktan sonra yapıp etmelerinde de özgür böylece. Yeter ki alsın, (tepki) vermezse vermesin!
Özetle söylemek gerekirse, kirişi gerçekte kılamayan ve her daim başkalarının yardımına muhtaç kalan “şiir miir yayıncılığı” sanalda da çuvallamıştır. Oysa elektronik/masaüstü yayıncılığın imkanları düşünüldüğünde baskı maliyetleri için halihazırda bulunması gereken yüksek sermayeyi kapı dışarı etmek, ne kadar rahatlatacaktı yayıncıyı. Okura ya da okumak isteyene ya da kitleye -yani teorik olarak internete giren herkese- ulaşabilecekken, yine uyuz ve sevimsiz “konvansiyonel” seçeneklerimizle karşı karşıyayız. Bunun sebebi, yayıncı ve şair olanların bu eksi yöntemleri devam ettirerek yayını kontrol etme hırsıdır, başka şey değil. Hayırlısı olsun 21. yüzyıl da ıska geçildi.
Yorumlar
Genel olarak katılıyorum bu
Puanlar: 3
‘yukarı’ dedin
Genel olarak katılıyorum bu düşüncelere... Gerçekten de muhatap olmaktan öte "yüz göz olma" halindeyiz gibi görünüyor e-kitaplarla... hatta cihazın cihaz olarak varlığı, işlevini ya da onunla yapılabilecekleri de gölgede bırakmış gibi. Bunda bilgisayarların, telefonların ve e-kitap okuyucuların birbirine karışmış olması da etken olabilir. Gerçekte kimin neyi ne kadar kullandığının, ya da bu işlevlerin yerine getirilip getirilmediğinin bilgisine de sahip değiliz. En ilginç örnekler, gökten başlarına tablet düşen çocukların durumu bence. Ağaç yaşken eğilecekse, bu çocuklar belki bizlerin yapamadıklarını yapabileceklerse ne âlâ... Herhalde 3 yaşındaki bir çocuğun bilgisayar kullanabiliyor olmasından filan yola çıkıldı. Yahut da kervan yolda düzülür mantığıyla. Ama öyle olmadığını biliyoruz.
Ben şahsen giderek daha fazla e-kitap okyucu görmeye başladım çevremde. Belki de bu "yüz göz aşaması"ndan sonra bir durulma, seçilme durumu oluşur. Yani yine de henüz erken 21. yüzyıldan umutsuz olmak için diye düşünüyorum.
konu ile ilgili olarak bugün
Puanlar: 21
‘yukarı’ dedin
konu ile ilgili olarak bugün örneğin Iphone 5 piyasaya çıkacak ve muhtemelen 48 ay taksit ile kıçına don almaktan aciz bir sürü orta gelirli vatandaşımızın hayalini kurcalayacak. oysa ki günümüz insanı için neredeyse lüks sayılabilecek bir ürün bu (alan alsın yapacak bir şeyimiz yok, kazanan Elma oluyor hep). Belki de kitabın elektronik mecra ile ilişkisi okuma alışkanlığı denen şeyin bizde gelişmemesinden böyledir. Son 15 yıl gösterdi ki, ne yazarımız ne çizerimiz web mecrası ile ilişkisini edilgenlikten öte götüremiyor. bilgi edinme amaçlı bile olsa acınacak halde bir kullanım şekli var interneti. öğretmenin verdiği ödevden tutun da, sevgiliye atılacak mesaja kadar hepsi için kullanılan internet mecrasında bildiği bir şeyi insanlarla paylaşan türkçe içerik sayısı evlere şenlik. bizim kullanıcıların "paylaşma" kafası, bir yerden kırılmışını bulup, yazılımı kendi yapmış gibi hava atmaktan ibaret.
bir komik şey daha, google'ın kitap servisinin "türkçe" olmaması yüzünden kızan kullanıcılar da işin tuzu biberi sanki.
bu ülkede google'dan
Puanlar: 14
‘yukarı’ dedin
bu ülkede google'dan topladığı bilgilerle parti kapatma açma davası açan savcı var. sözlü kültüre bu kadar bulanmış bir topluluğun, görsellikle ve yazı ile ilişkisi de ona benzemeyecek de neye benzeyecek hacı abi.