Murat Üstübal
Çağdaş estetiğin poetik düzleminin içeriği ve izleği ile ilgili kuraldışılıkların kaos teorilerindeki vurgularla karıştırıldığını (kaos’un kuraldışılıklarla olan ilişkisini göz ardı etmeden) sıkça görüyoruz. Kaos’un metafizik belirsizliği, rastlantısallığı ve anarşikliği bir anlamda günümüz kültüründen bakıldığında bir çaresizliği çağrıştırırken, bir yandan da çaresizliğin ve teslimiyet duygusunun yarattığı katıksız edilgenliğin dizge içi kalan bir estetiğin ortaya çıkışını da beraberinde getirmesi manidardır. Doğunun sofistik ve mistik boyutlu estetik ve felsefelerinin muğlaklığının ve aşırı kavramsallaştırmalarının metafizik anlamda tükenişi ve erozyonuyla paralellikler taşıyan kaos fikri de batının en nihayetinde muhafazakarlığının ve anlamsal yüzeyselleşmesinin kendilerini bekleyen tehlikesi olarak muğlaklık kavramı ile kavramsallaştırılmış, özellikle anarşist kuramcıların ütopyası ve hatta kuramlarının ruhu halini almıştır.
Özellikle bilim tabusunun metafiziği kavramsallaştırdığı anlamı ile kaos bir muamma değil, yalnızca bir dilemma olarak sorunsallaştırılmış ve diyalektik aklın elemanı olarak düşündüğümüz iki değerlikliğin mantığında içselleştirilerek kategorileştirilirken aynı zamanda çok boyutluluğu ve griftliği indirgenmiştir. Karşıtlığın somutlaşmış yanı Hegelci anlamda bir aufhebung’un baskısında soyut-olanı aşkınlaştırmıştır. Artık somut olanın dillendiği bir kutsallığın alanında yani ütopyaların mekanında tam da sabitliğin durağanlığında saptayıcılık ve mimesis’in çağrışımsallığını kullanır en çok. Duyarlığın aklını başından aldığı kurallı ve dizgeli bir evrendir bu. Daha doğrusu kendi dizgesinin veya dizgeler bütününün dışında kalan her verililiğin, ispatına asla kavuşamayacağı ve haliyle dirimselliğini egosentrik bir bakışla yitirdiği ve algılarını kendi adına doyuran ama meşrulaştıramadığı duyarlığını doyuramayan yine de mantık ve algının buyurganlığıyla, evren ve insan adına her şey’in konumlandığı bir bilinç’in avuntusu olarak kalakalırlar. İki değerlikli okumanın avuntusu ütopya’dır. Zira, deneylenmiş/ispatlanmış’ ın karşısına en çok deneylenmiş ama ispatlanmışlığı su götürür bir dizgeyi çıkarır ütopik olan. Mantık ve algının yörüngesinin dışına çıkabilmesinin kudretsizliği içinde farklı bir düzenin çağrıldığı kurallar silsilesinin lirik kaprisidir söz konusu olan, kuraldışılıkların değil. Yani, zihnin berraklığında doğaya yakın söylemlerin evreni halini alan ütopyalar, bir anlamda mitos’un, masal’ın, epik olan’ın, didaktik olan’ın, lirik olan’ın, ideolojik olan’ın, bilimsel olan’ın, verili mistik olan’ın hükmünü geleceğe taşırlar, ama dizge dışılığını gelecekten kopartamadığı için sonsuzlaşamazlar. Mimesis’in sürekli tekrarlanan dizgeler içi eyleminde ancak an’ı geleceğe taşırlar. Verili olan aynı paradigma içinde başka bir verili olan’ın çağrışımıdır yalnızca. Bu yüzden bir kaos’tan çok bir düzenin habercisidirler, ama doğayı ve hareketini küçümseyen bir ideal olarak o paradigmanın dışında varsıllığı ve gerçekliği tartışılır hale gelir. Mitosları geleceğe taşırken o mitosun anlamını paralel evrenlerle yatay bir düzlemde ileriye doğru ivmelendirirler. Bir anlamda, anlam’ın taşıyıcılığına soyunurlar. Mitos-anlamların gelecekteki varsıllığı poiesis şeklinde kuruldukları gerçeğini yadsır. Yine lirik olan’ın taşınmasında da böylesi bir anlam sorunu ile karşılaşırız. Liriklik, tanımlanmış ve düzenlenmiş dizgelerin lirikliğidir. Ütopik olan’ın anlamını kurgularken düşünce ve bilginin yapı taşlarını kullanırlar onları ufalamadan ve kaynaştırmadan, bu yapı taşları en nihayetinde verili olan’a denk düşer, dolayısıyla doğanın türetilebilirliği ve sürekli yeniden yaratılabilirliği gerçeğini yadsır, düzeni dondurarak bir sabit-evren’in tuzağına düşer.
Foucault’nun ortaya koyduğu, ‘ütopya’ kavramının yerine önerdiği ‘heterotopya’ kavramı sorunları çözmeye yöneliktir. Tam da doğal olan’ın veya yeniden yaratılan doğal olan’ın ve hatta dinamik bir şekilde var-olan’ın ortak bir yer olarak tanımlanabilirliğinin imkansızlığına karşılık gelen dinamik bir kavramsallaştırmanın ifadesi olarak beliren farklılıklar mekanının estetik kopuşuna yönelirken pozitivist ve temsili paradigmayı yıkarlar. Diyalektik aklın yerine çok değerlikli bir aklın yani bizim deyimimizle polilektik aklın mekanının ifadesi olarak heterotopya kavramının poetik kullanımı değişen fiziksel ve içsel şartlara daha uygun düşer. Sabitleşen homeostasis’in yerini her an değişen ve yenilenen bir denge hali alır ki dinamik bir sürecin doğallığındaki kuraldışılıkları imler. Mekanın ve zamansal konumlanmanın kuşbakışı bir yaklaşımla çok da düz ve pürtüksüz olduğunu söyleyemeyiz, derin-olan ve yüzey-olan’ın arasında devinen zamansal ve mekansal vektörlerin ‘doğrusallığı’ tartışılır hale gelirken ütopik olan eğriliğin katmansal farklılıklardan dolayı kırılganlığı artar. Artık imlenen ve işaret edilen olarak harf ya da sözcük kırılabilir ve deforme olan olarak imsel yolculuğunu derinleştirip keskinleştirirken kıvraklığı ile hareket alanını arttırarak dinamize olur. Yüzey ve derinlik kavramlarının dinamik değişkenli bir ortamda kavramsallıklarını yitirmeleriyle birlikte ansal ‘kavlanan’ kavramların metafiziğinde deforme olan im, harf ve sözcüğün eylemi doğar. Aynı türden olmayan yerlerin ifadesi olarak türetilen ‘heterotopya’ teriminin kavramsallaşması olasılığı ise bir çelişki olmasına rağmen varlığını dayatır. Heterotopya’nın da kavramsallaşarak iktidarını dayatıp dayatmayacağı sorunu ayrı bir konudur ki heterotopya’nın süreğenleşmesi gerçeği gerçekliğe ne kadar denk düşmektedir, ayrıca böylesi kırılgan bir evrenin mikrokozmosa hareketinin dışında nihilist bir evrene kayışı söz konusu mudur sorusu çok açıkta kalan bir soru değildir aslında. Mikrokozmos yaklaşımları yok olmanın, hiç olmanın ve sıfırlaşmanın anlamını ve varsıllığını sorgular. Hiç olmanın olanağını, anlamını ve deneyimini aradıkça karşımıza farklı evrenlerin çıkışı bir yanılsama değildir. Her derinlik farklı bir yüzeyin çağrışımıdır ve her yüzey de farklı bir derinliğin. Ancak belirli bir yüzey ya da derinlikte takılı kalma halinde bir tutsaklıktan belki de bir iktidarlaşma eğiliminden bahsedilebilir. Akışkanlığın süreğenleşerek kavramsal bir iktidar halini alma ihtimali ise ayrı bir konudur.
‘Heterotopya’ kavramının kendi yaratıcı sürecine dönersek, ütopyanın aracı olan mitos’u kırdığını,deforme ettiğini düşünebiliriz. Çünkü mitos’un yarattığı yüzeyin yatay ve dikey kıpırdanışı, yine çatlaklara ivmelenen yaratıcı bilinç’in her hamlesi mitos’un içinde farklı bir mikrokozmosu çağırır ve günceller. Mitos parçacıkları haline gelen her söylem kırıntısı aslında aynı zamanda o mitos’un katmanlarının çözümlenmesini ve sökülmesini sağlar. Böylece ütopik olan’ın yerine değil de sonsuz kırılganlıklar ve duyarlıkların dirimselleştiği kaostan çok kuraldışılıkların yeni bir ‘zar atımı’ nı öncelemesiyle sonuçlanır, ama bu zar atımı gelecek adına değil sonsuz adınadır, üstelik ansallığını daim kılmak zorundadır. Kavramsallaşmanın düz mekansallığı ortada iken heterotopyalar kavramsallaşmanın göreceliğinin yanında polilektik gerçekliğinin ışığında kavramları dilin sınırları içinde parçalarlar, hatta bu parçalanma sonunda ortaya çıkan dil parçacıklarından yeni bireşimlere gidilir, bu bireşimler de ansal değişiklikler gösterirler, yani heterotopya’nın o an ve yerdeki gerçekliğine uygun düşen bir gerçekliğin ifadesini ortaya koyarlar. Dile yönelik bu hareketin şekillendiği en önemli estetik evren poetik evrendir. Şiirin yüzeyinde ve derininde dil kırılmalara uğrar, her şiir o an’ın dökümüdür, aslında her şiir bitmeyen bir şiirin parçası olarak da yorumlanabilir. Kavram yıkılmış ve o şiir içindeki ansal imgenin, işaretin hareketlendirdiği ve dolayısıyla belirttiği bir anlamın kavramsallaşmaya izin vermeden yabanıl şekilde devindiği şiir artık mimesis ve poiesis sorunsalının dışına çıkar. Yorumlama anında şiir, kendi bağlamından yani kendi yüzey ve derinliğinden koparıldığı için ister mimesis isterse de poiesis olarak görünsün taklidin ve yaratının deneylenemeyeceği bir belleksizliğin hükmünde heterotopya’nın kozmopolitliğini yansıtırken ‘zar atımı’nın olanağına sahip her şiir o heterotopya’nın içindeki özerk bir alana her halükarda denk düştüğü için taklit olarak algılandıkları kadar özerk alanların gerek birbirleriyle ilişkilenmeleri ve gerekse ansal deformasyonları ile yaratı’ya tekabül etmeleri de kaçınılmazdır. Dolayısıyla romantik ve modern kuram-bağlamların sınırlılığı ve aşırı soyutluğu günümüzün poetik ve estetik pratiğini tanımlamaktan uzak kalır. Sözgelimi şiirde sentaks bozulduğu için söz diziminin yaratı ve taklidinden bahsedilemez artık. Çünkü bozulan yapının estetik değer olarak yani esinlenen bir yapı halinde estet olma özelliği kazanarak yaratı halini alması yanında yine o bozulan yapının doğa içi bir yapıya öykünmesi yoluyla mikro düzeyde benzeşen bir estet olarak taklide dayanması da olasıdır.
Yine aynı şekilde, kavramların yıkılan dilin içinde imledikleri anlamlar da deforme olacağı için kavramın belirteci olarak beliren im yerine ansal devinip deforme olan im’in yarattığı ansal kavramsallaştırmalarla boğuşulur. Şiir; ansal değişikliklerle imlenirken her im kendi anlamını çağrıştırarak ve başka imlerle anlamsal ilişkiler kurarak gelişir. Anlamın dışarıdan şiir içine sızışı mümkün değildir artık, im yabanıl bir şekilde kendiliğinden bir iç hareket ile kendi anlamını kendisi kurar. Ayrıca, dışarı ile öteki’ni deneyleyen olarak söz’ün varlığı kurumuştur. Çünkü dizgesel alana dahil olan söz bozulmuştur. Kimilerinin kekeme şiir dediği poetik yapının kaynağını burada aramak mümkündür ki daha da ileri giderek kekeme şiirde bile var olan lirik ve dizgesel yapıları da deforme etmesi olasıdır,belli bir algı ve estetik kategoriden böylesi bir durum lirikliği yok olmuş bir dizge anlayışı olarak yorumlanabilir, ama lirik olana bakışımızın da kategorik ve göreceli kaldığını kabul etmek gerekir, kaybolan yalnızca lirikliğin bilinen formlarıdır. Daha doğrusu, bozulan yapının (yapı olmayan yapının) yine ansal hareketi daha önce verilenmemiş bir lirikliği de gün ışığına çıkarmış olabilir ki ilk bakışta şiirin kuru, yabancı ve aşırı kozmopolit olarak algılanmasına yol açışı aceleci bir yargı olarak kalır. Yine de şiire lirik olmama özgürlüğünü de tanımak elzemdir etik olarak.
Elbette tüm bu değişkenler, düzensizlikler evrenindeki kuraldışılıklar dizge dışılıklarından kurtulup yeni bir düzenin elemanları haline geldikleri an yani kavramsallaştıkları ve heterotopikliklerini ütopik bir zaman / mekan’a uzattıkları sürecin sabitlendiği an, doğa da kendi homeostasis’ine yönelerek heterotopya’nın yeni polilektik çekiciliğiyle dili, yeni bir söküm için harekete geçirir. Heterotopyalar’ın varsıllığı dil’in o hayati yabanıllığında ve kayganlığında sonsuz kere sınanmaya yollanır, şimdilerde ele geçir(il)diğimizi, içselleştirdiğimizi ve içselleştirildiğimizi ve çift yönlü olarak birbirine dönüşen efendi-köle ilişkisine büründüğünü düşündüğümüz dil, şiir ile gerçek özgür pratiğini aramaya yönelir.
Murat Üstübal
Ücra şiir atölyesi, sayı:15
Haziran-2004
Yorumlar
Üstübal'ın kitabı
Puanlar: -6
‘yukarı’ dedin
Üstübal'ın Dirim Kurgu'su da çıkmış. Takip mesafesini iyi tutturmak ve korumak gerek. Böyle çok dibinden izlemeden, her an yavaşlayabilecek, durabilecek, öndeki kenara çektiğinde ya da dörtleri yakıp alarm verdiğinde durup, yardım edebilecek kadar. ama daha çok kitaba ihtiyacımız var, süreci anlatacak.