Notlar sitesine bakarken, görülüyor ki, Modern Türk Şiiri'nin kısmî felç geçirdiği noktalar var. Bu noktalar, neredeyse "yeniliklere küçük düşme pahasına" direnç gösterenlerle ilgili. Belki böyle bir antoloji bile yapılabilir: Modern Türk Şiiri'nde Yeni-Muhafazakarlar (*). Ve böyle bir antolojide, emin olabilirsiniz ki, sadece "sağcı" olarak bildiklerimiz yer almayacaktır.
Hayrete düşüren görüşler, çocukça tavırlar, korkunç bir dil, bir uslüptan yoksun, çeviri olduğu her halinden belli olan yakarışlar, teorik çözümleme adı altında, başka hiç bir dile çevrilemeyecek zırvalar..
Bütün bunların da bir zenginlik olabileceğini düşünmekle birlikte, Modern olarak adlandırılan şeyin, aslında nasıl da süs bitkisi gibi bir kenarda tutulduğunu da görüyor insan. Bizde modern, muhafazakarlığın önündeki "peçe" olma yoluna girmiş de haberimiz yokmuş.
Yeni Politikanın Dili
Notlar'a aldığımız metinlerin, parçaların ortak noktası nedir diye sorulursa, bir kez manifesto yazmanın ve bu manifestoya manifesto demenin imkanları, artık Modern zamanların bize sunduğu imkanlarla, çelişkilerle ilgili değil, bu görülüyor. İşin acı tarafı, Manifesto adı altında yazılan metinlerin -özellikle son 20 yılda- oldukça kişisel bir bakış açısının esiri olması gerçeğini es geçemiyor insan. Uygulanamaz Manifestolar bunlar. Çünkü, bir başkasını dışlayan tarafları var.
Ama bu Gariplik, aslında biraz da dilsizlikten kaynaklanıyor. Çoğu kez manifesto yazanlara "boyalı kuş" muamelesi yapılması, Garip'ten sonra resmi ideolojinin "olur" verdiği hiç bir manifestonun yaşama hakkının olmaması (İkinci Yeni'nin bir çıkış metni yoktur ve bu manidardır) da cabası. Ayrıca resmi ideoloji ya da iktidar aygıtlarının, modern edebiyat&kültür&şiir gibi konularda parti programlarından sarkan birkaç klişe dışında hiç bir zaman bu işler bulaşmaması da işin cabası. Bu gerilimli ve eksiltili görüntüyü yaratan etkenler bunlar bana göre. Öte yandan baktığımızda, şairin bireysel bir çıkışı yakalamak istemesi, kendi meşruluğunu siyasal iktidardan ya da resmi şiir tarihinden almaya direnmesi de düşünülebilir. Ama manifestoların hali, siyasi iktidar arkasında durmadıkça, "marka oturtma" konusunun çok çok düşük bir ivme ile seyrettiğinin de kanıtı. (Örneğin Yeni Bütüncüler ya da III. Yeni, bu tartışmalar için de "ne o, ne de o, öyle birşey işte" tadında kalmıştır.)
Manifestonun acziyeti
Yeni politikalar olmadığı için, yeni bir dil de peydahlanmıyor. Bu en büyük derdimizdir. Politika bizde, çok olan için azla ifade edilenlerin toplamı. Çünkü "Biz/ler" söyleminin yarattığı, yaratabileceği en büyük etki ancak böyle dile getirilebilir(**). Görsel Şiir tartışmalarının yarattığı etki, burada da kendini göstermiştir.
Son 20 yılın yayın faaliyetlerinin yarattığı dünyayı tanıma, bilme isteği ve bunun getirdiği içselleştirilmemiş, aşkınlaştırılmamış "çeviri dili ve dünyası", bunca hızı kaldıramayan yerli yazarın şirazesini de bozmuş görünüyor. Şaka değil, "Varlık ve Hiçlik" dilimize yeni "kazandırıldı" ve arkasında yatan hikaye de gecikmelerin sebeplerini anlatıyor. Sonuçta faz farkı konusu önümüzde hala duruyor. Ve bağlanmak istediğimiz Batı Kültürü'nün nasları, zirveleri ile tam anlamı ile tanışabilmiş değiliz. Fakat, bu tanışmama, yarım yamalak tanışma, "taklit" üzerinden sürdürülebilir bir hale geliyor. Hem öyle, hem de böyle bir dille. Arkasında sınıfsal bir desteği (burada sınıf elbette burjuvazi olacaktır) almadan, ortaya atılan Modern Manifesto Miti'nin yapıp ettikleri bunlar bize. Oysa, akım manifestoları, bir sınıfın uyanış metinleridir de. Ya da ortaya çıktıları çağın çocuklarıdırlar bunları kaleme alanlar. Ve tarihsel avangardın metinleri olarak da önümüzde hesaplaşılması gereken şeyler olarak durmaktadırlar. Ayrıca tuhaftır, dadaist, sürrealist manifestolar bilinir de, her nedense, o arada yer alan De Stijl'den pek bahseden olmaz şairler arasında.
Yeni faz farkları
Konuyu görsel şiire getirirsek, yapılan eleştirlerin büyük bir kısmı bize "şiirin ne olduğu" konusunda çeşitli kanıtlar getirmeye çalıştı. Ve bizi "dışarlıklı" olarak işaretlemeye de dikkat ettiler. Tuhaftır, görsel şiire (kaldı ki görsel şiir sadece bizim 'icadımız' olarak algılandı) karşı harekete geçirilen tüm tarihsel eleştiriler, yine de görsel şiirin köklerinde yer alan metinlerden ortaya çıktı. Dikkat ediniz, görsellik ve şiir konusunda söylenen her eleştirinin içinde, kökünde ya Dada ya Mallarme ya da buna benzer "klişeler" vardır. Şiir ve görsellik konusu öyle can alıcı bir noktadır ki, "içeriden" kanıt gelememiştir. İkinci Yeni'den bir itiraz gelmemiştir ya da Garip'ten. Bu tuhaf değil mi?
Tuhaf ve bu da zaten karşı eleştilerdeki metin kalitesini, tartışma zenginliğini falan gösteriyor. "İmge" konusu da buradaki en can alıcı tartışmaların tepesine yerleşti ve görüldü ki, İmge, türk şiirinin ezberinden geliyordu, bugüne kadar imge hakkında etraflıca düşünmüş hiç bir şair yoktu. Bugün de bu açık kapatılabilmiş değildir. Bahsettiğim gibi modernite ile aramızda kurulan bağ, aslında bizi ayırması gereken bir bağ olarak tasarlanmış. Ve modern sonrası bu bağın işlevinin tam da istenilen kıvama gelmesi, son 5-6 yılın, görsel şiir tartışmaları ile ortaya dökülen halinden görülebilir. Açıkcası, cahilliğin, Cumhuriyet dönemindeki kapalı zamanlar dışında, bu kadar "göze sokulduğunu, meşru sayıldığını" ben görmedim. Ve Principia ile aramızdaki faz farkı hala devam ediyor. Bakın, bu kitaplar çevrilmedikçe ve hakkıyla çevrilmedikçe, işimiz çok zordur, zordu ve hep de zor olacaktır. Burada "metinsel" bir çevrimden bahsetmiyorum, evirip, çevirmekten bahsediyorum. Çünkü böyle ortasından alınıp çevrildiğinde, ortaya çıkan -aldığımız eğitimlerin de etkisi ile- ancak bu seviyede bir zırvalığa dönüşebilirdi.
Görsel şiir, şu anda Şiire yöneltilmiş en ciddi eleştiri ve pratik olarak önünüzde endam etmektedir. Benim tahminim daha enteresan konvansiyonların oluşması yönündedir. Bu da Modern Türk Şiiri için bir ezber bozma sahası olacaktır. Ayrıca tuhaftır, bizim yazdığımız Kılavuz'un önü, böyle böyle de kapanmıştır. Halbuki, uygulanabilecek, iletişim kurulabilecek hem yanında hem de karşısında durulabilecek, ender metinlerden biridir bu kılavuz.
Not: Yazıdaki manifesto ifadesi, Garip'ten bu yana ortaya atılan her türlü manifesto girişimi için kullanılmaktadır.
(*) Muhafazakarlığı burada körü körüne gelenekçilik değil, bir nevi Aydınlanma deliliği, bir nevi Geç Modernite Saplantısı olarak görüyorum. Ziya Gökalp gibi.
(**) Bunları daha detaylı bir biçimde Karagöz'ün 8. sayısında tartıştım.
Yorumlar
aslında poetikhars.notlar'la
Puanlar: 20
‘yukarı’ dedin
aslında poetikhars.notlar'la beraber bazı şeyleri yeniden hatırlamış da olduk, birkaç günden beri de olsa ya da tekrar başımızı çevirdik... bu manifestolar konusu da başka konular gibi (dergilerin durumu, ödüller, yıllıklar, antolojiler vs.) sonlanmayan ama yenilenmeyen de bir konu.. özellikle son yıllardaki manifestolara dönüp tekrar baktığımızda (ki çok çabuk unutmuş olmamız da manidardır) kabaca şöyle bir şey çıkıyor ortaya:
2003 –soylu yenilikçi şiir, budala dergisi- baki Ayhan t 2004 – madde akımı, adam sanat, mayıs 2004 –efe murad, cem kurtuluş 2004 - imgeci Toplumcu Şiir Manifestosu, şiir ülkesi, serkan engin 2005 – parçalı ham manifestosu, kitap-lık s.86-87-88, – ahmet güntan 2006 – bağımlılık-şiir bildirgesi, şiiri özlüyorum, fuat çiftçi 2009 – modern elit dinamik şiir, şiiri özlüyorum, Mustafa ergin kılıç 2009 – nanoist şiir, umut yaşar abat, (atladığım bir şey var mı bilmem)
aslında şu da var ki diyelim ki 2003'ten bu yana geçen 6 yıllık zamanda bu manifestolara, sahiplerine, yazdıkları şiirlere, çıkardıkları dergilere filan tekrar bakıldığında zaten bunların da dönemlik, tüketimlik olduğu görülüyor. mesela baki ayhan t, soylu yenilikçi bir şiir mi yazıyor? ya da fuat çiftçi, ya da mustafa ergin kılıç, umut yaşar.. parçalı ham şiirleri yazmaya devam eden ahmet güntan'ın ve efe murad'ın durumu biraz daha farklı duruyor. ama bu manifestoların çoğu, adını ne koyarsan koy şiire dair birtakım genel geçer ifadelerin bir araya getirildiği ifadeleri içermekten, çıkış dönemlerinde birtakım geçici tartışmalara, kişisel manifesto yazma ya da oluşturma hevesini tetiklemeye neden olmuş olmaktan başka bir işe yaramamış gibi görünüyorlar.
Sonuçta yazılan değil de yazılmak istenilen ya da idealize edilen şiir üzerine kuruldukları için bir türlü aidiyet de taşmıyorlar bence. Mesela Soylu Yeniliçi Şiir manifestosunun, Hilmi Yavuz’un “şiir tarihi kopmalarla belirlenir” sözüyle başlaması bir şey ifade etmiyor. Bir kopma olmadığı gibi bir perçinlenmeye bile dönüşüyor. Bağımlılık-Şiir Bildirgesi, arseni tarkovski’nin “Şiir hiç de edebiyat değildir, bir yaşama ve ölme yöntemidir. Çok ciddi bir iştir, hiç şaka yapmaya gelmez. Şiir öldürebilir de, Lermontov’u, Tsvetayeva’yı, daha birçok başkalarını öldürdüğü gibi” sözüyle açılıyor. Ya da Modern Elit Dinamik şiir, Bachelard’ın “İmge yeniyse karşımızda yeni bir dünya vardır” sözüyle.. Ama “elif” niyetiyle başlandıkları manifestolarla bir ilişki kuramıyorlar. Birkaç yıl geçtikten sonra, bugün yaptığımız gibi google’dan girip yazdığımızda eski meseleleri hatırlıyoruz, ha bi de hepsi vikipedi de geçiyor, o var. Bir çağrıları mı var anlaşılmıyor, çağrıları varsa izlerleri yok. Yok eğer çağrı için yazılmadılarsa, o zaman manifesto demenin de yeri yok, oturup şiir üzerine düşüncelerini de yazsalar bir şey değişmezdi gibi geliyor bana… bir de böyle olunca “tüketim”e çok açık oluyorlar tabii…
Sonuçta 5-6 yıllık bir aynı zaman dilimi içinde hem kendi içeriklerini hem birbirlerini bu kadar iten, baltalayan hatta yok sayan manifestonun çıkmış olması da ilginç. Sanırım oturulup, hazır böyle bir toplam oluşmuşken şöyle alt alta ya da yan yana bakılsa çok daha ilginç değerlendirmeler de yapılabilir.. işin bir boyutu evet tüm bunlar ne için, neye karşılık, hangi zamana..
Ne kadar fiyakalı laf varsa,
Puanlar: 3
‘yukarı’ dedin
Ne kadar fiyakalı laf varsa, var manifestolarda di mi? Ama bir yanda da şu var. 80'den sonra bir çeviri şiir furyası başladı. 90'ların ortalarına kadar da sürdü. Başkentini, tarihini bile bilmediğimiz ülkelerin şiirlerinden örnekler okuduk. Ben o dönemde yapılan bu tercihin, içerideki üreticiyi bariz öldürdüğünü düşünüyorum. Sonuçta kitap -kim yazmış olursa olsun- baskı maaliyeti gerektiriyor. "Seçme Şiirleri" anlayışı tarihsel kökleri yüzünden meşru sayılırdı. Genç bir şairin kitabını basmaktansa, gidip başka ülkenin yerlisi bir şairi basmak herhal o dönem insanlara ilginç gelmiştir. 80 Kuşağı falan diyoruz da, sanıyorum yapılan bu yayın tercihi hiç de iyi gelmemiş kimseye. Sen piyasaya bu kadar fazla satmayacak kitap sunarsan, piyasa da dağıtım ağından okuruna kadar sana gıcık kapar bir noktadan sonra ve refleks geliştirir.
Bu konuyu, dağıtım, yayın işlerini konuşan manifesto var mı? Yok. Halbuki ekonomi-politik reel durumu, bağlı bulunduğu üst-yapıyı falan eleştirmeyi gerektiriyor. Ama bu abiler kendilerini nedense Şiir Tarihi sınıfına dahil görüyorlar. Bir de şair kadınların neden bir manifestoları yok? (Kılavuzu kaleme alanlar arasında kadın şairler de var, bu bir artıdır) fakat neden diğer manifestolara ilgi göstermiyorlar hiç. Bu da ilginç geliyor bana..
Böyle bir soru da bana ilginç
Puanlar: 11
‘yukarı’ dedin
Böyle bir soru da bana ilginç geliyor. Çünkü bu soruyu cevaplamadan önce yeniden manifesto konusuna dönmek gerekiyor o zaman. Bir şairin manifesto yazması şart mı? Yani sorunun bir parçası böyle gönlüne göre manifesto yazmak değil de yazılan manifestonun içeriği mi? Sahiden böyle bireysel manifestolara mı ihtiyacımız var? Ve soruna kadın ya da erkek açısından bakılacaksa erkek şairlerin (dememiz lazım di mi) yazdıkları iyi örnekler nerde?
Serkan, kılavuzda yer alan kadınlardan söz etmiş ve görsel şiirleriyle biliyoruz bu arkadaşları ama onlar da (ağırlıklı olarak kuram çevirisi veya yazı dışında) bir şey söylemiyorlar. Mesela buradaki tartışmalara katılmıyorlar ya da görüş bildirmiyorlar görsel şiirleri dışında. Hatta sanırım bir kez görsel şair, görsel kadın şair gibi bir konuda konuşulurken bile kendi adlarına söz almamış olmaları da ilginçtir.
Diğer yandan manifesto yazan kadın var mı sorusunun cevabı hayır'dır sanıyorum. Benim bildiğim, kılavuz'da olduğu gibi, 1990'ların başında Piya Grubunun oluşturduğu "Sanat Hareketi Düşüncesi"nde kadınlar da vardı. Ama bu hareket tam bir manifestoya dönüşemediği için hazırlanan uzun bir metin ve yapılan toplantılarla sınırlı kaldı.
Bizde yok, dünyada var mı, aklıma bir şey gelmiyor. Ama sanmıyorum. Bizde zaten son yüzyıla dönüp baktığımızda ilk isim olarak sayabileceğimiz 1933 doğumlu Gülten Akın'dan, uzun zamandır şiirle ilgilenmediğini sandığım 1938 doğumlu Türkan İldeniz'den geriye gidemiyoruz. Gülten Akın'ın ilk şiir kitabı 1956'da yayımlanıyor. Yani neredeyse son elli yıldan söz edebiliyoruz. O elli yılda da 70 ve sonrası doğumlu kadın şairlere gelene kadar(onların da 20-25 lerinde şiir yayımlamaya başladığını düşünürsek yani 90'lar ve sonrası) sayabileceğimiz isim sayısı 15-20 ya var ya yok (var olanlar olarak 50 li yıllarda doğan kadınlardan söz ediyorum)... Son 10 yılda her şey daha farklı.. Belki nicelik olarak kendi tarihini ikiye üçe katlayacak kadar şair kadın var. Nitelik meselesinde de erkek kadın bir şey farketmez bana göre... İşe feminist açıdan yaklaşmak ya da kadının ezilmişliğinden, yeterince imkanları olmamasından bakmak da bir çıkış sağlamadı hiç, sağlamıyor, sağlamayacak. Yoksa İzmir'de 2006'da Egeli Kadınlar Platformu ya da geçen yıl İzmirli Yazar Kadınlar Derneği kuruldu da.. Bunlar başka şeyler...
Bir gün bir şair kadın manifesto yazacaksa bu manifestonun "bir kadın şair manifestosu" ya da "bir manifesto" olup olmaması da ayrı bir konudur... Beklenti bu olacaksa bugün yapılan tartışmaların ne anlamı var ki?
Feminizm belki bir çatı
Puanlar: 8
‘yukarı’ dedin
Feminizm belki bir çatı olarak kullanılabilir(di) ama teorik temelde sorun sadece kadın/erkek eşitsizliği şeysi değil gibi. Ben şairin bireysel/toplu manifesto hakkı anlamında bugüne kadar yazılan manifestolarda / bildirilerde katkısının azlığından bahsediyorum biraz. Sonuçta tamam kadın şair ya da şair kadın sıfatı sorunlu bir sıfat, ama bunu aşınca ortaya başka türlü bir gerçeklik de çıkmıyor. tamam şair kadın / erkek ayrılmıyor ama neden katkı hep alt düzeyde kalıyor. bu yine, bu işlerin yordamı ile ilgili bir sorun olarak görülebilir. Manifestolar o kadar dandik ki -son 20 yılda- zaten bunlara katkı verilse ne olur, ne olmaz, o da var. Fakat şairlerin şiirin levazımı, işleyişi (dağıtım, yayın, dergi, abonelik, mizanpaj bok püsür) gibi işleri ile ilgili ne kadar az fikir beyan ettiklerini düşündükçe, konunun her şair için şiirin ve şairliği gerçekten sadece "ayakta kalmak ve tanınmaktan" öteye geçmediğini de söyleyeyim ben de kavga çıksın:)