Yılın beşinci yıllığı da Üç Nokta dergisiyle beraber çıktı geldi. Üç Nokta, 2009 baharında 2000’ler dosyası yapmıştı, 1 demişti… 2010 baharında (bahar sayılır yine de) 2000’ler 2 dosyasını yapmış oldu. ... Açıkçası birkaç gün önce dergiye de yıllığa da baktıktan, okuduktan sonra kafamda bir sürü şey oluşmuştu. Hatta buraya da alıntılayarak yazayım bazı şeyleri diye de geçirmiştim içimden. Ama bugün baktım da kendime, elbette söylemek istediğim birkaç şey var ama hiç alıntı yapasım yok mesela. ... Yıllığı bir kenara koyarsak ki aslında dergiyle yıllık birbirine fena halde karışmış. Aslında yeni sayısı bir yıl sonra çıktığı için dergiye de “yıllık” demekte bir sakınca yok. Dergide de yıllıkta da aynı isimlere benzer sorular sorulması bir karmaşa yarattığı gibi, cevaplayanlar açısından da bıkkınlık yaratmış anladığım kadarıyla. Ki insanın okuyası da gelmiyor. ... Örneğin Haydar Ergülen’in yıllıktaki yazısı zaten bir süre önce star kitap eki’ndeki yazısı, İskender’in yazısı BirGün kitap eki’nde yazdığı yazı… Belki de insanlar da haklı, aynı sorulara gide gide ne kadar farklı yanıtlar verebilir insan… ... Tabii pek çok ilginç şey de yok değil. Örneğin Lale Müldür dergide “beni aramayan, sormayan, benden şiir istemeyen dergiyi niye izleyeyim” diyor. Fransa’da iki kitabım çıkacak vs. burada ciddiye alınmıyorum, selam olsun kabilinden şeyler diyor… Yıllıkta konuyu Ahmet Güntan’ın olaylı şiirine getiriyor, o dönem internette okuduğumuz yazısını yazısına katık ediyor.
Gülseli İnal, 2000’ler yeni bir şey yapamaz, çünkü o yenilik 80 kuşağı tarafından yapıldı, bir gelenek oluşturmaları mümkün değil türünden şeyler söylüyor. Yeterince dergi yayınlanmıyor ama ben yasakmeyveyi seviyorum diyor. ... Mustafa Köz, görsel şiir diyorlar, batı üç boyuta geçti diyor… ... Hilmi Haşal, 4. ya da 5. sayısını yayımlayan mesela Kurşunkalem dergisini 2000’lere kokusu sinen dergiler arasında sayıyor… ... Bir başkası izlediği dergiler arasında “Haşhaşi”yi sayıyor. Henüz tek sayı çıkmış olan (ekimdi galiba) bir dergiyi izliyor…belli ki pek yorulmuyor izlerken…
Hilmi Yavuz “yenilik mi, Nostradamus’un kehanetleridir bunlar, göreceğiz” derken, Özdemir İnce, şimdiye kadar kuşakdaşım, yaşıtlarım ve benden gençler hakkında hiçbir şey söylemedim. Bence 19. yüzyılın ikinci yarısındaki şiir hakkında bile tam olarak bir şey diyemeyiz diyor. ... Tabii belki de haklılar çünkü Faris Kuseyri’nin bu kuşak için hazırladığı sorular kendi başına da takdire şayan.. Örneğin “bu kuşaktan yıllar sonra müfredata girecek olur mu” diyor? Ben de içimden bu sorunun kime ne faydası var diyorum… Ayrıca müfredat nasıl olur da bir ölçü olur? Sonra bir başka soruda 2000’lerin yenilik şiirine gebe olduğu konusunda ne düşünüyorsunuz deniyor… Şiirde yenilik, yenilik şiiri… başka şeyler… ... 2000’ler derken kastedilen nedir, 2000’lerde yazılan şiir, 2000’ler kuşağı, 2000’lerde şiir yazmaya başlayanlar… Hangisi? Hangisi nasıl kümeleşecek, hangisinden kim kimi nasıl soyutlayacak… Sahi bu tarih nasıl yazılacak? (şart mı ve böyle böyle mi acaba) ... Veysel Ç. Uzun uzun yazmış hem dergide hem yıllıkta… 75 dergi çıktı 2009’da irili ufaklı diyor… irili ufaklı dergiler arasında ilk bakışta gözüme çarpan Fayrap, Karagöz, Yediiklim, Dergah, yumuşak ğ dergileri yok.. Belli ki yüzünü bir yöne çevirmiş… Daha da fazlası yoktur üstüne gidilse eminim… Demek ki 75 değil 100’ü geçiyor rahat rahat… Bu artış da ilginç… Çünkü bu artışın bir karşılığı olmalı. Yani bu doğru orantılı bir artış değil… Arz-talep dengesi desek hiç olamaz. Ne arttı, ne artıyor ki dergi sayısı yükseliyor… Bu şartlar altında iki ihtimal kalıyor. Birincisi şair sayısı artmıştır. İstesek de istemesek de nüfus arttığına göre. Çünkü bizde bir insanın şair olma ihtimali onun “okur” olma ihtimalinden daha yüksek… Ya daha makul bir olasılık olarak, bölünerek çoğalıyoruz. Yani payda değişmiyor ama o hep bahsettiğimiz mikro-dergilere dönüşüyoruz. Giderek okura hiç de ihtiyacı olmayan, böyle bir derdi de tabii… ... Poetikhars itibariyle de güzel gibi olan ya da “sayılabilir”, poetik hars da zinhar da görsel şiir de ve hatta bazıları ısrarla hala “dadakorkut” yazmayı tercih etse de en azından bir şaha kalkmak yerine bir “kabül” var… Hakça söyleyişlere de rastlamak mümkün… Üstübal da mesela sorulara yanıt verirken bunu gözetmiş belli… ... Vs. vs… ... Yıllık için bugüne dek aldığım (-) eksilerle yetinerek bir şey söylemiyorum. Zaten suyun boyu başımızı aştı. (Ne zor olacak edebiyat tarihçilerinin işi rivayete göre). Bu saatten sonra bir yıllıkta olmak da olmamak kadar (olmayanlara endişe veriyorsa) yıllıkta olanlara endişe vermeli… Şöyle sağına soluna daha bir dikkatli bakmalı… (yız) ... Sonuçta ben şunu anlıyorum bütüne baktığım zaman. Bu dosya işleri ölmüştür. Daha doğrusu biz döne döne aynı şeyleri, döne döne aynı şekilde, aynı kişilere sorarak, aynı cevapları alarak işin cılkını zaten çıkardık. Ne okunabilir ne anlaşılabilir bir şey var. Zaten birkaç yazıda da “sorularınıza yanıt vermiş olmadım ama diyeceklerimi dedim” havası baskın… ... Aktif bir dergi çıkarıyor olsaydım eğer belki şunu yapmak isterdim. Ki sanırım bu en azından anlamlı bir yan yanalık olurdu. (Yahut da Üç Nokta ikiye böldüğü dosyanın iki yarısını da ikizleştirmeseydi yani) Madem 2000’ler denince yaşlısı genci, huylusu huysuzu herkesin aklına menfi ya da müsbet “yenilik” filan geliyor... Ama bu “yenilik” herkes için de başka başka… Aynı dosyada, ... Görsel şiir Deneysel şiir Popülist şiir - Neo-epik şiir Çoksesli şiir Polilektik heterotopya Parçalı ham Madde şiir Ve dahi varsa yeni-hece, neo-klasik vs.. eklenecek şey… ... Soru filan da sormazdım.. Siz anlatın arkadaşlar ne demek istediniz, örneklendirin dilediğiniz gibi… Herkesin, hepimizin haklarında uçarı sözler ettiği bu alanlar hakkında madem ki adsahipleri var, ordan bir okumak ve de yan yana görmek önemli olurdu… İlgili şiir çalışmalarıyla da tabii.. Sonra belki üstüne yeniden konuşulacaksa ucu da açık olurdu zaten… ... Çünkü öyle anlaşılıyor ki dergi okumuyoruz. Okuyorsak da “beşi bir yerde” okumadığımız kesin… ... Neyse… Çok şükür 2000’lerden sonra tekrar benzer soruları sormak için 10 yıl beklemek gerekecek muhtemelen… öyle ya bugünlerde 2010 kuşağı harıl harıl şiir yazıyor olmalı…
Yorumlar
düzelti
Puanlar: 6
‘yukarı’ dedin
'polieklektik' heterotopya değil 'polilektik' heterotopya olacak, buradan düzeltmiş olayım...
düzeltme için teşekkürler,
Puanlar: -20
‘yukarı’ dedin
düzeltme için teşekkürler, benim hatamdı, düzelttim.. dergide doğru...
990 yıl daha
Puanlar: -4
‘yukarı’ dedin
21. yüzyıl daha 990 yıl sürecek (eğer kıyamet kopmazsa). O yüzden 2000'li yıllar denen şeyi "bu" sanmak, ahmaklık olur.
hangi yıllık?
Puanlar: 5
‘yukarı’ dedin
Asiltürk'ün, Çolak'ın yıllıklarında bu sene de pek çok şair, pek çok şiir, pek çok olay, pek çok dergi görmezden gelinmiş... Şimdi de bir kaç ay dergilerde bunun tartışmalarını okuyacağız, dört senedir aynı hikaye, yorulduk.
İhale
Puanlar: -1
‘yukarı’ dedin
Belli şiir anlayışları belli dergilere ve kişilere ihale edilmiş anlaşılan. Senden yürüttükleriyle ihaleyi kapmış birileri. Yani sen de avcunu yalıyorsun. Devlette adamın yok çünkü. Kimse devlet, kiminse? Kitap yazmanın, neyin ne olduğunu ortaya koymanın bir anlamı yok. Şiirin de yok, çıkardığın derginin de. Zorla kabul ettirebileceğin bir şey de değil bu. Yani bunları biliyoruz. Ama şu yıllıkçı arkadaşlar onlara zamanında soktuğumuz şu "şairlikten kesilenler yıllık çıkarıyorlar" lafını hâlâ çıkarabilmiş değiller. Çıkaramazlar da, şiir yazmadıkça. Önce şiir yazacaksın, sonra adına deneysel, epik, pilaki, türlü falan dersin.
Bu gizli özne "sen" kim?
Puanlar: -6
‘yukarı’ dedin
Bu gizli özne "sen" kim? Bilemiyorum... Ama yıllıklarda sorun onu şairin ya da eleştirmenin ya da iyi şairin ya da kötü şairin hazırlaması değil... "İhale" konusu da alıp-vermelerle alakalı duruyor. Daha kişisel meselelerle ilgili gibi sanki... Bugün Dada diyen, Dada'dan çalmış mı oluyor mesela.. Sonuçta türler tür, kimse bi şey icat etmiyor... Birileri de üreterek sahip çıkıyorsa dışındakilere de izlemek ya da karşı çıkılıyorsa yolunca yordamınca eleştirmek düşer, düşmeli...
Yazılanın şiir olması, olmaması; şiirse iyi şiir ya da kötü şiir olması... hem çözülmüş şeyler mi ki... ortaklaşılabilir mi ve de gerekli mi? Asıl o zaman bir "devlet" eli karışır işin içine belki de.. bu şiirdir, bu değildir, bu iyidir, bu kötüdür...
Paşa Gönlüm Bilir
Puanlar: 13
‘yukarı’ dedin
Her ne kadar o "sen" "ben" yerine kullanılmış olsa da mesele hiç kişisel değil. Ama meselenin kişiselmiş gibi görünmesinden elbette birileri istifade edecektir. Bu birileri ise şu an için konumuzun dışında kalıyor. Bir metne ya da işe bu şiirdir ya da değildir diyebilirim. Bir şeye şiir diyebilmem için de onun benim anlayışıma uygun bir şiir olması da illaki gerekmez. Niye böyle söylediğimi de anlamayanlara delilleriyle ispat edebilirim. Aynı şekilde yazdığı metne ya da yaptığı işe şiir değil dediğim kişiye de şair demem gerekmez. Bunu herkes yapabilir mi peki? Hayır. Yıllıklardaki sorun tam da budur, yıllıkları gerçek eleştirmenlerin ya da şairlerin hazırlamamış olmasıdır. Şair olmayı başaramamış bir kişinin, şiir yazarak bir halt olmayacağını anlayınca yıllık çıkararak kendini şair saydırmaya kalkmasıdır sorun. Sorun, şiirden, tek tek şiirlerden çok yıllıkların tartışılıyor olmasıdır. Dada diyen elbette Dada'yı tekrarlamış ya da ondan çalmış oluyor, hakkını teslim etmediği sürece. Hakkını teslim etmek de ona kayda değer yeni bir şey katmakla olur, yok saymakla değil. Yıllık çıkaranlara tekrar dönersek, onlar hakkı teslim etmedikleri gibi, kayda değer bir şey de üretmiyorlar. Yaptıkları sadece toplayıp, seçip, kendince istif etmek. Birileri de yaptıklarını bir şey sayıyor. İçlerinden elbette emek verenler vardır, ortaya sağlam bir toplam, hakkaniyetli bir yıl değerlendirmesi sunmaya çalışanlar vardır, diyebiliriz. Kısmen de öyledir; ama çok iyimser olmamız gerekir hepsi böyledir demek için. Devleti figüratif anlamda kullandım. Devlet, o sizin devletiniz değil, sizin bildiğiniz devlet değil yani. Bu anlamda devlet şairdir. Bir şair neyin şiir neyin şiir olmadığını bilir. Bilmese zaten şair olmaz. Benim asıl dikkat çekmek istediğim mesele ise şuydu: birileri birilerini bir şekilde öyle tanımlıyor diye bizim de bu kabullerden yola çıkmamız ya da bunlarla kendimizi sınırlamamız gerekmez. Diyelim ki, deneysel şiir, şiirin kendisine hamledilebilecek kadar geniş bir kavram iken, yazdıkları şiir olmayan bazı kimselere sırf “biz deneysel şiir yazıyoruz” diye deneysel şiirin temsilcisi demek bana göre yanlış. Ama siz ya da başkaları bunun böyle olmadığını söyleyebilirsiniz. Ben de gerekli bulursam eğer bu işin hiç de sizin bildiğiniz gibi olmadığını ispat edebilirim. Bu da bana kalmış bir şey. Yani paşa gönlüm bilir, kimin şair olup olmadığını bildiği gibi. Benim o paşa gönlümün bildiği birkaç şair var bugün. Diğerleri de kendini şair zannetmeye devam edebilir.
paşa gönüller ülkesi
Puanlar: 3
‘yukarı’ dedin
İyi de tam da herkes "paşa gönlüm bilir" dediği için öyle zaten. Paşa gönlümün yıllığı, paşa gönlümün dergisi, paşa gönlümün şairi... Paşa gönlümün 80'leri, 90'ları, 2000'leri... Aynı anda herkesin "paşa gönlü" tam kapasite çalıştığı için kaza sayısı yüksek, çünkü egolar (ankara, istanbul vs. farketmez) serbest dolaşamıyor, çarpışmalar şiddetli...
Hem demek ki şu konuda zaten farklı düşünüyoruz... Kim yaparsa yapsın, yıllıklara ihtiyacımız mı var? Dergilerin okunmadığı bir ülkede, tembel okur için "senin uğraşmana izlemene gerek yok, al bunlardır yılın hasadı" demekse ya da amaç sahiden yıl içinde olup bitenlerse, kayıt düşmekse o zaman da bunu seçmeci bir zihniyetle yapmanın faydası olsa, 1992'den beri çıkan 50 küsur yıllığın bir hayrını görürdük. Benim şöyle bir düşüncem yok mesela, ben bir yıllık hazırlasam şahyıllık olurdu" gibi... Şahyıllık hazırlayacağına inananlar da kervana dahil oluyorlar zaten. Bu bir iddia meselesi aynı zamanda... Piyasa meselesi... Herkes ticaret yapabilir mi mesela... Bazılarımız bakkal bile işletemeyebiliriz.. Bazı işler için zihin başka türlü işlemeli... Doğrudur, bir tür var olma meselesidir de.. Ben de varım demenin başkacası...
"Deneysel şiirin temsilcisi"... benim böyle bir ifadem yok.. Dün söylediğimi tekrar etmek isterim... Hoşa gitse de gitmese de belli konularla ilgili belli adresler var... Bu adresler yapılan işlerle, konulan başlıklarla, edilen beyanlarla, yazılan şiirlerle, çıkarılan kitaplarla (dada korkut mesela, poetikhars mesela ) dışarıdan gelebilecek her türlü şeye açık olmakla beraber, duruyorlar... İçe sinmeyen şeyler varsa, bunlar da o zaman iddiaların muhatabına sorulsun diyorum... Sorulmalı diyorum.. Bu böyle "muğlak ya da üstü örtülü" ifade edilmektense açık açık yazılsın çizilsin. Hiç olmazsa dedikodu mahiyetinden çıkmış olur bi sürü şey...
Paşa gönül sormalı mesela.. "siz arkadaşım, yazdığınız deneysel şiir değil, epik şiir değil çoksesli değil görsel şiir değil ama ne diyorsunuz? İtirazım var benim yazdığınıza, yaptığınıza.. vs.."
Açıklık diyorum ben kısacası.. İnsan için zor olsa da...
Gönül Çelen
Puanlar: 4
‘yukarı’ dedin
Açık olmak gerekirse ben açıklığa karşıyım. Açık Toplum masalına mesela açık bir şekilde karşıyım. Ama yine de açıkça söylemem gerekirse bu bir bakış açısı meselesi falan değil. Genel olarak aynı şeyden, şu trafik işkencesinden dert yanıyoruz. Ancak, çözümler konusunda sanırım anlaşamıyoruz. Ben diyorum ki -sizin örnekten yola çıkacak olursak, başka bir finişe varacak olsak da- ego şoförlerinin, minibüsçülerin, şahincilerin bu Grand Prix''de ne işi var? Bunlar hangi listeden sokulmuşlar yarışa? Bir yanda Formula pilotları var, öte yanda otoyol ayıları... Oysa 3000 cc'lik motorların sınıfıyla Formula 1 ya da Nascar arabalarını nesnel birtakım ölçütlere göre ayırt edebiliriz, ya da takımların güçlerini kıyas edebiliriz de, her direksiyon başına geçene, ya da gokart kullanana "A bak, oğlum benim, tıpkı David Coulthard" dememiz budalalık olur. Yani demem o ki, paşa gönül hiç de öyle kolay bulunmuyor. Mesela şunu demiyorum: “Derya Önder şiir yazmaya son versin!” Ama Derya Önder bu konuda bize söylediği kadar kendine de açıksa eninde sonunda anlaşabiliriz kendisiyle. Mesela şöyle diyebilirim: “Derya Önder yıllıklar, dergiler üzerine yaptığı gibi, üzerine eğildiği meseleye hakkını teslim eden yazılar yazmayı sürdürsün.” Oysaki Baki Ayhan T. için mesela şöyle demem gerekir: “Şairlik kompleksinden kurtulur da gayret ederse eleştirmen olabilir”. Mustafa Fırat denen kişiye gelince, ondan hiçbir halt olmaz, Veysel Çolak gibi yani. Bazıları da niçin şiir yazmayı bir yana bırakır da bu yıllık işlerine soyunurlar anlayabilmiş değilim. Zira ne şairliklerine ne de memlekete pek bir fayda getirmiyor yaptıkları iş. Cenk Gündoğdu, Üç Nokta’nın giriş yazısında, yenilik bahsinde Ahmet Oktay’ın 1957’de söylediklerini anıyor: “Sentaksı bozmak, cümle yapısını tanınmaz hâle getirmek, salt akıl dışı organizasyonlardan faydalanmak suretiyle ortak bir şiir dili kurulacağına inanmıyorum.” Bundan çıkan sonuç şudur: Ahmet Oktay gibiler nasıl o gün İkinci Yeni’yi hazmedememişse bugün de aynı şekilde günümüz şiirinin vardığı seviyeyi idrak edebilmiş değil. Neyse, bu yıllıklar bahsi daha çok konuşulursa da, benim meselem değil. Yalnız bir örnek vermek isterim. Memet Fuat’ın 60’larda hazırladığı yıllıklar için İsmet Özel, o yıllıklara giren kişinin bir şekilde adının şaire çıktığını söylemişti. Diyeceğim o ki, bazıları ağzıyla kuş tutsa, yazdıkları gökten zembille falan inse Nazım Hikmet’i sansürleyen bu eleştirmenimizin yıllığına giremezdi. Sepp kullanıcısı, belli adreslere, belli şiir anlayışlarının temsilcilerine soru sorulmasını önermekte çok haklı. Ama ya bu adreslerin bazıları yanlış adresse, ya size Sirkeci’deki hanı, Beşiktaş’ta aratıyorlarsa?
Sondan başlıyım… Güzel ya
Puanlar: 17
‘yukarı’ dedin
Sondan başlıyım… Güzel ya işte, yazılan mektup adrese gitmiyorsa (ki niye gitmez, ya nebulae’nin dediği gibi yanlış adrestir ya da artık o adreste öyle biri bulunmuyordur, taşınmıştır filan belki) bir daha da o adres o isme etiketlenmez. “Gönderilmiştir” ve “Geri dönmüştür”… Dönmüyorsa da amennadır… Adresine ulaşan mektuptan güzeli var mı?
Ayrıca ben demiyorum ki, görünen budur ve görünen de sahihtir, ötesi yoktur. Aksine bazı şeyler “şehir efsanesi”ne dönüştüyse (ola ki) eh işte bunlar da anlaşılır böylelikle. Biz bir şeyler, biliyoruz, duyuyoruz da “işin aslı öyle midir”… Açıklıktan kastım da budur. Böylesi bir açıklık sisi dağıtır, hem bizim için hem bizden sonra bakacaklar için hem de içinde olduğumuz alan için.
Çıkan 5 yıllık içerisinde Karagöz dergisinin 9. sayısında yayımlanan yıllıklar yazımla ilgili en ufak bi atıf yoktu. Ama esef etmedim. Çünkü çoğunda Karagöz de yoktu zaten. Kaldı ki kişisel hiçbir atıfta bulunmamama rağmen isim belirterek, onların söylediklerini ve çelişkilerini belirterek, telaşlanmadan yani bana göre “açıklıkla” yazılmış bir yazıydı. Olanlarda da bahsi geçmiyordu ve benim bunun için yapabileceğim bir şey yoktu ve yok da. Yani şiir meseleleri/haberleri için “podyum” niyetine kullanılan “şiir penceresi”ne “arkadaşlar böyle bir yazı yazdım, şu dergide alın okuyun” ya da almayacaklarını düşünüp “arkadaşlar şu dergide yayımlanan yazı budur” deyip ek dosya şeklinde yollamam mı gerekirdi? Hayır bence. Buradan sonrası benim kimseyi dürterek yapabileceğim bir şey değil… Dolayısıyla evet doğrudur, açıklık da yetmez. Açıklık öncelikle sahibi için gereklidir, hangi konuyu ele alıyorsa onunla dürüstçe hesaplaşabilmesi için gereklidir. Sonra açıklık, inandığı ya da savunduğu şeyin ne kadarına inanıp savunduğu, ne kadarını benimsediği, ne kadarını taşıyabildiğiyle de ilgilidir bir başkasının… Duygulu da gelse birçoklarına ben hala insanın aynada kendi yüzüne bakabilecek, kendisine sorduğu sorulara cevap verebilecek bir niteliği haiz olmasından yanayım, bunu önemserim.
Bir de işte bu konularda bazen bir-birkaç “işgüzar” gerekiyor, ben o işgüzarlardan biriyim. Bunları izlemek, diyebileceğim söz varsa, bunun da bir faydası olacaksa demekten yanayım.
Tespitler konusunda da adresler belli olmalı, nedenler belli olmalı. Her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söylemek, saflık olur… Kaldı ki benzer bir şeyi düşünüyordum, demek ki bir toplu bakış gerekiyor yeniden... nerden başlanmıştı, nereye geldi bu işler, atlanan ne, atlayan kim/ler, yol mu alınmış, yoksa yol mu, alıyor bizden… gibi gibi…
Nedense dünden beri ne yazdığımla ne anlaşıldığı arasında garip bir gerilim de hissettiğimi söyleyeyim… Özcesi harita bu deniyor, acaba bu mu, diyorum sadece… hem içeriden hem dışarıdan, bakmak lazım…
Sözün Kısası
Puanlar: 39
‘yukarı’ dedin
Derya Önder'in yıllıklarla ilgili yazısı Karagöz yerine başka bir dergide yayımlansaydı kuvvetle muhtemel yıllıklarda anılırdı. Her hâl ve kârda önemsenmesi gereken teferruatlı ve kapsayıcı bir yazıydı. Bu bile meseleyi özetlemeye yeter sanırım. Hakkını teslim etmedikçe Karagöz'ü hiçbir yıllıkta anmasalar daha iyi ederler. Öte yandan, Yavuz Altınışık, Enes Özel, Oğuz Karakaş, Cem Kurtuluş, Emre Öztürk, Vural Kaya ve Evren Kuçlu gibi genç arkadaşların ekseriyetle yok sayılması bize karşı düşmanlıklarının açık bir göstergesidir.
hamiş: Bunu sadece yıllıkçılar yapmıyor tabii. Soruşturmalara cevap verenler de görmezlikten geliyor.
boş işler bunlar.
Puanlar: 33
‘yukarı’ dedin
Böyle yıllık tartışmaya falan gerek yok. Bu sene bir tek iyi şiir yayımlandı. o da nobre'nin tribünlere koşması'ydı. Bu şiiri almayan yıllığı neyniyim ben?
1 nisan
Puanlar: 29
‘yukarı’ dedin
1 nisan şakası dadındaki yorumlara son noktayı koyduğun için bir puan, artı buradan da iki puan. etti yıldızlı beş pekiyi