Adım adım da olsa birkaç duraktan, önemli duraktan geçmemiz gerekiyordu, birkaç durak daha kaldı. Günümüz ve geleceğimizin insanı için yeniden bir "okur" tanımlaması yapmamız gerekiyor, bu açık. Bunun ticari kaygılarla yaratılmış mesnetsiz bir baskıdan doğduğunu sanmayın. Artık kendimizi kandıramayız. Diğerlerine yalan söyleyemeyiz, onların "gelişmemesi" için elimizden geleni yapabiliriz, ama bunu yaparken, kendimizi de dibe çekmeye uğraşacağımızı, kitlenin beğenisi tarafından tokatlanacağımızı asla akıldan çıkarmayalım. Türkiye'nin modernleş-me (buradaki "-" işaretini lütfen sesli de okuyunuz) anlatısı, yanlış kültür ve yanlış kültür edinme üzerine kurulmuştur, bu açık artık. Buna, epistemolojik bir hata olarak bakmanın vakti geldi, geçiyor. Yine maddeler halinde yazacağım, kusura bakmasın okur.
- a) "Modern Zamanlar" ile "Çağdaşlık" asla aynı şey değildi.
- b) Modern Zamanlar, Mekan ile Zaman'ın Evrensel ile birleştirilmesinin denenmesidir. Yani Meydan Saatidir (çok daha önce güneşti, geceleri ay'dı, o günler geçmiştir. Zaman, henüz Dünya'dadır, ama henüz.)
- c) Çağdaşlık, Zaman'a grafikte teğet geçen şey olarak hesaplanmıştır. Bu formülasyon, çizilen bir eğriye tek bir noktadan çizilecek doğru olarak hesaplanabilir (bildiğin türev tanımı). Neden Zaman'a sadece? Çünkü ilerleme durduğunda, elinde sadece Zaman'da yol katetme kalacaktır. Hız'ı belirleyen şey, Savaş dürtüsü, toprak kazanma vb. dışında kalan her şey olarak Zaman'dır. Kitleyi Zaman içinde hareket ettirmek.
- d) Modernleşme Projesi, Zaman'ın Mekanlaştırılmasıdır. En güzel örneği "Zaman Makinası" fikridir. Zaman'ın Mekanlaştırabileceği her şey, Modern'in kafasındadır. Bu anlamda "gövde" de Zamanlaştırılmıştır. Bu kadar kozmetik neden var sanıyorsun? Ya da kılık kıyafet?
- e) Virilio'ya bakarsak Dünya'nın coğrafi olarak sonu gelmiş görünüyor. Keşiflerden sonra Savaşlar, Savaşlardan sonra da Mekan'da sıkışma, alınıp verilecek toprak kalmaması, Ulus Devlet'in en kaba anlamıyla bir gövdesinin olması gerekliliği düşünüldüğünde, İlk Modernlerimizin Sıhhat/Hastalık ve Vatan/Kültür/Millet arasında kurduğu bağlar rahatlıkla anlaşılabilir.
- f) En gelişmiş toplumlar, Zaman'ın Mekan'ında rahatça ileri ve geri gidebilen toplumlardır. Öyle veya böyle, hareket (mobili) Kaptan Nemo'nun (ve Doğu'nun) Batı'ya ilk ve son saldırışının mottosudur: Mobilis in mobili.
- g) Captain Nemo'nun hikayesi, Esrarlı Ada'da devam eder ve sona erer. Bu ada, Robinson'un adası değildir, Hay Bin Yakzan'ın adasıdır.
- h) Bu önemli sayılabilir, çünkü Nautilus, sırlarını gömerek gitmiştir. Önce, efsanevi bir korsan hikayesinin Kraken'i olarak doğan şey, asla ve asla kendisini ve teknolojisini Batı'ya vermez. Durduğunda, öleceği açıktır.
- ı) Bugün kullandığımız araba, bindiğimiz minibüs, uçak gibi araçların hepsi ile ilişkimiz, Jules Verne'in Captain Nemo'sunun kurban edilmesini haklı çıkartacak kadar yüzeyseldir. Biz, arabaya, ölmek için bineriz. Nemo'nun torunlarıyız.
- j) Maelstrom'e kendini bırakan Nemo, hareketin (zaman ve mekan arasındaki ilişki = hız ve ivme) en hızlı yerine erişmiştir. Yeniden doğuşu, Esrarlı Ada'da gerçekleşir. Bugün elimizde tuttuğumuz her araç, cihaz, unuttuğumuz geçmişe, ulaşamayışımızın, Zaman'da sıkışıp kalmışlığımızın (bugün ve şimdi'nin kazaları) çaresizliğini taşır. Bu anlamda, Okumak, Zaman'da katetmenin en garanti yolu olarak tekrar bizi aydınlatacaktır.
- k) Bir öykü taslağında, bir Zaman Makinesi'ne sahip günümüz insanının sadece tek bir tarihe gideceğini düşünmüştüm. Ne ileri ne de geri, tek bir tarihe. Bu Makina fikrinin Travma ile eş anlamlı olması gibidir.
- l) Elektronik ifadesi, sadece malzemeyi ve onun işleyişini kabaca tanımlar. Asla içeriğe vurgu yapmaz. Bu anlamda, ikiricikli yapıyı korur. Birinden biri, mekana, diğeri de Zaman'a vurgu yaparken, karışabildikleri, birbirlerine yaklaşabildikleri oranda, bu tanımın ne demek olduğunu anlarız. Bizim dilimiz, "elektronik kitap" ifadesini bir hata (error) olarak üretmektedir. "Elektronik kitap olamaz!", aslında ifade edilen şey budur. Çünkü ikisinin de kökü yabancıdır bize.
- m) Tarihin önümüze fırlattığı bu şizofren durumdan çıkmak için elimizde olan tek şey, deneyimlemek, yeniden inşa etmek ve dili, tasfiye etmektir.
Yorumlar
hımm.. internet yasaklarıyla
Puanlar: 25
‘yukarı’ dedin
hımm.. internet yasaklarıyla neden ulaştırma bakanlığı ilgileniyor şimdi daha iyi anlaşıldı :)
bu tespit kesinlikle o
Puanlar: 3
‘yukarı’ dedin
bu tespit kesinlikle o bahsetmeye çalışılan şizofren yapıya doğru yerden bakış. güney kore, 1950lerde ulaştırma ile bilişimi ayırmış ve enformasyon bakanlığı kurmuştu. bizim ülkede, clinton'un o cins ifadesi "bilgi otobanı" bize ışık tutmuş gibi görünüyor.
Yazının devamı boyunca
Puanlar: 35
‘yukarı’ dedin
Yazının devamı boyunca paralel olarak aklımdan geçen bazı şeyleri paylaşmak istedim. Araştırmalara göre ülkemizdeki internet kullanıcısı sayısı 30 milyona yaklaşıyormuş. Bu da demektir ki aslında bu kadar insan hepimiz e-kullanıcıyız. Hatta internet kullanmanın ana eyleminin “okuma”ya dayandığını düşünürsek (e-posta, blog, gazete, makale, we siteleri, hatta chatler bile) buna aynı zamanda e-okur miktarı da diyebiliriz. Yani bizim aslında elektronik olan herhangi bir şeyi okumakla ilgili bir sorunumuz (artık) yok. Okuduğumuzun türü ise ayırıcı olan…
Yazı boyunca bu eylemi en ekonomik ve pratik anlamda (mevcut koşullarda) çözebileceğimizi görüyoruz zaten. Yani yepyeni bir ebattaki bu aleti nasıl kullanabileceğimizi, onun maharetlerini vs. Teknik anlamda hiçbir sorun yok. Ve dediğim gibi zaten temelde biz bu aletle muhatabız. Gazeteler e-gazeteye ilk dönüştüğünde kopan yaygaraları filan hatırlarsak ikisinin de kullanılmaya devam ettiğini de görüyoruz zaten. Sonuçta hiçbir şeyin %100 kullanıcısı olmayacağı için şimdilik herkes halinden memnun görünüyor.
Beni bu noktada düşündüren, eğer e-kitaplar sadece mevcut kitap okurlarının aynı zamanda e-okur olmasını sağlayacaksa (elbette kütüphaneni yanında taşımak, hafiflik ama aşırı pratiklik, aynı oradan ekonomik kitap temini gibi tarafları göz ardı etmeyerek) aslında büyük bir değişiklik de olmayacak. Yaygınlaşacak belki ama az önce değindiğim gibi sınırları belli bir alan içerisine (mevcut okura) başka türlü de nüfuz etmiş olacak sadece.
Bizi e-okur yapacak şey sadece elektronik bir cihazdan kitap okumaya olan meylimiz ya da açık fikirliğimiz olmasa gerek. Çünkü ancak okur olduktan sonra (kitap) e-okur(u) da olunur. Ha eğer basılı kitaplara ayrı bir antipatisi olduğu için kitap okumayan ama e-kitapla bu anlamda yeni tanışıklıklar kuracak kişiler varsa da eyvallah tabii. O zaman (artı) bir şeyden de söz etmek mümkün olacaktır. Kaldı ki e-kitap formatında olmasa da (hatta olarak da) internet üzerinden yüzlerce bedelsiz kitaba, pdf’e de ulaşmak mümkün sanıyorum. Burada karşı çıkılası bir şey zaten mümkün değil ama acaba bu büyük beklenti karşılığını bulacak mı, değişiklik olmaktan öte dönüşüme de yarayacak mı, merak etmemek elde değil.
Bunu da zamanla göreceğiz galiba.
Belki daha da büyük bir
Puanlar: 30
‘yukarı’ dedin
Belki daha da büyük bir ilerleme, gutenberg'e bakınca ama, tüm şüphelere rağmen, ben şu bilgiyi de elde tutalım diyorum;
"Gutenberg'in üretimi, özellikle de 1455'de bastığı İncil, yüksek kalitesi ve ucuz fiyatıyla kısa sürede başarılı olmuş, yeni buluş Avrupa'dan başlayarak tüm dünyada yaygınlaşmıştır."kaynak: http://tr.wikipedia....
Bu yaygınlaşma, 1000 dolarlık devasa PC'lerin yerine, 100$lık tabletlerin geçmesi ile daha da büyük bir anlam taşıyor. Var olan okur için seçenekler de çoğalıyor, orası kesin, ama daha fazla kitleye, daha ucuz şekilde bilgi dağıtılması, Dijital Bölünme açısından çok daha dengeleyici bir unsur olacaktır, benim gönlümden geçen.
hem yazıp hem de bir yandan
Puanlar: 10
‘yukarı’ dedin
hem yazıp hem de bir yandan düşünmeye devam ederken ve okur/e-okur derken aklım görsel şiire de kaydı. Nihayetinde diyelim ki dizeli şiirle görsel şiirin okuyucusu/alıcısı bambaşka kişiler de olabilir. Çünkü birinde ciddi anlamda "ezber bozma"dan söz edebiliriz.Bu iki okur haliyle çakışmayabilir de yani. Her ne kadar okur/e-okur'un bu derece ayrılabilirliğinden emin olmasam da...
varolmayan, üretemediğimiz
Puanlar: 29
‘yukarı’ dedin
varolmayan, üretemediğimiz fakat toplum tarafından (internet vb.) üretilen bir okuru, yeniden inşa etmekten bahsediyoruz. mevcut şiir okuru beni kesmiyor açıkçası!
"Gazete okumak başka şey,
Puanlar: 11
‘yukarı’ dedin
"Gazete okumak başka şey, gazetenin "sitesine girmek" bambaşka bir şey. Birine bakayım dedim, Kanuni'nin Kösem Sultan'la ilişkisi olduğunu öğrenip (!) küfür ettim, kapattım." demiş Engin Ardıç, bugün, o da müzdarip bu işlerden anlaşılan..
Bu konuda ilk yazdıklarımla
Puanlar: 33
‘yukarı’ dedin
Bu konuda ilk yazdıklarımla aksi yönde düşünüyormuşum izlenimi de doğmasın diye bu yoruma yanıt vermek istememiştim. Biraz da belki konu bu yönde ilerler ya da birileri farklı düşünceler iletebilir diye. Mevcut şiir okurunun hiçbirimizi kestiğini söyleyemeyiz elbette. Ve keşke onlar da mevcut şiir kendilerini kesmediği için okur olmaya uzak durduklarını filan ifade edebilselerdi. (öyle ise) İnternetin en güzel yanlarından birisi fiziki mesafeleri kapatması ve hatta son derece eşit düzeyde ilişki kurmaya imkân vermesiyken, siz de farkındasınızdır mutlaka, yine de uçurumlar korunuyor. Bu geri dönüşümsüzlük de haliyle her şeyin yolunda olduğu izlenimini bırakıyor. Umutsuz olmamak için de umutsuz olmak kadar çok neden ve veri varken tuhaf bir atalet aslında en büyük engelimiz halinde. Ama şu da bir gerçek bazı şeyleri birileri yapmazsa kimse de yapmayacak...
elbette (sanal) sayfaları
Puanlar: 22
‘yukarı’ dedin
elbette (sanal) sayfaları parmağınla çevirmek (slide), kitapları seçip beğenip anında indirmek, okurken sesli bir uyarı ile e-posta geldiğini ya da makinanın şarjının bittiğinin hatırlatılması, aynı cihazdan hem müzik dinleyip hem de dijital lekeler (harfler) ile hemhal olmak yeni bir deneyim olsa gerek. Şiir bugüne kadar hangi teknolojiye etki/tepki çerçevesinde cevap verebilmiştir, bu da başka bir deneyim ve soru olarak duruyor.
Neden bu? diye sorulabilir, bunun için Batılılaşma maceramızın arazlarından kurtulup, modernleşme serüvenimizi doğru okumak gerekiyor. Aslında gerçek okur da zaten, "sibernetik okur"a geçişte bunu araştırdığı ölçüde rahatsızlık çekmeyecektir.
İnternet alemlerinin en boktan tarafı, şairin, Söz denen paçavrayı fütürsuzca yaymak konusundaki iştahını kabartması oldu. Bugün İkincil Sözlü Kültür saldırısı altındayız.