DEFORMASYONU HAKLI KILAN

Birincil sekmeler

[w:HÜSEYİN CÖNTÜRK]

Bundan önceki yazılarımızda şiirde deformasyonun gerekliliği üzerinde durmuştuk. Şimdi de aynı konuyu bir başka açıdan incelemek istiyoruz: deformasyonu haklı kılan bazı sebepler haberleşme nazariyesi ([w:theory of communication]) uygulayarak tanıtmaya çalışacağız.

Haberleşme ya da iletim (communication) diyebileceğimiz faaliyeti burada şu anlamda alacağız: Bir A bir B ye bir haber (ya da bilgi) iletiyor ve B bu haberi alıyorsa A ve B haberleşiyorlar diyoruz. O halde bir haberleşme faaliyetinde dört gerekli unsur var: verici, alıcı, haber ve haberi ileten ortam. Bu ortam telefon ve telgraf haberleşmelerinde teldir, radyo ve benzeri cihazlarla yapılan bir haberleşmelerde havadır.

Haberleşmede bu dört unsurdan başka çokluk bir de beklenmeyen “misafir unsur” bulunur ki o da “gürültü” dür (noise). Buna parazit de denilebilir. Gürültünün tanımlaması da şu: haberin iletilmesine karşı gelen her türlü kuvvetler, iletilmesi istenen haber dışında iletilen her türlü gereksiz haberler.

Örneğin, telefonla konuşurken, sesi götürücü ortamdaki aksaklıklar yüzünden ilettiğimiz sesi bozan sesler hasıl olur. Bazan da araya başkalarına ait konuşmalar girer. Bütün bunlar gürültüdür.

Haberleşme üzerinde eskiden bir çok çalışmalar yapılmış ise de bunlar doyurucu bir şekilde ilk olarak 1949 yılında C.E. Shannon ve W. Weawer tarafından bir nazariyeye bağlanabilmiştir. Buna haberleşmenin matematik nazariyesi deniyor. Üç ilkesi var bu nazariyenin:

1) bir sembolün (kelime ya da harfin) bir haberleşme (söz) dizisinin belirli bir yerinde görünme ihtimali ne kadar çoğalırsa o sembolle iletilen haber o kadar “az” olur. Eğer görünme ihtimali kesinse haber “sıfır”a eşittir. Başka bir deyişle, bir haberi iletmeden kullandığımız sembolleri seçerken ne kadar özgür olursak ilettiğimiz haberin miktarının “fazla” olması ihtimali o kadar çok olur. Haberin sıfır olduğu, yani haberi göndermemize rağmen alıcının bunu önceden bildiği hale, “klişe” hali denir. Bir iki misalle anlatalım.

Bir haberleşmenin, etiket gereği, mutlaka “sayın” ile başladığını kabul edelim. Her haberleşme bu sözle başlayacağına göre, alıcıya bu söz boşu boşuna iletilecek demektir. Çünkü alıcı haberin bu sözle başladığını bilmektedir. Bu söz hiçbir haber iletmediği için bir klişe unsurudur.

İngilizcede q harfinden sonra mutlaka u harfi gelir. Q ile başlayan bir kelime iletilirken ikinci harf olan u klişedir. (u harfi iletilmese de haber anlaşılır.)

Türkçede birinci tekil kişiye ait çekimlerde son harf çoğul kişiye ait çekimlerde z’dir. Alırım, alıyorm, alacağım ve alırız, alıyoruz, alacağız gibi. Alırı, alıyoru, alacağı sembollerinden sonra alfabemizdeki 28 harften her hangi birisi gelemez. Ya m ya da z gelebilir. İki harf değil de yalnız bir harf gelebilseydi bir klişe hali söz konusu olacaktı. Seçmenin en özgür, en zengin olduğu hal bir harfin bulunduğu yere 28 harften herhangi biri geldiği halde bir anlam çıkarsa olur. A ile başlayan iki harfli bir kelimenin ikinci harfi b,ç,d, ... olabilir. Bu olabilenler toplansa, 17 olduğu görülür. O halde burada seçmede özgürlük 17/28 oranındadır. İşte oran düştükçe klişe haline yaklaşıyoruz demektir. Türkçede, harf bakımından klişe haline karşı düşen oran 1/28dir.

Harfle yapılan iletmelerde özgürlüğün bir sınırı vardır. Türkçede bu sınır 28’dir. Harf değil de, kelime ele alınırsa, belirli bir kelimeden sonra gelmesi beklenebilen kelimelerin sayısı çok daha yüksek olabilir. Fakat ne kadar yüksek olursa olsun bu da sınırlıdır. Çünkü kelime sayısı sınırlıdır. Bununla beraber uygulanı alanında, gerek harfler için, gerekse kelimeler için, bu sınırlar çok daraltılmışlardır: harfler (ya da kelimeler) dizisinde “anlam” denen şeyin hasıl olabilmesi için bir harf (ya da kelime) ile ondan sonra gelecek olan arasında bazı bağlantıların bulunması gerekir. Yani bir harften (ya da kelimeden) sonra herhangi bir harf (ya da kelime) gelemez, ancak bazıları gelebilir. Gelirse “kaos” olur.

Gürültünün ne olduğunu hatırlarsak, klişe unsurlara hiçbir haber iletmediklerinden, bir nevi gürültü gözü ile bakabiliriz. Bu “klişe gürültü”yü genel anlamdaki gürültüden (yani G’den) ayırmakiçin KG ile göstermek faydalı olabilir.

Burada haberleşmenin ikinci ilkesine geçmektense sıcağı sıcağına birinci ilkeyi şiire uygulamaya geçsek daha iyi olacak.

Her çağın dünden devraldığı şiirde az ya da çok sayıda klişe unsur vardır. Bu ölü unsurlara rağmen şair bir şey iletmeye çalışır. Fakat klişe unsur fazlalaşırsa, şairin özgürlüğü ve dolayısıyla başarı ihtimali azalır. Şair devr aldığı şiirde klişe unsurun ne kadar baskın olduğunu hissediyorsa, bu unsurun kendi özgürlüğünü tehlikeye koyduğundan ne kadar endişe ediyorsa, o kadar yeni bir dil aramaya, o kadar deformasyon yapmaya kayar. Fakat aşırı bir deformasyona kaymak da tehlikelidir. Çünkü bu onu bir kaosa götürebilir. Deformasyon yapmadan da yeni bir şiirsel şive (poetical idiom) getirmek mümkün ise de ölçülü ve bilinçli bir deformasyonun şairin imkanlarını çok daha genişletebileceği bundan önceki kuşakların verdikleri ürünlerden anlaşılmaktadır.

2) haberleşme nazariyesinin ikinci ilkesi, gürültüye karşı alınan tedbir ile ilgilidir. Bu ilke şöyle özetlenebilir: Gürültüyü ortadan kaldıramıyorsak, onun haberi bozucu etkisini yok etmek üzere haberin bütününü ya da bir kısmını gerektiği kadar tekrarlarız. Gürültü, haberi devamlı olarak anlaşılmaz hale sokmuyor da, zaman zaman kendini gösteriyorsa, haberi gürültünün olmadığı bir sırada tekrarlamak süretiyle iletmek mümkün olabilir. Bu telefon konuşmalarında belki hepimizin başından geçmiş bir olay değil midir?

Bu ilkeyi haliyle edebiyata uygulamak mümkün olsa da ilginç sonuç vermeyeceğe benziyor. Onun için bu ilkeyi başka bir açıda ortaya koymak yolunu tutacağız.

Haberin alınmasına karşı gelen kuvvetlere gürültü diyebileceğimize göre, haberi almaya karşı gösterdiği “mukavemete de gürültü gözü ile bakabiliriz. Diyelim ki karşımızdakine günün siyasal haberlerini iletmek istiyoruz. Karşımızdaki kimse siyasal olayların son gelişmelerinden haberli değilse, verdiğimiz haberlerin bir kısmını “temiz işittiği halde anlamakta güçlük çekecektir” . Hele alıcı siyasetle hiç ilgisi olmayan bir kimse ise habere karşı gösterdiği mukavemet fazla olacak, belki de hiçbir şey anlamayacaktır. Alıcıların alımlık gücü ile anlama gücü ile ilgili bu türlü mukavemete (gürültü) karşı alınacak tedbir, haberi tekrarlamaktan ibarettir. Bu ise iki türlü olur. Ya haber aynı sembollerle (kelimelerle) tekrarlanır ya da az çok farklı sembollerle değiştirilerek, tekrarlanır.

Bu ilkenin bu haliyle şiire uygulanışı ilginç olacağa benzer.

Şiirin okuyucusu eski şiire ne kadar alışık ise, onu ne kadar benimsiyorsa, yeni şiiri anlamaya karşı o kadar mukavemet göstermesi beklenir. Bu mukavemeti yenmenin çaresi, şairin iletmek istediği şeyi tekrarlamasıdır. Tekrarlamanın birinci ilkedeki klişe haline düşmemesi için yeri belirli olmayan bir tipte olması şarttır. Ayrıca anlatılanın tıpkısını tekrarlamaktan çok ona benzer “varyasyonlar” tekrarlamalara gitmek daha iyi sonuç verebilir. Ama çok büyük varyasyonlara gitmek daha iyi sonuç verebilir. Çünkü bu alıcının şairce kullanılan deyiş şekline, şiveye, alışmasını güçleştirebilir. Fazla varyasyon, şairi fazla deformasyon çeşidi denemesine itebilir ki bu, alıcının mukavemetini kırmaktan çok artırmak sonucunu doğurur.

“tekrarlama” dan verim elde edilebilmesi için şu iki noktanın ana nokta olduğu anlaşılıyor. Şairin iletmek istediği şeyin önemsel olması şarttır. Önemsel olmayan bir şeyin tekrarlanması onun gürültüye (K) eşit olmasından başka bir sonuç vermez. Bir de iletmek istediği şeyin okuyucu tarafından ne derece mukavemet göreceğinin tahmin edilmesi gerekir. Çünkü bu tahmin, deformasyonda tekrar ve varyasyona gitme dozunun seçilmesinde şaire yardım eden bir faktördür. Bu noktaların yerine getirilmesi açıktır ki kolay değildir. Ama iyi şair olmanın şerefi büyük olduğuna göre bunun karşılığında elbetteki bir külfet bulunacaktır.

3) haberleşmenin üçüncü ilkesine geldik. Tabi yapısı gereği her dilde “fazladan unsurlar” (redudant elements) adı verilebilecek kısımlar vardır. Onlar iletilmese de haber yükünden bir şey yitirmez. Örneğin “ben geliyorum” deyimindeki “ben” ve “um” sembollerinden biri gerekli ise öteki fazladandır. Tümce başlarında kullandığımız eğer kelimesi de, çokluk gereksiz sayılabilir. İlke şu : bir haberdeki bir sembol “fazladan bir unsur” ise ve gürültüye (G) karşı bir “tekrarlama tedbiri” görevinde de bulunmuyorsa, bir nevi “gürültüden” (GF) başka bir şey değildir. (Gürültünün bu türlüsünü ötekilerden ayırd edebilmek için sonuna ‘fazladan’ anlamına bir F eklenmiştir.)

“Fazladan bir unsur” gerçekten fazladan ise de gürültülü bir ortamda (noisy channel) haberin anlaşılmasında faydalı bir iş görür. Nitekim o, çok defa bir “tekrarlama tedbiri” yerine geçer. “ben geliyorum” haberini verirken, bir gürültü olsa ve ben kelimesi gürültüye gitse, yani duyulmasa, haber yine anlaşılır. Gürültü olmayan hallerde ben kelimesi gereksiz bir unsur olmasına rağmen burada gürültüye (G) karşı haberi koruduğuna bir tekrar tedbiri yerine getirmiş, o halde gerekli olmuştur.

Bu ilkenin şiire uygulanışı çok basittir ve bugünkü şiirimizde sayısız örnekleri de görülmektedir. Şair, normal gramerce gerekli olduğu halde, ilettiği şeyin anlaşılması için gerekli olmayan bir çok kelime ya da kelime parçalarını dilinden kaldırmakta, dilini kırpmaktadır. Böyle yapmakla şairin dilinin verimini bir bakıma da olsa artırdığına şüphe yoktur. Çünkü (GF) sayılabilecek olan unsurların hamallığını yapmak için bir sebep yoktur (ses etkisini amöaç edinen şiiri burada söz dışı bırakıyoruz). Fakat ikinci ilkede olduğu gibi burada da şair ankca okuyucudan gelecek mukavemet derecesini iyice tartabilir ve dili kırpma işinde dozu ona göre seçebilirse başarıya kavuşabilir. Şair, okuyucusunu, hazırlayabildiği, eğitebildiği oranda bu dozu artırabilir.

Hatırlatalım ki, biz burada matematiksel iletim nazariyesini şiirde olagelen deformasyon işlemine ve şive değişmelerine uygulamaya cesaret etmişsek bu, şiirsel dildeki değişmelerin bu nazariyeye uyarak oluştuğuna inandığımız için değildir. Amacımız, deformasyona gidiliş sebeplerine, dar bir açıdan da olsa, ışık serpmektir. Kaynaklar:

Ayer, 1955 Carroll 1953 Cherry 1955

Hüseyin Cöntürk, “Çağının Şairi” içinde, sayfa 38-44

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 7

‘yukarı’ dedin

Umberto Eco'nun Açık Yapıt'ına bakmakta fayda var.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 17

‘yukarı’ dedin

o kitap yıllardır piyasada fakat insanlarda açık yapıt dendiğinde ortaya çıkan şey "katman, kurgu, oyun, hayret, şaştırmaca"dan öteye gitmedi. eco mu beceriksiz yoksa çevirede mi bir tuhaflık var anlamadım.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 11

‘yukarı’ dedin

Bence kitapta sorun yok. Ingilizce metninde de. Sadece bazı kavramlar sohbetlerde havalı oluyor diye kulaktan dolma haliyle kullanılıp duruyor. Yukarıdaki metin Shannon entropisiyle açıklanmak istenen şeyi anlatmaya çalışıyor ve Eco da Açık Yapıt'ta buradan hareketle poetik iletilerin yapısına ilişkin bir şey söylüyor.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 15

‘yukarı’ dedin

gerçi ilk çeviri hatırladığım kadarı ile o kadar kötüydü ki piyasadan toplandı. şimdi kim basıyor bilmiyorum, can yayınları idi o faciyaya imza atan.