Neredeyiz? Bir kimsenin veya bir şeyin kendi doğru yeri neresidir? Verilecek cevabımız yok; yerimizi bilmiyoruz. Bilseydik değişmekten, gelişmekten söz etmezdik. Vazgeçişlerimiz olmazdı; peşine düşmüşlüklerimiz; inanç, bilim, makine… Yerinde-yurdunda olmayan, bir ağrı gibi boynumuza asılmış dünyanın neresinde oturacağız? Söylemin baştan çıkardığı retorik cambazı herkesin gayretini boşa çıkaracak bir kıyı var mıdır? Evet ve hayır. Cevaptan önce ve sonradır, burada giz’liden giz’liye ve sükut ederek konuşulur. İki türden ses çıkaran bir tür gizli göçmenler olarak. İsmi olmayan bu yerde, “artık bilinmeyen ve henüz konuşmadığımız dillerde”, bir ilkismin takma ismi olan kendi ismini çağırarak: Khora.
Khora[1], Derrida’nın her biri bağımsız bir kitap oluşturan Çile ve İsmi Hariç’le eşzamanlı olarak yayımlanan denemelerinden biri ve en eskisi. Platon’un Timaios’ta ifadesini bulan Khora yerin kendisini, mutlak dışsallık yerini konumlasa da bir kıstaktır belki. İki çöl arasındaki ayrılma yerini de konumlar; çöldeki çöl, en ilk çöl. “Bu yer eşsizdir, adı olmayan Bir'dir.”* Khora bütün karşıtlıkların, ikiciliğin ötesindedir. Metafor ya da düz bir adlandırma da değildir, ne duyumsanabilir ne kavranabilir çok özel bir yer adıdır. Yerde yersiz bir yer.
Khora deneyimi, felsefenin, düşünüş biçimlerinin, hiçbir tanrıbilimsel, varlıkbilimsel veya insanbilimsel iktidarın belirlemesine, keyfiliğine izin vermez. “Hiçbir zaman bir dine girmeyecek ve kendini kutsallaştırmaya, kutlulaştırmaya, insancıllaştırmaya, tanrıbilimselleştirmeye, kültürleştirmeye, tarihselleştirmeye izin vermeyecektir. Sağ ve salimle, aziz ve kutsalla kökten bir şekilde ayrışık yapıda olaraktan, {dokunulmadan kalmak, ayniyetini korumak için} kendisine diyet ödenmesine {indemniser} asla izin vermez. Böyle bir şey şimdiki zaman kipinde bile söylenemez, çünkü khora asla kendisini olduğu gibi mevcudiyete sunmaz.”* Khora deneyimi çoğulluğun, çifte dilliliğin ya da dilsizliğin çoklu haykırışının, hep ötekini çağıran gizin oyununa katılan bakir geçirimsizliktir.
Hazır cevapların yeri değildir khora. Filozofların çelişmezlik mantığına, ikilik mantığına meydan okur. Logos mantığından da farklı bir mantıktır. Onunla ilgili söylenebilecek hiçbir şey yeterli değildir. Hakim söylemin yeteneksizliği onu ifadeden acizdir. Khora başka bir başa [başlangıca], üçüncü bir türe ait bir çağrıdır. Bu çağrı kendisini ancak hak edene verir. Hem onu her zaman aynı şekilde çağırmak gereklidir.
Burada doğrudan konuşmak, hatta herhangi bir türden konuşmayı sürdürmek neredeyse imkansızlaşır. Bu devasa zorluğun kıvrımında yer açmak, [bir] yerden konuşmak bir masala [sığınmak ya da] mitolojik eğretilemelere başvurmakla olabilir [mi?]. Kendi yeri olmayan bir yerde yer edinen logos, ancak mythos’la eğretilenebilir. Kendini ifade etme “iktidarsızlığı” ölçüsünde söylenceye başvurulur. Bu hem bir yetersizlik, hem bir ustalık işareti gibi görülebilir. Platon’un esas konuya geldiğinde başvurduğu yoldur bu. Oysa felsefenin değeri söylencesel olmayan karakteri doğrultusunda ölçülür. Ya Derrida ”belli türden bir kahkaha, belli türden bir dans” istemez mi? Yine felsefe, düşünme güçlüğünün giderek artan bilinci [olmalı] değil midir aynı zamanda? Khorayı, khora üzerine söylemin duyumsanabilir ve kavranabilir arasına açtığı bu yarığa da yaklaştırmamak lazımdır. Bu ikilikten uzak durmalı. Dolayısıyla Platon’un ayağıyla khora’ya gitmek Timaios’ta sarih bir izlek bulmakla mümkün olabilir. Bunu Sokrates’in stratejisinde buluyoruz. Kendini ve önlerinde söz aldığı kişileri silerek yol alan Sokrates, onları konuşturduğu ve onların önünde konuştuğu, hem de onlardan olmadığını söylediği için “üçüncü türde, yersiz bir yerin yansız uzamında, her şeyin kendini belli ettiği”, diğerlerinin sonradan khora olarak adlandıracakları bir yerden konuşur ve bundandır onlar sözü ondan alır. Khorada bir emanet ve konukseverlik ilişkisinin olduğunu da anlıyoruz böylece. “Bir armağan ve borç sistemi.” O halde olası söylenceyi kabul etmemiz ve daha fazlasını aramamız gerekiyor. Dinlenme anlarıdır bunlar ve bu anlarda “ebedi varlıklar hakkında akıl yürütmeler terk edilir”, hatta “aşırıya kaçmadan ve makul bir şekilde oyundan keyif alınabilir”; çocukluğu alıp sürdürerek. Böylece zamansal olmayan bir silinmezlik, bir giz anısı yakalanabilir. Bununla “söylencesel şiirselliğin zincirini koparıyormuş gibi” yapsak da bu, “onu daha güçlü bir şekilde yeniden başlatmak içindir.”
Bin bir tehlike altında dört bir yana saçılmış tohumların alanında her şeye sirayet etmiş gizin dipsiz dibindeyiz. Parlak ışıklar altında sunulan söylemin ayartıcılığına boyun eğmeye meyyal dikilişler yakınındayız. Güneşe çıplak gözle bakınca görme yeteneğinizi yitirebilirsiniz. Işık her şeyi örtebilir. Her şeyi ortada gibi görmek, göstermek bir gizlemedir/bir gizlemeyi gizler. Görünürlüğün görünemezliğinin ta kendisi bir ışığa, karaşın bir ışığa ihtiyacımız var o zaman: “Demek, giderek daha karanlık olan gecesel bir ışık. Bitirmek için adımlarımızı sıklaştıralım: Üçüncü yer’e, arşi-kökensel’den daha fazlası olmuş olabilecek bir yere, adaya ya da vaadolunan toprağa değil, ama belli bir çöle –vahiy [açımlama] çölüne değil-, çöldeki çöle, ötekiyi olanaklı kılan, açan, oyan veya sonsuzlaştıran çöle doğru…”*
İşin başındayız ve anısı bile unutulmuş gizin kalın tabakasıyla örtülü olarak şafakta yaşlı ve yorgun olarak kalkan genciz. “Mukaddimedeyiz” der Derrida. “Girişlerde felsefe olmaz, en fazla mitoloji olur, diyordu Hegel.” diye ekler. Derrida Öteki Hedef (Başka Baş)’ta[2] Timaios’taki Mısırlı rahibi yansılayarak öte yaka’nın kıyısından Avrupa için de söyler bunu. Sadece bize ait olmayan; önünde yanıt vermemiz gereken, borçlu olduğumuz başka bir baş, öteki bir hedef olduğunu hatırlamamız gerekir. Felsefe onun hakkında doğrudan konuşamaz. Bu haliyle yalnız babadan ve oğuldan söz eder. Oysa nostaljisiz bir kavrayış olmalıdır bu, “piç ve meşru babası olmayan bir akıl yürütmeyle yönlendirilen khora söylemi, kökene yeni bir dönüşle başlatılmış bulur kendisini.” [Lakin hangi] başlangıç bizi bilinmezlikten, gizden kurtarabilir [ki]? “Başlangıçta yeniden başlanmayacak” “tüm şeylerin ilk ilke veya unsurlarına geri gidilemeyecektir.” Felsefe güvenli söylemin ve köken sayılan her şeyin öncesine, kökenin ve doğumun berisine geri dönmeli, her şeyi yeniden ele almalıdır. Ne doğurucu ne de doğurulmuş olan, imgesini tarihten önceki ebedi zamandan alan üçüncü bir türü keşfetmemiz gerekiyor. Öte yaka’nın kıyısında başka bir yönelimin işaretidir bu. Nasıl Mısırlı rahip Atinalılara köklerini kendi belleklerinin ötesinden hatırlatmışsa, “khora’yı düşünmek için, başlangıçtan daha eski bir başlangıca, yani kozmosun doğumuna geri dönmek gerekir.” Uygun bir sonla taçlandırabilmek için, hikayemize başlangıcıyla uyuşan bir baş vermeye çalışalım: “Bunun için biraz erken. Her zamanki gibi.”
Notlar: ........................
[1] Jacques Derrida, Khora, çev. Didem Eryar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008.
* İşaretli alıntlar: Jacques Derrida, “İman ve Bilgi Basit Aklın Sınırlarında ‘Din’in İki Kaynağı”, çev. Melih Başaran, Toplumbilim, 10.
[2] Jacques Derrida, Öteki Hedef (Başka Baş), çev. Melih Başaran, Bağlam Yayınevi, İstanbul 2003.