Fikre Geç Kalmış Bir Bilinç

Birincil sekmeler

/ Yaralı Bilinç (Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni)

[...]

İki heterojen episteme’nin tek bir kişinin içinde etkinlik göstererek, onu körleştirdiği ve eleştirel yetisini felce uğrattığı özel bir durumla da karşı karşıya kalabiliriz. Üçüncü Dünya’daki birçok düşünürün entelektüel tutumlarının durumu da budur. Burada, episteme “mekanları” farklılaşmışlardır. Varlığın niteliksel olarak çeşitlileşmiş algılama alanlarında yerleşmişlerdir: ruh ve ona eşlik eden görüntülerin sihirli yığını; bir de, kavramların çileci yoksulluğuna indirgenmiş olan zihinsel faaliyet. Latin Amerikalı entelektüellerdeki bu epistemolojik şizofreniyi belirginleştirirken şöyle diyor:

“Fikirler bugünün fikirleri, tavırlar dünkü tavırlar. Bunların ataları Aziz Thomas adına yemin ediyorlardı, kendileri de Marx adına yemin ediyorlar; ama hem eskiler hem yeniler için akıl, bir doğrunun hizmetinde olan bir silahtır.”

Bu Meksikalı şair ve düşünürün basiretli belirlemesinde iki farklı dönemi gözleriz: iki farklı bilme ve dünyada olma biçimine damgasını vuran dün ve bugün; biri, ruhsal ve fevri davranış ile atadan kalma tavırlara etki ederken, öteki dışarıdan gelen modern fikirlere şekil verir. İkisinin arasında duraklamalı çatlak bulunur, yani varlığı birbirine aykırı iki parçaya böldüğü ölçüde vahim olan çatlama; bu iki parça, uyumlu bir eklemlenmeyi olanaklı kılan hiçbir köprü olmamasından ötürü, ancak birbirlerini indirgeyerek diyaloğa girebilirler. Bu durum, birbirleriyle temas etmeleriniz engellemez, çünkü birbirlerine girip melezleştikleri noktada, tıpkı karşı karşıya konmuş iki ekranın birbirlerinin görüntülerini yansıma içinde biçimsizleştirmeleri gibi, iki episteme’nin birbirlerini biçimsizleştirdikleri çeşit çeşit çarpıklıklar ortaya çıkar. Bunun sonucunda az çok eş biçimli kalabilen episteme’lerin farklı yapılarının aksine, burada, biçimle içerik arasında hiçbir eşbiçimlik yoktur; çünkü biçimle içerik karşılıklı olarak heterojen episteme’lerden beslenmektedir.

Burada varlığın küçümsenemeyecek bir bölümü hala sempati ve örnekseme yoluyla varolmakta ve kültürel gerçeklik-ötesi’nin sihirli stoklarından beslenmektedir, öteki bölümüyleyse, insan bilimlerinden, toplum felsefelerinden ve diyalektik materyalizmden etkilenmekte ve örneğin, ahiret bilgisi ile pozitivizmi karıştırmaktadır. Böyle bir karışıklığın sonucu hep melezlik olmaktadır ve birbirlerine ancak yamalama yoluyla uyabilmektedir.[...]

Bize dönersek, bilincimiz simgelerin sihirli düzeyinde iş görürken fikirlerimiz yeni zamanların episteme’de yarattığı mütasyonlardan doğarlar. Bizim dünyamız henüz tam anlamı ile büyübozumuna uğramamıştır: Gökyüzü simgelerinden bütünüyle temizlenmemiştir; bütün yıkımlara rağmen kamu alanımız eski hafızanın solgun görünümlerini içinde barındırmaktadır. Bu görüntülerin dışlanması henüz inançların özelleşmesi noktasına varmamıştır. Simgeler yorumsamasıyla tarihsellik arasında sıkışıp kalınca, akla gelebilen tüm uydurma çözümlere doğru itilmekteyiz.