[kitapara:Georges Bataille], İç Deney'den
Şiir, oyunları içimizde imgeler alanını işgal eden –imgeleri anlatmadan önce tine baskı yapan anımsamalardan bu noktada ayrılır (anımsamaların ifadeler haline gelmemesiyle). Bu oyunların içine bir kurban etme unsuru girerse, anımsamada nesne, şiirden daha fazla gerçek-dışıdır. Gerçekte, anımsamaların şiire o kadar yakınlar ki yazarın kendisi bile, ancak prensipte anımsamalara verebileceği ifadelerle anımsamaları birleştirmektedir. İmgenin alanı, iç deneyin alanına yaklaşacaktır ama söylediğim gibi anlaşıldığında, deney her şeyi söz konusu eder ve bu noktada nesnelerin içinde en az gerçek-dışı olana ulaşır (ve eğer nesne bununla birlikte çok az gerçek görünürse, bu, deneyin, nesneyi birleştirdiği öznenin dışında nesneye ulaşılamadığındandır). Zaten şiirin onu yapmaya yönelmesi gibi, anımsamalar (daha fazla açgözlülükle) her şeyi söz konusu etmeye yönelirler, ama buna yöneldikleri sırada bu olguyu bertaraf ederler –ve her zaman aynı nedenle. Şiir gibi, anımsamalar da sahip olmayı reddetmeyi içermezler, aksine isteği korurlar ve sonuç olarak ancak tikel olarak nesneye sahip olurlar. Hatta lanetlenen bir şair ifade ettiği imgelerin devingen dünyasına sahip olmak için bütün varlığıyla sarılır ve böylece insanların mirasını zenginleştirir.
Şiirsel imge bilinenden bilinmeze yöneltilirse de, kendine vücut veren bilinene bağlanır ve bilineni parçalamasına, ve bu parçalanmanın içinde yaşamı parçalamasına rağmen bilinene tutunur. Bu, şiirin hemen hemen tamamen düşkün şiir, kölesel alandan çıkarılmış, ama bilinmeze ulaşma olan içsel yıkıma kabul edilmemiş imgelerin (asil, gösterişli olduğu gibi şiirsel) zevki olmasına yol açar. Derin olarak yıkılmış imgeler bile sahip olma alanıdır. Yıkıntılardan başka bir şeye sahip olamamak üzücüdür ama bu, artık hiçbir şeye sahip olamamak demek değildir, bir elle verdiğini diğeriyle almaktır.
Yalın kafalar bile belirsizce, Rimbaud’nun şiiri terk ederek, eksiksiz, tartışmasız tamamlanmış kurban etmeyi gerçekleştirerek, şiirin olabilirini genişlettiğini hissetmişlerdir. Sadece, bezdirici bir saçmalığa ulaşması (Afrika’daki varlığı) onlar için ikinci derecede öneme sahiptir (bunda haksız değiller, her kurban etme bedelini öder, hepsi bu.). Ama bu kafalar Rimbaud’yu izleyemezler: Kaçışı ile birlikte kendisi için olabilirliği genişletirken başkaları için bu olabilirliği yok eden Rimbaud’ya sadece hayran olabilirler. Rimbaud’ya sadece şiir aşkından dolayı hayran olma olgusu nedeniyle, birileri şiirden veya yazmadan haz duymaya devam etmişlerdir; diğerleri içinde hoşlandıkları ve kendilerini bırakırken açık bir olumlamanın karşısında tereddüt etmedikleri sonuçsuz bir kaosun içine kapanmışlardır. Ve çoğu zaman olduğu gibi “birileri ve diğerleri” –çok sayıda örnek ve her defasında başka bir biçim altında, bir kişilikte birleşerek, belirgin bir varlık tipini oluşturmuşlardır. Kötü bilinç birdenbire, alçakgönüllü, hatta çocuksu bir davranışla kendini belli edebilir ama sanatın düzleminden başka bir düzlemde, sosyal düzlemde. Edebiyat –veya şiir, dünyasında, uygunsuzluğun belirli kurallarına uymak koşulu ile, içinde kötüye kullanmanın (sömürünün) daha iyilerin yedeğinden ayrılmasının güç olduğu alışkanlıklara geri dönüldü. Rimbaud’nun tümcesiz tartışmasından hiçbir şey ya da hemen hemen hiçbir şey kalmadığını söylemek istiyorum.
(...)
Çeşitli kurban etmelerin içinde, şiir, ateşini sürdürdüğümüz, yenilediğimiz tek kurban etmedir. Ama diğer kurban etmelerin sefilliklerine göre sefillik şiirde daha duyarlıdır (eğer kişisel sahip olmaya, tutkuya bırakılan bölümü ele alırsak). İşin esası, sadece şiir arzusu sefilliğimizi dayanılmaz hale getirmektedir: nesnelerin kurban edilmesinin bizi güçsüzlükten kurtarmak için olduğundan emin olarak, çoğu zaman öznenin kurban edilmesine kadar uzağa gitme gerekliliğini hissediyoruz. Sonuçları olmayabilecek şey ama ölürse, özne açgözlülüğün ağırlığını sona erdirir, yaşamı cimrilikten kurtulur. Kurban edici şair, yıkımı sözcüklerin kavranamaz dünyasına ara vermeden taşımak zorunda olarak, yazınsal bir hazineyi zenginleştirmekten dolayı kısa sürede yorulur. Buna mahkûm edilmiştir: Eğer hazinenin tadını alamazsa, şairliği sona erer. Ama kişisel dehanın (gururun) kötüye kullanımını, sömürüsünü görmekten geri kalmaz. Dehanın bir parçasına sahip olan bir insan, çiftçinin bir toprak parçacığını kendine ait zannetmesi gibi bu deha parçacığının kendine ait olduğunu zanneder. Daha çekingen olan atalarımız, -yaşamak için sömürülmesi gereken- ürünlerin, sürülerin karşısında, bunların içinde tedirgin olunmadan kullanılmayacak bir unsur (herkesin bir insanda veya çocukta fark ettiği bir unsur) olduğunu hissettiler, aynı şekilde şiirsel dehanın kullanılması önceleri kimilerinde tiksinti yarattı. Ve tiksinti hissettiğinde, her şey kararıyor, kötülüğü kusmak gerekiyor, onun kefaretini ödemek kalıyor.
(...)
Şiirsel deha sözsel bir yetenek değildir (sözsel yetenek gereklidir çünkü sözcükler söz konusudur ama çoğu zaman bu yetenek yolunu şaşırır): Donmuş birçok şeyin çözülmesi, kaybolması iletişime girmesi için gizlice beklenen yıkımların kutsallaştırılmasıdır. Hiçbir şey bundan daha ender değildir. Sessizliği, yalnızlığı keşfeden bu içgüdü: Ve ne kadar ilham verirse, o kadar acımasızca yalnızlaştırır. Ama istenen yıkımların içgüdüsü olarak eğer, en yoksulların dahiliklerinden oluşturdukları sömürü kefaretini ödemek istiyorsa, birdenbire karanlık bir duygu en çok ilham almış olanı ölüme götürür. Ölümü bilinmeyen, ölemeyen, tam olarak kendini yok etme gücünden yoksun bir başkası en azından içindeki şiiri yok eder.
(Kavranmayan şey: Eğer edebiyat şiir değilse, hiçbir şeydir, şiir isminin zıddı olarak, yazınsal dil- gizlenmiş isteklerin, karanlık yaşamın ifadesi- hatta erotizmin cinsel işlevlerinin sapkınlığı olmasından biraz daha fazla dil sapkınlığıdır.)