[w:HEGEL] [w:Tinin Görüngübilimi]’nden
484. Törel Töz karşıtlığı kendi yalın bilinci içinde kapalı olarak ve bu bilinci kendi özü ile dolaysız bir birlik içinde saklamıştı. Öyleyse öz dolaysızca ona yönelmiş olan ve töresi o olan bilinç için yalın varlık belirliliğini taşır; bilinç ne kendisini bu dışlayıcı 'kendi' olarak görmekte, ne de töz ondan dışlanmış bir dışvarlık imlemini taşımaktadır; ve bilincin onunla ancak kendi kendisine yabancılaşma yoluyla birleşmesi ve aynı zamanda tözü üretmesi gerekecektir.
Oysa 'kendi'si saltık olarak kesikli olan Tin içeriğine ona karşıduran eşit ölçüde sert bir edimsellik olarak iyedir, ve burada dünya dışsal birşey, özbilincin olumsuzu olma belirlenimini taşır. Ama bu dünya tinsel bir kendiliktir, kendinde varlık ve bireyselliğin içice geçmesidir; onun bu dış-varlığı özbilincin çalışmasıdır; ama o denli de dolaysızca bulunan, ona yabancı bir edimselliktir ki kendine özgü varlığa iyedir ve bunda kendisini tanımamaktadır. Bu edimsellik dışsal özdür ve tüzenin özgür içeriğidir; ama tüze dünyasının efendisinin elinde tuttuğu bu dışsal edimsellik yalnızca bu olumsal bir yolda 'kendi' için bulunan öğesel öz değildir; tersine bu onun, ama olumlu değil, dahaçok olumsuz olan çalışmasıdır. Bu dünya dış-varlığını özbilincin kendisinin dışlaşması ve özsüzleşmesi yoluyla kazanır, ki bunlar tüze dünyasına egemen olan yıkım içinde başıboş kalan öğelerin özbilinç üzerindeki dışsal şiddetleri olarak görünürler. Bu öğeler kendileri için yalnızca arı yıkım ve kendi kendilerinin çözülüşleridirler; oysa bu çözülüş, onların bu olumsuz özleri, yalnızca 'kendi'dir; ve 'kendi' onların özne, etkinlik ve oluş süreçleridir. Bu etkinlik ve oluş süreci ise, ki bu yolla töz edimsel olmaktadır, kişiliğin yabancılaşmasıdır, çünkü dolaysız e.d. yabancılaşmasız olarak kendinde ve kendi için geçerli olan 'kendi' tözden yoksundur ve o azgın öğelerin oyuncağıdır; onun tözü öyleyse dışlaşmasının kendisidir, ve dışlaşma tözdür, ya da kendilerini bir dünyaya örgütleyen ve böylelikle saklayan tinsel güçlerdir.
485. Töz bu kipte Tindir, 'kendi' ve özün özbilinçli birliğidir; ama ikisi de birbirleri için yabancılaşma imlemini taşımaktadırlar. Tin, kendi için özgür olan nesnel bir edimselliğin bilincidir; oysa bu bilincin karşısında 'kendi' ve özün o birliği, edimsel bilinci karşısında arı bilinç durmaktadır. Bir yandan edimsel özbilinç dışlaşması yoluyla edimsel dünyaya geçerken bu sonuncusu ise edimsel özbilince geri döner; öte yandan bu aynı edimsellik, hem kişi hem de nesnellik, ortadan kaldırılır; bunlar salt evrenseldirler. Bu yabancılaşmaları arı bilinç ya da ösdür. Şimdiki edimsel dünya karşısavını dolaysızca öte-yanında bulur, ki bu onun düşünmesi ve düşünülmüşlüğüdür, tıpkı öte-yanın şimdiki dünyada edimselliğini, ama ona yabancılaşmış olarak, bulması gibi.
486. Buna göre, bu Tin kendi için salt bir dünya değil, ama ikili, bölünmüş ve kendine-karşıt bir dünya kurmaktadır.—Törel Tinin dünyası onun öz şimdiki dünyasıdır; ve öyleyse güçlerinden herbiri bu birlik içindedir, ve ikisi birbirinden ayrı oldukları sürece, bütün ile denge içindedirler. Hiçbirşey özbilincin olumsuzu olma imlemini taşımaz; göçüp gitmiş Tin bile kan akrabalığında, ailenin 'kendi'sinde bulunur, ve hükümetin evrensel gücü ulusun istencidir, 'kendi'sidir. Oysa burada 'şimdiki' salt nesnel bir edimselliği imlemektedir ki bilincini öte-yanda taşımaktadır; her bir tekil kıpı öz olarak bunu ve böylelikle edimselliği bir başkasından almaktadır, ve edimsel olduğu ölçüde özü edimselliğinden başka birşeydir. Hiçbirşey kendi içersinde temellenmiş ve yerleşmiş bir Tin taşımaz, tersine her-şey kendi dışında bir yabancıdadır; bütünün dengesi kendi içinde kalan birlik değildir, ne de kendi içine geri dönmüş olmaktan gelen yatışmadır, tersine karşıtların yabancılaşması üzerine dayanır. Öyleyse bütün, her tekil kıpı gibi, kendine yabancılaşmış olgusallıktır; bir alana dağılır ki orada özbilinç tıpkı nesnesi gibi edimseldir; ve gene bir başkasına, an bilinç alanına da dağılır ki bu birincinin öte-yanında yatmakla edimsel bir 'şimdiki' değildir, ama ancak inanç için vardır. Şimdi tıpkı törel dünyanın tanrısal ve insansal yasalara ve bunların şekillerine bölünüşten çıkarak, ve bilincinin ise bilmeye ve bilinçsizliğe bölünüşten çıkarak yazgısına, bu karşıtlığın olumsuz gücü olarak 'kendiye geri dönmesi gibi, kendine yabancılaşmış Tinin bu iki alanı da 'kendiye geri döneceklerdir; ama eğer önceki ilk, dolaysızca geçerli 'kendi', tekil kişi idiyse, bu kendi dışlaşmasından kendi içine geri dönen alan ise evrensel 'kendi', Kavramını anlamış olan bilinç olacaktır, ve bu tinsel dünyalar, ki tüm kıpıları kendilerine özgü durağan bir edimsellik ve tinsel olmayan kalıcılık üzerinde diretmektedirler, arı Içgörü içinde çözüneceklerdir. Bu İçgörü kendi kendisini anlayan 'kendi' olarak kültürü tamamlamaktadır; 'kendi'-den başka hiçbirşeyi anlamamakta ve herşeyi 'kendi' olarak anlamaktadır, e.d. herşeyi kavramakta, tüm nesnelliği silerek tüm kendinde-varhğı bir kendi-için-varhğa çevirmektedir. Özün yabancı, öte-yanda yatan alanı olarak İnanca karşı döndüğü zaman, bu içgörü Aydınlanmadır. Aydınlanma yabancılaşmış Tinin kendine özdeş bir dinginliğin bilincine sığınır gibi sığındığı bu alanda da yabancılaşmayı tamamlar; ve Tinin İnancın evinde yürüttüğü ev-yönetimini, oraya bu dünyanın araç ve gereçlerini getirerek altüst eder—bir dünya ki, Tin kendisinin olduğunu yadsıyamaz, çünkü bilinci de benzer olarak ona aittir.—Bu olumsuz etkinlikte arı içgörü aynı zamanda kendisini olgusallaş-tırmakta ve kendi öz nesnesini, bilinemez Saltık Varlığı ve yararlıyı üretmektedir. Edimsellik bu yolda tüm tözselliğini yitirmiş olduğu ve onda artık hiçbirşey kendinde olmadığı için, İnanç alanı gibi olgusal dünya da devrilmektedir. Bu devrim saltık özgürlüğü doğurur, ve bu özgürlük ile önceki yabancılaşmış Tin bütünüyle kendi içine dönmüş, bu kültür alanını arkasında bırakmıştır, ve başka bir alana, ahlaksal bilinç alanına geçmektedir.
487. Bu Tinin dünyası ikiye bölünmektedir: birincisi edimsellik dünyası ya da onun kendisine yabancılaşmasıdır; ikincisi ise Tinin, kendini birincinin üzerine yükselterek, arı bilinç Eterin de kendi için kurduğu dünyadır. Bu ikinci dünya o yabancılaşma ile karşıtlık içinde durmaktadır ve tam bu nedenle ondan özgür değildir; tersine, gerçekte yalnızca yabancılaşmanın iki ayrı dünyanın bilincini taşımaktan oluşan ve ikisini de kapsayan öteki biçimidir. Öyleyse, burada irdelenen şey kendinde ve kendi için olduğu biçimiyle saltık varlığın özbilinci değil, din değil, ama İnançtır, ama ancak edimsel dünyadan bir kaçış olduğu ve böylece kendinde ve kendi için olmadığı ölçüde. Şimdinin ülke sinden bu kaçış öyleyse kendi içinde dolaysızca ikili bir doğadadır. Arı bilinç Tinin kendisini ona yükselttiği öğedir; oysa bu salt İnancın öğesi değil, ama o denli de Kavramın öğesidir; buna göre ikisi de birbiri ile aynı zamanda görünmekte, ve birincisi ancak ikincisi ile karşıtlık içinde önümüze gelmektedir.
a. Kültür ve kendi edimsellik alanı
488. Bu dünyanın Tini tinsel bir özdür ki içersine kendisini bu kendi için varolan dolaysız bulunuş olarak ve özü kendisine karşı bir edimsellik olarak bilen bir özbilinç yayılmıştır. Oysa bu dünyanın dışvarlığı, tıpkı özbilincin edimselliği gibi, özbilincin kendi kişiliğini kendisinden dışlama ve böylelikle kendi dünyası nı yaratma sürecine dayanır. O bu dünyaya yabancı birşey olarak bakmaktadır, öyle ki artık onu ele geçirmelidir. Ama kendi-için-varlığından vazgeçmesinin kendisi edimselliğin ürünüdür, ve bu vazgeçiş ile, öyleyse, özbilinç dolaysızca bu dünyayı ele geçirmektedir.—Ya da, diyebiliriz ki özbilinç salt 'birşey'dh, ancak kendisini kendinden yabancılaştırdığı ölçüde olgusallık taşımaktadır; bu yolla kendisini bir evrensel olarak koymaktadır, ve bu evrenselliği onun geçerliliği ve edimselliği-dir. Herkes ile bu eşitliği öyleyse o tüzel eşitlik değildir, özbilin-cin salt var olmasından doğan o dolaysız tanınışı ve geçerliliği değildir; tersine, geçerli olması, yabancılaştırıcı dolaylılık yoluyla kendisini evrensele uyumlu kılmış olmasını gerektirir. Tüzenin tinsel olmayan evrenselliği her doğal karakter biçimini de tıpkı dışvarlık biçimleri gibi kabul eder ve aklar. Burada geçerli olan evrensellik ise oluşmuş bir evrenselliktir, ve bu yüzden edimseldir.
489. Öyleyse birey burada geçerliliğini ve edimselliğini kültür yoluyla taşımaktadır. Gerçek kökensel doğası ve tözü doğal varlığın yabancılaşmasının Tinidir. Bu dışlaşma öyleyse bireyin eşit ölçüde amacı ve dışvarlığıdır; aynı zamanda, hem düşüncel tözün edimselliğe, ve, evrik olarak, hem de belirli bireyselliğin özselliğe aracı ya da geçişidir. Bu bireysellik kültür yoluyla kendisini kendinde ne ise ona şekillendirir ve salt böylelikle kendindedir ve edimsel dışvarlığa iyedir; kültürünün düzeyi onun edimsellik ve gücünün ölçüsüdür. 'Kendi'nin burada kendisini bu 'kendi' olarak edimsel olarak bilmesine karşın, gene de edimselliği yalnızca doğal 'kendi'nin ortadan kaldırılmasından oluşmaktadır; bu yüzden kökensel olarak belirli doğa kendisini özsel olmayan bir büyüklük ayrımına, küçük ya da büyük bir istenç erkesine indirger. İstencin amaç ve içeriği ise yalnızca evrensel tözün kendisine aittir ve ancak bir evrensel olabilir; amaç ve içerik olmakta olan bir doğanın tikelliği güçsüz ve edimsel-olmayan birşeydir; bir 'tür'dür ki kendisini çalıştırabilmek için boşuna ve gülünç olarak didinip durmaktadır; o tikel olana dolaysızca bir evrensel olan bir edimselliği verme çelişkisidir. Öyleyse, bireysellik yanlışlıkla doğanın ve karakterin tikelliğine koyuluyorsa, o zaman olgusal dünyada hiçbir bireysellik ve karakter yoktur, tersine bireyler birbirleri karşısında özdeş dışvarlıklar taşırlar; bu sözde bireysellik gerçekte salt sanısal dışvarlıktır ki, yalnızca kendisini dılaştıranın ve bu yüzden yalnızca evrenselin edimsellik kazandığı bu dünyada hiçbir kalıcılık taşımaz.—Sanısal olanın, salt sanında olanın gene öyle tanınmasının, bir 'tür olarak geçerli olmasının nedeni budur. Tür bütünüyle espece ile aynı şey değildir: espece, "tüm takma adlardan en korkuncu; çünkü bayağılığı gösterir ve en yüksek düzeyde küçümsemeyi anlatır."* 'Tür' ve 'kendi türünde iyi' olmak ise, bu anlama, sanki onun çok kötü olduğu düşünülmüyormuş gibi, bir saygınlık havası katan Alman anlatımlarıdır; ya da bilinç gerçekte tür nedir, kültür ve edimsellik nedir, şimdilik bilmemektedir.
490. Tekil birey ile ilişkide onun kültürü olarak görünen şey tözün kendisinin özsel kıpısıdır, yani onun düşüncel evrenselliğinin edimselliğe dolaysız geçişidir; ya da kültür tözün yalın ruhudur ki 'kendinde' onunla bir tanınmışhk ve dışvarlık kazanmaktadır. Bireyin kültürel olarak şekillenme süreci öyleyse aynı zamanda onun evrensel, nesnel öz olarak oluşma sürecidir, e.d. edimsel dünyanın oluş sürecidir. Bu dünya bireysellik yoluyla oluşmuş olmasına karşın, gene de özbilinç için dolaysızca yabancılaşmış bir dünyadır ve onun için sarsılmaz bir edimsellik biçimini taşır. Oysa aynı zamanda bu dünyanın onun tözü olduğundan pekin, onu denetime almaya girişir; onun üzerinde bu gücü kültür yoluyla kazanır—kültür ki, bu yandan bakıldığında kendisini edimselliğe uyumlu kılan ve bunu kökensel karakter ve yetisinin erkesinin izin verdiği ölçüde yapan özbilinç görünüşünü taşımaktadır. Burada bireyin töz üzerine uygulanmış ve onun ortadan kaldırılmasına neden olmuş gücü ve yetkesi olarak görünen şey tözün edimselleşmesi ile aynı şeydir. Çünkü bireyin gücü kendisini o tüze uyumlu kılmaktan, e.d. kendi için kendi 'kendi'-sini dışlaştırmak vC böylece kendisini nesnel olarak varolan töz olarak koymaktan oluşur. Onun kültürü ve kendisinin edimselliği, öyleyse, tözün kendisinin edimselleşmesidir.
491. 'Kendi' kendisi için ancak ortadan kaldırılmış 'kendi' olarak edimseldir. Öyleyse, bilincinin ve nesnenin birliği tarafından oluşturulmuş değildir; tersine, nesne 'kendi' için onun olumsuzudur.—Böylece, sürecin ruhu olarak 'kendi' yoluyla töz kendi kıpılarında öyle şekillenmiştir ki, karşıtlardan biri ötekini canlandırmakta, her biri kendi yabancılaşması yoluyla ötekine kalıcılık vermekte ve o denli de ondan kendi kalıcılığını almaktadır. Aynı zamanda, her kıpı kendi belirliliğini alt edilemez bir geçerlik ve ötekine karşı yerleşik bir edimsellik olarak taşımaktadır. Düşünme bu ayrımı birbirlerinden kaçan ve hiçbir yolda aynı olamıyan iyi ve kötünün saltık karşıtlığı yoluyle en genel biçimde saptar. Oysa bu saptanmış varlığın ruhu dolaysızca karşıtına geçiştir; dışvarlık dahaçok her belirliliğin kendi karşıtına sapmasıdır, ve bütünün özü ve sakinimi salt bu yabancılaşmadır. Şimdi kıpıların bu edimselleşme devimlerini ve canlanışlarını irdelememiz gerekiyor; yabancılaşma kendinden yabancılaşacak, ve bütün, bu yabancılaşma yoluyla, Kavramına geri dönecektir.
492. İlk olarak yalın tözün kendisini dışsal olarak varolan, ama henüz canlanmamış kıpılarının dolaysız örgütlenişi içinde irdeleyelim.—Tıpkı Doğanın kendisini evrensel öğeler içinde sergilemesi gibi—burada Hava kalıcı, arı evrensel, saydam öğe ve Su biteviye adanmakta olan öğedir; Ateş, bunların tekil yalınlıklarını karşıtlıkla bölen ve o denli de sürekli olarak bu karşıtlığı çözen canlandırıcı birlikleridir; ve son olarak Toprak bu eklemleşmenin katı düğümü, bu öğelerin olduğu gibi süreçlerinin de özneleridir, ondan yola çıkarak ona geri döndükleri zemindir,—özbilinçli edimselliğin iç özü ya da yalın Tini de kendisini böyle evrensel, ama burada tinsel olan kütlelerde bir dünya olarak sergilemektedir. İlk kütlede o kendinde evrensel, kendi kendine özdeş tinsel varlıktır; ikincisinde kendi-için-varolan, kendi içinde özdeşliğini yitirmiş, kendini adamış ve kendisinden vazgeçmiştir; ve üçüncüde, ki özbilinç olarak Öznedir, Ateşin kuvvetini dolaysızca kendinde taşımaktadır. İlk öğede kendisinin kendinde-varlık olarak bilincindedir, oysa ikincide kendi-için-varlığı evrenselin adanması yoluyla oluşturur. Bununla birlikte, Tinin kendisi bütünün kendinde-ve-kendi-için-varlığıdır—bir bütün ki, kendisini kalıcı bir töze, ve kendini adayan bir töze bölmekte, ve o denli de bunları yine kendi birliği içersine geri almaktadır; o hem parlayıp tözü tüketen Ateş, hem de o tözün kalıcı biçimidir. Bu kendiliklerin törel dünyanın Topluluk ve Ailesine karşılık düştüklerini görüyoruz, ama törel dünyaya özgü o yerel Tine iye olmaksızın; öte yandan, Yazgı bu Tine yabancı iken, özbilinç buradadır ve kendisini bu kendiliklerin edimsel gücü olarak bilmektedir.
493. Bu iki üyenin ilk olarak arı bilincin içersinde düşünceler ya da kendinde-varolan ilkeler olarak, ve ayrıca edimsel bilinçte nesnel kendilikler olarak nasıl tasarımlandıklarını irdelememiz gerekir.—Düşüncelerin yalın biçiminde, birincisi tüm bilinçlerin kendi kendine özdeş, dolaysız ve değişmez özü olarak, iyidir,—'kendinde'nin bağımsız tinsel gücü, ki bunun yanısıra kendi-için-varolan bilincin devimi ancak bir yan-oyundur. Öteki ise, tersine, edilgin tinsel öz ya da evrenseldir, ama ancak kendinden vazgeçtiği ve bireylerin onda kendi tekilliklerinin bilincini almalarına izin verdiği ölçüde; o boş ve geçersiz özdür—Kötü. Özün bu saltık çözülmüşlüğünün kendisi kalıcıdır; ilk özün bireylerin temelleri, başlangıç noktaları ve sonuçlan olması ve bu bireylerin onda salt evrensel olmaları gibi, ikincisi de bir yandan onların kendini-adayan başkası-için-varlıkları, öte yandan tam bu nedenle tekil bireyler olarak kendi kendilerine geri dönmenin ve kendileri için olmanın sürekli sürecidir.
494. Oysa bu yalın İyi ve Kötü düşünceleri o denli de dolaysızca kendilerine yabancılaşmışlardır; edimseldirler ve edimsel bilinçte nesnel kıpılar olarak bulunurlar. Böylece ilk öz devlet gücü ya da erki, ikincisi varsıllıktır. — Devlet gücü yalın töz olduğu gibi ayrıca evrensel 'çalışma'dır, saltık 'sorunun özü'diır ki bunda bireyler özlerinin anlatımını bulurlar ve orada tekillikleri yalnızca ve yalnızca evrenselliklerinin bir bilincidir; o ayrıca çalışma ve yalın sonuçtur ki, bundan kendisinin onların etkinliğinden ortaya çıkmış olduğu anlamı yitmiştir; onların tüm yaptıklarının saltık temeli ve kalıcılığı olarak kalır. — Yaşamlarının bu 'yalın' 'etersel' tözü onların bu değişmez kendi-kendine-özdeşlik belirlenimleri yoluyla varlıktır ve, bundan başka, salt bir başkası-için-varlıktıt. Öyleyse kendinde dolaysızca kendisine karşıt olandır, varsıllıktır. Varsıllık edilgin ya da boş ve geçici birşey olmasına karşın, o denli de evrensel tinsel bir özdür, herkesin emek ve etkinliğinin sürekli bir oluş içindeki sonucudur, tıpkı gene herkesin yararlammında tükenmekte oluşu gibi. Yararlanımda bireysellik hiç kuşkusuz kendi için ya da tekil bir bireysellik olmaktadır, ama bu yararlanımın kendisi evrensel etkinliğin sonucudur, tıpkı karşılık olarak varsıllığın evrensel emeği ve herkes için yarar-lanımı üretmesi gibi. Edimsel açık bir biçimde dolaysızca evrensel olma tinsel imlemini taşır. Her birey bu yararlanım kıpısında bencil olarak davrandığından kuşku duymaz; çünkü kendi için olmanın bilincine bunda varır, ve bu nedenle onu tinsel birşey olarak almaz; gene de, dışsal bir görüş açısından bakılsa bile, açıktır ki herkes kendi yararlammında herkes için yararlanım sağlamaktadır, tıpkı kendi için çalışmasında eşit ölçüde herkes için çalışıyor olması ve herkesin onun için çalışıyor olması gibi. Onun kendi-için-varlığı öyleyse kendinde evrenseldir ve öz-çıkarı yalnızca sanısal birşeydir ki onun sanmakta olduğunu, yani herkese yararlı olmıyacak birşey yapma düşüncesini edimsel kılmaya dek erişemez.
495. Bu iki tinsel güçte, öyleyse, özbilinç kendi tözünü, içerik ve amacını tanır; bunlarda kendi ikili özünü görmektedir, birin de kendinde-varlığını, ötekinde kendi-için-varlığını, — Oysa aynı zamanda, Tin olarak, onların kalıcılıkları ile evrenselden birey selin ayrılmasının, ya da edimsellik ile 'kendi'nin olumsuz birli ğidir. Egemenlik ve varsıllık bu yüzden birey için nesneler olarak bulunmaktadırlar, öyle şeyler olarak ki, birey kendisini onlardan özgür bilmekte ve aralarından seçme yapabileceğine ya da üstelik hiç birini seçmeyebileceğine inanmaktadır. Birey bu özgür ve an bilinç olarak özün karşısına o salt onun için olan bir şey imiş gibi çıkmaktadır. Öyleyse birey özü, öz olarak, kendi içinde taşımaktadır.—Bu arı bilinçte tözün kıpıları onun için devlet gücü ve varsıllık değil, ama İyi ve Kötü düşünceleridir.—Ama, dahası, özbilinç kendi arı bilincinin kendi edimsel bilinci ile, düşüncelin nesnel kendilik ile ilişkisidir: o özsel olarak Yaradır.—Nesnel edimselliğin her iki yanı açısından hiç kuşkusuz hangisinin İyi, hangisinin Kötü olduğu daha şimdiden dolaysız belirlenimleri yoluyla açığa çıkmıştır: İyi devlet erkidir, Kötü varsıllıktır. Ancak bu ilk yargı tinsel bir yargı olarak görülemez; çünkü onda bir yan salt kendinde-varolan ya da olumlu, öteki salt kendi-için-varolan ve olumsuz olarak belirlenmiştir. Oysa tinsel özler olarak her biri iki kıpının içice geçmesidir, ve öyleyse bu belirlenimlerde tüketilmiş olmamaktadır; ve kendi kendisi ile ilişkideki özbilinç kendinde ve kendi içindir; bu yüzden her belirlenim ile ikili bir kipte ilişkiye girmelidir; ve bu yolla onların doğaları, ki kendi kendilerine yabancılaşmış belirlenimler olmaktır, açığa çıkarılacaktır.
496. Özbilinç için şimdi o nesne iyi ve kendindedir, çünkü onda kendi kendisini bulmaktadır; ve içinde kendi karşıtını bulduğunu ise kötü olarak görmektedir. İyi nesnel olgusallığm onunla özdeşliğidir, Kötü ise özdeşsizlikleri. Aynı zamanda onun için iyi ve kötü olan, kendinde iyi ve kötüdür; çünkü o tam anlamıyla onda bu kendinde- ve onun-için-varlık kıpılarının aynı oldukları şeydir; o, nesnel edimselliklerin edimsel Tinidir, ve yargı onun bunlardaki gücünün tanıtıdır, bir güç ki onları kendilerinde ne iseler o yapmaktadır. Ölçütleri ve gerçeklikleri nasıl dolaysızca kendilerinde özdeş ya da özdeş olmayan oldukları, e.d. soyut kendinde- ya da kendi-için-varlık oldukları değil, ama Tinin onlarla ilişkisinde ne olduklarıdır: Tin ile özdeşlikleri ya da özdeş olmamaları. Tinin onlarla ilişkisi—ki böylece birer nesne olmaktan çıkıp onun yoluyla 'kendindeltr olmaktadırlar—aynı zamanda kendi içlerine yansımaları olmakta ve bu da onlara edimsel tinsel bir varlık sağlamakta, ve Tinlerinin ne olduğu aydınlığa çıkmaktadır. Ama tıpkı ilk dolaysız belirlenimlerinin Tinin onlarla ilişkisinden ayrı olması gibi, üçüncü kıpı da, onların kendi öz Tinleri, kendisini ikinciden ayırdedecektir.—Her şeyden önce, ikinci 'kendinde Itri, ki Tinin onlarla ilişkisinden doğmaktadır, hiç kuşkusuz dolaysız 'kendinde'den başka türlü çıkmalıdır; çünkü bu tinsel dolaylılık dahaçok dolaysız belirliliği devindirmekte ve onu başka birşey yapmaktadır.
497. Buna göre, şimdi, kendinde ve kendi için varolan bilinç devlet gücünde gerçekten kendi yalın özünü ve genelde kalıcılığını bulmaktadır, ama genelde bireyselliğini değil; hiç kuşkusuz kendinde varlığını bulmaktadır, ama kendi-için-varlığını değil; daha doğrusu, devlet gücünün bireysel eylem olarak eylemi yadsıdığı nı ve ona boyun eğdirdiğini görmektedir. Öyleyse birey bu güç karşısında kendini kendi içine yansıtır; onun için bu güç baskıcı ve Kötüdür; çünkü, özdeş olmak yerine, bu güç bireysellik ile saltık olarak özdeş olmayan birşeydir.—Öte yandan varsıllık iyidir; genel yararlanıma götürür, kendisini bırakır ve herkese kendi 'kendi'sinin bilincini sağlar. O kendinde evrensel 'iyiliktir'; eğer herhangi bir iyiliği yadsır ve her gereksinimi karşılamazsa, bu bir olumsallıktır ki onun evrensel zorunlu özünden, kendini herkese sunarak bin veren olmasından hiçbirşey eksiltmez.
* Diderot, Romeau’nun Yeğeni