Suzan Sarı
Yasakmeyve Say 28, Görsel Şiir Dosyası ‘Nasıl’ sorusu
Şiirde, arayışına çıktığımız bir biçim-içerik denkliği olduğunda -aklın yolundan olmasa da- gelinen yer, kompozisyondaki dize, hece, vb. ile ilgili sayısal verilerle metnin ifade ettiği şey arasındaki nedensiz bir uyum oluyor(du). Bu alanda yenilikler oldu. Bir yandan metinler ve kullanım alanları çeşitleniyor bir yandan da herhangi bir şeyin ifade edilebileceğine inanç sürüyor, bir yandan biçim özgürleşiyor bir yandan biçimin içerikle ilişkisi en küçük yapılarda kendini göstermeye devam ediyor. Bu uyumu, görsel şiir için düşündüğümüzde ya da gördüğümüz şeyin bir biçimi olduğunu farkedip, öncekinden biraz farklı bir şekilde kullanıma soktuğumuzda da, o meşhur keyfiyetin üstünden pekâlâ mantıklı işler çıkarılabildiğini görebiliriz.
Uyumdan daha önemli kısmı şöyle özetleyebiliriz: Dil içinde dil ile düşünüyoruz ancak dilin yazılı olanakları, düşüncelerimizi bütünlüğü içinde temsil etmemize yeterli olmuyor. Düşüncelerimizin olan biteni bütünüyle kavrayamaması da dil aracının verili temsil biçimlerince sınırlandırılması yüzünden gerçekleşiyor. Düşüncelerin hep bir araca, -dile- gereksinimi varken, onları daha önceden belirleme şansı olmuş (ancak sadece ticari amaçla kullanılmış) bir dille yazmak gibi bir seçeneğimiz var. Yani ortada hem tam olarak kavranamayan hem de tam olarak ifade edilemeyen şeyler var.
Bir metni bütünüyle kavrayabilmek her şekilde imkansız ancak okundukça ortaya, önceden belirlenmiş bir hiyerarşinin çıkmaması birincil kazançlardan, görsel şiirde. Bunun yolu da önce dilbilgisel sonra tür sınırlandırmalarının uzağında yazmakta. Gerekliliğini kavradıktan sonra, ‘nasıl’ sorusuna verilebilecek çeşitli cevaplar bulunabilir. Metnin ‘nasıl yazıldığı’ sorunu, görsel şiirdeki özel yerini bu konudaki akıl yürütmelerde önemli bir argüman olacak görsellikten alır.
‘Tek şiirin’ sayfa üzerinde içeriğini vurgulayacak şekilde yazmaya ilk evre dersek, görsel şiir için, genelde sözcüğün anlamlarından veya ait olduğu bağlamlardan birine veya birkaçına birden işaret edecek şekilde yazılmasına da ikinci evre diyebiliriz. İkinci evrede halen şairin feda edemediği sözcükten de kurtulduğu düzeye de üçüncü ve son evre denebilir. Bu evrede, tek başına işaret etmekten yoksun dilbilgisel yapıbirimler (harfler, noktalama işaretleri vb.) ve dilbilgisel olmayan yapılardır metni oluşturan. İlk elde yazma ile ilgili bir indirgeme gibi görülebilecek bu duruma dilbilgisinden aşamalı olarak uzaklaşma, yayılma da diyebiliriz. Bu şemalandırmanın -şiirden sözcüğe, sözcükten harfe- işimizi yalnızca şimdilik kolaylaştırdığını da belirtmek gerek; yazarken sözcüklerden vazgeçenler yalnızca görsel şairler olmadığı için.
Bizde, yazılan birçok görsel şiirin büyük bölümünün üçüncü evrede olduğunu söyleyebilsek de sözcüğü -tek başına anlamlı gösterge- henüz feda ettiğimiz için ikinci evre bizim için halen çok değerlidir. Bundan sonra başımıza gelecekleri daha metanetli karşılamak için de gerekiyor bu. Şu anda çok yaygın olan sözcük ve yazılışını birbiriyle -her ne şekilde ve amaçla olursa olsun- eşleştirmenin görsel şiirin izlediği yolu izleyeceğinden kimsenin şüphesi yoktur sanırım, ya da tam tersi.
Modern kaligrafi, yazı karakterleri
Sanat eseri üretiminde ‘araç’, bilinci ve biçimin estetiğe götüren yolu olmasından ötürü yazmak ve yazı gereçleri üstünde durmanın sınırını bulmak zor. Kompozisyonu dilbilgisel yapıların oluşturduğu metinlerde bize biçimi veren, dilbilim kuramlarının sürekli vurguladığı ‘fark’ı yaratan, ‘nasıl’ sorusunda yazı karakterleri ve sayfa düzeni en önemli özellikler.
Yalnızca grubunun logosuyla ya da filminin afişiyle tanıştığımız yazı karakterleri var. Yazılışı parselleyen bir tutumdan bahsedebiliriz bu örnekler için. Babel (Iñárritu, 2006) filminin afişinde ‘babel’ yazısının yukarıdan aşağıya ve harflerin birbirlerine değerek yazılmasındaki eşleştirmede, biçim içerik uyumu görsel şiir için yeterli olmamalı. Ancak bunu tamamen göz ardı mı etmeli?
Konvansiyonel alanda, farklı sözcüklerin yanyana getirilmesiyle ortaya çıkartılanın daha fazlasını, sözün bir şeyi işaret etme ve resmin bir şeyi canlandırma olanaklarının uyumlu bir şekilde kullanımında ya da çarpıtılmasında bulabiliriz. Sözcükler kendi başlarına bir şeye benzemez, bir şeyi anıştırmaz. Yazılışıyla elde eder bu erki. Nasıl yazıldığı burada önemlidir. Ve bu yüzden de sözcüklerin harflerin anlatım gücüne erişme olasılığı daha azdır.
Harfin önceden beri işaret ettiği bir gösterileni yoktur (bir marka tarafından kullanılmamışsa), sözcükten farklı olarak ancak bir şeye benzeme/anıştırma yoluyla daha fazla anlam seçeneği sunar. Ve elimizde en az harf sayısı kadar(!) yazı karakteri var. Yalnızca bir bağlam ya da bir metinden aldığı klişelik değildir, içerildiği metne taşıdığı, bir dil ya da yukarıda örneğini verdiğim gibi modern zamanlarla ilgili bir söylemle ilgilidir.
Görsel sunularda yazılı metinlerin bir yandan da sesli olarak okunduğu durumlarda algılamanın azalmasına benzer bir şekilde kaligrafik evre için ‘totolojik’ yakıştırması haklı bulunabilir. Bu tür bir kaligrafi gösterenin gösterileni işaret ederek sabit anlamı vurgulamasından öteye geçemez. Ancak McDonalds’ın galakside, farklı gezegenlerdeki şubelerinde kullanabileceği logoları yazmak ‘farklı’dır.