Şiirin Kurban Edim İmkansızlığı: Kurban Edilişin Bataille ve Nancy Yaklaşımından Eleştirisi
Elisabeth Arnold Çeviren: Melike Demirbağ
Bataille, kendi İç Deneyiminin tam ortasında, kendisinin “anlamsızlığın en yüksek sınırı” olarak adlandırdığı yere ulaştığında, bize “bilginin kurban edilişinin” ana sahnelerinden birisini sergiler. Kendi eserlerine sırtını dönerek şiirin mükemmel ve kusursuz kurban edimini gerçekleştirir; Rimbaud’yu betimler. Deneyim “eklemelerinin” diğer iki betimlemesini – Tanrının çarmıha gerilişi ve Hegel’in ilerleyen deliliğini- tamamlayan bu sahne, bize bir bilgisizlik deneyiminin kurban edilebilme yeteneğinin nasıl üçlü olabileceği hakkında bilgi verir; o aynı anda, hem “a-teolojik”, hem “a-gnosolojik”1 hem de “a-şiirbilimsel” olandır. Bu sahne, şiire ve dile doğru, bir deneyimin, bir yandan sadece “içsel” olarak tanımlanabilirken, bir yandan da gerçekten, bilgiden, ve nihai olarak da, konuşmadan vazgeçen eleştirel ve egemen bir buyruğuna genişlemektedir.
O halde, bu fedakar vazgeçiş sözcükleri Bataille için tam olarak neyi ifade etmektedir ve o, niçin bunu bilgisizlik deneyiminin (non-savoir) sınırları çoktan aşan ağırlığıyla yüklemeyi tercih etmiştir? Bataille neden, konuşma kurban edildiğinde kendisini zaten feshedecek bir kitabın tam merkezine şiirin kendisini kurban etmesini yerleştirmiştir? Üstelik, bu son “eklemeleri” – sarf edilen ve “hiçbir şeye” adanılan sözcüklerin kurban edilişini – niçin kitabın içsel esrikliğinin kalbinde yapmaktadır? Bu ölüm ve sessizlik figürleri zaten çaresizce eşanlamlı değil midir? Ya da, bu durum, “hiçliğin” geleneksel özelliklerini, Bataille’in her zaman kendi deneyiminin “olanaksız” objesi olarak tasarlamak istediği sonluluğun bu “esrik kalbine” atfetmemekte midir? Ve eğer böyleyse, bu gösterim boyunca Bataille sonluluğun anlamsızlığını, onu basitçe hiçlik olarak kavramsallaştırmak yerine muğlak bir biçimde “bilgisizlik” olarak tasarlamayı tercih etmiyor mudur?
Bataille’in kurban kavramını değerlendirirken, Jean-Luc Nancy’nin eleştirisinin de ışığında, buna benzer sorulara değinmeye çalışacağım. “Kurban Edilemeyen” adlı makalesinde Nancy, Bataille’in sonluluk kavramsallaştırmasındaki kurban edim modelinin sorunlu doğasını ilk irdeleyen kişi olmuştu. Nancy’ye göre, Bataille için Rimbaud’nun kendisini kurban edişinin de son derece önemli olduğunu göz önünde bulundurarak, kurban edim “ontoteolojik” sahiplenmenin bir aracıdır. Ve bu kurban edim eylemi boyunca, Bataille’deki sonluluk yansıması, ölümü, onu bir yandan “bilgisizliğin” şüpheli telaffuzuna terk ettiğini iddia ederken, bir yandan da içselleştirmeye çalışmaktadır.
Bu nedenle ben de Nancy gibi, şiirin kendisini kurban edişindeki sorunsal figürü inceleyerek ondaki kavramsal içselleştirmenin eşanlamlılığını açığa çıkarmaya çalışacağım. Bununla birlikte, Bataille’in bu figür üzerine yaptığı birçok betimlemenin de ışığında, kurban edim üzerine olan bu yazıların kendi içlerinde nasıl kendi eleştirilerinin tohumlarını bulundurduklarını ve kendilerini aşmaya çalıştıklarını da göstermeye çalışacağım. Rimbaud’nun kendisini kurban edişinde, Bataille sadece sonluluğun ifade edilemeyen gerçeğini açığa vurmak istememişti, onun istediği aynı zamanda kurban edilişteki sahiplenmenin komik yalanını kınamaktı. Ben de bu Rimbaud tarzı kurban edimdeki çifte değerliği öne çıkarmaya çalışacağım.
Bu figürün İç Deneyim’in özel durumu içindeki anlamı ve fonksiyonuna değinmeden ve muhtemel ikililiğini sorgulamadan önce, tüm bunların üzerinde yükseldiği genel modeli incelememiz gerekmektedir. Şiirin kendisini kurban edişi, Bataille’in betimlemelerinde ve yorumlarında da bulduğumuz türden bir kurban edişin “tüketimsel” şeklidir [1]. Çok iyi bilindiği üzere, kurban edim sorusu Bataille’in düşüncelerinde her zaman merkezi bir yere sahip olmuştur. Bataille, “kurban etmek” adını verdiğimiz bu çok yönlü etnolojik fenomeni yalnızca incelemekle kalmamış, aynı zamanda kurban edime, geleneksel “ontoteolojik” yorumları ve antropolojik yapıların sınırlı açıklamalarını aşan bir anlam da yüklemeye çalışmıştır. Kurban ediş, Bataille için, sadece teorik bir obje değildir. O, kutsal olanın ve bunun getirdiği ağırlığın paradigmasal olarak ortaya konuluşunu, kavramsallaştırmanın önündeki sınırları ve düşüncenin önünde durup onu tökezleten bir taşı da ifade etmektedir. Bunların yanı sıra bu, Bataille’e göre –en azından tüm düşüncelerinde bu şekilde sürdürdüğü gibi- müdahalenin geometrik yeridir de. Kültürler arası anlamda, kurban ediş, düşünemediği şeyle yüzleştiği zaman düşüncenin karşısına çıkan sınırı da çizmektedir.
Kendi bedensel ve düşünsel sınırlarımızı reddedişimiz gibi, izleyicinin şaşkın gözleri önünde kanlı artıkların püskürmesi gibi ya da, Bataille için kurban edim, eşzamanlı ölümü ve müdahaleyi “temsil” eder. Onun kendi “a-teolojik” yansıması ve yazıları için öne sürdüğü model de işte bu müdahaledir. Pratikte bilgisizlik deneyiminin bütününü meydana getiren şey de yine bu müdahaledir, zira bu deneyimin –mistik, erotik ya da şiirsel olsun– her bir şekli kurban edim olarak tanımlanır: Bu, kutsal şeylere saygı göstermeyen dünyanın, bir kadın vücudunun ya da sözcüklerin kurban edilmesi şeklinde olabilir. Bataille’de, kurban ediş, ismi altında deneyimin tüm ampirik varyasyonlarını bir araya getiren mutlak görecelilik gibi bir görevi ifa eder, ve Bataille’in eserlerinin tümünde daha örnekleyici bir model bulmak hiç de kolay değildir.
Şüphesiz, kurban edim [kitapara:Bataille]’in sonluluk düşüncesindeki en belirgin modeldir. Aynı zamanda da, Nancy’nin ithamlarını kabul edenler için, en sorunsal olanıdır. Nancy’nin “Kurban Edilemeyen”de açıkladığı gibi, biz kurban edimin örneklendirilmesi içinde sonluluk düşüncesinin yeni bir paradigmasını bulmayı umut ederken, Bataille bu sonluluğu ontoteolojinin en geleneksel biçimlerinde yeniden ileri sürmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bataille’in düşüncesinde kurban ediş, bu eylem geleneksel felsefi ve Hıristiyan kurban etme yorumlarıyla kavramsal olarak bağımlı olduğu sürece, sonluluğun eksik bir modeli olarak var olmaya devam etmektedir. Bu nedenle, Nancy, Bataille’in sonlu olana bahşettiği karakteristik değer ve düşüncesindeki o vahşi kurban etme anının, bu anı ideal olarak tasavvur eden batılı anlamda kurban ediliş yorumlarının, bu değeri tersyüz ederek de olsa, tekrarından başka hiçbir şey olmadığını iddia eder.
Kurban etmenin felsefi ve Hıristiyanlık versiyonu, kurban etme anının içindeki sonluluk doğasının, ondan vazgeçmekle birlikte aynı anda gücünün sahiplenildiği ruhsal dönüşüm olarak anlaşılmaktadır. Aksine, Bataille versiyonu, kurban edişi ideal bir sürece dönüştüren bu diyalektik komediden kaçabilmek amacıyla sonluluk anı üzerinde ısrarcıdır. Örneğin, ruhsal bir yeniden doğuş adına Platon’un ya da İsa’nın kurban edilmeleri, bunun diriliş olarak betimlenmesi nedeniyle ölümün içselleştirilmesi sonucunu doğurur. Bataille’de ölüm, grotesk ve korkularla tıka basa olarak, vahşeti açıklanmadan ya da şekli değiştirilmek suretiyle bile olsa günahlarından arındırılmadan, bir sahnede yapayalnız durmaktadır. Dolayısıyla Bataille, kurban etme sahnesinden hiçbir şeyi gizlemez, tek yaptığı şekilsiz şiddetinin bütüncüllüğü içinde onun ortaya çıkmasını sağlamaktır. Hiçbir şeyin içselleştiremeyeceği ölümün diyalektik idealleştirmesini suçlayabilmek amacıyla onun kana susamış vahşetini yüceltir. Bunu, “olduğu gibi” sergiler: Buğulu, sessiz ve anlamsız bir şekilde.
Oysa Nancy’ye göre, yüceltmenin kendisi, idealist geleneğin kurbanlık mantığı içerisinde kısılmış kalmıştır. Bu yüzden, der Nancy, kurban etme, sadece kendi ontoteolojik kavramsallaştırılması içerisinde diyalektik geçişin sonsuz bir süreci olabilir, ve üstüne kan sıçrayan anlarda bu süreç bir yandan yadsıyıp geçerken, bir yandan da bir muhalif ve rakip olmaktadır. Kurban edimsel vahşete etkililik ve gerçeklik bahşeden Batalliyen tezi, sağaltıcılıktan uzak bir şekilde, felsefi ve Hıristiyan Batının kurban etmenin gücünü içselleştirdiği yolda, diyalektikleştirme ve ruhsallaştırma sürecine bağımlıdır. Bu, onun idealleştirilmesinin vahşi bir kopyasıdır. Ve eğer bu kavramsallaştırma, kurban edimsel ölüme, orantısal olarak, ona Hıristiyan ve felsefi şekillendirmenin –zira ölümün sonlu gerçekliği dirilişin sonsuz gerçekliğinde önemli bir rol oynamaktadır– verdiğinin tersi yönde bir önem veriyorsa da, yaptığı ontoteolojik şemanın tekrarından başka bir şey değildir. Ayrıca bu, kurban etmenin vahşi sahnesindeki ölümün daha “gerçek” ve daha basit gerçekliğini buluyor gibi görünmeye çalışmaktadır. Bataille’e göre işkencenin sahnesi ise, öldürülecek kurbanın yok edilmesiyle teşhir edilen ölümün anlamsızlığının tüm gücüyle ortaya çıktığı yerdir. Eğer böyleyse bizim de, bu kurban etme eyleminin, ölümün sevincinin “içselleştirilemeyen” gerçeğini vermeye çalışırmış gibi görünürken aslında kendi sırası geldiğinde bu esrikliğin “aşırı” anlamını içselleştirdiğini varsaymamız gerekmez mi? O da, olumsuz anlamda, kendi aşırılıklarını “aşırı bir gerçekliğe” dönüştürmüş olmuyor mudur?
Bu yüzden, modern kurban etme teorilerinin kalbinde, Nancy’nin de belirttiği gibi, kendi kendine “kurban etme eylemini geçişli bir içselleştirme” söz konusudur, üstelik bu durum, Bataille’de olduğu gibi, teorinin kurban edimin ruhsal işleyişinin üstesinden aşırı ve değişken bir olumsuzlukla gelmeye çalıştığı zamanlarda da geçerlidir. Bu ister ruhsal bir ötelik, ister bunun olumsuz eşi biçiminde olsun, kurban etme, kendisini bir teşhir ediliş olarak düşündüğü sürece kendi yüceliği içinde bir kurban etme eylemi olarak kalır, bir güçsüzlük kaçışı olacak ve kendisini ifşa dışındaki her bağlamda görecektir: Net ve muğlak bir tanrının teşhir edilişi, dirilişin sembolü, ya da ölümün kör dehşeti. Eğer sonluluğu kurban edimsel sahiplenmeden farklı bir modelde düşünmek istersek, bunu kurban etmenin “dışında” düşünmemiz gerekmektedir. Sonluluk, Bataille’in de öyle düşünmek istediği gibi, “içselleştirmeme anına geçitsiz bir geçit” ise, o halde bunu aynı zamanda “kurban edilemez” olarak adlandırmamız gerekecektir [Nancy 30].
Jean-Luc Nancy’ye göre, Bataille, bunu sanat ve şiir üzerinden yansıtmaya çalışarak teolojik çıkmazını aşmaya çalıştığı ve buna özlemini alenen suçladığı bir kurban edimin başarısızlığının bilincindeydi. Ancak, kurban modeliyle yapılandırılmış olduğu sürece, bu yansımanın beyhude olduğunu ekleme konusunda elini çabuk tuttu. İşte bu önemli noktada, ben de Rimbaldiyen figürü üzerine analizimi daha açık bir şekilde yerleştirmek istiyorum. Nancy’nin, Bataille’in açıkça ontoteolojik bağlılığına olan şüphelerini doğrulayan bu figürün aynı zamanda, bunun, bizim (“Kurban Edilemeyen”deki Nancy terminolojisini kullanırsak) Bataille’de kurban etmenin “uzağında” ya da onu aşan bir düşünce ortaya çıkardığını gözlediğimiz nokta olması muhtemeldir. İşte, Bataille’in kurban edişi sorgulamasının –şiir ve sanat üzerine yansımalarının- içine Nancy’nin şüphelerini yerleştirdiği bu noktada, şu ana kadar anladığımızdan oldukça farklı bir şeyler yer almaya başlıyormuş gibi görünmektedir.
Şimdi bu figüre geri dönelim.
Bataille’in kurban ediş bağlamını daha iyi anlayabilmek amacıyla, Bataille’e göre Rimbaud’nun kendini kurban etmesiyle betimlenen en ekstrem gösterimi hatırlamamız gerekmektedir. Aynı adı taşıyan kitaptaki tanımlamaya göre, “iç deneyim”, “kendi içimde bulduğum gereksinime –içimdeki insan varlığına–, her şeye meydan okuyarak (her şeyi duraksamadan sorgulayarak) yanıt verir” ("répond à la nécessité où je suis -- l'existence humaine avec moi --de mettre tout en cause (en question) sans repos admissible"). Hiç ara verilmeyen bir “sorgulama” gibi, bilginin kenarını oluşturan ve varoluşun sonluluğunu bize açıklayan bu epistemolojik hiçliğe ulaşma isteğinin cevaplarını verir. Bu nedenle, Batalliyen deneyimi bu karşılaşmayı “bilinmeyenle” ilişkilendirmeye çabalar. Esrikliğinin (kahkaha, şiir, mistisizm ve kurban edim) kıyaslanamayan şekillerini bu boş içliğiyle öne çıkarmaya çalışır. Oysa, kolayca tahmin edilebileceği gibi, düşünceye ve onun söylevlerine direnen bu “bilinmeyen”, benzer şekilde, hissel esrikliği ya da düzensiz kipleri ne kadar aşırı olursa olsun, deneyim adına olan diğer tüm içselleştirme tehlikelerine de direnmektedir. “Bilinmeyen” kendisini asla açığa vurmaz. İçselleştirmeye çalışan kim olursa olsun, kendisini ona sunmaz. Belki aslında Bataille, “bilinmeyen”le ilgileniyor bile değildir. O daha ziyade, bilinmeyenin mekanizmasındaki gizemle, geri çekilişine tanık olmakta inat eden şeyle ilgilenmektedir. Denilebilir ki, Bataille’in deneyim diye adlandırdığı şey, bilinmeyenin bilgisi, ve dolayısıyla bunu takip eden bilgisizliği, yani “non-savoir”dir. (Bu deneyimin Sartre deneyimiyle, öz-yaratım yoluyla kendini ve diğer şeyleri bilmekle gelen varoluş deneyimiyle, yakından uzaktan ilgisi yoktur: Bu varlığının özünü yarattığı türden bir deneyim değildir.)
[kitapara:Rimbaud]’nun şiiri kurban edişi, herhangi bir deneyimin karşısına çıkan bu bilinmeyen engel paradoksuna Batalliyen deneyiminin verdiği yanıttır. Bataille’in İç Deneyimde öne sürdüğü diğer deneyim kiplerinin hiçbiri, kendi değişimlerini koruma yetkinliğine sahip değildirler. Mistisizm, ilahi bir yapının açığa çıkmasıyla kendi esrikliğini ikinci plana atar, şiirin imgeleri kendi gizemlerine çok benzer türde bir yapı oluştururlar, ve erotizm de objesine olan arzularını sürekli evliliksel bir sahiplenmeye doğru sınırlar. İç deneyim ve esrikliğinin temel formları yetersizdir. Birincil kurban edişlerinin tümü son derece kısmi kalmaktadırlar, zira bu ilk kurban ediş –anlamı mistik, şiirsel ve erotik yok edişinin içerisinde– bu yok edişin anlamını ifade etme ihtimalini hala korumaktadır. Bu nedenle Bataille’e göre, tekrarlı bir kurban etme eylemi içerisinde, “yok edişin anlamının” ortadan kaldırılması halen birincil kurban etmenin içinde saklı olmakla birlikte, ikinci bir kurban edim, “ikinci dereceden bir kurban edim” tahayyül etmek zorunluluğu bulunmaktadır. Bataille’in dediği gibi “içindeki her şeyin bir kurban olduğu” ("un sacrifice où tout est victime") böyle bir kurban ediş, şiire sırtını dönecek ve aynen Rimbaud’nunkine benzeyecektir: Kurban etme eyleminin içerisinde telaffuz etmenin (konuşmanın, ifadenin) her türlü ihtimalini de kurban etmek.
Konuşmayı bu çeşit bir “tümüyle kurban ediş”, genel anlamda Bataille’in kurban etmenin otantik bir versiyonu olarak sunmak istediği, vahşi kurban etme eyleminin soyut eşidir. Eğer Bataille, kurbanın akan kanının gerçekliğe ya da ölümün sonluluğuna tanıklık ettiği bu kurban ediliş anına odaklanıyorsa, burada analojik olarak Rimbaldiyen vazgeçişteki acının üzerinde ısrar ediyordur. Şiirsel ölümün ve onun sessizliğinin otantik karakterine tanıklık eden de işte bu acıdır. Ve kendi adına, ölümcül gerçekliği asla tinselleştiremeyecek ya da dile getirilmeyecek olan bir bilinmeyenin gerçekliğini garantileyen de bu sessizliktir. Ancak “tam” olduğu farz edilen bu kurban etmenin sessiz ve öldürücü etkililiğine verilen bu imtiyaz da sorgulanmak durumundadır.
Bu “tümüyle kurban edimin” muğlaklığı, iç deneyimin her kipine ağırlığını koyar ve sonluluğun etkili ya da gerçekçi (véridique) bir karakterini –yani, içselleştirilebilen– tasarlama çabalarının tümünün üzerinde değiştirilemez bir biçimde durmaya devam eder. Ancak, daha da netleştirmek için, çelişkiyi yeniden formüle edelim: Şiirin kurban edilişi ya kendi sessizliği içerisinde tamamıyla kaybolur ve artık Hegel’in soyut olumsuzluk adını verdiği şeye eş olarak yalnızca tam bir yokluk haline dönüşür; ya da kendisini bu kayboluşun içinde ve ona benzer şekilde kavramsallaştırır, dolayısıyla diyalektize olur ve yönetir. Bu ikinci seçenekte, -Hegel’in de üzerinde durduğu gibi, son derece soyut olarak: düşüncenin şüphesi- ölüm ve onun sessizliği, yeniden, kendi kayboluşlarının “bilinçliliği” olmak durumundadırlar. Dolayısıyla, -simetrik bir karşıtlığın dışında- kendi kayboluşunun içinde var olan metafiziğin bir öznesi ile gerçek kayboluşu aynı zamanda en yüksek doğrulaması olan kurban edim deneyiminin bu ölümcül öznesi arasındaki fark burada olabilir: Onun yeniden doğuşu.
İç Deneyim'in daha ayrıntılı bir çözümlemesi, bize, Bataille’in bazı tanımlamalarının nasıl “tam” olarak Rimbaldiyen kendini kurban edim ihanetini ve onun karşıt kurbanlık öznesini açıkladığını gösterecektir. Bataille’in sözcük haznesi ile konularının çoğu, Rimbaud’nun kurban tanıklığıyla ilişkilidir. Örneğin bir yerde Bataille, Rimbaud’nun iktidar sahibi kararından bahsetmiş ve bu kararın, şairin dişil pasifliği ile kıyaslanırsa, kendi ölümünü seçmesinin irade dahili olması durumunda erkekçe ve hüküm sahibi olduğunu belirtmiştir. Bataille, son olarak bu gönüllü ölümün, özün yeniden doğuşun koşulu olduğunu da eklemiştir. Erkeksi kararlılık ile dişil pasifliği karşı karşıya getirildiği bu başlık altında, kendini kurban edişteki gönüllü ölüm, kendisini yeniden doğuşun bir koşulu olarak sunmaktadır, bu noktada, kararlarıyla kayboluşu yeniden doğuşa dönüştüren ve bu sayede kendi efendisi olmanın diyalektik görevini başaran bir metafizik özneden uzak gönüllülüğün yankılarını duymamak son derece zordur.
Ancak eğer sonluluk, kendi gerçeğini açığa çıkaran bir öz-kurban edim içerisinde kendisini bu şekilde içselleştiriyorsa, eğer bu yolla “kendi öznesi” oluyorsa, nasıl bir kez daha felsefi, Hıristiyan kurban ediş versiyonu ile Bataille'in modern yorumu arasındaki farklılığı ortaya çıkaracağız? İkisi de aynı amaca; sonluluğun düşünülemeyen fazlalığına hükmetme amacına hizmet etmiyorlar mıdır? Ve ikisi de bilgisizlik deneyiminin gerçekliğini, ki bu bir tarafta ideal ya da ilahi diriliş, diğer tarafta da son derece aşağılık olduğu kadar ölümün sunulabilir gerçekliği olan bir gerçekliktir, ortaya çıkarmaya çalışıyor görünmüyor mudurlar?
İsteyerek olsun ya da olmasın, Rimbaud’nun kendini kurban ediş figürü yoluyla vücuda getirdiği iç deneyim, tasarımları ile idealist ve diyalektik geleneğin ontoteolojik figürlerine yaklaşımlarında son derece paraleldirler. Ve işte bu bahsettiğimiz kurban etme figürü, Batı Felsefe geleneğinin üzerinde çok konuşulan “şiirin kurban edilmesi” oluşumunu yeniden ortaya çıkarması ve sergilemesi nedeniyle şüphelerin odağındadır. Burada, Batı felsefesinin doğuşunun simgesel sahnesinin, geleneksel olarak, şairin meydanda kendisini kurban edişi ve genç Platon’un şiirlerini yakarak kendi kendini kurban ettiğinin efsaneleşmiş öyküsü olarak yansıtıldığını okuyucuya kısaca hatırlatmak gerekebilir. Şimdi de görünen o ki, Bataille sadece bu sahneleri yeniden üretmektedir. Belki, onun versiyonu şiirin kurban edilişini bir bilgisizlik bağlamı içerisinde yeniden yerleştiriyor olabilir, ancak bu durum, bu kurban etme amaçlarının ve anlamlarının ana kimliğini değiştirmez. Platon’un kurban ediş eylemi, açıkça olmamakla birlikte, felsefi diyalektiğin kurban etme mekanizması boyunca ulaşılabilir bir gerçeği arama çabasının gösterimidir. Benzer olarak Bataille de, var olmamasına rağmen deneyimin kurban edilmesi ve olumsuzluğuyla ulaşılabilen bir sonluluğu iddia etmektedir. Platon ve Socrates’ın belirttiği gibi, en saf halinde ideyi elde edebilmek için, öncelikle bu ide, yanlışa düşürücüleri kurban etme yoluyla temsili yanlışların laf kalabalığından soyutlanmalıdır, bu yüzden Bataille de bize, yalnızca şiirin kurban edilmesinin, onun bilgisizliğinin içsel boşluğunu elde edebilme deneyiminin yolunu aşacağını söylemektedir.
Dolayısıyla, deneyim kendi “içsel” gerçeğini, Bataille’in de sürekli yazdığı gibi, “kendi yokluğunu” sadece “taklit edebilecek” şiirsel dışsallıktan ayırmaktadır. Ve bu içsel “yokluğun kendine varlığı” ("présence-à-soi de l'absence") boyunca, Bataille sonluluğu kavramsallaştırabiliyor gibi görünmektedir. Sonluluk, kişinin korumak ve anlamı sürekli kurban edişleri boyunca saflaştırmak durumunda olduğu “imkansız varlık”tır. Bu durumda, sonluluğunu taklidin kötü isminden korumaya çalışan böyle bir deneyimin, sadece sonluluğun doğasını değil, içindeki “taklitsel betimlemelerin” de, Nancy’nin dediği gibi, bize sonluluğun kendisinin “imkansız” –ya da “içselleştirilemez” özü hakkında birkaç şey anlattığı şiirin doğasını yanlış değerlendirmeyeceği düşüncesinden nasıl kaçınabiliriz?
Bu analiz, Nancy’nin, Bataille’in muğlak kurban etme teorisi hususundaki genel sezgileri destekliyorsa, aynı oranda, onun Bataille’in sanat üzerine düşüncelerinin değerlendirmesini de destekliyordur. Nancy, Bataille’in sanat üzerine yansımaları yoluyla kurban edim çıkmazının üstesinden gelemediğini iddia eder, zira bu yansımalar ideal bir kurban edim modeli etrafında yapılanmışlardır. Özellikle, sadece kurban etmenin değil, şiirin de değerinin Rimbaud’nun kendisini kurban etmesi karşısında ölçülmeye çalışıldığı İç Deneyim’deki durum bütünüyle budur. Burada Bataille, şiirsel etkililiği onun kendini kurban ediş derecesine göre ölçmeye devam eder. Böyle yaparken de, yazının, şiirin ve taklidin (tiyatronun) klasik eleştirisini yeniden üretir [2], ve şiiri –ki o, vahşet ve gerçek olmadan belli bir çeşit kurban ediştir- “içselleştirmeme anına geçitsiz bir geçit” olarak düşünebilme yetkinliğine sahip değilmiş gibi görünür. Bu noktada, bu durum, bizi figürü doğru oluşturma ve bu iddiayı desteklemek amacıyla verilebilecek çeşitli örnekleri gösterebilme amacından oldukça uzaklaştırır. Yine de, metnin üzerinden hızla geçtiğimizde bile, Bataille şiirinin özelliklerinin bir çoğunu geleneksel idealist şiir eleştirisinden ve bunun “taklitlerinden” aldığının açık örneklerini görebiliriz. Örneğin, İç Deneyim’de sessizlikle uyumlu hale getirilen imtiyazlar, bize son derece net olarak bunu anlatmaktadır. Bu, Bataille’in, şiiri suçlamanın klasik davranışlarını yeniden yasalaştırdığı tartışmasını doğrular, üstelik bu, taklidin her biçiminde geçerlidir. Deneyim kitabı doğru ve yanlış, dışsal ve içsel, gerçek ve görünen şiir kurban edişlerinin anlatıldığı sayısız pasajla doludur. Şiirin alışılagelmiş, yaşamaya devam eden sözcükleri içerisinde anlamın yok oluşunu korumaya devam eden “komik” kurban edilişine karşı çıkar, zira konuşmanın tamamen feda edildiği bir yerde sözcüklerin gerçekten ve içsel olarak kendilerini kurban etmeleri daha ziyade sessizliğe yol açacaktır. İç Deneyim’de şiirin “sorgulanması”, Batalliyen sonluluk bilgisizliğinin geliştirdiği sürekli sorgulama kurallarına uymaktan çok uzak olarak, gerçeğin yasasını gözlemler, bunun muhalif ve kurban edici diyalektiğini kabullenir. Şiirin suçlanmasının felsefenin yükselişinin ön koşulu olduğu her geleneksel durumda olduğu gibi, ontoteolojik bir amaca hizmet eder. Yalnız burada, Bataille’de, bunun önünü açan şey, bilgisizlik deneyiminin kurban edimsel yeniden doğuşudur. Son olarak, Bataille’in şiir sorgulamasının bütününü oluşturan sessizlik imtiyazının son derece gerekli olduğunun altını çizmek gerekir, zira bu imtiyaz, deneyim ile deneyim kitabının tema ve modelini sağlamaktadır. Çünkü Bataille, kitabın zorunlu edebi karakterine rağmen, iç deneyime şiirsel bir model vermeyi reddetmiştir. Sorgulanma nedeniyle lekelendiklerinden, edebiyat ve şiir kitapta sadece küçük rollere sahiptirler. Sahnenin merkezini dolduran ise mistisizm ve onun sessiz esrikliğidir. [3]
Bu nedenle, Bataille’e göre şiir, saf halinde bir deneyimin onsuz da yapabileceği bir “sınırlı bölgedir” (“la part restreinte”). Sadece kendisini esrikliğine ekler ve yine kendisini, yalnızca sessizlik ve ölümün kendini kurban ediş sunumunda otantik olabilen bir deneyimden ayırır. Bu bağlamda, Batalliyen şiir sorgulaması, geleneğin en eski söylentilerini yankılamak dışında bir şey yapmaz. Ve Rimbaud’nun kendisini kurban edişinin olumsuz figürü, yalnızca sonluluğun ontoteolojik bir deneyiminin tam bir betimlemesi olarak düşünülebilir. Ancak bir kez daha, her şey göründüğü kadar kolay değildir. Bataille için tüm bunlar aynı anda daha az eş ve çok daha fazla muğlaktırlar. Buraya kadar imkansızın ideal bir örneklendirmesi olarak sunduğum figür, kendisini “imkansızın daha yetersiz bir figürü” olarak açığa vurabilir, yani, ontoteolojik yorumuyla birlikte kendi kurban edilişinin yapısal kararsızlığını sunan bir hiçlik deneyiminin maddesel gösterimi, ya da daha çok bir “imkansızlık figürü” (“figure d’impossibilité”) olarak. Tabii ki, Bataille’in Rimbaud’nun kendini kurban edişinin anlamına atıfta bulunmayı reddettiğini göstermek çok daha kolay olacaktı. Örneğin, Bataille’in bunu daha ziyade bir zayıflık olarak yorumlamak amacıyla Rimbaud’nun vazgeçişindeki gönüllülüğü sorguladığı “Ekler”deki (“İşkence”) diğer pasajları inceleyebilirdim. Ancak, gösterimin gerekli eskizleri hazır ortaya çıkmışken, bu noktada doğrudan “Şiir ve Marcel Proust Üzerine Sözler” (“Digression sur la poésie et Marcel Proust”) adlı kitabın, bu figüre yaklaşımının tamamen farklı olduğu bir bölümüne dönmek daha mantıklı olacaktır. Burada sadece Rimbaud’nun kendini kurban edişinin anlamına atıfta bulunmayı reddedişini değil, aynı zamanda şiir ile kurban etme mantığının törensel bir devrilişini de görebiliriz [4]. “Sözler”de, Rimbaud figürü, bir kez daha, örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. “Nouvelle théologie mystique”deki tüm figürlerin olduğu gibi, bunun da bir nevi imitatio olması amacıyla gündeme getirilmiştir. Parçanın başlarında, imitatio christi’nin yeni ve radikal versiyonunu kullanarak, bu yeni mistik “a-teoloji”nin esrik şüphesini daha iyi anlayabilmesi amacıyla, okuyucudan çarmıha gerilmiş tanrının işkencesini taklit etmesi istenir. Yine bu esnada (aynı şüphesel amaçla) okuyucunun, kelimelerin çaresizce çarmıha gerilirken yeni şiirin “imkansız” yasalarını tanımladığı, “şiirsel lamma sabachtani” anını taklit etmesi beklenir. Bu sayede, Rimbaud’nun şiire “adieu”su ve “imkansızlığın” şüpheciliğine kendisini adaması [5], Bataille’in gözünde modern şiirin yeni “sahasını“ belirlemektedir. “Sözler”de iddia ettiği gibi, Rimbaud, bunu kendinden sonra geleceklere “baskı” aracı olarak kullanarak, “şiirin” “imkanlılığını” “genişletmiştir”. Rimbaud’nun şiire elvedasını duyduğunu ve anladığını iddia eden bugünün şairlerinden hiç birisi, artık şiir yazmaya kolayca devam edemez. O, artık yazılarında Rimbaud’nun “sessiz sorgulamasını” (“contestation sans phrases”) göz önünde bulundurmalı, onun kurban edilişini taklit etmeli ve yine onun imkansızlığının buyruğu altında yazmalıdır.
Peki bu ne demektir: Bir “sessiz sorgulamayı” duymak ve kurban ediliş anındaki jestlerini taklit etmek mi? Bu taklit neleri içerecektir? Bir kişi nasıl kurban edilişi, ve dolayısıyla da, yazmanın imkansızlığını yazabilir? Ve bir kişi nasıl olur da, taklit etmeyi sonsuza kadar yasaklayan, ya da en azından öyle görünen, bir jesti taklit edebilir? O halde, taklidin enstrümanlarını yok edecek bir kurban edilişi taklit etmek ve Rimbaud’dan sonraki kuşakları bir sessizlik şiirine ve onun olmayan gerçekliğine mahkum etmek ne anlama gelecektir?
Bataille, bu çelişkiye imitatio poetae’nin iki versiyonunu sunarak yanıt verir. Açıkça eleştirdiği birincisi Sürrealistlerin versiyonudur: Bataille’e göre bu, taklidin açıkça ontoteolojik bir sunumudur, gerçek gibi “imkansız” olanın yorumuna ve geleneksel şiir kavramına esasta sadık kalan bir yorumdur. İkincisi ise, Proust tarafından yapılan Rimbaud “taklididir”: Gerçekte taklit olmayan ama daha ziyade imkansız bir kurban edişi fazlasıyla taklit, ya da taklidin fazlası olarak adlandırılabilecek bir taklit. Ama önce, Rimbaud’nun kurban edişinin Sürrealist taklidini irdeleyelim. Bataille’e göre Sürrealistler, "ne pouvaient suivre Rimbaud, ils ne pouvaient que l'admirer" (“Rimbaud’yu izleyemeyen, ona ancak hayranlık duyabilen”) kişilerdir. Burada, bu terimlerin neyi ifade ettiği konusunda dikkatli olmamız ve Bataille’in daha önceleri “La valeur d’usage de D. A. F. de Sade” de, Sürrealistleri Sade’a duydukları hayranlık nedeniyle eleştirdiğini hatırlamamız gerekmektedir. Burada bu metni incelemeyeceğiz, ancak her şekilde Bataille’in eleştiri nedeninin bu hayranlık olduğunu da buraya not etmemiz gerekmektedir: Nesnesini hareketsizlik noktasına örnekleyen bir bakış. Rimbaud’nun vazgeçişine ya da Sade’ın şiddetine hayran olmak, bunların anlamına karar vermek ve güçlerini sınırlamak demektir. Denis Hollier’in son derece keskin bir ifadeyle söylediği gibi bu, kişinin “etkisiz hale getirebileceği” (“mettre hors d'usage”) ya da “koruyabileceği” (“mettre en réserve”) bir "hypostasier l'excès d'une violence" durumudur. Bu ilk teorik işleyiş, Sürrealistlerin anlamı imkansızlığa atfetmelerini ve gizli bir gerçeği açığa çıkarmalarını sağlar. Bu “imkansızlık” bir kez, bir ötenin varolan yokluğu biçiminde belirlendikten sonra, kişi, onun ideal saflığının her türlü tasvirin ulaşılamayacak kadar ötesinde olduğu iddia edebilir (zaten yoktur), ancak kişi aynı zamanda onun kurban ediliş gerçeğini az ya da çok sadakatle taklit edebilir (burada da zaten vardır). Bataille’in, Sürrealistlerin “sözcükleri tahribatı” (“L’holocauste de mots”) olarak adlandırdığı şey de, işte bu aslına sadık taklitçilikmiş gibi görünmektedir. Sürrealist imgenin çarpışması esnasında kurban edilen sözcükler yoluyla, sıradan anlamlara elveda denilir, ifadeyi canlı ve güzel tutarken, kavram ve fikirler sessizliğe adanır.
Bu nedenle, Sürrealist şiir her iki yola da sahip olabilir: Sözcükleri kurban edebilir ya da bu kurban edişi dile getirebilir. İmkansızı ifade edebilir ve edebi anlamda imkansız olması gereken, bir kurban edimin edebi taklidi olabilir: Yani imkansızlığın edebi doğrulaması. Rimbaud’nun kendisini kurban edişini edebi hale dönüştüren ve şiiri bir nevi “nihai çözüme” mahkum eden bu imitatio poetae, Bataille’in savunduğu bir şey değildir. “Sözler” metni, Sürrealistlerin Rimbaud’nun kendisini kurban etme yorumlarını muğlak bir biçimde eleştirmektedir: “Sözcüklerin tahribatı”, anlamı kurban etmenin “doğru” bir taklidi değildir. Bir sözcüğün içinde “gerçeğin fazlasını” içselleştirmek için onu korumaya ve yeniden üretmeye inandıkça, o bu fazlalığa ihanet eder. Ve Sürrealistlerden daha ziyade, Rimbaud’ya hayranlık duymadan onun adımlarını takip edebilen ve onun kurban edişinin fazlalığını gerçeğin olmadığı yerde gerçeğe terk edebilen kişi Proust’tur.
Proust kesinlikle Rimbaud’ya öykünmez ya da hayranlık duymaz. Kendi kurban edimini yeniden üretme ya da kendi vazgeçişinin tek ve taklit edilemez gerçeğine ulaşma çabasında değildir. Aksine, Bataille’in metninde Proust, kendisini, şiirin kurban edilmesinin son derece uzağında durduğu ve daha çok da şiir için kendisini kurban ettiği için, Rimbaud’nun kendini kurban edişinin karşısında gören bir yazar olarak tanımlanmaktadır. Ancak, Proust tarzı bir kendini kurban ediş, Rimbaud’nun kendisini kurban edişine basitçe karşı çıkamaz. Bunu kolayca, (son derece iyi bilinen) şiirsel “oeuvre”nin ölümsüzlüğü için şairin kendi ölümlülüğünü kurban ettiği başka bir ontoteolojik versiyona indirgeyemez. Bataille’in Proust konusundaki iddiası, onun “eseri için kendisini kurban ettiğidir" ("se sacrifie pour son oeuvre"), ancak “bu eser zaten kurban edimdir” ("cette oeuvre est elle-même sacrifice"). O halde, bu formülün anlamı nedir, ve biz niçin bunun, Rimbaldiyen ve Proustiyen öz-kurban edimlerinin kendi üstlerinde teşhir ettikleri “gerçek fazlası” gibi bir şeyin ana noktası olduğu fikrini sürdürüyoruz?
İfadeye geri dönelim: Eserlere, yani, “Ona kurbanlar sunduğumuz tanrıçanın kendisi de aslında bir kurbandır; gözyaşları ölüm noktasına kadar süzüldü”ye ("cette déesse à laquelle nous sacrifions est elle-même sacrifice, larmes pleurées jusqu'à en mourir"). Bu gereksiz tekrarlarla ne yapacağız? “Bir kurbana kurban sunmak” ne anlama gelmektedir? Kişiler genelde bir Tanrıya, bir ideale kurban sunarlar. Proust’un yaptığı gibi, kişi, o anlamı ve gerçeği üretebilme amacıyla, bir esere, bir gerçeğe ve bir anlama kendisini kurban edebilir. Birbirleriyle hiç çakışmayan bir niyet ile bir hareketin bu tekrarlarına göre, kurbana kurban etmek, kurban etmek için kurban ediyor olmaktan başka hiçbir anlam taşımamaktadır. Kurbana kurban etmek, aslında hiç var olmayacak, kendisini bir imkansızlık, ya da gerçekleşmesinin, tanımı olmadığı halde ortaya sürülmüş bir ihtimali gibi ifa eden bir kurban etme eylemidir. Bir kurbana kurban sunmak, aynı zamanda kurban etme eyleminin kendisini de kurban etmektir. Ve Proust’un kendisini kurban edişi, sadece Rimbaud’nun inkarcı hareketlerini tekrar etmekle kalmaz, aynı zamanda bunun anlamsızlığını da vurgular. Bu formül açıkça gösterir ki, son kurban, olumlu ya da olumsuz, ruhani ya da dünyevi bir kurban edim gerçeğine ulaşmamaktadır. Kurban etme eylemi, kendi hiçliğini açığa çıkarmak amacıyla kurban etmez. Bun sadece kurban etmiş olmak için yapar. Rimbaud’nun şiirden vazgeçişi gibi o da, terimin klasik anlamında, kurban edişten döner [6], vazgeçer, ve kurban etmek (amacıyla) kurban eder.
Proust bunu “gizlerken”, aynı zamanda da Rimbaud’nun hareketlerinin gerçekliğini tekrar etmektedir. Bir tarafta, kurban edişin imkansızlığını, bunun “içselleştirmeme anına geçitsiz bir geçitten” başka hiçbir şey olmadığını iddia ederken, bir taraftan da bu güçsüz ve imkansız gerçeğin, şiirin bir baskısının ürünü olmadığını iddiasını sürdürmektedir. Dahası, kurban etme eyleminin etkililiğinin sonsuz görevinin hep kaybedilmek üzere – geçmiş ya da sonra gelecek durumda- olması da şiir sayesindedir. Buna göre, Proust’un Rimbaud’yu taklit ettiği, ancak bunu Sürrealistlerin bu terimden anladıklarından farklı bir şekilde yaptığı söylenebilir. Proust, imitatio poetae’nin “doğru” versiyonunu sunmaktadır: o poiesis imitationi’yi, ya da daha güzel bir deyişle, “taklidin poiesisini” gösterir. Proust, Rimbaud’yu taklit eder, ya da belki, Rimbaud’yu kendisini taklit etmeye, kurbanı kurban etmeye, kendisini taklit ederek kaçınılmaz olanı, basitçe mümkün olan adına ya da aynı şekilde potansiyelini gerçekleştiren ve tamamen onun oeuvresi haline dönüşen imkansız olan adına, gizli veya potansiyel bir gerçeğin gerçekleşmesini ertelemeye zorlar. Proust’unki, Rimbaud’nun kendisini kurban edişinin edebi bir taklidi ya da, kendilerini onun tahribatının gerçekliğinin geçişken bir kopyasını çıkarma durumunda gören Sürrealistler için bu şekilde olması gereken bir meta-, bir sür-real kurban edim de değildir [7]. Proust, daha çok, Rimbaldiyen kurban edim imgesini taklit etmektedir. Kendini kurban edişin, bir fazlalığın ya da farklılığın belirsiz gizeminin çok ötesinde bir şeyleri barındırdığına inanmayı reddettiğinden, sadece kendi gizliliğini yazabilen ve sürekli kendini tekrar eden taklide bu kurbanı sunar. Eğer kurban edim, kendi yok oluşunu sadece kendi imkansızlığına yönlendirebiliyorsa, aynı anda hem gerekliliğini hem de yararsızlığını vurgulayan jestleri, artık kendi gerçekliğiyle taklidi, ve gerçek ölümle bunun şiirsel sunumu arasındaki farkları ayırt edemeyen bu jestleri tekrar etmekten başka ne yapabilir [8]? Ve eğer bu kurban edim kendi taklitsel imgesinden başka bir şey değilse, kendi sonunun beyhude umudunu ve trajikomik hikayesini ya da orijinine duyduğu beyhude özlemi belirsizce yazmak dışında ne yapabilecektir? Böylece Proust, kurban edimin bu umutsuz umudunu ve komedisini yazar. Rimbaud’ya doğru yazar Proust, Rimbaud’nun kurban edimine doğru ve ondan uzağa yazar. Onun görevi (“recherche”), bu görevi yüklenen eserleri, kaçan ve sonlu gerçekliği hiçbir zaman sunulamayan bir kurban edimin daima yenilenen yanılsamalarıdır. Kurban edimin “yakalanan zaman”ı (“temps retrouvé”) yoktur. O, ne sessizlikte, ne de kendini içinde kaybettiği yazıda bulunabilecektir. Ve kurban edimin bu kaybedilişi, Nancy’nin de varsaydığı gibi, sonluluğun “kurban edilemez” olduğunu göstermektedir. Sonluluk, yazının kurban edimi yoluyla açığa çıkarılamaz. Dahası, onun ontoteolojik açığa çıkışı, kurban edimin “yazılmasıyla” daha da gizlenebilecektir. Sadece bu yazı yoluyla, sonluluğun içselleştirilemeyen, ya da “imkansız” karakteri ortaya çıkabilir. Bataille’in metninde, işte tam bu Rimbaud’nun kendini kurban edişinin Proust tarafından taklidi noktasında, kurban edimin geleneksel mantığı ve şiirin buna eşlik eden eleştirisi gelişim göstermektedir. Rimbaldiyen öz-kurban edimin Proust yorumu, bunun imkansızlığını anlatan yazıları, kurban edimin ontoteolojisini ve onun olumsuz diyalektiğini nasıl aşabileceğimizi bize gösterir. Bu yazım, kurban edimsel jestlerini olumsuz içselleştirmesinin gerçeğine devretmek yerine, kendisiyle hiç çakışmadan, içselleştirmenin gerçeğinin, sadece kendi imkansız imgesini yazabilen, yani “taklit edebilen”, bir kurban edimsel jestin içinde kaybolduğunu sergilemektedir. Başka bir deyişle, kurban edim sadece durmaksızın kendisini yazabilir, çünkü üstesinden gelmeye çalıştığı şey, aslında, kendi jestlerini zorunlu ve dışsal olarak gerekli yapan, eşzamanlı değil ama rastlantısal olan şeydir: Ne var, ne de yok olan bir fazlalığın içselleştirilemezliği. İç Deneyimde, kurban edim bize kendi çelişkisini tinselleştiren bir gerçeği sunmamaktadır. Onun yaptığı, kendi başarısızlığının önemli ve şiirsel yasasını sunmaktır. Yaptığı, Nancy’nin sonluluğun “kurban edilemeyen” karakteri olarak adlandırmak istediği şeyi teşhir etmektir sadece.
Elisabeth Arnold, John Hopkins Üniversitesinde öğretim görevlisidir ve burada Georges Bataille’in şiir eleştirisi üzerine bir tez hazırlamaktadır.
[collapse]Notlar
1. “Tüketimsel kurban edim”, şiirdeki sözcüklerin yarım ya da kısmi yok edilişinin karşısına onun mükemmel ve bütünsel kurban edimiyle çıkabilmek için, Bataille’in tam bir kurban edimi tasarlamak amacıyla kullandığı terimdir.
2. Jacques Derrida, Bataille üzerine yazdığı "De l'économie restreinte à l'économie générale" adlı makalesinde Batalliyen yazım eleştirisi ile Platonistik yazım arasındaki yakınlığa değinmiştir.
3. Elbetteki, bu iddianın üzerinde biraz durulmalıdır, zira Bataille kendi iç deneyimi için mistik modeli körcesine kabul etmekten oldukça uzaktır. Bataille, sadece mistisizmin esrikliğinin fazlalığını almak istemiştir. Ancak, bu esrikliğinin açığa çıkarılmasının, onun sessizliğine nihai bir karışımsal değer getirdiğini kategorik olarak reddeder. Yine de, şiirsel bir deneyim modelinin mistik olanla değiştirilmesinin, muğlak olarak geleneksel olan, yazım ve taklit etmenin reddi anlamına geldiği de doğrudur.
4. Bu noktada, bu figürün sorgulanmasının, “Yeni Mistik Teori” (“La nouvelle théologie mystique”) kitabının en önemli bölümünün tam merkezinde bulunan şiir üzerine yorumlarda yer aldığına değinmek gerekir. Kitap, bütünsel ve sınırlanmamış bir kurban edim olan "un sacrifice où tout est victime" (“içindeki her şeyin bir kurban olduğu kurban edim) üzerinde temellendirilmiş bu yeni teorinin, en merkezinde, kendi gerçekliğini garantileyecek bir şiirsel sorgulama figürü barındırması gerektiğini ifade etmektedir. Bu yapısal düzensizlik, iç deneyimin, kendini kurban edimin geleneksel yorumuna kati bağlılığının olanaksızlığını ve mise en abîme paradoksunun göz ardı edilemeyeceğini göstermektedir.
5. “Une saison en enfer”deki en önemli şiirlerden birinin başlığını oluşturan bu sözcüğü, Bataille’in İç Deneyim’de kendi yeni mistik a-teolojisi boyunca açıklamaya çalıştığı “a-şiirsel” ya da “a-şiirbilimsel” sözcükleri ile dönüşümlü olarak kullandığını hatırlayalım.
6. Klasik Yunan’da, “apostrophe” dönmek anlamındadır ve koronun hareketini betimlemek için kullanılır.
7. Bataille, Sürrealistlere yönelik eleştirisinde (özellikle “'La 'vieille taupe' et le prefixe surdans les mots 'surhomme' et 'surréalistes'” makalesine bakınız), esasen, onların “meta”-fizik öğretilerinin sur in surrealismas olgusunu tanımlamıştır: Yani deneyimsel olanın teorisel olarak betimlenebilir olma, anlaşılır-ötesinin, eğretilemenin ya da tam bir tasvirinin keşfedilebilme ihtimaline olan inançlarını.
8. İç Deneyim’in son bölümünde Bataille, “ölümün tüm etkili deneyimlerinin” kurgusal karakterinin altını çizer. Örneğin kitabın en son sayfalarında, yine ölüme kati inancını gösterebilmek amacıyla –zira ölüm, kitabın ve yazarın tümden kurban edilişidir-, kendi ölümünü sahnelerken, bunu “Telaşın Saf ve Nihai Hareketleri” (“Derniére plaisanterie de la fiévre”) adında bir komediyle sunar. Aynı zamanda, ölümün taklit edilemeyen anının tamamen eşsiz karakterini göstermeyi amaçlayan bu öz kurban edim, bir Proust metninin İç Deneyim içinde alıntılanmış tam bir kopyasıdır. Bu yüzden Bataille için, ölümün en otantik anı, kurgusal ve romanesk bir ölümün komedisel tekrarıdır. Hiçbir şekilde eşsiz ve orijinal değildir, ve bunun sunumu da, “kurgusunun”, “komedisinin” ya da, Bataille’e göre ölümün yegane “gerçek” karakteri olan, “sahtekarlığının” sürekli tekrarından fazlası olmayacaktır. [/collapse]
Kaynaklar
Bataille, Georges. Inner Experience. Albany: SUNY P, 1988. L'expérience intérieure’den çeviri. Paris: Gallimard, 1943.
________. "La valeur d'usage de D. A. F. de Sade." 1929. Oeuvres complètes. Paris: Gallimard, 1970. 2: 54-72.
________. "La 'vieille taupe' et le prefixe sur dans les mots 'surhomme' et 'surréalistes.'" Oeuvres complètes. Paris: Gallimard, 1970. 2: 92-109.
Derrida, Jacques. "De l'économie restreinte à l'économie générale." L'écriture et la différence. Paris: Seuil, 1967. 369-407.
Hollier, Denis. La prise de la concorde: Essais sur Georges Bataille. Paris: Gallimard, 1974.
Nancy, Jean-Luc. "The Unsacrificeable." Yale French Studies 79 (1991): 20-38.
1 A-gnosolojik: Mistik ya da okültik bilgi olmayan. Çn.